İZMİR PENCERESİNDEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İZMİR PENCERESİNDEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Nisan 2020 Perşembe

İZMİR PENCERESİNDEN., DENİZCİLİK ve KABOTAJ BAYRAMI...

İZMİR PENCERESİNDEN.,  DENİZCİLİK ve KABOTAJ BAYRAMI...


BİZ GELENEKSEL OLARAK DENİZCİ BİR ÜLKEYİZ.., 
Binali Yıldırım Ulaştırma Bakanı )

Değerli EGİAD üyeleri ve de EGİAD YARIN dergisi okurları, Kurtuluş Savaşı’yla kazanılan bağımsızlığımızın ekonomik alanda da pekiştirilmesinin önemli adımlarından biri olan ‘Kabotaj Kanunu’nun, Türk denizciliğine ve ekonomiye katkısı, artan bir hızla sürmektedir.


    “Denizciliği, Türk’ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız” diyen Büyük Önder’in arzusunu yerine getirme gayreti içerisinde yiz.
    Türk denizciliği, günümüzde artık bütün dallarıyla çok iyi duruma gelmiştir. Sektörel kıyaslama yaptığımızda Türk denizciliği, altın dönemini yaşamaktadır. 


Hükümet olarak görevi devraldığımızdan bu yana Türkiye’de, denizcilik alanında çok önemli temel değişiklikler sağlayan çalışmalara imza attık.
Esasen, coğrafi konumumuzdan ötürü Türkiye’nin denizci olmaktan başka çaresi yoktur. Biz, geleneksel olarak denizci bir ülkeyiz. Böyle olmasına
rağmen tarih boyunca bu anlamda önemli eksikliklerimiz olmuştur.

   Türkiye, ne yazık ki denizyolu taşımacılığını etkin biçimde kullanamamıştır.
Bu durumu ortadan kaldırmak amacıyla pek çok tedbiri hayata geçirmiş bulunmaktayız.
Kabotaj Kanunu, bir tür Kurtuluş Savaşı mücadelesidir Biraz geriye baktığımızda denizciliğimizin nerelerden nerelere geldiğini açıkça görürüz. 
Döneminin en güçlü imparatorluklarından biri olan Osmanlı İmparatorluğu, Akdeniz ve Karadeniz’i Türk Gölü haline getirmesine rağmen,  bu denizlerdeki ticaret hakkını elinde tutamamış ve yabancı ülkeler, 18. yüzyılın başlarında kapitülasyonların verdiği haklara dayanarak,  tüm deniz ticaret hayatını ele geçirmişlerdi. Bu durum, Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik temellerinin atıldığı 1923 Birinci İzmir iktisat Kongresi’nde alınan kararlara kadar devam etmiştir. Kongre ile Türk Denizciliği ekonomideki hak ettiği yeri yeniden alarak,
kapitülasyonlarla yabancılara kaptırılan deniz ticaretine yeniden sahip olmuştur. Kongre çalışmaları sırasında hazırlanarak 1 Temmuz 1926’da  yürürlüğe giren Kabotaj Kanunu, bu manada bir Kurtuluş Savaşı olmuştur. Kabotaj Kanunu ile yabancıların denizlerimizden elde ettiği çıkarlar sonlandırılmış, seyrüsefer hakkı gerçek sahibine, yani Türk Bayraklı gemilere teslim edilmiş ve deniz taşımacılığı mız millileştirilmiş tir.

   Bugün, kabotaj taşımacılığının önündeki tüm engeller tek tek aşılmaya başlanmıştır. Denizcilik sektörünün hızla büyümesini ve güçlenmesini
teşvik ederek, milletimizi denizleriyle barıştırmanın haklı gururunu yaşıyoruz. Amacımız, denizcilik sektörüne gereken önemin verilmesi, sektörün korunup geliştirilmesi ve rekabet gücünün yükseltilmesidir.

      Denizciliğimizde başlatmış olduğumuz değişim rüzgârıyla, denizcimizin yüzü gülmüş, milletimiz denizleriyle barışmıştır.

7.5 yılda ülkemizin yüzünü denize dönmesini sağladık Bir deniz ülkesi olan Türkiye’nin kara sınırlarının üç katı uzunluğunda, 8 bin 400 kilometre kıyısı bulunmaktadır.

    2003’ten itibaren karasularımızın ve sahillerimizin imkânlarını halkımızın hizmetine sunmak, deniz taşımacılığının ve balıkçılığın gelişmesini sağlamak ve deniz kültürünü yaygınlaştırmak için gerekli bütün önlemler alındı, düzenlemeler ve yatırımlar yapıldı.

    7.5 yılda uyguladığımız politikalar ile denizciliğimizi geri getirdik.

Türkiye’nin yüzünü yeniden denize dönmesi sağlandık. Devrim niteliğinde yaptığımız en önemli çalışmalardan birisi, denizde kullanılan akaryakıttaki ÖTV’yi kaldırmak oldu. Böylece sektörümüze bugüne kadar 1 Milyar 750 Milyon TL’nin üzerinde destek vermiş olduk.

Göreve geldiğimizde Türk gemileri kara listedeydi. Yani 156 limandan çıkan gemilerimiz gittikleri ilk yabancı limanda tutuluyordu. Bunu rakamla ifade etmek gerekirse 100 gemimizden 26’sı gittiği yerde tutulurdu.

  Bu değer, Avrupa ortalamasında 4 gemidir. İlk iş olarak ülkemizin bayrağını bu durumdan çıkarmak gerekliydi.

   Yaptığımız 3 yıllık program çerçevesinde gerçekleştirdiğimiz düzenlemeler ve denetimler sayesinde ülkemizi kara listeden çıkardık. Bugün, denizciliğimizde beyaz bir sayfa açıldı. Rahatlıkla diyebiliriz ki Türk denizciliği, AK Parti iktidarı döneminde bayrak itibarını geri kazanmıştır. Bunları yaparken ülkemizin uluslararası itibarının artmasını da sağladık. Bugün uluslararası denizcilik örgütünde Türkiye, oylarını artırarak Konsey üyesi oldu.

   ‘Denizci ülke, denizci millet’ olmak için çalıştık ‘Denizci ülke, denizci millet’ olmak için önce denizcilik idaremizin denizcilerle buluşturulması  gerekiyordu; biz de Denizcilik Müsteşarlığımızı denizcilerle buluşturduk. 

Denizcilik Müsteşarlığımızda, denizci kökenli personel oranı 2002 yılında yüzde 6.7 iken bugün bu sayı yüzde 27’ye yükseldi. Böylece denizciliğimizi ehil ellere teslim ettik.

   Dünyada olduğu gibi ülkemizde de nitelikli gemi adamı ihtiyacı ciddi boyutlara ulaşmıştır. Biz de bunu gidermek için Denizcilik eğitimine önem verdik. Ara elaman sıkıntısını gidermek için 7.5 yıllık dönemimizde 40 yeni meslek lisesi, 6 meslek yüksek okulu, 2 fakülte açıldı. Amatör denizciliğimizi geliştirmek için kapsamlı bir yönetmelik ve 5897’nolu kanun kapsamında oluşturduğumuz ‘Bağlama Kütüğü’ uygulamaları ile halkımızın denizi kullanması önündeki engelleri kaldırdık; yani halkımızın denizle buluşmasını sağladık.

       Yeni düzenlemelerle artık 14 yaşından itibaren dileyen herkes çok kolayca, çevrimiçi sınav sistemleriyle amatör denizci olabiliyor ve 27 metre uzunluğa kadar tekneleri kullanabiliyor.

Bugün itibariyle amatör denizci olan vatandaşlarımızın sayısı, 100 bin’i geçmiştir.

Türkiye’de küçük teknelerle ilgili bir mevzuat yoktu. “Kim almış, nereye bağlı”, bunu da yasa ile düzenledik ve şu anda oluşturduğumuz yeni sicil kütüğü ile birlikte yaklaşık 35 bin civarında tekneyi kayıt altına aldık.

Türk Bayrağına geçişin önünü açtık Türk sahipli, yabancı bayraklı tekneler vardı. Yolcuları Türk, mürettebatı Türk, ülkemizin bakkalında alışveriş yapıyor ama Türkiye ile bir bağı yok. Bu hakikatten onur kırıcı bir şeydi ve bu ayıp, Türkiye’ye yakışmıyordu.

    Sağ olsun, denizci milletvekili dostlarımız, muhalefet, iktidar, hep beraber bir araya gelerek yabancı bayraktan Türk bayrağına geçişteki engelleri ortadan kaldırdık.

   Denizciliğimizin gelişimindeki en önemli engel; ‘ Motorlu Taşıt Vergisi’ idi. Öylesine yüksek ki 2-3 yılda teknenin, yatın fiyatının çok üzerinde bir para ödemek zorunda kalınıyordu.

   Bağlama Kütüğü düzenlemesiyle, bu sorunları ortadan kaldırdık.

Bugün 1.250’ye yakın tekne, Türk bayrağı çekti. Aslında Maliye, 1.250 adet mükellef kazanmış oldu.

İhracatımızın kapıları olan yeni liman projelerini hayata geçiriyoruz Büyük Türkiye’nin yolu, ihracattan geçiyor. O yüzden biz de ihracatımızın kapıları olan yeni liman projelerini, tozlu raflardan indirerek yapımlarını başlattık. Ege’de, ana konteyner limanı olmaya aday ‘Çandarlı Limanı’, Akdeniz’de ‘Mersin Konteyner Limanı’ ve Karadeniz’de ‘Filyos Limanı’ ile Türkiye’nin geleceğine yatırım yapmış olacağız.

Çandarlı Limanı’nın dalgakıran ve yol bağlantılarını kamu kaynaklarıyla yapacağız. YİD modeliyle yapılacak olan bu limanımızı, dünyanın en büyük 10 limanından birisi olacak şekilde planladık.

Tersane ve gemi inşasında rekor 2002 yılına kadar yapılan 37 adet tersaneye ek olarak sadece 2003– 2009 yılları arasında 70 yeni tersane yapılması sağlandı. Yatırımdaki tersane sayısı 69… Tuzla Bölgesi’ne sıkışan gemi inşa sanayisinin dengeli bir şekilde yurt genelinde kıyılara yayılması sağlandı. Türkiye, gemi inşasında dünya 23’lüğünden dünya beşinciliğine, yat inşaatında dünya üçüncülüğüne yükseldi…


Deniz Taşımacılığında Artış İvmesi Global krize rağmen 2009 yılında kabotaj hattında yaklaşık 159 milyon yolcu ve 9 milyon 400 bin araç,  deniz yoluyla taşındı. 

    2003 yılına göre yolcu sayısında yüzde 59, araç sayısında yüzde 50’lik artış gerçekleşti.

2009 yılı itibariyle limanlarlarımızda elleçlenen yük miktarı 309.5 milyon ton oldu. Bu demektir ki 2002 yılına göre elleçlenen yük miktarında 
yüzde 64 artış olmuştur.

Konteyner taşımacılığında ise 2009 yılında 4.416 Milyon TEU konteyner elleçlen di. Bu da bize, 2002 yılına göre yüzde 130’un üzerinde artış olduğunu gösteriyor.

      Bu vesileyle son söz olarak halk, özel sektör, Devlet elele verelim, hep birlikte denizciliğimizi daha da ileri götürelim diyorum.


EGİAD YARIN, DERGİSİ - İZMİR
YönetimYeri: 
Punta İş Merkezi 1456 Sokak 
No:10Kat:8 
Alsancak/İZMİR 
Tel-Fax:(232)4223000pbx 
egiad@egiad.org.tr 
www.egiad.org.tr 

İZMİR PENCERESİNDEN, İZ BIRAKANLAR..

İZMİR PENCERESİNDEN, İZ BIRAKANLAR..


Çok Çalışıp Zamanla Yarışıyor



Hüseyin ÖĞÜTÇEN 

ÖN BİLĞİ.,


     1923, İpsala-Edirne doğumlu olan Hüseyin Öğütçen, yaşarken adına heykeli dikilen, her yıl başarılı idarecilere adıyla anılan başarı ödülü verilen ülkemizin değerli bir mülki amiridir. İzmir’de, o zorlu askeri idare döneminde, 1981-84 yılları arasında valilik yapan Sayın Öğütçen, İzmir sonrası atandığı Kocaeli  valiliğinden, 1985 Eylül’ünde kendi isteği ile emekli olup İzmir’e yerleşti. Şu an 88 yaşında ve halen dimdik ayakta olan Hüseyin Öğütçen, Türk Eğitim Vakfı’nın İzmir Şube Başkanlığı görevini yürütmektedir. Zamana hatta zamanın ötesine koşan örnek alınacak çok özel yaşamı ve samimi açıklamalarıyla unutulmaz konuğumuz oldu.

      Öğütçen’in Öğretim açlığı hiç dinmedi..,

     Yaşantınızdan görüyoruz ki eğitim sizin için çok önemli olmuş.

     Kendi eğitim yaşamınızla birlikte nedenini, okurlarımızla paylaşır mısınız?

İş yaşantım boyunca, sadece bir alana özel ayrıcalık yapmak, çalışma ilkelerime aykırı olmuştur ancak beni yakından tanıyanlar, yaptığım yatırımlar doğrultu sunda bana hep; “Senin önceliklerin arasında ilk sırada eğitim, ikinci sırada turizm geliyor” derler. Eğitime önem vermem çok normal çünkü ben, Edirne’nin İpsala kazasının Sarıcaali köyündeki 3 sınıflı bir ilkokulda yetiştim. 

O günlerde, köylerdeki okullarda 3 sınıfın üstü yoktu. 2 yıl, okula gitmedim. 2 yıl sonrasında İpsala’ya giderek, 5 sınıflı ilköğretim okulunu da bitirdim. Yani biri, 3 sınıflı köy ilkokulundan diğeri de 5 sınıflı ilkokuldan olmak üzere iki ayrı ilköğretim diplomam var. Sonrasında Edirne’ye gidip ortaokul ve liseyi bitirdim. Ardından Ankara Üniversitesi SBF Mülkiye ile Ankara Hukuk Fakültesinde okudum ayrıca Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Felsefe eğitimi aldım ama meslek hayatım dolayısıyla bu eğitimimi tamamlayamadım fakat evraklarım halen Fakülte’de durmaktadır.

    Şu an yürütmekte olduğum Türk Eğitim Vakfı’ndaki görevimi de bir gün bırakırsam, yarım bıraktığım felsefe eğitimimi de tamamlayıp o diplomamı da alacağım.

_ Azminize helal olsun (Birlikte keyifle gülüyoruz) Tabii yaşım son derece müsait, 88 yaşımdayım ve 3. Üniversite diplomamı da alacağım.

    ‘İz Bırakan Mülki İdare Amirleri’ kitabına girmiş 80 kişiden biri ve şu an tek yaşayanı Peki efendim, mesleki kariyerinize geçiş öykünüz nedir?

   Kaymakamlık kursunu birincilikle bitirdikten sonra 1947 yılında ilk memuriyetime,  İçişleri Bakanlığında, stajyer memur olarak başladım.
Sonra Ankara Vilayet Maiyet memurluğu yaptım ve ardından 20 Kasım 1951’de, Meriç Kaymakamı olarak atandım ve sırasıyla Bigadiç, Burhaniye, Gönen ve Pasinler ilçelerinde kaymakamlık görevinde bulundum. 1960 yılında askeri darbe olduğunda Elazığ Valiliğine gidiyordum fakat Milli Birlik Komitesi üyesi Gönenli İrfan Solmazer, sicilimin parlaklığını görünce benden, kalmamı talep ederek kararı bana bıraktı. Kabul ettim ve Valilik görevime 7 yıl sonra, 26 Mayıs 1967 tarihinde Hakkâri’de başladım. 12 Mart 1971’de, TSK muhtırası üzerine dönemin Başbakanı Süleyman Demirel istifa etti; Hükümet değişikliği gerçekleşti ve Nihat Erim, Başbakan oldu. Ben de o dönemde Niğde Valisiydim. En kısa görev yerim, Niğde’dir; 7 ay kaldım ve ardından Antalya, İzmir ve Kocaeli
olmak üzere toplam 5 ilde, valilik yaptım.

Doğumuzdaki olayların ardında yabancı tahrik ve tertipleri var Hakkâri’ye dair unutamadıklarınız neler?

    Hakkâri ilimizde hani şimdi teröristlerin askerlerimizi sıklıkla şehit ettiği Şemdinli kırsalı dahil günde 14 saat eşek üzerinde dağ taş her yerini karış karış gezdim; yöreye dair araştırmalar yaptım. Bunları yaparken de yanıma polis-jandarma gibi herhangi bir silahlı koruma almadım.

    Bir YSE Müdürü, bir Sıtma Savaş Başkanı, bir de Veteriner Müdürü olmak üzere sadece 3 kişi yanımdaydı.

Yine televizyonda adını sıklıkla duyduğunuz Dağlıca bölgesine, yanıma eşimi de alıp, katır üzerinde8-9 saat yol alarak gittik. O seyahatlerimizde damlarda, çadırlarda konakladım. Benden öncesinde, başka bir devlet memuru Hakkâri’yi bu kadar ayrıntılı gezmemişti. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da görev yapan
biri olarak diyorum ki bugün yaşadığımız terörist olayların hepsi, yurtdışında belli ülkelerde planlanmaktadır.
   Teröristler, bu ülkelerdeki kamplarda eğitim görmektedir. Ülkemizin doğusundaki huzursuzlukların hepsinin temelinde başka ülkelerin çıkarları, teşvik, tahrik ve tertipleri vardır. Bizim hatalarımız, noksanlarımız, ihmallerimiz olabilir ama bütün bu tahrik ve tertipler karşısında da devletimiz, son derece uyanıktır. 

   Noksanımız, hizmetin devamlılığı fikrinin yeterince yerleşmemesinden ileri gelmektedir.

Doğu illerimiz, sıklıkla ve farklı sebeplerle yabancılarca ziyaret edilmekte.
Halkımız ise kendisine maksatlı soru soran dost bildiğimiz yabancılara gülüp, bu gibi olayları ayrıntıları ile derhal devlet ilgililerine duyurmaktadır.

Hakkâri’den ayrılırken ziyaretlerine geleceğime dair kendilerine söz vermiştim. İnanmayıp, “Bugüne kadar burada görev yapıp da gidenlerden dönen olmadı; siz de bir daha buralara gelmezsiniz” demişlerdi.

Halen içimde uhdedir, 40 yıldır her niyet edişimde bir engel çıktı ve seyahatimi iptal etmek durumunda kaldım. Ancak Hakkârililer o kadar hatırşinaslar ki kısa bir süre önce Balçova’da dikilen heykelimin açılış törenine dahi hem Hakkâri milletvekilimiz hem de Hakkârili dostlarımız geldiler. 12 Eylül sonrasında kısmetse eşimle birlikte Hakkâri’ye gitmeyi düşünüyoruz.

   Hakkâri’de okuma-yazma oranını artırıp Türkçeyi yaygınlaştırdım Hakkârililerin sizi daha senelerce unutamayacakları eğitim öğretim faaliyetleriniz olmuş, bize onlardan bahseder misiniz?

   Hakkâri’de, dikkat çektiğiniz gibi önceliğim, eğitim-öğretim çalışmaları oldu. 1965 sayımına göre Hakkâri’de, okuma-yazma oranı yüzde 17 idi. Kadınların yüzde 96’sının okuma yazması yoktu. Yörede bir nahiye okulu açılalı 17 sene olmuş ama hiç mezun vermemişti.

   Birbirlerine destek olsunlar diye her köye en az iki öğretmen istedim ve aldım; ildeki eğitim seviyesini normal düzeye çıkardım. Ardından okulların yanına öğretmen lojmanları inşa ettirdim. Türkçe konuşamıyorlardı; yaygınlaştırmak için Türkçe öğrenme kursları açtırdım. 6 ilçeye ortaokul, her ilçeye sekizer daireli öğretmen lojmanı, Beytüşşebap’a yatılı bir bölge okulu, öğrenci yurtları yaptırdım.


Milli Eğitim’de Cumhuriyet tarihinin en büyük başarısı 1985 yılıdır. Antalya’da valilik yaparken devlet bize, o yıl için “ 80 Derslik yapacaksınız” dedi. 

Ben, kendi programıma 1.000 derslik aldım. 716’sını o yıl bitirmek üzere Antalya’da görev yaptığım 4 yıl içinde 1000’in üzerinde derslik inşa 
etmekle Cumhuriyet tarihinin en yüksek kapasitesini gerçekleştirdim.

   İzmir Valiliğine atandığını herkes gibi kendisi de radyodan öğreniyor 8 Ocak 1981 tarihinde İzmir Valiliği’ne getirildiniz. Bize o zorlu günlerde valilik yaptığınız koşulları ve Türkiye’nin 3. büyük kentinin en yüksek makamında olan kişi olarak bu zorlukları nasıl aştığınızı paylaşır mısınız?

   30 sene önceki Kenan Evren döneminde, İzmir’in hem valiliği hem de büyükşehir belediye başkanlığı görevlerini birlikte yapmam önerisi ile gelinmişti; ben sadece valilik görevini kabul ettim. O günlerde bazı iller için bu iki görev, dönemin şartları gereği birlikte yürütülüyordu. 

   Antalya valiliğinden merkeze geleli 4-5 yıl olmuştu. 

   Adım, öncelikle İçişleri Bakanlığında, müsteşar görevi için geçmişti. Askeri yönetim ile anlaşamayacağımızı hissettiğim için müsteşarlık görevine olumlu bakmamıştım.

   Zaten kişilik yapımı ve hassasiyetlerimi bilen Münir Raif Güney adındaki bir vali arkadaşımız da ki o dönemin Köyişleri Bakanı idi; İçişleri Bakanı ile hakkımda sohbet ederlerken beni değil de daha uyumlu çalışabileceklerine inandığı bir başka vali arkadaşımızı müsteşarlık görevine önermişti. Bu görevi kabul etmeyip İçişleri Bakanlığı’ndan ayrıldığımda Vehbi Koç’un teklifi ve önerisi üzerine Türk Eğitim Vakfı’nda Genel Müdür olarak göreve başlamıştım ve başlayalı da 1 ay olmuştu.

    İzmir valiliğine atandığımı, herkes gibi ben de 1 ay sonra radyodan öğrendim. 1980’de İzmir’e atanmıştım ama geliş tarihim, sizin de belirttiğiniz gibi 8 Ocak 1981 oldu. Vehbi Koç, sicilime İzmir valiliği de eklensin diye 3 aylığına bana izin verdi ama başta askeri idare var; 3 ay sonrasında Vehbi beye söz verdiğim gibi görevi bırakıp geri dönemedim. TEV, bana 3 ay daha izin verdi fakat yine gidemedim.

Körfezin temizlenmesiyle İzmir kurtuldu İzmir Körfezi’ni kurtarma projesini gündeme getiren ilk vali olarak anılıyorsunuz; o günün koşullarındaki,
bu özel ve değerli çalışmanız hakkında bilgi alabilir miyiz?

    İzmir’de körfez kirliliği benim için öncelikli sorundu. Karşıyaka tarafına geçilirken, çevreyi saran o kötü koku dayanılmaz derecedeydi.

Daha öncesinde de körfez kirliliğine dair muhtelif raporlamalar yapılmış fakat siyasi parti dönemlerinin hiçbirinde, bu sorunun giderilmesi için yol alınamamıştı çünkü çok büyük maliyetli bir projeydi. Körfezin suyu öylesine kirliydi ki öncelikle insanların sağlığı için denize girmelerini önleyici tedbirler ve yasaklar aldık.

    Kirlilik, körfez dibi topografyasının değişmesine etken olmuş. O haliyle oluruna bırakılsaydı gemiler, limana yanaşamayacak hale gelecekti. 

    Siyasilerin hiçbiri toprağın altına para yatırmak istemez. Türkiye’de bu işin önemini kavrayacak adam, o dönemde yoktu. İzmir’de bu projeyi  uygulaya bilecek teknik eleman da yoktu.

   Sadece İller Bankası, bu işi biliyordu. 9 Eylül 1981 günü, bu konu için hazırladığım brifinge Kenan Evren, dönemin Başbakanı Bülend Ulusu
ile kabinesindeki Bakanların hemen hepsi ve Kuvvet Komutanları geldiler.

   Benden, İzmir’in en önemli 3-4 sorununu irdelememi bekliyorlardı.

   Ben de açılış konuşmamı bu yönde belirterek “1” dedim ve herkesin bana bakmasını bekledim. Sessizlik olup da herkesin bana baktığından
emin olunca yineledim 
“1- İzmir Körfezinin Kurtarılması”. Herkes merakla bakmaya devam ederken;
“2- İzmir Körfezinin Kurtarılması” dedim ve sesimi daha da yükselterek
“3- İzmir Körfezinin Kurtarılması” dediğimde, gülmeye başladılar.

    Konuşmamı, İzmir ve körfezin tarihi boyunca üzerinde kurulmuş medeniyetlerle değerlendirdim. 8 bin yıl öncesinin medeniyetinde dahi burada
kanalizasyon düzeni vardı. Bugün gidin, Efes antik kentini dolaşın; toprağın altındaki kanalizasyonu görebilirsiniz.

    Oysa 1980’li yıllarda kanalizasyon ve arıtma tesisleri yapılmadığından körfez, kanalizasyon çukuru haline gelmişti. Kenan Evren’in de Yüzbaşı olarak İzmir’de görev yaptığı dönemde, körfezden denize girdiği günlerini hatırlattım. Neticede konuyu 3 başlıkta işleyerek hepsini körfez kirliliğine bağladım ve ardından devam ettim; 
“4- Bu Maddedeki sorunları biz hallederiz, size intikal ettirmeye gerek yok” diye bitirdim.

    9 Eylül’de İzmir’in düşmandan kurtarıldığını ifade ederek; “Bugün, 9 Eylül 1981, yine İzmir Körfezinin kurtarılması önemle ele alınmalıdır” diye konuştum. Particilik zihniyetiyle gelen yönetimler bunu yapamazdı.

Ancak o dönemin yönetimi yapabilirdi.

    O konuşmamı, “Olmak ya da olmamak noktasına gelindi. İzmir’i körfez kirliliğinden kurtarmak, sizin elinizde; bu kararı verirseniz İzmir, sizi ayakta alkışlayacaktır”  diyerek tamamladım. Kenan Evren, konuyu çok iyi açıkladığımı ifade edip, Konsey olarak konuyu kabul ettiklerini ancak Hükümetin de kabul etmesi gerektiğini belirterek; “Hükümet, programına alırsa biz de onaylarız” dedi. Bülend Ulusu ile yan yana oturuyorduk.

    Sayın Ulusu ayağa kalktı, düğmesini ilikledi; “Sayın Cumhurbaşkanım, memnuniyetle kabul ediyoruz” dedi. Kenan Evren, gülerek, “Vali bey, bakın, Başbakan da  kabul ediyor, artık gözün aydın, işi kısa yoldan hallet” dedi. Hemen programlar düzenlendi, onaylar alındı. 1982 yılında, Gümrük’ten Karşıyaka’nın dışına kadar 26,5 km alan için 5 ihale yapıldı. “İzmir’e en büyük hizmetin ne?” diye sorduklarında, bunu söylerim çünkü İzmir, kurtuldu.

    Cumhuriyet tarihinin en yüksek yatak kapasiteli turistik tesisini 3 yılda yaptık Her görev yaptığınız ilde, o ilin ihtiyaç ve sahip olduğu kaynakları iyi değerlendirerek başarılı projeler sunmuşsunuz. İzmirlilerin iftihar ettikleri Balçova Özel İdare Tesisleri, sizin eseriniz; İzmir termaline yönelik çalışmalarınız  konusunda neler söylersiniz?

    Sıcak su kaynağı bulduğum her yerde termal turistik tesisler kurdum.

    Gönen, Hasankale ve Çiftehan Kaplıcalarını da ele alarak, kompleks termal tesis haline getirdim. İzmir’de de Balçova karşıma çıkınca çok sevindim.
Agamemnon kaplıcalarını, Çeşme’de zannederdim. İzmir’de göreve başlayınca ilk encümen toplantısı sırasında dedim ki “Çabuk bitirelim de Çeşme’ye gidelim; 
Agamemnon Kaplıcalarını göreceğim”.

Dediler ki “Bu kaplıcalar, 10 km ilerideki Balçova mahallesinin içinde”.
“Öyleyse hemen gidiyoruz” dedim ve gittik; baktım ki tek bir ağaç yok, çöp dökülmüş, anarşistler silah tamimleri yapmış. Kafamdan geçenleri
anlatarak,“Tam yerini buldum” dedim.

   Encümen Üyeleri ise birbirlerine bakarak, “Yapmayı istediği şeyler olacak iş değil” diyerek, “Çattık!” demişler.

   Projelere başlanılmadan 1 ay öncesinde, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden, 
Prof. Dr. Orhan Yenal, 
Prof. Dr. Nurten Özer, 
Ankara Üniversitesinden Prof.Dr. Hami Koçaş,
Ege Üniversitesinden Fikret Cüreklibatır,
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesinden Doç. Mete Albaz ile Turizm Bakanlığının üst düzey yetkililerini, projeye danışman ve program 
hazırlamak üzere 1 hafta süresince Efes Oteli’nde misafir ettim.

   Konuyu, her yönleriyle tartıştık, Esasları tespit ettik.

   650 yatak kapasiteli Princess Hotel ki şimdiki adıyla Kaya Prenses’i, Mimar Sinan Üniversitesinden Yük. Mim. Orhan Çakmakçıoğlu hazırladı.
Açık ve kapalı havuzlar ile 1.500 kişilik Kardelen salonunun hazırlanması projesini İzmir’den konunun uzmanı Yük.Mim. Orhan Erdil yaptı.
Termal Tedavi Merkezi ki şu an için Avrupa’nın en büyük merkezlerinden biridir; bu projeyi de Nişli Grup adındaki firma üstlendi. Park ve yeşil
sahaları, Ege Üniversitesinden Prof. Aysel Bayraktar, projelendirdi. Termal Otel ile motelleri ayrı bir firma hazırladı. 

    Zamandan tasarruf adına 5 üstlenici büro, aynı anda projeye başladı. Proje aslında en erken 50 yıl sonrasını öngörüyordu. 
Kenan Evren’e, jeotermal ve termal otellerin inşası projesini ayrıntılarıyla sunduğumuzda, biraz sert bir ses tonuyla;
“Her bir şeyi anladık da Vali Bey, bu değirmenin suyu nereden dönecek” dedi. “Sayın Cumhurbaşkanım, değirmenin suyu, dünya kurulduğundan
beri boşa akıyor. O akan suya, değirmeni kuracak değirmenci de benim. Bütün sıkıntım, zamanda; burada ne kadar süreyle görevde kalacağımı bilmiyorum dolayısıyla bu büyük projenin her bir ayağına bir anda başladık. Sorunum, para değil.

    Bu proje için temin ettiğim paraları harcamadığım için sıkıntı içindeyim” dedim. Kenan Evren, Maliye Bakanına baktı, birlikte güldüler.

    Göreve geldiğimde, Cumhuriyet tarihi boyunca İzmir’in Efes Otel’i, 576 yatak kapasitesiyle tek 5 yıldızlı oteliydi. Oysa biz, Balçova’da, 3 yıl içinde 650 yataklı Prenses Otel, 78 odalı Termal Otel, 126 odalı 7 tane motel ile toplamda 1.050 yatak kapasiteli tesis projesiyle yola çıktık.

Jeotermal için ise MTA’dan çıkan sondaj rakamlara göre Balçova ve Seferihisar bölgesinde 70 bin konutu ısıtacak jeotermal kaynağını çıkarmak mümkündü. 

    Özel İdare bütçesine yük olmadan bu tesisler tamamlandı.

İzmir’e kazandırdığımız bu tesisler, 2010 yılı rakamlarına göre Özel İdare’ye 12 trilyona yakın gelir getirmektedir. Şirketleri üzerinden devlete önemli ölçüde vergiler ödenmektedir.

   Ege Bölgesinin en iyi kaliteli suyunu ‘Şaşal’ markasıyla buradan çıkardık; bu içme suyundan ve jeotermal enerji üzerinden de gelirler elde ediliyor. Bütün tesis yatırımlarında, Dünya Bankası ile İller Bankası kredi ve fon imkânlarını sonuna kadar en iyi şekilde değerlendirdim.

    Hazine imkânlarından faydalanmak için ilgili bürokratlarıyla dostane ilişkiler geliştirmek ve bu ilişkileri kalıcı kılmak gerekiyor. Size şöyle ifade edeyim: Benim bütün meslek hayatım boyunca siyasi görüşüm bilinmiştir ancak işimi yaparken hep tarafsız kalmaya çalıştım, hiçbir parti lehinde/aleyhinde tek söz sarf etmedim, doğruluktan ayrılmadım.

    Atatürk ve İnönü’den sonra bir lider tanımıyorum. Balıkesir’de görev yaparken dönemin Valisi ile ters düşmüştük; 3 kere tayinimi istedi fakat her defasında Balıkesir’in milletvekilleri ağırlığını koydu, tayin işim kaldı. Üstelik dönemin milletvekillerinin hepsi benim CHP’ne oy verdiğimi biliyordu. Bununla beraber hiçbir yerde CHP lehine görev ve yetkimi kullanmadım sadece oyumu verdim.


ÖDÜL TÖRENİ

    Mustafa Kemal Sahil Bulvarı askeri yönetimin İzmir’e en büyük yol hizmetidir
_ 1983 yılında Üçkuyular’dan Ordu Merkezine kadar uzanan yedi kilometrelik yol için güzergâhı kamulaştırarak bu yolun açılmasını da temin edip trafiği
rahatlattınız.

   12 Eylül askeri yönetimi zamanında yol konusunda İzmir’e yapılan en büyük hizmet, hiç şüphesiz ki Mustafa Kemal Sahil Bulvarıdır; gerçekleşmesinde ki en büyük şeref payı da Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Süreyya Yüksel’e aittir. Mustafa Kemal Sahil Bulvarı ile kent, modern bir görünüm kazandı, halk denizle kucaklaştı, trafik rahatladı. İzmir’de daha pek çok başarılı girişimlerimiz oldu fakat 10 Şubat 1984 tarihinde İzmir’den Kocaeli Valiliğine tayin edildim.

   1985 Eylül’ünde de kendi isteğim ile emekliye ayrıldım.

    Atatürk İlke ve Devrimlerinin devamı için TEV’e bağışta bulunun Türk Eğitim Vakfı İzmir Şubesi Başkanı olarak halen aktif hizmet vermektesiniz. 

Bu çalışmalarınız hakkında bilgi alabilir miyiz?

    TEV, yurt içinde Atatürk İlke ve Devrimlerine bağlı, başarılı fakat maddi desteğe ihtiyacı olan teknik ve endüstri meslek lisesi, üniversite, yüksek lisans (master) ve doktora öğrencilerine burs vermektedir. Vakıf olarak İngiltere, Almanya, Fransa, Danimarka, Japonya, Hollanda ve İsveç ile müşterek burslar veren tek sivil toplum kuruluşuyuz. Avrupa ve Amerika’ya, üniversiteyi üst dereceyle bitirerek ilk 500’e girmiş 60 öğrenci gönderen tek vakıfız. Farklı illerde 14 İlköğretim Okulumuz, 2 Anadolu Lisemiz, 2 Yurt Binamız, 1 tane çok amaçlı Toplum Merkezimiz, 1 Çıraklık Eğitim Merkezimiz, 1 Kütüphanemiz var. Üstün zekâlı öğrenciler için de ayrıca tek okul var ki o da TEV’in Gebze’deki kısa adı ‘TEVİTÖL’ olan TEV İnanç Türkeş Özel Lisesi. Bu okula, ilköğretimi bitiren öğrencileri 3 aşamada seçerek alıyoruz.


    Velilerin hepsi çocuklarının geleceği için bu okulda eğitim almalarını istiyorlar ama kayıt için ağırlıkta gelir seviyesi düşük ailelerin başarılı ve zeki çocukları tercih ediliyor.

    Bu okuldan mezun olan öğrencilerimiz, dünyanın en iyi üniversitelerini kazanıyor. TEV İzmir olarak hem ciddi kapasitede bursiyerimiz hem de bağış severimiz bulunmaktadır.

   Kişi ve kuruluşlar, TEV’e şartlı veya şartsız burs bağışı yapabiliyor. Eğitime gönül veren İzmirli hayırseverler, TEV İzmir: 44 121 44  telefonumuzdan bilgi alabilir, Vakıflar Bankası Alsancak Şubesi 2021323 nolu TEV İzmir hesabına bağışta bulunabilirler.

    Yeri gelmişken, sizin aracılığınızla EGİAD üyelerine de Vakfımıza gösterdikleri ilgi ve yaptıkları bağışlar için çok teşekkür ediyorum.

Özellikle TEV çelenklerini kullanan çok sayıda EGİAD üyesi var.

    Geceleri yastığa başıma koyduğumda kafamın içinden kamyonlar geçerdi Başarılı çalışmalarınızdan dolayı Balçova Termal Tesislerinin girişine
heykeliniz dikildi ki sağlığında heykeli dikilen ender insanlardan birisiniz; neler hissediyorsunuz? 88. doğum günüme özel hazırlanan ‘Hüseyin Öğütçen Başarı Anıtı’nın açılış töreninde değerli İzmir Valimiz Cahit Kıraç, çok güzel bir konuşma yaparak bana bir de onur belgesi sundu. Yaşarken onurlandırıldığım için çok mutluyum, gurur duydum.

    Başarılı olmamdaki özelliklerimi, heykelimin açılış davetiyesine de yazarak beni; “Sorumluluk sahibi, adil, hukukun üstünlüğüne inanan, programlı çalışan, imarcı bir vali olarak tanınmıştır” şeklinde betimlemişler.

    Günümüz idaresinde görev yapan kişilerde, sorumluluk alan kişi sayısı maalesef parmakla gösterilecek kadar çok azaldı. Oysa benim hayatım,
gecem-gündüzüm proje ve fizibilite raporları hazırlamakla geçti. Geceleri yastığa başıma koyduğumda dahi bir an önce işimi bitireyim diye kafamın içinden kamyonlar geçerdi. Görevdeyken yaptırdığım tesislerde en az 2 bin kişi çalışmaktadır.

   Bundan 20 yıl önce İçişleri Bakanlığının çıkardığı, ‘İz Bırakan Mülki İdare Amirleri’ adındaki kitapta adı geçen 80 vali arasında ki 78’i zaten vefat etmişti; yaşayan sadece 2 kişi vardı; biri, bundan 15 sene önce öldü yani şu an için bu kitapta adı geçip de yaşayan tek valiyim. 

Türk İdareciler Derneği, 1994 yılından itibaren her sene cumhurbaşkanlığı nezdinde düzenlenen bir törenle, yılın en başarılı kaymakamına benim 
adımı taşıyan, ‘Türk İdareciler Derneği Vali Hüseyin Öğütçen Başarı Ödülü’ verir. 

   Çalışma hayatım boyunca 5’i Milli Eğitim Bakanlığından, 9’u İçişleri, Turizm, Sağlık Bakanlıkları ve Valiliklerden olmak üzere toplam 14 tane  Takdir namem, 7 tane Onur Belgem, 16 tane Hizmet Ödülüm var.

Genç işadamlarına başarılı olmaları için vermek istediğiniz özel mesajlarınız var mı?


   En büyük rehberiniz, Cumhuriyetin aydınlığında Atatürk İlke ve Devrimleri ile Anayasanın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen hükümleri olsun. Başarının 3 temel kuralı vardır; öncelikle Memleketini, Ulusunu ve İşini seveceksin. Makamlar, hizmet içindir; gösteriş yeri değildir.  Yaşamdaki en önemli unsur, zamandır.

   İşadamlarımız, zamanı tam zamanında kullanmalı, zamanla yarışmalı hatta zamanı ne kadar geçerlerse o kadar daha çok yaşarlar. 

_ Ödüller, Başarının Tapusudur; 
    Kişileri, yeni başarılara iten güçtür, dolayısıyla başarılı olan çalışanlarınızı Ödüllendiremezseniz kendiniz de başarılı olamazsınız.

EGİAD YARIN, DERGİSİ - İZMİR
YönetimYeri: 
Punta İş Merkezi 1456 Sokak 
No:10Kat:8 
Alsancak/İZMİR 
Tel-Fax:(232)4223000pbx 
egiad@egiad.org.tr 
www.egiad.org.tr 

***