Bağımsızlık Tutkusu,
Yekta Güngör ÖZDEN,
Bağımsızlık Tutkusu
Kişisel yaşamda özgür, istediği gibi davranma ya da serbestlik anlamına gelen bağımsızlığın, ulus ve devlet bağlamında ülke sınırları içerisinde hiçbir devletin koruması, el atması ve etkisi olmadan egemenlik hakkını kullanarak kendini yönetmesi, içe ve dışa karşı yetkilerinin gereklerini yerine getirmesi biçiminde tanımı yapılabilir. Bağımsızlık yalnızca siyasal ve yönetsel bir olgu türü olarak algılanırsa sınırlanmış, daraltılmış bir kavrama dönüşür. Gerçek bağımsızlık, yargıda, yürütmede-yönetimde, askerlikte, ekonomide, her alanda bağımsızlık demektir. Özetle, tam bağımsızlıktır. İlke olarak bağımsızlığın benimsenmesi, Anayasalarda ve Yasalarda öngörülmesi, kurulların ve kurumların çalışma düzenlerinden, yapılanmalarından söz edilirken bağımsızlığın sözcük olarak kullanılıp vurgulanması gerçekte bağımsız olunduğunu göstermez. Kağıt üzerinde bir amaç, bir özlem, bir erek olarak kalmaktan çok yaşama geçmesi, sınırsız, koşulsuz, gerçekten yaşanması gerekir. Giderek küçülen dünyanın ülkeleri, kentleri, insanları da birbirine yaklaşmakta, uzaklıklar yakın olmaktadır. Birliktelik nedenleri arttıkça ilişkiler yoğunlaşmakta, kimi değişik tür ortaklıklar gündeme gelmektedir. Anlayış, özveri, uyum, uzlaşma, karşılıklı ödünle sağlanan denge, bağımsızlığın sınırlanması sayılsa da eşit konum bağımsızlığı temelde korumakta, yitirilmesini önlemektedir. Bu nedenle güvenlik, ekonomi, siyaset, bilim, sanat, kültür ve spor alanlarıyla başka konularda ortaklıklar kurulmuştur. Özde, evlilikle oluşan aile kurumu da bireylerin bağımsızlıklarının karşılıklı özveriyle, esenlik ve mutluluk kazanmak için sınırlanmasıdır. Aile, eşlerin ortaklığıdır. Uluslararası ortaklıklar (örgütler, paktlar vd.) ilgili devletlerin bağımsızlıklarından ortak yarar için karşılıklı ödün vermeleriyle çalışır. Bağımsızlığı ilke alarak, aykırı, çelişkili, gölge düşürecek durumlardan kaçınmak, bağımlı saydıracak ilişki ve oluşumlardan uzak kalmak özeni devletler için geçerlik koşulu, varlık nedenidir. İnsanlık tarihi, bağımsızlık için çekilen sıkıntıları, katlanılan güçlükleri, girişilen savaşları, dökülen kanları, verilen canları anlatır. Bağımsız olmayan devlet devlet değildir, Anadolu İhtilali’ni gerçekleştirip tam bağımsızlık temel amaçlı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanan Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının bağımsızlığa ne ölçüde önem verdiklerini, bu konudaki özen ve duyarlıklarını yansıtan nice olay ve unutulmaz sözleri vardır. Bu bir insanlık aşkıdır. Bu bir soylu, kutsal ,benzersiz tutkudur. Bağımsızlığı karakteri bilen onurlu kişilerin köle, uşak ve uydu ruhlularla, mandacı ve mütarekecilerle anlaşması olanaksızdır. İlkesiz ve ülküsüzler kiralanabilir, satılabilir, her yol ve yöntemle sapkınlık yapabilir. Bağımsızlığı erdem bilenlerin bu ilkeden herhangi bir nedenle ödün vermesi düşünülemez.
Son yıllarda giderek artan dış borç yükü, siyasette karşılaşılan bozukluklar, beceriksizlikler, yalpalama ve sapmalar yabancı ülkelerin yardımını gerekli kılınca, istenen karşılıklar da artmıştır. Doyumsuz, yayılmacı, yeni sömürgeci dış güçler bağımsızlıkla bağdaşmayacak isteklerde bulunmayı doğal saymışlar, ekonomik ve siyasal destek arayan iktidarlardan kolaylıkla ödünler koparmışlardır. ABD’nin gericileri konuk edercesine koruması bir yana, “İslamcı Hükümet” nitelemesiyle açıkladığı umudu TBMM kararıyla suya düşünce, yöneticilerinin sinirli davranışları, sakıncalı ve sert sözleri, kırıcı tutumları birbirini izlemiştir. ABD Başkanı Bush’un kimi sözleri kendi kişisel zayıflıklarının, bağımlılıklarının, sınırsız güdülerinin yansıması da olsa devletinin gidişine ilişkin bir açıklıktır. Birleşmiş Milletler Anlaşması'nın 51. Maddesi’ne aykırı Irak saldırısının BM Güvenlik Konseyi’nin 678, 679 ve 1441 sayılı kararına dayanılarak savunulması güçtür. “Koalisyon” adını verdikleri saldırı ortaklığının eylemi, tam bir işgaldir. Güvenlik Konseyi kararı olmadan, Irak’ı denetlemek ve tehlikeli bir durumu olduğunda hemen yönelmek varken yaralanmalara, sakatlanmalara, yıkımlara, ölümlere neden olan bir savaşa girişmenin haklı bir yönü yoktur. Ortadoğu’dan başlayarak coğrafya deşikliklerini kendi çıkarlarına göre gerçekleştirmek, petrol kaynaklarına el koymak, ekonomik sarsıntıları savaşla durdurup iyileştirmek gerçek uygar, gerçek demokrat bir yönetimin işi değildir. Kıbrıs’ta birleşmeye zorlayanların Yugoslavya’da olduğu gibi Irak’ta dağıtmaya, parçalamaya çalışmaları ağır bir çelişkidir. Perle, Cheney, Rumsfeld, Halilzad, Powell ekibinin şahinliği barış istemleri karşısında giderek kararmakta, kınanmaktadır. Günümüz Başbakanının “Yeni talepler gelebilir” sözüyle beklediği ABD Dışişleri Bakanı Powell ile görüşen Dışişleri Bakanı Gül’ün “koalisyonun içindeyiz” sözü ulusal ilkemiz “Ülkede Barış Dünyada Barış”la çatışmaktan ötede ABD ve ortaklarıyla saldırıya katılma, savaşta yer alma, taraf olma açıklamasıdır. Her yönüyle yanlı ve sakıncalıdır. Daha iktidar olmadan yapılan geziler, gerçekleştirilen görüşmelerle Kıbrıs ve AB üyeliği konusunda ödünlere hazır duruma girilmiştir. “Stratejik müttefik” sloganıyla ateşe girmenin, içte ve dışta büyük sakıncalar olasılığına yol açmanın hiçbir anlamı ve yararı yoktur. İki Bakanın konuşmasıyla hemen değiştiği söylenen ilişkilere güvenilmesi de yanlıştır. 1991 Körfez Savaşı’na ilişkin sözlerini tutmayan, Musul ve Kerkük'teki Türkmenler için ciddi hiçbir söz vermeyen, Irak”ın kuzeyindeki Kürt aşiretlerine ayrıcalık tanıyıp destek sağlayan, PKK-KADEK konusunda susan ABD Türkiye için güvenilir olmaktan çıkmıştır. Ama asıl kriz bugünkü iktidardır. Bizim olmayan bu savaşta, Güvenlik Konseyi’nin kararıyla, Birleşmiş Milletler üyesi olmanın gerektirdikleri dışında bir katkımızın olamayacağını başta beri anlatmak olanağını ödünlerle yitirdik. Bu ödünler iç siyasetteki açılımlara karşı aranan destek nedeniyle olmuştur.
Lozan’da gözlemci bulundurup Antlaşmayı imzalamayan ABD ile Sevr kursağında kalan Avrupa, kendi çıkarları için Irak savaşı konusunda ayrılsa bile Irak’ın kuzeyi için hepsi Türkiye’ye karşı birleşmiştir. Bu ilginç durum, Türkiye karşıtlıklarının, AB üyeliği, Kıbrıs, Yunanistan, Ege denizi konularına değin uzanan ikilemli, özel amaçlı, yan tutmalarının kanıtıdır. Günümüz iktidarını bu sorunların Türkiye zararına çözümlenebilmesi için elverişli bulmuşlardır. Musul-Kerkük ve Türkmenler konusunda oyalayıp aldatmaca, Kürt aşiretleri konusunda avutup kandırmaca, böylelikle açıklanıp tanınma aşamasına gelen Kürt devletini meşrulaştırma çabası, ABD için, ağırlık ve öncelik kazanmıştır. Dünya kamuoyunu yönlendirmede medyanın büyük desteği, sansür sayılacak tutumlarla, oyunlarla, yalanlarla, dedikodularla haklı görünme çabası sırıtmaktadır. Ama evdeki hesap çarşıya uymamıştır. Katı ve koyu ırkçılık, önlenemez çıkar ve egemenlik hırsı, diktatör baskısından bunalan bağımsızlıkçı Irak halkının istencine yenik düşmektedir. Olanaklar, sayılar gözetilirse Koalisyon zafer kazanmış sayılamaz.
Birleşmiş Milletler’i, dünya halklarını, kendi ülkesindeki karşıtlıkları, insan hak ve özgürlükleriyle demokrasiyi hiçe sayarak yürütülen savaş, geleceğe ilişkin sorunların tohumlarını atmaktadır. Ateşle, kanla, zulümle ve ölümle alınan sonuç geçerli olamaz. Böyle bir saldırı, uluslararası terördür. Dünya nüfusunun %4’ünden biraz fazlasını barındıran ABD’nin dünya ekonomisinden %30’u bulan pay alması bile ona yetmemektedir. Egemenliğini kurmak için işgale, yok etmeye, kıyıma ve yıkıma başvurmaktan çekinmemektedir. İsteğine uymayanları tehditten de geri kalmamaktadır. Kapitalizmin acımasızlığı ve doyumsuzluğu, komünizmin kanlı uygulamalarıyla yer değiştirmiştir. Kapitalizm, yozlaştırılmış komünizmin sonucudur. Tıpkı Türkiye’de bugünkü iktidarın dünkü iktidarın eseri olduğu gibi.
Bağımsızlığımızı onur bilerek ödünsüz korumalıyız. Para için pazarlıklarla siyaset yapılması diplomasi rezaletidir. İktidar için, kimi sorunları çözmek için, kimi kazanımlar sağlamak için savaşa kalkışmak ya da savaşanlar yanında yer almak insanlık suçuna ortak olmaktır. Türk Ulusu’nu komşu ülke halklarıyla karşılaştırmak, savaştırmak, kin ve düşmanlık yaratarak parçalamaya kalkışmak sözde dostların bilinen yöntemleridir. Tarih bu kötülüklerin acı örnekleriyle doludur. Kan dökerek, yakıp yıkarak almaya çalıştıkları sonuç unutulmaz sorunlar, onarılmaz yaralar, doldurulmaz boşluklar çıkaracaktır. Dünyanın her yerinden yükselen barış seslerini güvenlik güçlerini kullanarak susturmaya çalışanlar, yarın kendi tepelerinde Koalisyon güçlerini görebileceklerini de düşünmelidirler. Çok kötü de olsa, bu bir olasılıktır. Ülkemizin uydu ve uşak olmadığını, sömürge olmadığını, işgal edilemeyeceğini, ulusumuzun güdülemeyeceğini Atatürk ve arkadaşları en anlamlı biçimde kanıtlamıştı. İçimizdeki korkakların, çıkarcıların, karşıdevrimcilerin ve işbirlikçilerin fırsat bulduklarını sanmaları yanılgıdan ötede büyük bir aymazlıktır. Ajan, besleme, kiralık, odalık ve satılıkların kışkırtması kimseye yarar sağlamaz. Yeşil sermaye ve köktendinci desteği, güç katmaz. Tarihten ders almayanlar uslanmazlar ve eninde sonunda yitirirler. Mustafa Kemal’in TBMM’nin gazi ünvanıyla mareşallik rütbesini vermesi nedeniyle 21 Eylül 1921’de Başkomutanları olarak Ordu’ya iletisinden iki tümceyi aktarmakla yetineceğim:
“Ulusumuzu yabancıların elinde köle olmuş görmemek için giriştiğimiz bu savaşta (Sakarya Savaşı) ..-Yirmi bir gün yirmibir gece ulusun bağımsızlık fikriyle, başka bir ulusun işgal ve yağma fikri birbiriyle boğuştu. Sizin, başınızı eğmeye katlanmayan bağımsızlık fikriniz, ilerleyen düşmanı geri çekilmek zorunda bıraktı. Kızgın bir ufuk üzerinde tüten ve yanan yüzlerce köyümüzü arkasında bırakarak düşman ordusu, ceza önünden kaçan bir katil gibi, geldiği yerlere gidiyor. Halbuki o bir savaş değil yalnız bir akın düşünüyordu. Fikir ve imanın kesin kudretinin gücüyle kazandığımız zafer kadar büyük bir kanıt olamaz. Zulme uğramış ulusumuzu tarihin tehlikeli bir zamanında yeniden ışığa ve kurtuluşa kavuşturan savaşta sizin Başkomutanınız olduğum için bir insan yüreğine dolabilecek en derin mutluluk ve kıvancı duydum.”
Medyada barıştan çok savaştan söz edilmesi, çocukların ruh sağlığını bozucu görüntülerin yinelenmesi, saldırganlara akıl verilip yol gösterilmesi üzüntüyle karşılanmaktadır. Savaş çılgınlığına medya terörü de eklenmiştir. İktidar, kadrolaşmayı hızlandırmıştır. THY’den sonra Diyanet İşleri, TRT, Milli Eğitim Bakanlığı ve öbür Bakanlıklar ve Genel Müdürlükler, okullar ele geçirilmektedir. Özellikle, TBMM’de temsilcisi bulunan siyasal partilerin daha etkin olmaları beklenmektedir. Köktendincilerin, iktidara destek için suskunluk ve uslulukları dikkat çekicidir. Muhalefette olsalar, yapmayacakları şey kalmazdı.
Atatürkçülerin dağınıklığı da teslimiyetçi iktidara yaramaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan Türkiye’yi koruyanlar ışıklar içinde yatsın.
Bağımsızlık için can adanır. Bağımsızlık, onurlu varoluştur. Yaşamsal olmayan savaşlar, savunmayı aşan kalkışmalar, acıya biten serüvenler olmaktan ileriye gidemez. Ulusların bağımsızlık ve özgürlük tutkusunu hiçbir araç söndüremez. Bu, kutsal bir ateştir, sahibini aydınlatıp gönendirir, karşıtını yakar, kavurur. Haklı ve geçerli olmayan savaşın kazananı olamaz. Kullanılmaya, aldatılmaya elverişli olmayanı da kimse kullanamaz, aldatamaz. İnsanlık, dostluk ve barış. Dünyanın esenliği için tüm uluslar, her birey uğraş vermelidir. Asıl savaş açlıkla, yoklukla, hastalıkla, kötülükle, yıkımla, kıyımla, baskı ve ölümle savaştır. Yaşatmayı düşünmeyenlerin yaşamak hakkı tartışılır. Düşmanlıklara son verip içtenlikli dostluklar kurarak, birbirini destekleyip güçlendirerek, kalkındırarak evrensel aydınlığı ve mutluluğu arttırabiliriz. Kargaşa, kavga ve karşıtlıklar karanlık getirmekten başka bir şeye yaramaz. Gözyaşları ve yürek acıları düşmanlıkları körükler. Karşılıklı saygı ve güvenle geleceği kurtarabiliriz. Hukuk tanımazlık, hukuk bilmezlikle birleşirse güvencesiz kalırız.
KAYNAK;
http://www.turksolu.com.tr/ileri/15/ozden15.htm
http://eyvatan1923.blogspot.com/2015/09/bagmszlk-tutkusu.html
***