Ahmet Kılıçaslan Aytar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Kılıçaslan Aytar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Kasım 2018 Cuma

KAŞIKÇI CİNAYETİNDE SON PERDE

KAŞIKÇI CİNAYETİNDE SON PERDE


Müslüman Kardeşler entelijansıyası, R.T Erdoğan'ın İslam dünyasında zirveye çıkmak hedefi, bazı Washington kaynakları ve Katar'ın Al Jazeera medyası, 
Suudi gazeteci C. Kaşıkçı cinayeti üzerinde  çok buyük bir polemik oluşturdular.

*
Hesapta Trump yönetimi ile Suudi Kralı Salman ve oğlu arasındaki güçlü ilişkinin zayıflatılması,
Suudi Arabistan'ın gözden düşürülmesi,
Trump'ın İran karşıtı kampanyasına,
Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve İsrail'in işbirliğinde "Yüzyılın Anlaşması" olarak sunulan İsrail-Filistin Barış Anlaşmasına zarar verilmesi,  
Petrol dünyasının Körfez'de Suudi Arabistan ile ortak güç merkezini oluşturan BAE Şeyhi Muhammed Bin Ziyad'ın karartılması  vardı...

*
Ne ki, ABD Başkanı D.Trump, CIA'in istihbarat raporlarını inceledikten sonra yaptığı açıklamada,
Suudi Prensi M.bin Selman'ın, gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti hakkında bilgi sahibi olabileceğini söyledi.
Ancak Riyad ile olan askeri anlaşmalarını iptal etme niyetinde olmadığını vurguladı.
"Suudi Arabistan ile olan savunma anlaşmalarının iptali Rusya ve Çin'in çıkarına olacaktır" dedi.  
Yine de Kongre'nin Suudi Arabistan'a yönelik istediği kararı almakta özgür olduğunu belirtti...

*
Başkan Trump'ın Suudi Arabistan ile ilgisi Eylül 2016'da ABD başkanlık seçimleri öncesinde başladı.
Cumhuriyetçiler, Senato ve Temsilciler Meclisi'nde Başkan Obama'nın vetosunu geçersiz kıldılar.
11 Eylül saldırılarıyla ilgili "Terörün Destekçilerine Karşı Adalet " yasasını çıkardılar.  
Yasanın gerekçesi; Suudi Arabistan'ın ajanlar ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla ABD'de faaliyet gösteren bir terörist hücreyi desteklemesi;
Bu örgütün de 11 Eylül saldırılarını planlaması ve gerçekleştirmesiydi...
Yasa, hayatını kaybedenlerin ailelerine saldırılarda rolü olan Suudi yöneticilere karşı ABD mahkemelerinde dava açmak imkânı tanıdı.
O günden beri Suudi Arabistan karşılanamayacak kadar çok yüksek tazminatlar ödemekle karşı karşıyadır...  

*
O sırada  İsrail de Arap Dünyası ile ilişkileri geliştirerek İsrail-Filistin meselesini çözmeye yönelmişti.
Bir taraftan  gelecekte HAMAS'la, sonra İran'la doğrudan bir savaş yaşayabileceği olasılığını dikkate alıyor,
Diğer taraftan İsrail ve Suudi Arabistan işbirliğinin ürünü olarak;
Sünni Arap ülkelerinin İsrail'i bir Yahudi devleti  olarak tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılabilmesini amaçlıyordu.  

*
ABD Cumhuriyetçileri, İsrail ve Suudi Arabistan lobileri bu yolda koalisyon yaptılar.
Nasılsa o yasa orada kaldığı sürece  Washington Cumhuriyetçileri, Riyad, Tel Aviv arasında su sızmayacak,  
Ama İsrail-Filistin meselesi  çözmeye yazacaktı...  

*
Yahu! 11 Eylül'ü Suudi Arabistan  planladı ve gerçekleştirdi.
Suudilerin Vahhabiciliği köktenci İslamcılığın markasıdır, El Kaide ve İŞİD'ten çok az farklılık gösteriyor.
Vizyonu uğrunda İslam ülkelerinde eğitim, sağlık, fonlar sağlayarak sosyal sermaye yatırımı yapıyor.
Sayısız yerli insan hakları ihlallerinin ve terörizmin finansmanından sorumludur. 
Rağmen ABD, çok zengin hidrokarbon kaynaklarıyla İslam dünyasında dini liderlik arayan,
Kutsal Mekke ve Medine'nin koruyucusu olan Suudi hükümetiyle yakınlığını sürdürüyor... 
Aynı zamanda Ortadoğu'da önemli bir oyuncu ve en azından Yahudiler için demokratik bir ülke olan İsrail'e de destek veriyor.
Birlikte Suudi- İsrail bölgesel hegemonyasının statükosuna karşı en büyük tehdit olarak İran'ı  görüyorlar...

*
Çünkü Başkan Trump Cumhuriyetçiliği varlığını, ABD dış politikasının üç rakip vizyonuyla mücadeleden sağlıyor.
Birincisi, mevcut Amerika'yı vazgeçilmez bir millet olarak gören liberal enternasyonalistlerin vizyonudur.
Bu Amerikan tarihinin derinliklerinde koşan bir akımdır.
Amerikalıların beğenileri ve yararları için dünya tarihinde zorla kendini göstermeye ve rakipsiz dünya hegemonu olmaya dayanıyor.

*
İkincisi, büyük ölçüde akademide aktif olarak temsil edilen gerçekçiliktir:
Realistler, daha az militarist bir duruş ve güç politikalarının dengesini kabul etmek,
Esas olarak 'barış yoluyla barış' için tartışıyorlar.
Yeni bir silahlanma yarışını, güç dengesii ve ABD güvenliğini korumak için ödenmesi gereken zorunlu ve kaçınılmaz fiyat olduğuna inanıyorlar.

*
Üçüncüsü, Uluslararasıcılık vizyonudur. 
Bunlar, uluslar arasındaki küresel işbirliğinin sadece savaşı önlemek ve aynı zamanda ABD ve küresel refahı sürdürmek için elverişli değil,
Aynı zamanda zorunlu olduğunu da iddia ediyor.
Uluslararasılaşmanın, ekonomik büyümeyi hızlandırırken ve iklim değişikliği gibi küresel kollektif eylem sorunları ile uğraşırken;
Çatışmaları da önleyeceğini düşünüyorlar.

*
Başkan D.Trump ise bu düşünce akımları karşısında, 
"Önce Amerika" nın küresel egemenliği iddiasını pekiştireceği,
ABD'nin ancak bu yolla güvenli bir konumda olacağı düşüncesiyle duruyor. 
Amerika'nın militarist duruşunu merkezileştiriyor ve özellikle Ortadoğu’da istikrarsızlığı beslemede oynadığı rolü kınıyor  
CIA'nın yalnızca bir istihbarat teşkilatı olarak hareket etmek için yeniden yapılanmasını öneriyor.  
Her devletin eylemine özgü bir bilgi asimetrisi olduğunu, ABD eylemlerinin Rusya ile ilişkileri zehirlediğini öngörüyor.

*
En önemlisi birleşme ve satın almaların etkisiyle ulusötesi şirketlerin giderek küresel egemen olmalarından, 
Ama hiçbirinin Amerikalıların çıkarlarına hizmet etmediğinden,
Aksine çıkarlarını en yüksek düzeyde tutmak için  ABD devletinin imkanlarını araçsallaştırmalarından rahatsızlık duyuyor.
Bu yüzden Başkan D.Trump, serbest rekabet yoluyla emperyalizm öncesi devlete yani "Önce Amerika" ya geri dönmeyi taahhüt ediyor...  
Bu ulusötesi şirketlerin ve emperyal küreselleşmeyle henüz bütünleşmemiş istikrarsız devletlerin dahi ABD ekonomisine yeniden yatırım yapmasını sağlamak anlamına geliyor.
Bunun için ABD'yi, uluslararası ticaret anlaşmalarından geri çekiyor.
Eski düzeni belirleyen hükümetlerarası yapıları tasfiye ediyor. 
Bu yüzden Suudi Arabistan ile olan stratejik ortaklığına asla zarar vermiyor...

*    
Bu çerçevede Türkiye'nin Trump yönetimi ile Suudi Kralı Salman ve oğlu arasındaki güçlü ilişkinin zayıflatılması,
Suudi Arabistan'ın gözden düşürülmesi çabalarına son vermesi gerekiyor...
Bir adım ilerisi Türkiye için "Kan Davası" dır...

23.11. 2018

Ahmet Kılıçaslan AYTAR


25 Kasım 2017 Cumartesi

SIRADA NE VAR

SIRADA NE VAR



Ahmet Kılıçaslan Aytar
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

10. 11. 2017

Suriye'nin İsrail'e karşı "Direniş Cephesi"nin en ön saflarında yer alması tehdit unsuruydu.
2011'den önce Suriye devletine darbe indirmeye çalışılmış ama her defasında başarısız olunmuştu.
2011'de ABD ve İsrail, Suriye halkını desteklemek bahanesiyle içeriden Esad yönetimine zorluklar çıkardılar...
BM Güvenlik Konseyi'nde, uluslararası hukukta devletlerin R2P denen sorumluluğunu (Responsibility to Protect) esas aldılar.
Çin ve Rusya'nın veto ettiği, "Nüfusun meşru istek ve kaygılarını etkili bir şekilde çözmek" amacına yönelik karar;
Suriye'de giderek bir vekâlet savaşına ve çok büyük trajediye neden oldu...

*
Suriye'deki olaylar henüz başlamamıştı. 
Ama Türkiye'de AKP hükümeti sınırdaki mayınları kaldırmış,
Olayların başlamasından 1 ay sonra Hatay merkez ve Yayladağı sınır kapısı arasındaki yolun genişletme çalışmaları  tamamlamıştı.
Yayladağı sınır kapısına 5 dakika mesafedeki Tekel Tütün Fabrikası mültecileri ağırlayacak hale getirildi...
Çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu 250 kişilik Suriyeli grubu Hatay'ın Yayladağı sınırındaki tel örgüleri aşarak Türkiye tarafına geçti...
Sonra bir kaç milyon insan Türkiye'ye geçerken, Türkiye toprakları ve sınırları teröristlerin cirit attığı ve Suriye'ye rahatça geçtiği bir alana dönüştü...

*
Halbuki Cumhurbaşkanı B.Esad, Türkiye'de kendine " Kardeşim" diyen Recep Tayyip Erdoğan'a sesleniyordu;
"Suriye lâik olan tek Müslüman Arap devletidir.
Lâik ülkede mezheple uğraşılmaz.
Suriye'yi karıştırmak için olayı mezhep boyutuna indiriyorlar.
Her adımı atarım ama din eksenli şeriat partilerine izin vermem.
Laikliğe zarar verecek örgütlenmeye izin vermem.
Türkiye için PKK neyse, Suriye için İhvan-ı Müslimin de o'dur" diyor,
Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'si kanalıyla ülkesine uygulanmak istenen modele direniyordu...

*
Öte tarafta Rusya Devlet Başkanı V. Putin ise siyasetini, hızla kötüye giden Suriye krizinin kendisine önemli fırsatlar sağlayacağı düşüncesine göre belirliyordu.
Rusya, Suriye tarihinde her zaman güçlü rol oynamıştı.      
Rusların etkisi 24 Nisan 1924'te Suriye'nin Fransız denetiminden bağımsız bir egemen devlet olarak ortaya çıkmasından önceye uzanıyor.
Bu tarihten iki ay önce SSCB ile Suriye arasındaki bir anlaşma, Sovyetlerin Suriye bağımsızlığına verdiği desteği garanti altına alıyor.
1971'de Başkan Hafız el-Esad ile yapılan anlaşma uyarınca da Sovyetler Birliği ulusal çıkarları için çok önemli bir deniz üssünü Tartus'da açmış, işbirliği derinleşmişti.
Ekim 1980'de Suriye ve SSCB; düzenli istişareler, kriz olaylarında koordinasyon ve askeri işbirliği sağlayan bir Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalamışlardır ki;
Bu antlaşma bugünde geçerlidir.

*
Rusya, krizin başlangıcında Suriye'ye büyük miktarda silah tedarik etmeye başladı.
Sonra ABD Başkanı  B.Obama, 20 Ağustos 2012'de Esad rejimi tarafından kimyasal silahların kullanıldığını gündeme getirdi.
Bir yıl sonra 21 Ağustos 2013'te, Şam'ın Esad'a karşı güçler tarafından tutulan banliyöler, saringazıyla vuruldu.
Nisan 2017'de, Han Seyhoun kasabasına kimyasal silah saldırısı düzenlendi.
Putin her defasında, kendisini dürüst bir aracı kurum olarak tanımlayarak ABD'nin askeri hareketini önlemeyi başardı.
Bunlardan maada Esad rejimini savaşın yürütülmesi için kınamak, yaptırımlar koymak ya da Uluslararası Ceza Mahkemesine göndermek isteyen en az 9 adet Güvenlik Konseyi kararını veto etti...

2015'te BM, özellikle kimyasal saldırıların faillerini belirlemek ve insan hakları ihlallerine hesap verebilirlik sağlamak için Ortak Araştırma mekanizmasını (JIM) kurdu.
Son olarak JIM' den beklenen görev; Ekim 2015' sonuna kadar Han Seyhoun'a yapılan kimyasal silah saldırısıyla ilgili rapordu.
Ama 24 Ekim'de Güvenlik Konseyi'nden  JIM'in görev süresini uzatmak amacıyla çıkarılması gereken kararı yine Rusya veto etti.
Öte yanda BM Suriye Soruşturma Komisyonu savaş suçları iddialarını soruşturmakla görevlendirilmişti. 
Araştırmacılar raporda Suriye hükümetini saringazı kullanmakla suçladılar ayrıca Esat rejiminin Mart 2013'ten bu yana 20'nin üzerinde kimyasal silah saldırısı gerçekleştirdiğini vurguladılar.
Rusya bu raporu da reddetti... 

*
​Rusya'nın​ veto kararları; ABD ve müttefikleri tarafından Suriye iç savaşının en tartışmalı insan hakları ihlalleri faillerine gerekli cezaların verilmesini engellemekle kınandı.
Fakat Putin'in, güçlerini 30 Eylül 2015'te Suriye'ye gönderdiğinde üç ana hedefi vardı.
1- Rusya'yı bölgede güçlü bir siyasi ve askeri güç olarak tutmak, Tartus'taki Rus donanma üssünü, Lazkiye'de hava üssü ve istihbarat toplama merkezini korumak.
2- Esad'ın iç düşmanlarına yani Özgür Suriye Ordusu tarafından yönetilen isyancı güçlere karşı hava ve füze saldırıları başlatarak, Suriye'yi terörden arındırmak.
3- Ortadoğu trajedisinde savaş suçları işleyerek hukuku ihlal eden "Esad Rejimi Kadar Muhalif Tarafların ve Destekleyen Ülke Yöneticilerinin" paylarını üstleneceği bir yargı sürecine ilerlemek.
Rusya bugün ilk iki ana hedefini de başarmış bulunuyor...
Üçüncü hedefi yolunda yani savaş suçları işleyerek hukuku ihlal edenlerin yalnızca Esad rejimi olmadığı düşüncesinde direniyor...

*
Suriye Cumhurbaşkanı B.Esad ta kurduğu ittifaklarla,işte; Rusya'nın sürekli desteği, İran'ın askeri gayretiyle Batı'nın vekil güçlerinin işgal ettiği Suriye alanını yeniden geri kazanarak başarılı olmuştur.
Böylece elini  Cenevre Merkezli barış görüşmeleri için büyük ölçüde güçlendirmiştir.
Şimdi kısa vadede olsa dahi B. Esad, Suriye'de başkanlığını sürdürerek hem Putin'in  varlığını garantiye alıyor hem de giderek artan siyasi nüfuzuyla Ortadoğu meselelerinde güçleniyor.
Üstelik ABD'nin; İsrail, Suudi Arabistan ve müttefiklerinden oluşturduğu eksen ile İran, Hizbullah, HAMAS ve müttefikleri eksenini hizalıyor...

*
Neyse ki, bu sonuç asla  umut verici değildir.
Ama ABD Başkanı D.Trump'ın, herhangi bir bölgede sürdürülebilir istikrarlı bir statükonun sağlanabilmesi sonra bunun korunması için yapısal kapasitenin çatışmaları diplomasi yoluyla çözebilme esnekliğinde olmasına, dolayısıyla öncelikle yapısal kapasitenin doğru şekilde tanımlanması gereğinde olan düşünces; 
Suriye odağından Ortadoğu krizinin çözülmesine umut veriyor...

*
Buna göre Rusya, Devlet Başkanı V.Putin yönetiminde ulusal yenileşmeye odaklanmıştır.
Sovyetler sonrası dönemde ortaya çıkan zorluklara verilen vatansever mücadele ve sağlanan yenilenme övgüye layıktır...
Rusya'nın bir taraftan İsrail ile olan ticari çıkar ilişkileri İsrail sularındaki doğal gaz yataklarında olduğu gibi merkezileşmiştir.
Rusya'nın İran ile Hazar'ın zengin hidrokarbon kaynakları odak noktasından gelişen enerji ve jeopolitik nüfuz ilişkisi de çok güçlüdür...

*
Bu çerçeve; Suriye trajedisinden çatışmacı olmayan bir sonuçla çıkmak için ABD ve İsrail'in fedakârlığa katlanmasını gerektiriyor.
Şu aşamadaki siyasi çözüm için Rusya'nın 3.hedefi yolunda yani savaş suçları işleyerek hukuku ihlal edenlerin yalnızca Esad rejimi olmadığı düşüncesini hayata geçirmesi gerekiyor.
Bu amaç doğrultusunda Katar, Lübnan, Suudi Arabistan'da ayıklanmalar sürüyor.
Sonuçta bu gereklilik Ortadoğu'daki bütün ülkeleri, bilhassa hem Türkiye hem de İran'ı rahatlatacaktır.
Çünkü bu olaganüstü coğrafyanın vaad ettiği her iyi şeye çatışma yaşamadan ulaşmanın tek yolu budur.

*
BM Suriye Araştırma Komisyonu, son 6 yıldır iç savaş süresince işlendiği iddia edilen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla ilgili 13 dehşet verici rapor sunmuştur Bunlar arasında yıkılan köyler, yakılan cesetler, zehirlenen içme suyu kuyuları, işkence, tecavüz, açlığa yol açan kuşatmalar, sivilleri hedef alan bombardımanlar ve elbette ki, 10 yıl önce akla bile gelmeyen kimyasal silahların kullanılması yer alıyor.
Rusya'nın da dosyalarını çıkarması gerekiyor...

*
 Başbakan Binali Yıldırım, bu amaçla Washington'dadır. 

10. 11. 2017

* Ben de, Türkiye'nin Ulu Lideri Mustafa Kemal Atatürk'ümüzün aziz hatırasını derin sevgi, saygı ve rahmetle yâd ediyorum.

***

BAŞKAN TRUMP'IN ASYA TURU

 BAŞKAN TRUMP'IN ASYA TURU

Ahmet Kılıçaslan Aytar
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

7 Kas

ABD Başkanı D.Trump, göreve başladıktan sonra Japonya, Güney Kore, Çin, Vietnam ve Filipinler'de temaslarda bulunmak üzere ​ilk​ ​resmi​ ​Asya turun​dadır.

​*​
Trump, başkan seçilmesiyle birlikte​ ​Avrupa'daki seçimler ve referandumların sonuçları​, Batı'nın terör saldırılarıyla yeni bir merkez haline gelmesiyle karşılaştı.
Mütemadiyen "Russiagate" ile mücadele ediyor.
Göreve başlaması​nın 10. ayında​ ABD eliti hâlâ onunla işbirliği yapmayı reddediyor.

​*​
​Aniden film yıldızları, eski cumhurbaşkanları, görevdeki kongre üyeleri ve üst düzey yetkililerini içeren cinsel taciz suçlamaları ve soruşturmalar gelişmiştir.
Bugün müreffeh, şık ve kuralları takip eden Batı bir belirsizliğe​ ​gömülmüş​ gibidir.

​*​
​Bütün bunlar​ın​ geçici bir fenomen değil​ ​daha derin bir problemi yansıt​tığına ilişkin düşünceler gelişiyor.
​Z​aman değişikliğinin Batı'nın​ ​gurur duyduğu yönetişim modeline meydan oku​duğuna ilişkin​ kanaatler yükseliyor.
*
Bu noktada Başkan Trump'ın Pekin ziyaretinin Çin Komünist Partisi'nin 19. Ulusal Kongresi'nden​ ​iki hafta sonra gerçekleşmesi güzel bir tesadüf oluşturuyor.
Komünist​ ​Parti, Çin karakteristikli sosyalizmin yeni bir döneme girdiği​nin​​ karar​ını almış,​ Cumhurbaşkanı​ ​ Xi Jinping'i  ​yeniden​ ​parti Merkez Komitesinin Genel Sekrete​ri seçmekle​ ​kalma​yıp​, onu​ ​Çin liderliğini​ ​güçlendirmiş olmakla​ ​onurlandırmıştır.

*
​​İpek Yolu projesi​ ve buna dolar cinsinden bir katılımla Batılı yatırımcıları ortak etme açık iradesi​ ile silahlı kuvvetlerin daha da geliştirilmesi amacıyla yapılan reformlar;
Çin'in liderliğini her geçen gün pekiştiriyor...​ 

 *
Trump​ ise​ geleneksel ABD politikasını henüz tam olarak yükselt​e​me​miştir.
Şimdi Başkan'ın Asya ziyareti; Çin ile ilişkileri​n​ nasıl ele al​ın​acağı​nın​ dolayısıyla​ ​Washington'un Asya-Pasifik politikasının​ ana hattını oluşturacaktır...

*
ABD kapitalizmi, bugüne kadar durmaksızın Çin'in ebedi bir büyüme makinesi olmadığının propagandasını yaptı.
Halbuki Çin, hem ABD'nin bölgeyi jeopolitik kontrolü altına almasını ve etkisini doğrudan kendi sınırlarına yakınlaştırmasından endişeli, Hem hidrokarbon ithalat hacmının önemli ölçüde artması ve kendi enerji güvenliğini sağlamak zorunluluğunda, Hem Hazar bölgesi ve Ortadoğu hidrokarbon rezervlerine olan ilgisini, Bölge ülkeleriyle geliştirdiği ekonomik ve siyasi ilişkilerde göstermek durumundaydı.

*
Nitekim, Çin "Bir Kuşak Bir Yol Girişimi ve Asya Ortak Kader Topluluğu" felsefesiyle Asya ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmekte, Gelişmesini sürdürüp güçlenmek için diğer Asya ülkeleri ile kalkınma fırsatlarını paylaşmaya yönelmektedir...

*
Başkan Trump, daha önce Trans-Pasifik Ortaklığı projesini sonlandırırken;
Çin odağından Asya'da, yüksek teknolojiye dönük üretim biçimleri ve yurtiçi aktiviteler sağlanmadıkça hiç bir ticari gelirin bir ülkeyi, bir bölgeyi gelişmiş ülke mertebesine çıkaramayacağı gerçeğini hayata geçirdiği düşüncesindeydi.
Bütün Asya'yı ekonomi ile vuruyor, ABD kapitalizmi adına halâ gerginlik, çatışma ve savaş üretmekten medet umuyordu...

*
Ama Trans-Pasifik Ortaklığının sona ermesi ve​ ​istihdam katili olarak nitelediği ve çekildiği ABD-Kore Serbest Ticaret Anlaşmas​ı​ pek çok Asyalı müttefiğinin aleyhine oldu.
Şimdi Trump'ın ​ziyaretlerinin bu stratejiyle sınırlı olmayacağı, "America First" politikasıyla uyumlu esnek bir tutum izleyeceği öngörülüyor.

*
Ancak bu noktada da büyük bir engel bulunuyor. 
Çünkü Başkan Trump'ın, "America First" zihniyetiyle ABD'nin kendisi için mükemmel olan sonuçları sürdürmesine rağmen bunun ekonomik, askeri ve ideolojik evrensel bir güç olunması mantığının tam tersi olduğunu anlaması gerekiyor.

*
Çünkü şimdilerde Dünya, ABD'nin hegemonya ve güç siyasetine dayalı eski dünya güvenlik anlayışı yerine, Karşılıklı güvene, yarara, eşitliğe ve eşgüdüme dayalı sürdürülebilir yeni bir güvenlik anlayışını talep ediyor.

*
Başkan Trump'ın ​z​iyaretler​i​ öncesinde Dış​i​şleri Bakanı R.Tillerson, dünyanın ağırlık merkezinin Hint-Pasifik'e kaydığın​dan bahisle, Bölgenin demokratik güçlerin​den bu ağırlık merkezine daha çok angaje olmalarını ve işbirli​ğini bu yönde geliştirmelerini istedi.

​Bu neye yarardı?

Çünkü​ demokrasilerde böyle bir ittifak ancak dünyanın en dinamik bölgesinde güçlü​,​ kurallara dayalı ve istikrarlı bir denge unsurunun ortaya çıkmasıyla sağlanabilir​​di...

*
​İşte e​ski Başkan B.Obama, Çin'in yükselişini engelleyememiş ve ABD'ye somut yararlar sağlayamamış, Dolayısıyla Asya-Pasifik'le yeniden dengelenme stratejisini başaramamıştı.

​*​
Şimdi Trump, Obama'dan Çin'e karşı dikkati miras almış olsa da;
Bugüne kadar Washington'un Asya-Pasifik bölgesindeki ittifak sistemini güçlendirmeye devam etmemiştir.
Buna karşın ABD; Hindistan ile olan bağları güçlendirerek "Hint Pasifik" kavramını geliştirmeyi yeğliyor!

*
Geçen yaz Hindistan; Çin'in Hindistan ve Butan'ın kesiştiği bölgede Himalayalar'ın doğusundaki tartışmalı Doklam platosundaki statükoyu değiştirmek için yaptığı inşaat faaliyetlerini durdurmuş, iki ülke diplomatik görüşmelerde bulunmuştu.
Eğer eski Başkan Barack Obama yönetimi de bu yöntemle Güney Çin Denizi'nde benzer bir karara varmış olsaydı;
Belki Çin, oradaki yedi askeri yapay adaya sahip olmayacaktı, diye düşünülüyor.

*
Her halükârda ABD; Çin'in dış politikasında daha geniş bir kaymanın güvenceye alınmasını ve Asya-Pasifik bölgesi güç dinamiklerinin istikrara kavuşmasını öngörüyor.
Bu yüzden Asya-Pasifik'te herhangi bir konuyu elinde tutabilmek için birden fazla müttefike ihtiyaç duyuyor.
Daha emin bir Japonya ve Hindistan, içişlerine karışan Çin yüzünden canı sıkılan Avustralya, ABD'nin güçlü müttefikleri olarak öne çıkıyor.

*
ABD, Çin'in davranışını sınırlamak için bu ülkelerle mevcut güvenlik bağlarını güçlendiriyor.
Birleşik bir güvenlik cephesini sağlamlaştırmak üzere ekonomik tasarruflar sunmak yerine, mesela Asya-Pasifik ülkelerini ekonomik çıkarlar sunmaya itecek güvenlik bağları kullanmayı düşünüyor!

*
Mesela, Trump Kuzey Kore'nin nükleer konusuyla ilgili olarak, ilgili ülkelerin Washington'la istediği gibi harekete geçebileceklerini ve Pyongyang'ın birlikte teslim olmaya zorlayacaklarını umuyor.  
ABD müttefikleri de, öncelikle  Washington'un hesaplamaları hakkında umutsuz olsalar da gerçek niyetlerini öğrenmeye çalıştıkları Trump'in ziyaretine büyük önem veriyor.

*
Trump'in ziyaretindeki bir diğer unsur, Asya-Pasifik ülkelerinin kendilerini Çin'in yükselişiyle ne kadar tehdit altında hissettiklerinin anlaşılmasıdır. 
Bazı ülkeler​ ile​ Çin​ arasındaki toprak anlaşmazlıkları göz önüne alındığında, Çin tehdidi teorisi heyecan​ veriyor.​
Ancak bu ülkeler​ de​ güvenlik için ABD'ye haraç ödemek zorunda kaldıkları ölçüde uzaktır​lar​...
​ 
​*
Çin Cumhurbaşkanı Xi, Trump'ın aksine kendi ülkesinde görüş birliği sağlıyor.​
​Amerikan Pew Research Center bağımsız bir düşünce kuruluşudur;​ son yıllarda giderek kutuplaşan ABD'ye işaret ediyor.
​Artan kutuplaşmalar ABD-Çin ilişkileri de dahil olmak üzere belirgin siyasi konularda fikir birliğine ulaşılmasını imkansız kılıyor.

*
Bu noktada soru  liderliğin bir başka boyutuna odaklanıyor.
Başkan Trump, oyunun genel ilişkisini istikrarlı bir biçimde yönetmeye istekli midir?
​Mesela Kuzey Kore ya da ticaret gibi konular hem Trump hem de Xi'nin gündeminde ön​emli bir noktadır.
Ancak Trump'un sorunlu iç siyasi durumu ve liderlik konusundaki belirsiz iradesi, gelecekteki ikili ilişkide büyük bir belirsizlik kaynağı olmayacak mıdır?

*
Bu durum Trump'ın liderliğinin ya da yokluğunun ABD-Çin ilişkisini nasıl etkileyeceğini düşünmek anlamına geliyor.
Bu düşüncenin varacağı tek olumlu sonuç; Karşılıklı güvene, yarara, eşitliğe ve eşgüdüme dayalı sürdürülebilir yeni bir güvenlik anlayışı ancak Çin ile olan işbirliğine bağımlı olduğu gerçeğidir.
Bütün bunlar, Trump'ın  Asya-Pasifik politikasını tasarlarken Çin'i  esas rakip olarak görmesinin muhtemel olmadığı anlamına geliyor! 


 8.11.2017


***

LÜBNAN VE SUUDİ ARABİSTAN'DA NE OLDU

LÜBNAN VE SUUDİ ARABİSTAN'DA NE OLDU


Ahmet Kılıçaslan Aytar

ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

5 Kas
6.11.2017

Geçen Pazartesi günü Suudi Arabistan​, ​Lübnan Başbakanı Sad Hariri​'yi Riyad'a çağırdı.
4 Kasım Cumartesi günü​ ​Saad Hariri, Lübnan Başbakanı olarak görevinden istifa etti.
Hariri, Riyad'ta​​ bir​ Suudi Tv'de canlı yayımladığı istifa açıklamasında​ ​İran ve Hizbullah'ı suikast girişiminde bulunmakla suçlad​ı​​...
"İran​ ​aynı ulusun çocukları arasında anlaşmazlık çıkarmış ve Lübnan'ın işlerinin nasıl yürüdüğü konusunda son sözü söyleyecek derecede devletin içinde bir devlet​ ​kurmuştur" dedi.
​Şu an Beyrut'a geri dönmeyeceğini söyledi​...​

*
Ortadoğu'da cihatçı örgütlere desteği​ ve ABD müttefikliği ile bilinen, şimdilerde ABD telkiniyle "Ilımlı İslam" modeline dönmeye hazırlanan Suudi Arabistan'da da; 
4 Kasım Cumartesi günü Kral Salman kilit güvenlik ve ekonomik görevlerde bulunan 11 prens, 4 bakan ve onlarca eski bakan ve kişiyi gözaltına aldırdı..
Kraliyet Ailesi'nin en önemli üyelerinden birinin Ulusal Muhafızlar'ın başkanlığını kaldırdı.
Suudi vatandaşlarının Veliaht Prensi desteklemesi çağrısında bulundu.

*
Bu gelişmeler; Başkan D.Trump'ın, Mayıs'ta Suudi Arabistan/ Riyad'da ardından Sicilya/ Taormina'da G7 liderleri zirvesinde açıkladığı,
Eski Başkan Obama yönetiminin ifade ettiği  İŞİD ve diğer İslamcı Cihad terör örgütlerini küçültmeyi değil ama ortadan kaldırma taahhütü doğrultusunda yürüyor.
Bu taahhüt Savunma Bakanı J.Mattis'in dünyanın dört bir yanında İslamcı terör ideolojisini ve terörünü hızla yenmek üzere hazırladığı yeni bir plana dayanıyor.

22 Mayıs'ta Başkan Trump, planın uygulanması için Suudi Arabistan/ Riyad'ta idi.
"Ortadoğu'ya yaptığım son seferimde artık radikal ideolojiye yapılan mali yardımın olmaması gerektiğini bildirdim.
Ondan sonra bölge rehberleri Katar'ı işaret ederek onu suçladılar.
Arabistan'a yaptığım ziyaretim, Kral ve 50 Arap ülkesiyle görüşmem sonuç verdi. 
Radikalizmin mali kaynaklarını kesme noktasında sert önlemler alacaklarını söylediler. 
Tüm deliller Katar aleyhineydi. 
Belki de bu terörizmin son bulmasının başlangıcıdır "diyordu.

*
Riyad Mutabakatına göre ABD'nin cihatçılık ile mücadelesi;
1- Cihadçı grupları kaçmalarına imkan vermeden yok etmeye dayanan bir stratejinin  yürütülmesi,
2- Bölgede yağmacı politikalar takip eden tüm ülkelerden aşırılıkları atmak amacını paylaşan bir uluslar birliği haline gelmelerinin sağlanması,
3- Mısır, El Ezher Üniversitesinin tüm aşırılık ideolojilerini görme ve sınırlama rolü eşliğinde  Ilımlı İslam öğretilerini yayma konusunda lider ülke olması, 
4- ABD'nin, Suudi monarşisine ve onun İran'a karşı NATO himayesinde bir Sünni-Arap askeri koalisyon oluşturma planına  destek vermesi,
5- Nihayet Ortadoğu'daki büyük trajedinin siyasi çözümü yolunda, ABD'nin yükümlülüğünü en azından asgari düzeye düşürecek ve işlenen suçların sorumluluğu yüklenecek iki vekil ülke; Katar ve Türkiye'nin belirlenmesi planı böylece yürürlüğe alındı.

*
Nitekim, Başkan Trump'ın Suudi Arabistan mutabakatı, Katar ekonomisini boğazlamakla tehdit eden bir ekonomik abluka uygulamasıyla başlatıldı.

1- Suudi Arabistan'ın Katar'ı vesayete tabi tutması, 
2- Katar'ın Suriye'de İŞİD'le yaptığı işbirliğini, İŞİD çevresinde bir araya gelen İslamcı Cihad güçlerini finanse etmekten, örgütlemek ve silahlandırmaktan alıkonulması,
3- Bahreyn kraliyet ailesine yönelik muhalefetinin önlenmesi,
4- Yemen'de Suudi karşıtı Husi asileri ve Suudi Arabistan'ın Şii ağırlıklı El Katif bölgesindeki yönetim karşıtlarını desteklemekten vazgeçmesi,
5- Katar'ın İran ile ve onunla bağlantılı Filistinli İslamcı grup HAMAS'la ve Müslüman Kardeşler Örgütü ile arasına mesafe koyması amaçlandı...

*
Ama Mayıs'tan bu yana çok şey değişti.
Suriye'deki iç savaş son birkaç ayda dramatik bir şekilde bölge haritasını değiştirdi.
İŞİD'in çökmesiyle Ortadoğu'da Suriye ve Irak alanında temel çıkarlar üzerinde biri İsrail diğeri İran olmak üzere iki alan ort​aya çıktı.

*
Bu kez ABD ve İsrail için Suriye rejiminin demokratikleşmesini istemekten ziyade Şii direniş ekseninden tamamen uzaklaştırılması isteği oluştu.
Çünkü İran, İsrail'in alanında siyasi ve askeri potansiyelini maksimize etmek ve bölgeyi tek bir çatışma alanı haline getirmek stratejisi doğrultusunda ilerliyordu. 
Suriye'de, İran Devrim Muhafızları yönetiminde Şii milisleri ve Lübnan Hizbullah'ı bulunuyor hatta HAMAS'ı da bu gruptan saymak gerekiyordu...

*
İsrail, Hasan Nasrallah liderliğindeki Hizbullah'ın, İran ve Rusya ile olan işbirliği üzerinden bölgede giderek büyüyen Şii ekseninin güçlü bir parçası haline geldiğini uyarıyordu.
Üstelik ABD ve İsrail'in terör örgütü olarak kabul ettiği Hizbullah artık düzenli bir ordu gibi savaşıyor, istihbarat topluyor, savaş uçakları, tanklar kullanıyor, yetkin topçu birlikleri vardır ve gerilla savaşının her türünde uzmandır.
Belirli bir bölgede topçu atış desteğiyle  4 bin kişilik bir birliği konvansiyonel silahlarıyla hızla ve ustalıkla savaşa yönlendirebiliyor.
Hatta İsrail ordusu, Hizbullah terör örgütünü kendisinden sonra gelen "Ortadoğu'nun ikinci en güçlü ordusu" olarak kabul ediyor...

*
Halbuki İran​ için başkent Şam'ın da dahil olduğu Suriye'nin güney kesimi​ "Şii Projesi'nin bir parçasıdır.
İran bu bölgeye Hizbullah​ ve​​ Devrim Muhafızları'na bağlı Iraklı militanlar​ın yerleşmesini, Böylece Irak ve Suriye toprakları üzerinden Lübnan'a bir kara koridoru kurmanın yanısıra​ Golan Tepeleri'nde İsrail'e karşı yeni bir cephe açılması​nı planlamaktadır.

*
Bu noktada Lübnan Başbakanı Sad Hariri, İran ve Hizbullah'ın Beyrut üzerindeki tutumunu sağlamlaştırmakla suçlanıyordu.
Hariri, Ekim 2016'da Hizbullah'ın lideri H.Nasrallah'ın arkadaşı olan Hristiyan lider Michel Aoun'un Lübnan Cumhurbaşkanlığına getirmiş, böylece Sünniler, Hıristiyanlar ve Şiiler olmak üzere rakip üç grup arasındaki anlaşmaya katılmıştı.
Üstelik Hizbullah'ın Ulusal Lübnan ordusunun operasyonel bir gücü olmasına göz yummuş, sonra bu gücün  Beşar Esad rejimine destek olması için Suriye'ye gitmesine izin vermişti.
Bu yüzden Suudi Arabistan, Başbakan Hariri ile uzun zamandır süren aile bağlarını kesmemiş miydi?  

Öte yandan dünyadaki cihat terörizmi, Suudi Arabistan merkezli Sünni-Vahhabi kökten dinci anlayışından ortaya çıkıyor,
Bu radikal ideoloji Suudi monarşisinin desteği sayesinde varlığını sürdürüyordu.
Üstelik ABD destekli Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın reformculuğu cihat terörizmini savunan Suud ulemasını kışkırtıyordu.
İşte bugün görevleri başında değiller...

*
Arka planda Türkiye'de; AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı ve Müslüman Kardeşler örgütünün hamisiı Recep Tayyip Erdoğan,
İslami cihad ile yapılan mücadelede sıranın kendine gelmekte olduğunu bilmektedir.
​ABD ve AB'nin sözleşmiş gibi Türkiye halkına değil kendisine karşı uyguladığı baskıdan afallamış,
​Aslında bu nedenle ABD'ye sert sözlerle cihad tehditiyle yükle​nmektedir.
"Biz dünyayı ayağa kaldırmasını da biliriz " diyor...

6.11.2017

***

NEVER AMERICA MI DEMELİ

" NEVER AMERICA " MI DEMELİ ?


Ahmet Kılıçaslan Aytar 
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com
4. 11. 2017

Ortadoğu'nun yok edilmesi sürecinin belgelenmiş failleri, Demokrat eski Başkan B.Obama ve Dişişleri eski Bakanı H.Clinton, Destekleyicileri ile birlikte, Cumhuriyetçi D.Trump'ın Rusya'nin müdahalesi ile başkanlık seçimlerini kazandığını iddia ediyor. Otoritesini ve saygınlığını yıkmak üzere geniş kapsamlı profesyonel ajitasyon ve propaganda kampanyası yürütüyorlar...

*
İşte aylardır süren kampanyanın gelinen şu noktasında, FBI'da açılan Rusya soruşturması kapsamında Başkan Trump'ın seçim kampanyasını yöneten
Paul Manafort  ve eski iş ortağı Rick Gates savcıya teslim olmuşlardır.
P. Manafort ve R.Gates, Rusya'nın ABD başkanlık seçimlerine müdahale ettiği iddiasıyla dava kapsamında suçlanan ilk iki kişidir.
Federal Jüri Özel Savcısı Robert Mueller, P.Manaford ve R.Gates'e; ABD'ye karşı komplo kurmak : Para aklamak : Yabancı ajanlarla faaliyette olmak: Federal vergi mevzuatını ihlal etmek; ABD hükümetinin dış menfaatlerine aykırı kulis yapmak gibi suçlamalarda bulunuyor.
Manafort'un ilişkileri Ukrayna lideri Viktor Yanukoviç'e kadar uzanıyor...

*
Başkan D.Trump ise Özel Savcı R.Mueller ve Kongre'nin düzenlediği 3 soruşturmayı sürekli eleştirmekte, süreci "Cadı Avı" olarak nitelendirmektedir.
Israrla seçim döneminde Rusya ya da başka dış güçlerin sürece müdahale etmediğini söylüyor.
Kremlin de bütün iddiaları reddediyor...

*
Bu noktada ABD'de Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında  kıyasıya yaşanan,
Dünya'daki muhtelif çatışmalara çözüm bulunmasını  geciktiren kavganın bir özetini vermek,
Bu kavgada tarafların hangisinin olduğunun tesbitini  ise okuyucunun sağduyusuna bırakmak gerekiyor...

*
29 Ekim 2016'da ABD'de başkanlık seçimi kampanyası yürürken;
Amerikalılar eski Dışişleri Bakanı H.Clinton'ın, kişisel elektronik posta hesabı üzerinden devlete ait gizli bilgiler içeren yazışmalarının Rusya'nın eline geçmiş olduğunu öğrendiler.
Şöyle bir irkildiler... 
H.Clinton'un elektronik postaları ABD ve NATO'nun Libya'dan başlayarak, 2011'de Esat'ı devirmek ve ardından Irak'a saldırmak için Suriye'ye geçen IŞİD teröristlerinin nasıl finanse edildiğini, nasıl operasyonlara görevlendirildiklerine ilişkin herşeyi ortaya koyuyordu.
Hem de Pentagon'un, Batılı ülkelerin, Körfez'deki devletlerin ve Türkiye'nin; Suriye'nin doğu bölgelerini denetimleri altına almaya çalışan bu güçleri nasıl desteklediğini de gösteriyordu...

*
Elektronik postalar olayı çıkınca Cumhuriyetçi Başkan Adayı D. Trump, Obama ve H. Clinton'a ağır eleştirilerde bulundu.
Çünkü Suriye'de iç savaşın siyasal çözümü yolunda ilerleniyor ve  er ya da geç bu savaşla ilgili yargı sürecine yürünüyordu.
Trump, "IŞİD'i Obama kurdu. IŞİD'in kurucusu o. Ve şunu da söylemeliyim yardımcılığını da ezik Hillary Clinton yaptı. IŞİD Obama'yı onurlandırıyor. Obama'nın ikinci ismi Hüseyin'dir" diyordu!
Ortadoğu'daki savaşlardan Obama yönetimini sorumlu tutuyor ve bunların yargılanacağını vaad ediyordu ki, bu kez demokrat elitler yargılanmanın dehşetiyle irkiliyorlardı...

*
Derken Donald Trump, yeni ABD Başkanı oldu.
Ama Demokratların desteğiyle Bayan Clinton, "Birlikte İleriye- Onward Together" adını verdiği bir girişim başlattı.
Girişim; "Diren, ısrar et, vazgeçme, destekle - Resist, insist, persist, enlist" sloganı ile Başkan Trump'ın köşeye sıkıştırılmasını hedefliyor,
Çatısı altında en üst düzey  profesyonellerin yönettiği "Media Matters- Medya Önemlidir:  American Bridge 21st Century - 21. Yüzyılın Amerikan Köprüsü :  Shareblue - Mavi Paylaşım : Citizens for Responsibility and Ethics in Washington - Washington'daki Sorumluluk ve Etik Yanlısı Yurttaşlar " adındaki dört dernekle,
Başkan Trump'a karşı acımasız bir kampanya  yürütülüyordu. 

*
Kampanyanın temaları; Trump V. Putin'in etkisi altındadır: Manik-depresif bir kişiliktir: Hırsızdır : Kişisel işleriyle devlet işleri arasında çıkar çatışması yaşayan bir milyarderdir : Beyaz üstünlükçüdür: Aşırı sağ finans çevrelerinin kuklasıdır : Trump'ı devirmek zaman alabilir ama mücadeleyi zayıflatmayalım gibi söylemleri destekleyen bilgi ve belgelerdi
Çok yoğun olarak ana medya kanallarından yararlanılıyordu. 
Washington'da Cumhuriyetçi ve Demokrat egemenler arasında  neredeyse bir ölüm kalım savaşı yaşanıyor, siyasi kirlilikten göz gözü görmüyordu...

*
Nitekim FBI'da Rusya soruşturması kapsamında işte, Başkan Trump'ın seçim kampanyasını yöneten P.Manafort  ve eski iş ortağı R. Gates savcıya teslim olmuştur.
Ama meselenin daha arkadasında uluslararası bir başka boyutu daha bulunuyor...

*
İsrail Başbakanı B.Netenyahu; lsrail-Filistin ve İsrail- Arap sorunlarını çözmek için kendi ifadesiyle, bugün de yürütmekte olduğu şöyle bir stratejiye yönelmişti.
"Eskiden İsrail-Filistin meselesini çözersek daha geniş olan İsrail-Arap meselesinin de çözüleceğini düşünürdük. Şimdi bunun tam tersinin geçerli olabileceğini düşünüyoruz. Şu anda Arap Dünyası ile vuku bulmakta olan bu ilişkileri geliştirmek aslında İsrail-Filistin meselesini çözmemize yardım edebilir. Biz de bu amaca yönelik çalışıyoruz." 
*
Nitekim Nisan 2015'te Yemen Savaşının başlamasıyla birlikte,
1- Arka planda İsrail'in, önde Suudi Arabistan kumandasında NATO uzantısı ortak bir Arap Savunma Ordusu,
2- Terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve Sünni Müslüman ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyon kuruldu.

Bu suretle;
1- İsrail'in çıkarlarına hizmet için Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikalarında ortaklık sağlanması,
2- Suudi Arabistan'ın, İran'ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde etki alanını arttırması ve Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmasının önünü açılması, 
3- Ortadoğu'daki güç merkezinin Suudi Arabistan ve İran arasında bölünmesi öngörüldü.
4- Bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya kalmas da hedefleniyordu... 

*
Ama 2015 yılı başından beri  reel politiğin işleyişinde İsrail'in ABD ile stratejik ortaklığı, iki hükümetin arasındaki derin siyasal çelişkiler yüzünden bunalımlı bir görünüm arzediyordu.
İsrail Başbakanı B.Netenyahu, ABD'deki Cumhuriyetçi Parti ile kurduğu siyasal müttefiklikle Başkan Obama'nın yönetimine karşı bir koalisyon sergiliyor,
İsrail sağı ve ABD sağı arasındaki siyasal yakınlaşmada ortak hedef Obama ve Obama'nın Ortadoğu politikaları olarak öne çıkıyordu...
Çünkü, ABD Başkanı B.Obama'nın görev süresi 2017'de sona erecekti ama sonrasında Ortadoğu'da terörle mücadele stratejisinin ve barış için atılacak adımların hangi seyirde götürüleceği konusunda bir düşünce yoktu.

*
Üstelik belirsiz bir dünya konjonktörü yaşanıyor ve İsrail;  İran'ın ya da ABD'nin nükleer anlaşmada yeni bir sapmaya neden olma olasılığından korkuyordu.
Bu durum Suriye'de İran ile işbirliği yapan fakat bölgede bir İran hegemonyası görmek istemeyen Rusya'yı da endişelendiriyordu.

Eylül 2016'da Cumhuriyetçiler, ABD Senatosu ve Temsilciler Meclisi'nde başkanlık seçimleri arifesinde Başkan Obama'nın vetosunu geçersiz kıldılar.
İsrail'in İsrail-Filistin Barışını sağlamak için oluşturduğu stratejinin aleyhinde, 
11 Eylül saldırılarıyla ilgili "Terörün Destekçilerine Karşı Adalet " yasasını çıkardılar.
Yasanın gerekçesi; Suudi Arabistan'ın ajanlar ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla ABD'de faaliyet gösteren bir terörist hücreyi desteklemesi, bu örgütün de 11 Eylül saldırılarını planlaması ve gerçekleştirmesiydi...

*
Cumhuriyetçiler, Ortadoğu krizinde Suudi Arabistan'ın kilit rolünün farkındaydı.
Bu beklenmeyen ters hamle ile Ortadoğu'da terörle mücadele stratejisinin ve barış için atılacak adımların hangi seyirde götürüleceği konusunda düşüncesi bulunmayan, Demokratları köşeye sıkıştırmış;
Suudi ve İsrail lobilerini kendi lehlerine çevirmişlerdi. 

*
Yasa, hayatını kaybedenlerin ailelerinin saldırılarda rolü olan Suudi yöneticilere karşı ABD mahkemelerinde dava açmak imkânı tanıyordu.
Suudi Arabistan karşılanamayacak kadar çok yüksek tazminatlar ödemekle karşı karşıya idi.
Suudiler yasanın hayata geçirilmesi halinde Washington'ı, ABD'de bulunan 750 Milyar Dolar değerindeki FED tahvilleri ve bonolarını satmak, dünyadaki dolar fiyatlarını düşürmekle tehdit ettiler.

*
Eyvah! Suudi Arabistan küstürülüyor, İsrail Başbakanı Netenyahu'nun İsrail-Filistin Barışı için kurguladığı strateji neredeyse güme gidiyordu...
Ama İsrail'de ABD Başkanlık seçimleri kampanyası sırasında kulislere girmiş,
Bir taraftan Rusya'yı,
Diğer tarafta Suudi Arabistan'ı,
Esas olarak da ABD'de Cumhuriyetçi D.Trump lehine Yahudi ve Suudi lobileri mükemmel bir şekilde harekete geçirmişti...

*
Nitekim Başkan D.Trump'ın Mayıs'ta Riyad ziyaretinde; Suudi Arabistan liderliğinde Katar yönetimini terörü desteklemekle suçlayan bir enformasyon savaşı başlattı.
Suriye'deki iç savaş son birkaç ayda dramatik bir şekilde bölge haritasını değiştirdi.
İŞİD'in çökmesiyle Ortadoğu'da Suriye ve Irak alanında temel çıkarlar üzerinde biri İsrail diğeri İran olmak üzere iki alan ort​aya çıktı.

Dünya'yı III.Dünya Savaşı'nın eşiğine getiren Demokratlar ile ABD'nin alışılagelmiş kurallarını alt üst eden Cumhuriyetçiler birbirlerini "Rusya" üzerinden  yıprata-dursunlar;  
 "Barış" neden bir türlü gelmiyor,dersiniz?

4. 11. 2017

***