HALIÇTE YASAYAN SIMONLAR CEMAAT YAPILANMASININ GERÇEĞİ
Prof.Dr. Mehmet Ali Ünal
Akademisyen/ Tarihçi / Yazar
14 Haziran 2017 Çarşamba
Türkiye 15 Temmuz’da ciddi bir iş savaş badiresi atlattı. Kendisine “hizmet hareketi” diyen ve eğitim başta olmak üzere çeşitli alanlarda yaptıklarıyla milletin sempatisini kazanmış bir cemaat ordu içerisindeki kadrolarıyla bir darbe teşebbüsünde bulundu. Milletin devletin ve ülkenin güvenliği için beslediği ordunun silahlarıyla 250’den fazla vatandaş şehid edildi
Bu meşum hadiseyi yapan cemaatle ilgili çeşitli kitaplar yazıldı, gazete yazarları konuyu muhtelif yönleriyle ele aldılar. Bunların birçoğunu okudum. Bu kitaplardan bazıları cemaat içerisinde görev yapmış kimselere aitti. Nurettin Veren ve Latif Erdoğan gibi yazarlar cemaat içerisinde bulunmuş ve F. Gülen’le ters düşerek ayrılmış ve cemaat hareketinin devlet için zararlarını anlatan kitaplar yazmışlardı. Fakat bunlar toplumda gereken ilgiyi görmedi. Yaptıkları uyarılar hükümetler tarafından dikkate alınmadı. Çünkü Cemaat’in propaganda gücü ve suret-i haktan görünme politikası bu kişilerin uyarılarını etkisiz hale getirdi. “Daha düne kadar F. Gülen’in sağ kolu idin, onunla ters düşünce cemaati kötülüyorsun, sana niye inanalım ki”, yaklaşımı zihinlere hâkimdi.
Cemaat dışından Gülen örgütlenmesinin tehlikesine işaret eden ilk çalışmalardan birisi bir polis şefi olan Hanefi Avcı’nın 2010 Ağustosunda yayınladığı “Haliçte Yaşayan Simonlar” adlı kitab oldu. Hanefi Avcı bu örgütün polis ve yargı içerisindeki kadrolaşmasını ve çeşitli kişilere kurduğu kumpasları fark etmiş ve başta içişleri, adalet bakanları olmak üzere devletin önde gelen yetkililerine durumu anlatmıştı. Fakat uyarıları dikkate alınmamıştı. Bunun üzerine bahsedilen kitabı yazmaya karar vermişti. Kitabında “bu kitabı yazdığımdan dolayı başıma gelecekleri biliyorum; bu dünyada beni cehennemi yaşatacaklar” diyordu. Gerçekten kitabın yayını üzerinden henüz bir ay geçmeden tutuklandı; hakkında birçok davalar açıldı ve sol bir örgüte yardım ve yataklıktan 15,5 sene cezaya çarptırıldı. Fiilen 3 yıl 9 dokuz hapis yattı. Ancak 17-25 Aralık 2013’teki hükümete yönelik cemaat operasyonundan sonraki gelişmeler neticesinde serbest kaldı. Avcı, 2015 baharında “Cemaatin İflası” adlı kitabını yazdı. 15 Temmuz’dan iki buçuk sene önce yazılan bu kitap da iktidar için uyarılarla doludur.
Hanefi Avcı’nın son kitabı “Erken Uyarı-Devlet Bilgisi” adını taşımaktadır. Avcı bu kitabında ilk kitabını yazdıktan sonra başına gelenleri, hakkında açılan davaları, cemaatin yapısını ve 15 Temmuz darbesini anlatmaktadır. Bana göre kitabın ön önemli bölümü de “Dün Cemaat Bugün Fetö” adlı ikinci bölümdür. Burada cemaat ile ilgili son derece isabetli tahlil ve tesbitler yapılmaktadır. H. Avcı da Fetö ile mücadele için cemaati doğru tanımak gerektiğini belirtmekte ve cemaat örgütlenmesinin ABD’nin bir organizasyonu olduğu sathi görüşünü işleyen yazarlara karşı çıkmaktadır. Avcı bu bölümü yazarken cemaatin geçmişte bulunan binlerce sayfayı aşan belgelerini ve hazırladıkları eğitim notlarını, kitleleri eğitmek için kullandıkları bütün dökümanları okumuş ve F. Gülen’in 100’den fazla vaaz bandını izlemiştir.
Cemaat “Işık Evleri”nde yetiştirilmiş idealist insanlardan meydana gelir. F. Hoca’ya mutlak sadakatle bağlı, adanmış insanlardır. Benim de yazılarımda işaret etiğim gibi F. Gülen’i insanüstü bir varlık olarak görürler. Hoca Efendi için anne babalarından geçmeye hazırdırlar. Bu yüzden 15 Temmuz’da Hoca Efendi’nin emrini yerine getirmenin gönül yaratlığı içerisinde gözünü kırpmadan kendilerinden isteneni yapmışlar, halka ateş açmışlar, TBMM’yi ve diğer devlet binalarını bombalamışlardır.
Cemaat başlangıçta Ak Parti’ye mesafeli durmuştur. Çünkü onun geçici olduğuna ve derin devletin her an onu devireceğine inanmaktadır. 2005 ‘ten sonra Ak Parti’nin kalıcı olacağını anlayınca hükümete yardımcı olmaya karar vermiştir. Böylece Ak Parti ile aralarında zımnî bir ittifak kurulmuş, derin devletin sürekli tehdidi altındaki Ak Parti için cemaatin yardımı cankurtaran simidi olmuştur (2008 yılındaki kapatma davasını hatırlayalım). Cemaat poliste, orduda ve yargıdaki kadrolaşmasına hız vermiş, Ak Parti hükümetleri cemaatin taleplerini yerine getirmekte bir beis görmemiştir. Cemaat kadrolaşma konusundaki çalışmalarını 2010 Yargı referandumu ile taçlandırmış ve yüksek yargıyı da ele geçirmiştir.
Cemaat derin devleti yöneten bir Ergenekon örgütü olduğuna inanmaktadır. Bu yapıyı tasfiye etmek için Ak Parti hükümetince 2004 yılında kurulan Özet Yetkili Mahkemeleri kullanmıştır. Bu mahkemeler yoluyla cemaat, devlette kendi kadroları önünde engel gördüğü kişileri çeşitli kumpaslar kurarak tasfiye etmiştir. T. Erdoğan bu mahkemelerin icraatlarının anormalliğini ilk defa eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasıyla fark etmiş ve Başbuğ’un tutuklanmasını normal bulmadığı söylemiştir. Fakat Cemaat ile Ak Parti’nin yollarının ayrılması esas itibariyle 2 Şubat 2012’de MİT başkanının ÖYM savcılarınca ifade çağrılması ile başlamıştır. Haziran 2012’de T. Erdoğan ÖYM’lerin kaldırılması talimatını vermiştir.
Cemaatin ele geçiremediği tek kurum MİT idi. Bu yüzden MİT başkanı hakkında cemaat yayın organlarında müthiş bir aleyhte kampanya başlatılmıştı. Malumunuz bu gelişmeleri T. Erdoğan’ın dershaneleri kapatma hamlesi takip etti. Cemaat dershanelerden vazgeçemezdi. Çünkü eleman devşirdiği en önemli kaynak dershanelerdi. Bu yüzden 17/25 Aralık 2013’te harekete geçerek aylardır takip ettikleri dört bakanla ilgili yolsuzluk dosyasını açtılar. 25 Aralık’ta Ak Parti hükümetinin iş yaptığı, köprülerin, yolların ve üçüncü havaalanını inşa eden 41 iş adamını göz altına aldılar. Bu tam bir hükümet darbesi idi fakat T. Erdoğan Aksaray Valisini derhal İstanbul Emniyet müdürlüğüne tayin etti ve savcıların emrini dinlememe talimatını verdi. Cemaat bu hamlesinde başarılı olamamıştı ama yılmadı. 30 Mart 2014 Belediye seçimlerinde kullanılmak üzere yıllardır hazırladığı dinleme kayıtlarını devreye soktu. Cemaatin bu defa başarılı olacağına cemaatçi olmamakla beraber cemaatin gazetesinde yazan ve onlar tarafından baş tacı edilen Mümtazer Türköne ve Ahmet Turan Alkan da inanmışlardı. Bu sebeple hükümet ve Erdoğan aleyhinde çok ağır yazılar yazdılar. Kesif bir yolsuzluk propagandasına rağmen Ak Parti 30 Mart seçimlerini çok az bir hasarla atlattı.
Erdoğan’ın karşı hamlesi cemaati gayrimeşru ilan etmek oldu. Paralel bir devlet yapılanması kurduklarını söyleyerek cemaati terör örgütü ilan etti. Cemaatçi kadroların tasfiye edilmeye başlanması onları 15 Temmuz darbesini yapmaya zorladı. Polisteki ve yargıdaki bazı kadroları tasfiye edilmişti ama hükümet cemaatin ordudaki gücünü tam olarak bilmiyordu. Cemaate mensup generallerin 2015 Ağustos başında toplanacak Yüksek Askeri Şura’da emekli edilecekleri bilgisi cemaati harekete geçirdi. Aslında cemaat darbeye en az bir yıl öncesinden karar vermişti.
Kontrollü darbe söylemi tutarsızdır. Hiçbir hükümet böyle bir riski göze alamaz. Çünkü başarılı olması halinde kendi ipini çekmiş olur. Nitekim planlandığı gibi darbe saat 03’te başlasa idi durum farklı olabilirdi. Şayet darbede görevlendirilen bir binbaşı MİT’e gidip ihbarda bulunmasa durum gerçekten vahimmiş. Çünkü 12 saat öncesine kadar MİT ve Genelkurmay darbeyle ilgili bir haber alamamışlar. Yıllarca yaver, emir subayı vs. gibi görevlerde bulunmuş Fetöcü kadrolar gerçek niyetlerini gizlemeyi başarmışlardır.
Bana göre bu derece adanmış, aralarından hiçbir bilgi sızmayan, mutlak bir sadakat ve itaatle yetiştirilmiş cemaat örgütlenmesi daha ciddi olarak ele alınmalı incelenmelidir.