ÜMİT ZİLELİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÜMİT ZİLELİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Temmuz 2019 Salı

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 15 - Türk olmanın faydasını görmek!..

BEYİNLERİN SULANDIRILMASI.., 15 - Türk olmanın faydasını görmek!..


Türk olmanın faydasını görmek!..
26 Nisan 2017
ÜMİT ZiLELİ.,


Adam, AKP'nin Çorum eski milletvekili... Isminin başında başka bir sıfat yazmadığı, "eski milletvekili" ile yetindiği için ben de, bu muhteremi böyle anacağım. 
Bu eski milletvekili, okullarda okutulan "Andımız" kaldırılınca pek bi sevinmiş, etrafa gülücük saçan mesajlar çekmeye başlamış... 
Facebook'ta bu eski milletvekilini takip eden bir yurttaş da dayanmamış bir mesaj atmış:

-Neyi vardı Andımız'ı da kaldırdılar. Varlığım Türk varlığına armağan olsun...
Eski milletvekili muhterem pek celallenmiş, "Sen Türk müsün, yoksa kendini Türk zannedenlerden misin, hiç araştırdın mı bilmiyorum. Fakat ben seni 
ırkından dolayı değil, bildiğim kadarıyla iyi bir Müslüman olduğun için, Allah rızası için sevdim" diye yüklendikten sonra, kendince taşı gediğine koyuvermiş:
-Bugüne kadar Türklüğümün hiçbir faydasını görmedim... Yine de bugüne kadar varlığını benim varlığıma armağan edenlere teşekkür ederim!.."
Ne kadar esprili değil mi?.. Yetinmemiş, bir de akıl vermiş o müthiş, o zeka dolu espri yeteneğiyle:

-Ayrıca, Andımız'ı evden çıkmadan okuyabilirsin, sıkıntı yok!..

Gördüğünüz gibi, eski ya da yeni fark etmiyor; bunların tümünde aynı yetenek, aynı entelektüel birikim, aynı espri dehası fazlasıyla mevcut... 
Ancak bi şeye fena halde takıldım:
-Türklüğün, ne gibi faydasını görecekti acaba?.
Inşaat ya da asfalt ihalesi değil ki bu...

Küllerinden doğmak

Bir üst kimlik... Fransız Devrimi'nden itibaren, ulusal devletlerini kuran ve "milletleşen" topluluklar, devletlerinin isimleriyle anılmaya başladılar. 
Ingiliz, Fransız, Ispanyol, Alman, Rus gibi...
Osmanlı'da "millet" deyimi, gerçek bir milleti değil, ümmeti temsil ediyordu. Osmanlı'dan son ayrılan millet, Türklerdi. Başlangıçta devleti kuran, ancak 
yüzyıllardır o devletin yönetiminden uzaklaştırılan, Türklükle hiç ilgisi kalmamış yönetici sınıfın ve de ulemanın, "Etrak-ı bi idrak" yani "geri zekalı" diye 
aşağıladığı, ancak savaşlarda ya da angarya işlerde akla gelen Türk milletinden söz ediyorum!..
Türkler, yıkılan Osmanlı Devleti'nin küllerinden, tarihin emperyal devletlere karşı ilk kurtuluş savaşını kazanarak doğdular. Kendi ulus devletlerini kurdular. 
Adını da, yüzlerce yıldır Batılıların, Anadolu için kullandıkları sözcüğe "Cumhuriyet" sıfatını ekleyerek koydular:

-Türkiye Cumhuriyeti!..

Türk kimliğinin azılı düşmanları.,

Türklük aynı zamanda bir aidiyet duygusudur...
Hangi kökenden gelirse gelsin, hangi dine ya da mezhebe mensup olursa olsun, nüfus kağıdında "Türk" yazan, kendini "Türk" olarak tanımlayan herkes 
Türk'tür... Büyük devrimci, işte bu tanımdan yola çıkarak, bugün her yerden silmeye çalıştıkları o özdeyişi, kulluktan yurttaşlığa geçirdiği Türk milletine 
armağan etmişti:

-Ne mutlu Türk'üm diyene!

Andımız'ı ve bu özdeyişi "ırkçı" olarak niteleyen ümmetçiler ve neo liberal artıklar, ya Türkçe bilmiyorlar ya da cumhuriyete duydukları nefret ve önyargı, 
gözlerini, akıllarını kör etmiş durumda!.. Irkçı söyleme göre, Mustafa Kemal Atatürk'ün o müthiş söylemi şu şekilde olmalıydı:

-Ne mutlu Türk olana!..

1950'lerden itibaren, yurttaş bilincinin erozyona uğratılması, büyük gerileme ve son dönemin "Sünni devlet" yaratma çabaları tabii ki "Türk" kimliğinin, 
milletin ve milliyetçiliğin azılı düşmanı olacaktı; tersi olsaydı, eşyanın tabiatına aykırı olurdu!..
Tüm bu nedenlerle, eski AKP milletvekili muhteremin "Türklüğümün hiçbir faydasını görmedim" lafı sonuna kadar doğrudur... 
Hiç kuşkunuz olmasın; alınıp satılır bir nesne olsaydı, anında nakite çevrilebilir rant aracı olsaydı, önce bu muhteremler sahip çıkarlardı...
O nedenle, bu memleket, büyük şair Nazım'ın "Kuvayı Milliye Destanı"nda dediği gibi, "Dörtnala gelip uzak Asya'dan, Akdeniz'e bir kısrak başı 
gibi uzanan bu memleket bizim" diyenlerin, ateşi ve ihaneti görenlerin, zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyleri olmayanlarındır...
Işte o nedenle, o aidiyete gururla sahip çıkanların haykırışı sürekli çınlar gökkubbede:

-NE MUTLU TÜRK'ÜM DIYENE...

http://www.gunlukkoseyazilari.com/sozcu-umit-zileli-26-nisan-2017-turk-olmanin-faydasini-gormek/315212



***

24 Kasım 2017 Cuma

Can Dündar ve Cumhuriyet!

Can Dündar ve Cumhuriyet!

ÜMİT ZİLELİ 
30 Eylül 2017/Sözcü

İkisi üst üste geldi…


Önce Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen soruşturma kapsamında Can Dündar'la ilgili “kırmızı Bülten ve iade talebinde” bulunuldu..
Nobel ödüllerinin belirlenmesinde rol oynayan Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü aynı sıralarda 2017 ödülleri için kendi listesini açıkladı; 5 adayın bulunduğu listenin üçüncü sırası şöyle:

-Can Dündar-Cumhuriyet gazetesi!

Şaşırdığımı itiraf etmeliyim; hakkında çıkarılan “Kırmızı Bülten” için değil, Nobel Barış Ödülü'ne Can Dündar hangi kriterler göz önünde bulundurularak aday gösterildi acaba sorusuna yanıt veremediğim için…
Acaba Ergenekon-Balyoz-Casusluk kumpasları sırasında hem içerdeki tutsaklar hem de yıllar sonra birileri tarafından genel yayın yönetmenliğine atanacağı Cumhuriyet Gazetesi aleyhine ipe sapa gelmez yazılar kaleme aldığı için mi?..
“Mustafa” filmiyle, Kurtuluş Savaşı kahramanı, bu ülkenin kurucusu, Türk ulusuna çağdaş ve bağımsız bir ülke yaratmak için büyük devrimlere imza atan Büyük Devrimci Mustafa Kemal Atatürk'ü gözden düşürmeye yönelik pespaye yalanları gerçekmiş gibi yutturmaya kalktığı için mi?..
Üstüne oturduğu TRT arşivini tepe tepe kullanıp yaptığı “belgeseller” gibi, Fetullah Gülen'in de yaşamını epey pahalıya yapmak isteyip, yapamadığı için mi?..

Yoksa, adını Mustafa Kemal'in koyduğu Cumhuriyet Gazetesini Aydınlanmacı çizgisinden çıkarıp, birilerin meze etmeye çalıştığı için mi?..

Asli faali olduğu davadan dolayı, 3 ay hapis yatıp, sonra “Tutuklandık” diye kitap yazıp, bunun çeşitli dillere çevrilmesini sağladığı için mi?..
Yoksa, arkadaşlarını arkada bırakıp, Almanya'ya sığındığı, Avrupa başkentlerinde kitabını imzaladığı, başkanlık saraylarında ödüller aldığı için mi?..
Oslo Barış Enstitüsü bu kararı vermesinin detaylarını, Can Dündar'ın insanlığa barış adına nasıl katkı verdiğini inandırıcı biçimde açıklayacaktır zannımca!..
Cumhuriyet Gazetesi'ne gelince; 17 yıl yazarı olarak çalıştığım, radyosunu kurduğum, mensubu olmaktan gurur ve şeref duyduğum gazetemin Nobel Barış Ödülü'ne aday olması beni elbette mutlu eder ancak bu şekilde değil…

-Can Dündar ile adı birlikte anılarak değil!..

Cumhuriyeti batıranları cansiperane savunanlar!..


Cumhuriyet Gazetesini en bayağısından ayak oyunlarıyla zapt eden, 3 küsur yıl içinde tüm malvarlığını yasalara aykırı şekilde satıp, savuran, Cumhuriyet düşmanı yazarlara köşe açan, gazetenin tirajını gayet istikrarlı bir şekilde 30 binlerin bile altına düşüren zevatın elbette bunun bedelini ödemesi gerekiyor…
Ancak haklarında açılan hukuk davasını kaybedecekleri o denli ortadayken, akıl almaz bir şekilde 11 yönetici ve yazarının tutuklanması, bu soruların sorulmasını geciktirdi doğal olarak.. Ahlak anlayışımız, insani duruşumuz, vicdanımız “şimdilik” bu soruları ertelememiz gerektiğini söylüyordu… Ancak, gazeteyi bu hale düşürenler ve gazete dışından bu zevata cansiperane destek verenlerin, her türden ahlaki değeri, vicdanı pas geçerek yaptıkları saldırıları, hiç bir değere sığmayan yalanlarını görünce açıkçası “değmeyeceklerine” karar verdim…
Gazeteyi ele geçirenlerle “kader birliği” yapmış haber sitesinin “gazeteci” ve de yetkili yazarı 25 Eylül'deki dava sonrasında yazdığı destek yazısında, Cumhuriyet İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay'ı ve diğer işgalcileri aklamak adına kalemini epey zorladı… Gazeteyi bu kişilerden kurtarmak için hukuk davası açan Alev Coşkun'a ise “gazeteci” sıfatıyla ve kendi deyişiyle “mecburen ağır şekilde” yüklendi…

-Bir gazeteci olarak yüzüm kızardı!..

Geldikleri gibi gidecekler!..

O halde ben de Alev Coşkun'un bu saldırılar karşısında yaptığı basın açıklamasında sorduğu sorulara aracılık edeyim…
Ancak önce Cumhuriyet Gazetesi'nden ayrılmak zorunda kalan Nuray Mert'in şu açıklamasını paylaşmak istiyorum:
-Beni Cumhuriyet'e davet eden Akın Atalay'dı. Gazetenin Kemalist çizgisini bildiğim için davet karşısında çok titiz davrandım. Ancak Atalay gazetenin “dar vizyonunu” genişletmek için böyle bir davette bulunduğunu söyledi.”
Liberal bir yazarın şu sözleri bile, bu zevatın Cumhuriyet Gazetesi'ni nasıl bir şekle dönüştürmek için çabaladıklarını göstermiyor mu?!.
Alev Coşkun'un basın açıklamasında Akın Atalay'ın 14 Aralık 2014 tarihinde attığı bir tweet yer alıyor; bakın orada ne diyor Atalay:
-Hırant öldüğünde Ermeni'ydik… Bugün cemaatçi, yarın gerekirse AKP yalakası oluruz!.

Sorsanız bu bayağı tweet için “ironiydi” diyecek eminim, ancak ironinin de bir haysiyeti vardır; o tarihten sonra gazetenin “vitrini” ne yani birinci sayfasına ve ithal edilen yazarların köşelerine baktığınızda o tweet ne kadar ironiydi, ne kadar içinden gelenleri açığa vuruyordu gayet iyi anlıyorsunuz!..
Basın açıklamasında yer alan “Anlaşılıyor ki, bütün işler 15 Mayıs ile 30 Mayıs arasında dönüyor” iddiasını da bu zevatın yanıtlaması gerekiyor; o tarihler arasında Fetullah'ın fotoğraflı haberi Cumhuriyet logosunun yanında yayınlandı. Vakıf davasında dört müfettişten yalnızca biri bu arkadaşlar lehine karar verdi. O da 15 Temmuz sonrası FETÖ soruşturması geçirdi ve kızağa alındı!.. Alev Coşkun hem Akın Atalay'a hem de Can Dündar'a soruyor:
-Bir pazarlık yapıldı, bu neyin pazarlığıydı?..
Bu soruların yanıtlarını verebilirler mi, hiç zannetmiyorum… Ama bu arkadaşlar ve destekçileri unutmasınlar:
-Gerçeğin sonunda ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır!..

30 Eylül 2017/Sözcü


***