İsmail Rüştü Aksal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İsmail Rüştü Aksal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Temmuz 2017 Çarşamba

ÇANKAYA YOLUNDAKİ KRİZLERİN TARİHİ


   ÇANKAYA YOLUNDAKİ KRİZLERİN TARİHİ 

27.09.2014 01:42

Türkiye Devleti'nin şekli Cumhuriyet'tir ilanından 15 dakika sonra devletin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal oy birliği ile seçilmişti. İlk cumhurbaşkanının 
seçiminde bir demagoji, tartışma olması beklenemezdi. Nitekim tıpkı devlet fiilen cumhuriyet olarak yürümekte olduğu gibi meclis başkanı Mustafa Kemal de 
fiilen devlet başkanlığında idi. Ancak bu yıl on ikincisi seçilecek olan cumhur başkanlığı seçimleri, ilkinden sonra daima hep tartışma ile geçti. Bazen bir darbe döneminin sona erişi olarak gerçekleşti. Bazense darbecilerin meşruiyet kazandırma nedeni, cumhurbaşkanlığı seçilmeyişi oldu. 

Şimdi biz bu yazıda ikinci Cmhurbaşkanından başlayıp Sunay'ın seçimine kadar geleceğiz.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ikinci cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü'nün seçimler sırasında adı tartışma odağı olmadı.. Atatürk'ün uzun yıllar mesai 
arkadaşlığı yapmış olan İnönü, son bir buçuk yılını evinde geçirmişti. Atatürk, İnönü ile, kalkınma, Hatay, devlet çiftlikleri , Nyon Konferansı vs konularındaki 
görüş ayrılığı 1937 yılında zirveye ulaşmış ve yolları ayrılmıştı. Kısaca Atatürk vefat ettiğinde artık İnönü yanında yoktu. Başvekil Celal Bayar idi. 
Bu yol ayrılığı ise cumhurbaşkanlığı seçimini etkilemedi. 11 Kasım 1938'te yapılacak seçimlerde mecliste aday olmayacak, vekiller oy pusulalarına oy vermek istedikleri namzetin ismini yazacaklardı. Meclis bu usûl ile İnönü'yü seçti. Ancak o günler konuşulmayan bir iddia yıllar sonra ortaya atıldı. 

İddianın kaynağı Atatürk'ün genel sekreteri Hasan Rıza Soyak'tı. Soyak'ın hatıratına göre Atatürk, vasiyetnamesini yazdırdıktan sonra konu yerine seçilecek isime gelmiş, Atatürk, Mareşal Fevzi Çakmak'ı yerine düşündüğünü ifade etmişti. Ancak bu husus, ne Bayar'ın ne de Atatürk'ün çevresindeki ikinci bir isim tarafından doğrulanmadı. Hasan Rıza Soyak ve Tevfik Rüştü Aras'ın İnönü'ye karşı tavrı malum olduğu için iddiaya şüphe ile yaklaşıldı. İnönü'nün son cumhurbaşkanlığı ise ilginç bir olayla başladı. 1961 Anayasası'ndan önce cumhurbaşkanı her milletvekili seçiminden sonra tekrar yapılmakta idi. 

1946 seçimlerinden sonra İnönü meclise girerken DP grubu ayağa kalkmadı. O zamana kadar cumhurbaşkanı genel kurula girişinde vekiller ayağa kalkıyorlardı 
ve DP, meclis hiç kimsenin önünde ayağa kalkmaz prensibini belirterek ayağa kalkmadı. Birazdan bu prensiplerinin Bayar'ın seçilmesinden sonra ki uygulanışını ele alacağız.

14 Mayıs 1950'de Türkiye'de seçim yoluyla iktidar değişip DP iktidar olunca, bu defa cumhurbaşkanlığı ilk kez CHP dışından bir isme geçecekti. 

Tartışmalar da DP içerisinde oldu. O zamana kadar Atatürk ve İnönü aynı zaman da partilerinde genel başkanlık yapmışlardı. DP ise seçimler sırasında partisiz 
cumhurbaşkanı sloganını benimsemişti. Şimdi kamuoyunun genel kanaati o sıra DP 'nin başında olan isim Celal Bayar'ın cumhurbaşkanı seçileceği şeklinde idi. 

Siyasetin teamülünde bu vardı. Ancak DP içerisinde bir grup Bayar'ın genel başkanlıktan ayrılmamasını, parti içindeki en tecrübeli isim olarak yeni dönemde 
Başbakanlık görevini almasını istiyordu. Bayar ise bu tezi düşünmedi ve cumhurbaşkanlığı seçiminde aday oldu. 387 oy Bayar'a, 36 oy Halil Özyürek'e, 66 oy da İnönü'ye çıktı. Yani DP oy birliği ile seçimlere yaklaşmadı. 1954'te de Bayar partisinin grubundan tam oy almadı. Ancak 1957'de DP grubunun tamamı Bayar'a oy verdi. Bugün neticeyi değiştirmeyen bir anekdot olan bu hadise, o günler içinde önemli bir husus olması gerekir. 1955 yılındaki DP grubunun kaynaması ve literatüre ' Sarol Formülü ' olarak geçen Başbakan'ın şahsi itimatla kabineyi yenilemesini de düşünürsek, o dönem ki iktidar partisi vekillerinin her şeyi sorgusuz sualsiz oylayan vekiller görünümünde olmadığı sonucuna ulaşılabilir mi bu da başka bir yazıda ele alınmalıdır. Yukarıda belirttiğimiz gibi Bayar seçildikten sonra meclise girdiğinde DP grubu, yıllar önce İnönü'ye takındıkları tavır ile çelişmemek için ayağa kalkmadı. Ama Bayar'ı çılgınca alkışladı. 

CHP grubu ise ayağa kalktı tek bir alkış sesi bile işitilmedi.

1961 yılının Ekim ayına geldiğimizde ise cumhurbaşkanlığı seçimi olası bir müdahalenin durdurulmasında bir koz oldu. Darbeden sonra Milli Birlik Komitesi 
yönetimi ele almış komite başkanı Cemal Gürsel, devlet başkanı sanıyla görev yapmıştı. Süreç ilerledikçe MBK bölündü ve 14ler olayı meydana geldi. 
Ardından içerisinde Talat Aydemir'inde bulunduğu Silahlı Kuvvetler Birliği kuruldu ve MBK ile açıktan olmayan bir iktidar mücadelesi başladı. Bu şartlarda 
gerçekleşen seçimlerde CHP birinci parti olmayı umuyordu. 
İnönü cumhurbaşkanı olmayı, Başbakanlığa da CHP Genel Sekreteri İsmail Rüştü Aksal'ı planlıyordu. 

Ancak CHP seçimlerde %36 ile birinci çıktı. 173 vekilde kaldı. DP'nin devamı olan Adalet Partisi %34 alarak 158 vekil çıkardı.

Bu sonuçla İnönü'nün tekrar Çankaya'ya çıkma planı suya düştü. Planı boşa çıkan sadece İnönü değildi. 15 Ekim akşamı alınan sonuçlar 27 Mayıs'ın devam 
ettirilmesini savunan ordu mensuplarını memnun etmedi. Seçim sonuçlarını geçersiz saymayı, mevcut idareyi sürdürmeyi düşündüler. 
21 Ekim protokolü olarak bilinen plana göre meclisin açılmadan seçimlerin iptal edilmesini planladılar. Ama plandan Gürsel'in de İnönü'nün de haberi oldu ve 
21 Ekim protokolüne karşı açıktan tavır aldılar. 24 Ekim'de Çankaya'da Silahlı Kuvvetler Birliği'nin temsilcileri ile AP, CHP, YTP, CKMP Genel Başkanları 
Cemal Gürsel'in başkanlığında bir araya geldi. Tartışmalar sonunda demokrasinin 'güdümlü' olarak hayata dönmesi kararı çıktı. Buna göre partiler, Gürsel'in cumhurbaşkanı, İnönü'nün de başbakan olmasını sağlayacak, askerler de geri adım atacaktı. 25 Ekim'de TBMM açıldı ve resmen 27 Mayıs dönemi sona erdi. 
Ancak bu kararlardan habersiz olanlar vardı. DP idare kadrosunun kıymet verdiği Anayasa Hukuku'nda önde gelen bir isim olan Prof. Dr. Ali Fuat Başgil birden 
bire aday olmak için çıkageldi. AP ve YTP 'nin desteğini umuyordu. Şüphesiz 24 Ekim'de partiler, askerleri durdurmak için bir teminat vermeselerdi Başgil'e 
destek verecekleri malum idi. Basına 24 Ekim kararları sızınca (Mete Akyol'un anıları ve 12 Mart Belgeseli'nden) Başgil'e bu durumu sormuşlar, Başgil de 
geri adım atmamıştı. Ancak Başgil ile Başbakanlık'ta görüşen Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay, adaylığını geri almasını, aksi takdirde Silahlı Kuvvetler Birliği'nin 
durdurduğu harekete devam edeceğini, hatta Başgil'e hayat güvencesi veremeyeceklerini belirtince adaylıktan çekildi. Türkiye'nin dördüncü cumhurbaşkanı, darbe yönetimini sürdürmek isteyen kesim ile yapılan pazarlık ile belirlendiğini söylersek sosyal bilimlerdeki kavramların kullanımı ve ifadelerin tespiti hassaslığını çiğnemiş olmayız. 

İkinci yazımızda Sunay'ın seçimiyle başlayan Genelkurmay geleneğini, Gürler olayı ile Korutürk'ün seçilişini ve 1980'in Mart'ından 
Eylül'üne geçen süreyi ele alacağız..,

              Yazımızın birinci bölümünde Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanlığı seçimlerini ele almıştık. 
Bu yazıda beşinci cumhurbaşkanlığı seçimine uzanacağız. 1966 yılının başlarında Cemal Gürsel'in sağlık durumu git gide bozulmaya başladı. 

Rahatsızlığının düzelmemesi üzerine Amerika Birleşik Devletleri'nde tedavi edilmesi gündeme geldi. ABD Başkanlığı uçağı ile yurttan ayrıldı. 

İlk birkaç gün tedavinin iyi gitmesine rağmen göstergeler tersine döndü. Gürsel komaya girdi. Bu kez kendi toprağında vefat etmesi fikri kabul gördü. 
Gürsel ağır bir atmosferde ülkeye geri getirildi ve havalimanından ambulansla hastaneye taşındı. Artık cumhurbaşkanlık vazifesini bozulan sağlığı gerekçesiyle 
sürdüremeyeceği otuz sekiz imzalı bir doktor raporu ile resmileşti. Türkiye derhal cumhurbaşkanlığı seçim sürecine girdi.

            İktidarda bulunan Adalet Partisi'nin istediği adayı seçtirme gibi bir aritmetik imkânı vardı. Millet Meclisi ve Senato'da sandalye sayısı buna haizdi. 
Ancak 27 Mayıs'ın hassas artçıları peş peşe gelmişti. Başbakan Süleyman Demirel, ' Çatı ' olabilecek bir isim düşündü. Hem iktidar hem muhalefet hem de ordu için tartışmasız benimsenebilecek bir aday olmalı idi. Demirel, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay'ı düşündü. Sunay'a giderek onu aday göstermek istediğini açtı. Sunay kabul etti. Ancak bir prosedür engelinin aşılması gerekiyordu. O dönem Cumhurbaşkanı adayı olabilmek için ya milletvekili ya da senatör olmalıydı. Parlamento dışından aday gösterilemiyordu. Bu da hemen aşıldı. Kontenjan senatörlerinden biri istifa etti. Sunay jet hızıyla Genelkurmay Başkanlığı'ndan ayrıldı ve kontenjan senatörlüğüne atandı. 28 Mart 1966'da yapılan seçimlerde karşısında CKMP ve Alparslan Türkeş vardı sadece. 

Seçimi Sunay kazandı.

            Türkeş'e göre genelkurmay başkanlarının cumhurbaşkanı olmaları hem siyasi rüşvet hem de sakıncalı bir geleneği başlatabilirdi. 
Bunun karşısında tavır göstermek adına aday oldu ve CKMP, Genel Başkanı'na oy verdi. Nitekim Faruk Gürler olayında Türkeş'in dile getirmek istediği sakınca 
gerçekleşmek üzere idi.

             Peki, neden Sunay? 27 Mayıs'tan sonra iktidarı örtülü ele geçiren Silahlı Kuvvetler Birliği, orduyu elde tuttuğu için Milli Birlik Komitesi'nin üstüne 
çıkmış durumda idi. Milli Birlik Komitesi'nin tesiri azalmıştı. Seçimler ile demokratik düzene tekrar geçilmesinden kısa bir süre sonra Silahlı Kuvvetler Birliği'nin güçlü isimlerinden Albay Talat Aydemir 22 Şubat 1962'de ve 21 Mayıs 1963'te iki darbe girişiminde bulunmuştu. Sonunda darağacına giden Aydemir'e karşı demokratik düzenin işlemesinden yana tavır alan Sunay, özellikle ikinci girişimin bastırılmasında bizzat komuta etmişti. Siviller onun darbe girişimlerine 
geçit vermeyeceği kanısındalardı.

                Sunay'ın seçiminde AP'nin aritmetik gücünü zorlamaması, CHP'nin 'Sunay, bizim de adayımızdır' açıklaması, ordu komuta kademesinin mecliste 
kendilerine ayrılan localarda tam kadro bulunması, beşinci cumhurbaşkanlığı seçiminin göze çarpan unsurlarıdır. 1966'ta başlayan görev süresi 1973 yılına 
kadar sürdü. Bu süre zarfında 1971 yılının 12 Mart'ında muhtıra ile tekrar demokrasi 'güdümlü' oldu. Sunay'ın cumhurbaşkanlığının süresinin dolması ise başka bir kavgayı başlatacaktı.

             Cevdet Sunay'ın cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleştiği zaman Alparslan Türkeş'in itirazını hatırlayalım. Genelkurmay Başkanları için Çankaya bir rütbe 
daha olur diyerek karşı çıkmış ve seçimde aday olmuştu. Şimdi bu kaygının gerçekleştiği 1973 yılına gidiyoruz. Ancak bir yıl önceden başlamamız gerekiyor. 

Yani 1972'ye gidiyoruz.

            O yıl Genelkurmay Başkanlığı üzerinde bir ince hesabın kavgası başladı. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç'ın görevinin sona ermesine daha bir 
yıl vardı. Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ise Genelkurmay Başkanı olarak atanmadığı takdirde 30 Ağustos itibari ile emekliliğe ayrılması gerekiyordu. 
Faruk Gürler'in önünün açılması, 12 Mart sürecinin devam ettirilmesi için elzemdi. 

12 Mart'ın ikinci önemli ismi Muhsin Batur da Gürler'in Genelkurmay Başkanlığı'nı destekliyordu. Bu iki isim 12 Mart Muhtırası'nın imza sahipleri, muhtıranın öncü isimleri idi. Ancak 12 Mart süreci başladıktan hemen kısa bir süre sonra Memduh Tağmaç, Cevdet Sunay ile bir araya gelmiş Başbakanlık için Nihat Erim ismini getirmiş böylece Gürler ve Batur'un etki alanını azaltmıştı. Şimdi Gürler ve Batur ikilisinin tekrar kozları eline alma vakti gelmişti.

            Gürler'in Genelkurmay Başkanı olması için Memduh Tağmaç'ın atamalardan önce emekliye ayrılması gerekiyordu. Ordu içindeki Gürler Batur cuntası tekrar harekete geçti. Jetler Ankara üstünde program dışı uçmaya başladı. Kulaktan kulağa yayılan dedikodu, Gürler'in önü açılmadığı takdirde bunu zorla sağlamak idi. Talat Aydemirvâri bir iz görülmekte idi. Ve jetler sonuç verdi. 1972'de Memduh Tağmaç emekliye ayrıldı, Gürler Genelkurmay Başkanı oldu.

            Gürler, 12 Mart sürecinde kendisini devlet başkanı yapmak isteyen cunta hazırlık ekibine 'Aslanlı Yol'un (Genelkurmay Başkanlığı) verilmesini istemiş ve sembolik bir devlet başkanlığından ziyade ordunun bir numaralı ismi olmak istediğini beyan etmişti. [i] 1973'e gelindiğinde ise Gürler o dönemki 
yaklaşımlarının tersi bir iz düşüm bıraktı. Cumhurbaşkanı olması yönündeki vekillerden ve ordu içinden gelen talepler karşısında Çankaya'ya çıkma kararı aldı. 

Bu kararı aldı ama bu sefer jetlerle olabilecek bir hadise ile karşı karşıya kalınmıştı. Meclis realitesi vardı.

            1973'ün başında Cevdet Sunay'ın görev süresinin sona ermesine doğru kamuoyu ön tartışmalara girişti. Sunay'ın görev süresinin uzatılması gündeme 
geldi. Ancak şâhısa yönelik uygulamaların sakıncaları ifade edilerek görev süresi uzatma fikri kısa sürede geri alındı. Sonra Nihat Erim'in ismi ortaya atıldı. 
Bu isim de tutulmadı. Nihayet Gürler'in adaylığı resmen dillendirildi. Yerine getirilmesi gereken tek bir prosedür vardı. Tıpkı Sunay'da olduğu gibi Meclis üyesi olması gerekiyordu. Genelkurmay Başkanlığı'ndan istifa etti ve kontenjan senatörü oldu. Gürler'in adaylık yolu açıldı. Aday olduktan sonra da yoğun bir 
destek propagandası başladı. Bu propagandanın amiral gemisi TRT oldu. Gürler'in seçilmesini garantiye almak istercesine bir tavır takınıldığı gözlemleniyordu.

            13 Mart günü ilk oylama yapıldı. Gürler'in karşısına Adalet Partisi, bütün zorlamalara karşı başka bir eski askeri aday gösterdi. Eski DP milletvekili 
Perihan Arıburun'nun eşi Hava Kuvvetleri eski komutanı Tekin Arıburun idi. Adalet Partisi'nden kopanların kurduğu Demokratik Parti de Genel Başkanı Ferruh Bozbeyli'yi aday gösterdi. Ordu mensupları, gazeteciler, vekiller ile senatörlerden başka tek sivil Gürler'in oğlu idi Oylama sonunda Gürler 175, Arıburun 282, Ferruh Bozbeyli 45 oy aldı. Turlar devam ettikçe Gürler'in oyu artacağı yerde azaldı. CHP ve AP'nin Gürler'i seçtirmeme inadı kuvvetlenmiş ve 
12 Mart'ın rövanşı - tehditlere rağmen- alınmış oldu.

            Oylamalar sonunda ordu adına siyasilerle görüşenler, cumhurbaşkanlığı seçiminde artık irade beyan etmeyeceklerini dile getirdiler. Uzlaşma sırası 
şimdi CHP ve AP de idi. Demirel ve Ecevit, hem parti tabanlarının hem de ordunun benimseyebileceği bir aday üzerinde çalışmalara başladı. 

Bu sefer ki isim yine bir emekli asker, Fahri Korutürk idi. Fahri Korutürk, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yapmış, Moskova ve Madrid Büyükelçiliklerinde 
bulunmuş bir isimdi. Soyadının Atatürk tarafından verilmesi gibi bir anekdot bulunuyordu. Korutürk'e teklif götürüldü ve Korutürk kabul etti. 
Kabul etmemesi halinde alternatifi de eski bir amiral ve yargıç olan Fahri Çöker
idi. Bu arada Cumhuriyetçi Güven Partisi Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin 
Taylan'ı aday göstermek istediyse de senatör olmadığı için - senatörlüğe atanmasına da Sunay 'görev süresinin sona ermesine iki gün kaldığı' için razı değildi - bu teklif sonuç vermedi.

            6 Nisan'da yapılan oylamada AP, CHP ve CGP, Fahri Korutürk'ü aday gösterdi. Korutürk 365, Gürler - çekildiği halde- 87, Ferruh Bozbeyli 51 oy aldı. 
Bu sonuçlarda Korutürk Türkiye Cumhuriyeti'nin Altıncı cumhurbaşkanı oldu. Tarafsız ve çatı olma konusunda yaşanmış bir örnek olması her ne kadar bugünün tartışmaları arasında görmezden gelinse de tarihçilerin ve araştırmacılarının tetkikleri Korutürk döneminin teferruatlarını ortaya koymaktadır.


Org. Faruk Gürler

[i] Bu süreçte olup bitenler hakkında detaylı bilgi için bkz: ' 12 MART BELGESELİ '

http://www.caghansari.com/news/cankaya-yolundaki-krizlerin-tarihi-1/

Devamını oku: http://www.caghansari.com/news/%c3%a7ankaya-yolunda-krizlerin-tarihi-2/

Devamını oku: http://www.caghansari.com/news/%c3%a7ankaya-yolundaki-krizlerin-tarihi-3/


***