1950-1960 Arası Dönemde İktisadi Durum
İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir takım iç ve dış gelişmelerin etkisiyle yeni ekonomi politikası arayışları gündeme gelmiştir. Bu doğrultuda hazırlanan 1947 Kalkınma Planında ulaşım ve enerji altyapıları, tarımın ve dolayısıyla kırsal kesimin geliştirilmesi hususlarına vurgu yapıldığı görülmektedir. Yeni dönemde İngiltere’nin yerini ABD’nin alması ve SSCB ile ilişkilerin giderek bozulması, ülkeyi ABD’ne daha çok yakınlaştırmış, bunun sonucunda Türkiye’nin ekonomi politikasının oluşumunda ABD belirleyici rol oynamaya başlamıştır.
Seçmenin serbest iradesinin ve tercihinin sandığa yansıdığı ilk seçim olan 14 Mayıs 1950 seçimi sonucunda Demokrat Parti (DP) iktidara gelmiş ve ülkede yeni bir dönem başlamıştır.
Bu tarihten sonra 1960 yılına kadar kurulan beş Demokrat Parti hükümeti döneminde de “özel sektör öncülüğünde iktisadi kalkınma” modeli uygulanacağı deklare edilmiş ve iktidarının ilk yıllarında DP bu konuda önemli adımlar atmıştır. Örneğin, ithalat Eylül 1950’de %60-65 oranında serbestleştirilmiş, fiyat kontrolleri kaldırılmıştır. Banka kredi faizleri düşürülerek, özel kesimin daha fazla kredi kullanmasına imkân sağlanmak istenmiştir.
Demokrat Partinin iktisat politikasında aşağıda belirtilen iki hedefin öne çıktığı görülmektedir:
- Altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesi
- Satın alma gücünü tabana yayan bir gelir politikası.
Ekonomik gelişmelerin ve uygulanan politikaların genel nitelikleri itibariyle dönem; “1950-53 dönemi” ve “1954-1960 dönemi” şeklinde iki alt döneme ayrılabilir.
Aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi, ilk dönem ekonomik göstergelerin oldukça parlak olduğu bir zaman dilimini ifade etmektedir. Bu dönemde GSMH sabit fiyatlarla yılda ortalama %11,3 oranında büyümüş 520; kişi başına gelir %8-8,5 oranında yükselmiş, dört yıl içinde ihracat %48,8 oranında artış göstermiştir. Bu olumlu gelişmelerin en önemli nedenleri arasında, para arzının ve kredilerin artırılması, üstü üste dört yıl devam eden oldukça iyi iklim koşulları, tarımda destekleyici fiyat politikaları, Kore Savaşı’nın dünya piyasalarında tarımsal ürünlerin fiyatlarını yükseltmesi ve dış yardımlar gösterilebilir.
TABLO
Dönemin dikkat çeken bir başka özelliği, hükümetin KİT’ler konusundaki tavrıdır. Bu kuruluşların özel sektöre devredileceği (özelleştirme) vaadinde bulunan Hükümet, bu sözünü yerine getirememiştir. Ancak bu dönemde yeni KİT kurulmamış, var olanların sermayeleri artırılmamıştır.
1954 sonrası dönemde bir taraftan makroekonomik göstergelerde önemli bozulmalar ortaya çıkarken, diğer taraftan KİT’ler yeniden önem kazanmaya başlamıştır. Bu dönemde liberal politikaların terk edildiği ve devletin ekonomik hayata yoğun müdahalelerde bulunduğu görülmektedir. Kamu kesiminin sanayide üretilen katma değerdeki payı %59,1 e çıkmıştır. Bu dönemde sanayideki gelişme tarım sektöründeki büyümeyi aşmıştır. DP üretim artışı sağlamak için yatırımlara önem ve öncelik vermiş, ancak toplam yatırımların milli gelir içindeki payı 1954 sonrasında düşmeye başlamıştır. Bunun başlıca nedeniyse dış ticaret açığındaki yükselme ve yatırım malı ithalinin zorlaşmasıdır. Bu süreçte ülke adım adım ekonomik bunalıma sürüklenmiştir. 1956-1958 döneminde ağırlaşan bunalım 1960’lı yıllarda planlamaya geçişin sosyal ve psikolojik ortamını hazırlamıştır. Liberasyonu takiben dış ticaret açıkları genişlemiştir. Beklenildiği kadar yabancı kaynak girişi olmayınca, sınırlı altın ve döviz rezervleri kısa sürede tükenmiştir. Hem tüketim mallarında darlık başladığı, hem de hammadde tedarikinde sorunlar yaşandığı için sanayi üretimi olumsuz yönde etkilenmiştir.
Bunun üzerine 1956’da Milli Korunma kanunu yeniden yürürlüğe konulmuş, fiyat kontrolleri yaygınlaştırılmıştır.
1950-60 dönemi bir bütün olarak değerlendirildiğinde, öngörülenin aksine devletin ekonomideki payının azalmayıp, arttığı ancak, özel sektörün ilk defa bu dönemde gelişmeye başladığı görülecektir. DP programlarında kamu yatırım larının özel yatırımlara rakip değil, tamamlayıcı olması ilkesi benimsen miştir. Özel sektör kamunun yanında ekonomide ağırlığı olan ve desteklenen bir kesim olmuştur. Özel sermaye birikimi yeni kaynaklarla beslenerek hızla genişlemiş, bir süre sonra ekonomik ve toplumsal gelişmeyi belirlemeye başlamıştır.
Kamu kesimi yatırımları ulaştırma ve haberleşme alt yapısına, tarıma, sanayide ara ve yatırım malları sanayi alt dallarına yönelmiştir. Buna karşılık, özel kesim tüketim malları sanayiine, (özellikle dayanıklı tüketim malları) girmiştir. Özel kesim ihtiyacı olan yerli ara ve yatırım mallarını kamu kesiminden çoğu zaman maliyet fiyatının altında satın almıştır. Böylece devlet özel kesime kaynak transfer etmiştir. Özel kesim sanayileşmede öncü bir rol oynamak yerine faaliyetlerini bilinen sanayi dallarında ve zaman zaman kapasite fazlası oluşturacak şekilde yoğunlaştırmıştır. Sanayileşme sürecinin ileri aşamalarını temsil eden ara ve yatırım mallarını üretecek projeleri oluşturmada ve tesisleri kurmada kamu kesimi öncü rol oynamıştır. Diğer taraftan, Savaşı izleyen yıllarda özel girişimin öncülüğünde hızlı bir banka kurma çabası söz konusu olmuştur. Ziraat Bankası ve İş Bankası dışında kalan dört büyük banka bu dönemde
kurulmuştur.
Özel sektöre devredilmesi planlanan KİT’lerin iktisadi kalkınma sürecinde öne çıkmaları, dönemin ilginç bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Genişleyen iç talebi karşılayacak özel sektör yatırımlarının yetersizliği, hükümeti KİT’ler aracılığıyla iktisadi kalkınmayı sağlama yoluna itmiştir. Diğer taraftan, özellikle o yıllarda özel girişimciler devlet desteğinden ve kamu imkânlarından yararlanmayı, KİT’lerin yerini almaya tercih etmişlerdir. Ancak KİT’lerin yönetiminde ve KİT ürünlerinin fiyatlandırılmasında politik ve keyfi yaklaşımlar
devam etmiştir. Bütçeden ve TCMB kaynaklarından karşılanan KİT’lerin işletme zararları ekonomide enflasyonist baskı unsuru olmaya başlamıştır.
Dönemin öne çıkan özelliklerinden bir diğeri, tarımın pazara açılması ve köyden kente göç olayının yaygınlaşmasıdır. 1948 yılında Marshall Yardımı Planı’nın uygulanmaya başlamasıyla birlikte, tarım sektöründe son derece hızlı bir makineleşme sürecine girilmiştir. Başta makineleşme olmak üzere çağdaş girdi kullanımının artması, işlenen alanların genişlemesi ve verim artışı tarımsal üretimin büyümesine imkân vermiş, tarım daha fazla pazara açılmıştır.
Bu da köylünün refah seviyesinde iyileşme ile birlikte köyden kente göçe neden olmuştur. Kentlerde nüfusun çoğalması, başta açık işsizlik olmak üzere bir dizi sosyal problemlerin su yüzüne çıkmasına yol açmıştır. Tarımın pazara açılması ve tarımsal hammadde işleyen sanayilerin gelişmesiyle tarımsal üretimin kompozisyonunda bir takım değişiklikler olmuştur.
Tarımın tümüyle vergi dışı tutulması, kredi imkânları ve destekleme fiyatlarıyla tarımda sermaye birikimi süreci hız kazanmıştır. Aynı gelişmeler, pazara açılma ya da iç pazarın genişlemesi yoluyla diğer kesimlerdeki gelişmeleri etkilemiş ve uyarmıştır. Buna karşılık tarımsal işletme biçimi önemli ölçüde değişmemiş, cüce ve küçük işletmelerin oranı yüksek düzeyini korumuştur. Kırsal kesimin çözülmesi ve buna bağlı olarak oluşan gecekondu olgusu sonucu işçi sayısı hızla artış göstermiştir. Bu dönemde ilk kez kentlerde açık işsizlik ortaya çıkmıştır. Ayrıca işgücündeki sayısal genişleme niteliksel bir dönüşümü beraberinde getirmemiştir.
1950’den sonra ABD’nin desteğiyle, ulaştırma politikasında temel bir değişiklik yapılarak, tarımsal üretimde uzmanlaşma ve tüketim mallarına dayalı sanayileşmeye ve karayollarına dayalı bir ulaşım sistemine ağırlık verilmiştir. Sonuçta ABD’nin mali desteği ve politika önerileriyle birlikte ulaştırma alt sistemleri içerisinde karayolları egemen bir konuma gelmiştir. Sanayi sektörünün gelişimi açısından dönemin öne çıkan özellikleri şu şekildedir: Bu dönemde uygulanan ithal ikameci sanayileşme stratejisi ile tüketim mallarının yurtiçinde
üretilmesi aşaması önemli ölçüde tamamlanmıştır. Hızlı kalkınmanın sağlanabilmesi için yatırım harcamalarına ağırlık verilmiş ve yatırımların GSMH içerisindeki payı %10’dan %15’e yükselmiştir. Kamunun üretim teknolojisindeki üstünlüğü ve etkinliği nedeniyle sınai gelişmede kamu kesimi öncü rolü üstlenmiştir. Sanayi sektörü yılda ortalama %8,3 İmalat sanayinde ihracat yerine, ithal ikameci sanayi kollarına ağırlık verilmiştir.
Bu dönemde bir taraftan ileri teknoloji gerektirmeyen sektörler gelişmiş, diğer taraftan yabancı sermaye girişi ve teknoloji transferi ile birlikte yüksek teknolojili üretim gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Genellikle montaj sanayi özelliği gösteren sektörün gelişme hızı, dönemin ikinci yarısında hammadde ve aramalı ithalatının yavaşlamasına paralel olarak yavaşlamıştır.
1950’li yıllarda iktisadi faaliyetlerde ve uygulanan iktisat politikalarında en dikkat çekici gelişmeler dış ticaret ve yabancı sermaye alanlarında ortaya çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Türkiye’nin IMF ve Dünya Bankası’na üyeliğiyle birlikte dış ekonomik ilişkilerde canlanma oluşmuştur. Bu dönemde Türkiye Marshall Planı kapsamına alınmış, 1948 İktisat Kongresi’nde yabancı sermaye yoluyla döviz sıkıntısının giderilmesi önerilmiş ve sonuçta yabancı sermayenin teşvik edilmesi gündeme gelmiştir. Üretimin ithal
girdilere aşırı bağımlılığı, bugün olduğu gibi o dönemde de, önemli bir problem alanıydı.
Dönemin başlarında uygulanan liberal dış ticaret politikaları sonucu dış ticaret açıklarının sürdürülemez düzeylere gelmesiyle birlikte, 1954’den itibaren korumacı politikalara geri dönülmüştür. Dış ticaret hacminin GSMH’ya oranının ortalama %10 civarında olduğu dikkate alındığında, ekonominin dışa açık bir görünüm sergilemediği kolaylıkla anlaşılabilir. Dönemin tamamında dış ticaretin özellikleri; kronik açık, hava şartlarına bağlı ihracat hacmi ve dış yardım ve kredi imkanları ile sınırlanan ithalat hacmi şeklinde özetlenebilir. İhracat artışıyla karşılanamayan döviz ihtiyacı dış borçlarda artışa yol açmış, borçlanmada başlıca kaynak ABD olmuştur. Dışarıdan temin edilen kaynakların çok önemli bir bölümünü resmi krediler ve askeri amaçlı bağışlar oluşturmuştur. Yabancı kaynak girişiyle birlikte ekonomiye dışarıdan müdahaleler de artmıştır. Dış borcun alternatifi olarak yabancı özel sermayenin (doğrudan yabancı yatırımlar) ülkeye çekilmesi açısından önemli adımlar atılmış, o dönemin koşullarında oldukça liberal sayılabilecek bir mevzuat oluşturulmuştur. Ancak yabancı sermayenin ülkeye çekilmesinde başarılı olunamamıştır. Yabancı özel sermayenin üretime yönelen payı oldukça yetersiz düzeylerde kalmış, sanayi üretimine yönelen yabancı sermaye ise, ilkel teknoloji ve düşük ölçekle üretimde bulunmuş, yoğun ithal girdi kullanmıştır.
Bu durum uzun dönemde yerli sınai üretimin gelişmesinde olumsuzluklara sebebiyet vermiştir
Hızlı ekonomik büyüme ve sanayileşme uğruna körüklenen iç talep, iç tasarrufların ve dış kaynakların yetersizliği, düzensiz, koordinasyonsuz yatırımlar ve kaynak israfı ekonomide kamu açıklarına, parasal genişlemeye, enflasyona ve büyüyen dış ticaret açıklarına nedenolmuştur. Sorunların giderilmesi için alınan tedbirlerle ekonominin içinde bulunduğu bunalım aşılamayınca hükümet uluslararası finans kuruluşlarından yardım istemek zorunda kalmıştır. IMF’nin güdümünde ve OECD ile yürütülen görüşmeler sonucu Türkiye’nin ticari
borçları konsolide edilerek takside bağlanmış, vadesi gelen borç taksitleri ertelenmiş ve yeni krediler açılmıştır. Bu dış desteği arkasına alan Türkiye 4 Ağustos 1958’de istikrar tedbirleri adıyla anılan kararları yürürlüğe koymuştur. İstikrar tedbirleri çerçevesinde; TL %68,9 oranında devalüe edilmiş, ithalata yeniden serbesti getirilmiş (ithalat üçer aylık dilimlere bağlanmış, ara ve yatırım malları ithalatına öncelik verilmiştir), para arzı ve bütçe harcamaları kısıtlanmış, KİT üretim ve hizmetlerinin fiyatları yükseltilmiştir. İstikrar tedbirlerinin uygulanmasıyla dış ekonomik ilişkilerdeki tıkanıklık giderilmiştir. Dış kredilerin açılması ve ithalatın artması sonucu ekonomi yeniden canlanmıştır.
1959’dan itibaren ihracat artmaya başlamış ve dış ticaret hacmi yeniden genişlemiştir. Aynı yıl Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) başvurmuş, bu başvurunun kabulü üzerine 27 Eylül 1959’da Toplulukla görüşmeler başlamıştır. Bu olumlu gelişmelere rağmen, dış ödeme güçlükleri ve işsizlikle beliren ekonomik bunalım dönem sonunda ciddi bir siyasal bunalıma dönüşmüştür.
Özetle, bu dönemde benimsenen ithal ikameci sanayileşme modeli ve özel sektörün tek başına ekonomik kalkınmayı sürükleyecek kapasiteye ulaşmamış olması kamunun iç ve dış kaynakları dengesiz bir şekilde kalkınma çabasına yönlendirmesine yol açmıştır. Benimsenen ithal ikameci politikalar ile ülkenin ciddi anlamda döviz tasarrufu yapması beklenirken, artan dış kaynak kullanımı ve dış kaynaklar ile finanse edilen etkin olmayan projelerin kendi masrafını karşılayamayacak duruma gelmesi ülkenin ekonomik anlamda dış bağımlılığını
artırmıştır. Devletin dış kaynakların yanı sıra, kıt olan iç kaynakları da kullanma çabası ülke ekonomisi üzerindeki baskıyı arttırarak, kamu harcamalarının önemli bir kısmının TCMB kaynakları ile finanse edilmesine yol açmıştır.
1950-1960 dönemi özellikle kamu kesiminin ekonomideki ağırlığının azaltılması söylemlerinin ön plana çıktığı bir dönem olsa da, bu söylem özel sektörün yetersizliği nedeniyle gerçekleşmemiştir.
BÖLÜM DİPNOTLARI;
520 Dönemin tamamında ulusal gelir sabit fiyatlarla yılda %5-6 dolayında bir artış göstermiştir. Ulusal gelir içinde tarım kesiminin göreli payı azalmış, buna karşılık sanayi ve özellikle de hizmetlerin payı önemli oranda artmıştır.
***