İNGİLİZ ARŞİV BELGELERİNDE ARAP İSYANI
İNGİLİZ ARŞİV BELGELERİNDE ARAP İSYANI,
İSMAİL KÖSE
KRONİK KİTAP: XX
Osmanlı Tarihi Dizisi: XX
YAYIN YÖNETMENİ
Adem Koçal
EDİTÖR
Can Uyar
KAPAK TASARIMI
Kutan Ural
MİZANPAJ
Kronik Kitap
1. Baskı, Şubat 2018, İstanbul
ISBN 978-605-83011-.-.
KRONİK KİTAP
Balçık Sk. No6, Gümüşsuyu
İstanbul - 34327 - Türkiye
Telefon: (0212) 243 13 23
Faks: (0212) 243 13 28
kronik@kronikkitap.com
Kültür Bakanlığı Yayıncılık Sertifika No: 34569
www.kronikkitap.com
kronikkitap
BASKI VE CİLT Pasifik Ofset Ltd. Şti.
Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3/1
A Blok Kat: 2 Haramidere/İstanbul
Telefon: (0212) 412 17 77
Matbaa Sertifika No: 12027
YAYIN HAKLARI
Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır.
Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında yayınevinden izin alınmadan çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.
İSMAİL KÖSE
1975 yılında Trabzon’da doğdu. Yakın Doğu Üniversitesi’nde Devlet burslu olarak 1994 yılında başladığı Uluslararası
İlişkiler lisans eğitimini 1999 yılı içerisinde Yükse Onur derecesi ile tamamladı. Karadeniz Teknik Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 2002 yılında Yüksek Lisansı eğitimini tamamladı. Karadeniz
Teknik Üniversitesi Tarih Bölümü’nden 2013 yılında “Cumhuriyet Tarihi Doktoru” unvanı ile mezun oldu. Aynı
yıl Erciyes Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Siyasi Tarih Anabilim Dalında Yrd. Doç. Dr. olarak göreve
başladı. 2016 yılı başında naklen Karadeniz Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne atandı. 2017 yılında
Doçent oldu. Halen Karadeniz Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapmaktadır. İyi derecede
İngilizce bilmektedir. Evli; Ahmet Yasir, Abdullah Efe, Akif Emre ve Ahsen Bilge adlarında dört çocuk babasıdır. Siyasi
Tarih, Avrupa Tarihi, Türk-Amerikan İlişkileri, Türk Dış Politikası derslerini vermektedir. Siyasi Tarih alanında kitap,
kitap bölümü ve makale çalışmaları devam etmektedir.
İNGİLİZ ARŞİV BELGELERİNDE ARAP İSYANI
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ 7
GIRIŞ 15
BÖLÜM I
MISIR’IN İŞGALİNDEN (1882) SONRA İNGİLİZ HÜKÛMETİ’NİN FİLİSTİN VE HİCAZ POLİTİKASI
İngiliz Hükûmeti’nin Hicaz’a Artan İlgisi ve Filistin’de Yahudilere 31
“Ulusal Bir Yurt” Verilmesi Yönündeki Çalışmalar Balfour Deklarasyonu ve Siyonistler 40
BÖLÜM II
İNGİLİZLER VE ŞERİF HÜSEYİN Şerif Hüseyin Kimdir? 53
I. Dünya Savaşı’nın Başlaması ve İngiltere’nin Arap Politikası 65
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na Katılması: 87
Arap İsyanı’na Yönelik Faaliyetler
Şerif Hüseyin ile İngiliz Yüksek Komiseri Sir Henry McMahon 96
Arasındaki Mektuplaşmalar
İsyan Öncesinde Mekke’deki Gelişmeler: Birlik Komutanı ve 178
Vali Vekili Binbaşı Mehmet Ziya Bey’in Tedbir Teşebbüsleri
BÖLÜM III
İSYAN
İsyan Öncesinde Mekke’deki Durum 211
Mekke’de Sabah Ezanı ve İsyanın Başlaması 219
İsyanın Arap Yarımadası’nın Diğer Bölgelerindeki Seyri ve 240
Cidde’nin İngiliz Savaş Gemileri Tarafından Bombalanması
Hicaz’ın İşgali ve İsyanı Arap Yarımadası’nın Kuzeyine Yayma Çabaları 266
Medine Savunması 278
BÖLÜM IV
İSYANIN İKİNCİ YILI VE SONRASI
Şerif Hüseyin’in Kendisini Arabistan Kralı İlan Ettirmesi ve 338
Halifelik İddiaları 338
Stotzingen Misyonu 344
Medine Kuşatması 352
Filistin’in İşgali ve “Düşman”ın Şam’a Ulaşması 378
Kuşatma ve Medine Müdafileri 391
I. Dünya Savaşı’nın Düşmeyen Kalesi Medine 402
DEĞERLENDIRME 423
KAYNAKÇA 429
İNDEKS 435
İNGİLİZ ARŞİV BELGELERİNDE ARAP İSYANI
ÖNSÖZ
Gerek Türk, gerekse İslam tarihinde kurulmuş en güçlü, en geniş topraklara sahip, en uzun ömürlü ve düşmanlarına uzun süre diz
çöktürebilmiş, kudreti tartışılmaz devlet Osmanlı İmparatorluğu’dur.
Haçlı Seferleri’nin hemen sonrasında 400 çadırlık bir oba ile Söğüt’e yerleşen Oğuz Boyu Kayı Türkleri, kısa sürede bölgenin
en güçlü devlet örgütlenmesini gerçekleştirebilmişlerdir. Romantik iddiaların aksine Türkler, Anadolu’nun otokton halkı değillerdir
ve bu topraklara geldiklerinde Ermeniler, Rumlar, kendilerinden yüz yıl önce göçmüş Hristiyan Türkler, Müslüman Kürtler, Müslüman
Araplar ve diğer etnik Müslüman gruplarla karşılaşmışlardır.
Türklerin gelişi Müslüman Bizans’ın baskıcı rejiminden bıkmış, Haçlı Seferleri’nin yakıp yıktığı topraklarda yurt arayan
Araplar ve Kürtler kadar Bizans ile Katolik Haçlılardan nefret eden Hristiyan ahali tarafından da büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır.
Öyle ki zaman içinde “Türk” ifadesi Osmanlı idaresindeki Müslümanları bir bütün olarak temsil eden bir üst kimliğe
dönüşmüştür.
Arap Yarımadası bir bütün olarak Osmanlı idaresine 1517 yılı sonrasında geçmiş, bu tarihten itibaren kutsal şehirler Mekke
ve Medine de, Osmanlı Devleti tarafından geniş bir imtiyaz ve ayrıcalık tanınarak idare edilmiştir. Dünya tarihindeki her devlet
gibi Osmanlı Devleti de 600 küsur yıl süren idaresi süresince merkezî otoritenin sarsıldığı, devlet gücünün taşrayı kontrole
yetmediği dönemlerle karşılaşmıştır. Bu durumun doğal sonucu olarak Osmanlı Devleti’nin Arap Yarımadası’ndaki 400 yıllık
idaresinin, Türklerin yoğun olarak yurt tuttuğu Anadolu dâhil, idare edilen topraklarda kesintisiz bir şekilde vatandaşlarının gönencini
sağlayan, güvenli ve mükemmel bir yönetim olduğunu iddia etmek olanaksızdır. Zira merkezdeki devlet idaresinin zayıflaması
sonucu ortaya çıkan olumsuzluklardan diğer bölgeler gibiArap coğrafyası da etkilenmiştir. Buna karşın Osmanlı idaresinde
Araplar, Haçlılar ve sömürgeci Avrupalıların saldırılarından korunmuş, bu sayede egemenlik, dil ve inançlarını muhafaza edebilmişlerdir.
Bugün Orta Doğu’nun merkezi olarak kabul edilen Arap coğrafyasını değerli kılan en kıymetli, belki de tek maddi
varlık petrol iken; 19. yüzyıl sonuna kadar bölge coğrafi konumu ve ticaret yolları üzerindeki hâkimiyetiyle önem kazanmış, denizaşırı
sömürgecilerin dikkatini çekmişti.
Osmanlı Devleti, hiçbir zaman bir ticaret devleti olmamış, bütün inançları kontrol eden merkeziyetçi bir örgütlenmeye gitmemiş,
uyruklarına dinî anlamda geniş bir özgürlük alanı, halkına ise ihracatı engelleyerek bolluk sağlamıştır. Her iki insani uygulama
daha sonra Osmanlı Devleti’nin çökmesinde temel faktör işlevi görmüş, millet sistemi üzerine kurulu dinî özgürlükler
milliyetçilik akımlarının Osmanlı vatandaşları arasında hızla yayılmasına; ticaret devleti olamamak ise burjuva sınıfının gelişememesi
nedeniyle devletin mali ve bilimsel anlamda çökmesine yol açmıştır. Zira tüccar sınıfı kendi çıkarlarını koruyabilmek için tarih boyunca
sermayenin, bilimsel gelişmelerin ve tabana yayılan devlet idaresinin itici motor gücünü sağlamıştır. Osmanlı Devleti’nin ekonomik
yapısı böyle bir sınıfın doğmasını teşvik etmediğinden, hatta engellediğinden Devlet sanayi ve merkantilizm sahalarında gerçekleşen
nitelik sıçramasını ıskalayarak yeni gelişmeler karşısında hızla geri düşmüştür.
Osmanlı Devleti’nin Arap Yarımadası’ndaki varlığı 20. yüzyıl başında en çok İngiltere’yi rahatsız etmekteydi. Bu nedenle binayı içindeki
askerlerle birlikte yakmakta tereddüt etmeyen, muhaliflerinin dükkânlarını yağmalattıran, canlarına kasteden, tarihçilerin “kurnaz” “düzenbaz”
ve “gaddar” olarak nitelediği Hüseyin, Kıbrıs’a sürgün giderken gemide, kendisinden daha kurnaz İngiltere tarafından nasıl kullanıldığını
ve aldatıldığını, günahlarının bedelinin ise sandığı kadar kolay ödenemeyeceğini düşünmüş ve sadakatsiz, iş birlikçi hayatının muhasebesini
yapmış olmalıdır. Şu sözler sürgün edilmeden önce, 1923 yılı başında Cidde’de Şerif Hüseyin tarafından İngiliz temsilcilere söylenmiştir, “…
İngiliz Hükûmeti bana dostu gibi değil düşmanı gibi davranıyor, bunu hak edecek ne yaptım?”.
Bu sualin cevabı aslında sorunun içinde gizlidir. Zira Şerif Hüseyin, İngilizler’in Arap Yarımadası’na hâkim olması için her şeyi yapmıştır.
19. yüzyıl başında Kutsal Şehir Mekke
Kaynak: Records of the Hajj, A Documentary History of the Pilgrimage to Mecca
C. I-III. Archive Editions, UK, 1993.
I. Dünya Savaşı başladığında Arap Yarımadası [*]
[*] BDHTH-ATASE IV, 1979.
İngiliz Arşivleri’nde Arap Yarımadası [*]
[*] Records of the Hashimite Dyansties; A Twentieth Century Documentary History; ed. Alen de L. Rush; C. 5; Archive Editions, UK, 1995. s. 315.
Arap İsyanı’nı ele alan bu çalışmanın araştırma sahası burada nihayete ermiştir. İsyan başarıya ulaştıktan sonra tabi bulunduğu devlete ihanet ederek, binlerce insanın katline sebep olan, milyonlarca insanın ise geleceğini sonu belirsiz kaotik bir sarmala mahkûm eden Şerif Hüseyin ile İngiltere arasındaki anlaşmazlık, Şerif Hüseyin’in sürgüne gitme süreci ve sonrasındaki gelişmeler bir sonraki çalışma olan “Şerif Hüseyin Monografisi”nde ele alınacaktır.
Sahip olduğu jeopolitik konum ve jeostratejik özellikler nedeniyle Arap Yarımadası tarihin her döneminde güç oyunlarının merkezi haline gelmiştir.
Daha önceleri Uzak Doğu ve Hindistan ticaret yolunun kontrolü açısından büyük avantajlar sağlayan Arap Yarımadası 19. yüzyılla beraber petrolün hayati
değer kazanması sebebiyle önemini fazlasıyla arttırmıştır. Bu anlamda dönemin süper gücü Büyük Britanya İmparatorluğu gözlerini bölgeye dikmiş ve Arap Yarımadası’nın kontrolünü ele geçirebilmek için her türlü yolu denemekten çekinmemiştir.
İngiltere’nin Osmanlı Devleti yönetimindeki Arap topraklarına ilgisinin Yedi Yıl Savaşları (1756-1763) neticesinde Hindistan’ı işgalinden sonra başladığı
görülür. Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla (1869) söz konusu ilgi ivme kazanmıştır. İngiliz Hükümeti Mısır’ı ilhak ettikten (1882) sonra, Avrupa’nın en önemli
kara gücü Almanya ile karşılaştığı rekabetin de etkisiyle Arap yarımadasında etkinliğini artırmak için çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Müslüman Araplar’ın
Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmesi için milliyetçilik akımlarının cesaretlendirilmesine ihtiyaç vardı. Bu nedenle Arap yarımadasına gösterilen ilginin dikkatle irdelenmesi gerekmektedir. Zira Arap milliyetçiliği İngiltere’nin desteğiyle gelişmiş ve isyan ile sonuçlanmıştır. İngiliz Hükümeti’nin Arap yarımadasına ilgisinin iki önemli nedeni bulunduğu söylenebilir. Süveyş kanalı açıldıktan sonra Kızıldeniz İngiltere için stratejik önem kazanmıştı. Arap yarımadasının batı yakasında kurulabilecek hükümranlık ile İngiliz stratejik amaçlarının korunması garanti altına alınabilirdi. Doğu yakada kurulacak hükümranlık ile de petrol bölgeleri rahatlıkla kontrol edilebilirdi. Bunlara ek olarak Hindistan Müslümanlarının kutsal yerleri ziyaretleri kolaylaştırılarak Hindular tarafından örgütlenen Kongre Hareketi’ne karşı Müslüman Ligi’nin desteği alınabilirdi.
Mısır’ın ilhakı, Arap yarımadasına yönelik İngiliz politikaları için sağlam bir köprübaşı görevi görmüştür. İlhaktan sonra İngiltere’nin Arap yarımadasına
yönelik ilgi ve çalışmaları belli bir program dahilinde, yarımadanın da gelecekte Mısır benzeri bir müstemleke idaresi altına alınması amacıyla gerçekleştirilmiştir. Stratejik ve ekonomik nedenlerle Arapları ilgilendirmesi gereken bir mesele olan Arap milliyetçiliğinin Müslüman Araplar arasında taraftar bularak güçlenebilmesi İngiliz çıkarları için hayati önemdeydi. İngiliz etkinliğinin güçlü bir şekilde kurulabilmesinin ön koşulu Osmanlı Devleti’nin güç kaybetmesiydi. Bunun için de milliyetçilik akımları vasıtasıyla Müslüman Araplar ile Osmanlı Devleti arasındaki din birliğinin zayıflatılması gerekiyordu.
Özellikle, 1908 yılından itibaren İngiltere’nin bölgedeki faaliyetlerini kolaylaştırıcı birkaç temel faktörden bahsetmek yerinde olacaktır. II. Abdülhamit,
parçalanmakta olan Osmanlı birliğini korumak ve özellikle Müslüman tebaayı bir arada tutabilmek için din birliğini toplumlar arası bağları kuvvetlendirici
bir tutkal olarak kullanmıştı. İttihat Terakki Cemiyeti’nin (İTC) göreve geldikten sonra Abdülhamit’in söz konusu politikası uygulamadan kalktı. Bu durum,
kavmiyetçiliğin her zaman güçlü olduğu Arap toplumunda İngiliz destekli milliyetçilik akımının yayılmasını kolaylaştırdı. Diğer bir faktör Mekke emirliği
görevine İTC tarafından 1908 yılı Kasım ayında Şerif Hüseyin gibi kurnaz, güvenilmez, muhteris ve zayıf karakterli bir şahsiyetin getirilmesidir. Abdülhamit, Şerif Hüseyin’i emaret görevinden özellikle uzak tutmuştu.
İngiliz politikalarını kolaylaştıran son unsur olarak, dağılmakta olan Osmanlı Devleti’nin Arap yarımadasındaki asayiş ve idari aksaklıkları bir türlü çözeme mesi gösterilebilir. Osmanlı Devleti’nin üstesinden gelmeyi başaramadığı otorite boşluğu sebep sonuç ilişkisi içinde iktidar sorunu yaratarak beraberinde idari zafiyeti getirmiş ve bu durum İngiltere ile işbirlikçileri tarafından kendi amaçları doğrultusunda kullanılmıştır. Arap milliyetçiliği temelinde kurgulanan
Arap isyanı, savaşın Osmanlı Devleti aleyhine sonuçlanmasına giden yolu da kısaltmıştır.
Doç. Dr. İsmail Köse’nin titizlikle hazırladığı ve alanının nadir çalışmalarından biri olan Kronik Kitap tarafından neşredilen İngiliz Arşiv Belgelerinde Arap İsyanı, Türk-Arap ilişkilerinin belki de en hassas dönemini aydınlatıyor. İngilizlerin halen çok tartışılan Arap İsyanı’ndaki rollerinden Gertrude Bell ve T.E. Lawrance gibi meşhur İngiliz istihbarat elemanlarının bölgedeki faaliyetlerine, Kral Abdullah’ın, Şerif Hüseyin’in ve Suudlar’ın siyasi ilişkilerinden Fahreddin Paşa’nın destansı Medine Müdafaası’na kadar birçok önemli konu arşiv belgelerinin ışığında birincil kaynaklar kullanılarak mercek altına alınıyor.
Konunun başlıca hareket noktası olan 1882’deki Mısır işgalinden sonra İngiliz Hükûmeti’nin Filistin ve Hicaz’a yönelik politikalarını esas alarak başlayan
kitap, İngilizler ile Şerif Hüseyin arasındaki bugün bile hararetle tartışılan çıkar ilişkilerini derinlemesine irdeliyor. Kısacası konu kapsamında yaşanan gelişmeler öncesiyle ve sonrasıyla çok boyutlu olarak okuyucuların dikkatine sunuluyor. Yakın dönemde üzerine sıkça vurgu yapılan Arap İsyanı ve Türk-Arap ilişkilerinin mahiyeti hususunda Doç. Dr. İsmail Köse’nin bu çalışmasının önemli bir rehber olacağını düşünüyoruz.
***