Öcalan yeni bir şey söyleyemiyor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Öcalan yeni bir şey söyleyemiyor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Aralık 2014 Salı

Öcalan yeni bir şey söyleyemiyor!



Öcalan yeni bir şey söyleyemiyor! 

 Sait ÇETİNOĞLU



Öcalan yeni bir şey söyleyemiyor![1]

Sait ÇETİNOĞLU




Alin Ozinian: KCK Eşbaşkanı Hozat geçen hafta, Ermenileri Kürt barışına engel olmak ile suçladı. Hozat ne dedi?

Sait Çetinoğlu: 

Bese Hozat “Türkiye’de resmi devletin dışında bir de oluşan paralel devletler vardır. Mesela F. Gülen cemaati paralel bir devlettir(…) İsrail lobisi, yine milliyetçi Ermeni ve Rum lobileri paralel birer devlettir. Paralel devletlerin birbiriyle ortaklaştığı ciddi bir çıkar ilişkisi vardır…’’ diye devam eden sözleriyle Türkiyeli “azınlık” mensuplarını barışın ve demokrasinin önünde engel olarak gördüğünü söyleyerek hedef gösterdiğini söyleyebiliriz. Hozat, ezberlediği cümleleri birbiri ardına ekliyor denilse de eline bir metin verilmiş gibi görünüyor. Başlangıçta bir dil sürçmesi olarak algılanmak istenmişse de başta KCK yürütme konseyi üyesi Rıza Altun’un aynı mealde ki sözleriyle bunu bir PKK politikası olarak algılamak mümkündür: "...Bugün Türkiye’de yaşanan kaosa baktığımız zaman devlet içerisinde Önderliğinde sık sık vurguladığı lobilerin var olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Ermeni lobisi, Yahudi lobisi, Rum lobisi vardır. Bu lobiler bizzat Türkiye’de devlet içerisinde yuvalanmışlar. Devlet içerisinde etki yapabilecek lobi düzeyindedirler. Bu lobiler Kürt sorununun bu şekliyle çözülmesini kendi politik çıkarları için çok uygun görmüyorlar. Çünkü mevcut durumda kendilerinin talepleri vardır. Rum-Türk çelişkisi, Ermeni-Türk çelişkisi, Yahudi-Türk ilişkileri ve çelişkilerden dolayı Türkiye’de belli bir istikrarın gelişmesini istemezler... " sözleri başta olmak üzere Kürt tarafındaki birçok çevreden kişiler suskun kalırken birçok kişi KCK yetkililerini doğrular açıklamalar yapmışlardır.
Ermeni algısındaki sakatlığın ortaya çıkması yeni değildir. Bunların başlıcalarından biri de BDP yöneticilerinden BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın dil sürçmesidir(!): ‘’Biz buradan söylüyoruz. Aklınızı başınıza alın. Kürtler 1915’lerdeki Ermeniler değil ki katledesiniz, Kürtler 6-7 Eylül’ü yaşayan Rumlar, Yahudiler değil ki zulüm edesiniz.’’ ve ‘’Kafkaslardan, Boşnaklardan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz, haddinizi bileceksiniz’’ Sakık’ın sözleri, düzletilip sonrasında özür dilense de bu ayrımcı fikrin yerleşikliği ve derin algı konusunda bize bir fikir verir sanıyorum.
Hozat’ın sözlerini değerlendirerek durumdan vazife çıkaran özellikle Hıristiyan/Ermeni karşıtı ve anti-semit birçok açıklama ve yazılardaki ifadeleri niteliği gereği değerlendirme dışı bırakıyorum. Önemli olan resmi açıklamalardır. Kaldı ki Hozat’ın sözleriyle ilgili arka arkaya resmi açıklamalar da yapılıyor:
Hozat’ın sözlerini değerlendirirken “İyi ifade edememiştir” diyen PKK yürütme konseyi üyesi Mustafa Karasu “Bese Hozat arkadaşın söylediği bir cümle, ki uzun bir röportajın içinden cımbızlanarak alınmıştır. Böyle bir cümle üzerinden aslında Kürtlerle Yahudiler, Ermeniler, Rumlar karşı karşıya getirilmek istenmektedir. Sözleriyle Bese Hozat’ın sözlerine açıklık getirmeye çalışırken Karasu’nun kullandığı dil de sorunludur ve bir hegemonyayı içermektedir: " … [B]u coğrafyada demokrasinin dinamiği Kürtlerdir. Kürtlerin mücadelesi Ortadoğu’yu demokratikleştirecektir, özgürleştirecektir. … Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Süryaniler, farklı etnik ve dinsel topluluklar, gerçekten özgür ve demokratik yaşayacaklarsa en büyük müttefikleri Kürt özgürlük hareketidir ve Kürtlerdir" sözleri de açıklanmaya muhtaçtır. Ayrıca Karasu’nun açıklamasından eleştiriden uzak olduklarının anlaşılması zor değildir.
Evet, Kürtler bu coğrafyanın dinamiklerinden biridir. Ama yegane dinamik Kürtler değildir. Kaldı ki böyle dışlayıcı sözler demokrasi mücadelesinde hoş sözler değildir. Barış dili ise hiç değildir. Her şeyin/her sorunun önüne Kürt dinamiğini ve Kürtlerin mücadelesini koymak ise, çok kızdıkları ve sürekli “Türk solu”nu suçlama materyali olarak kullandıkları “Türk solu”nun her şeyi/her sorunudevrime bağlayan anlayışın günümüz versiyonudur.
Açıklamasının yanlış anlaşıldığını belirten Bese Hozat’ın son açıklamasında sol jargon kullanılmaya çalışılsa da ifade üslubu Karasu’nun dili gibi sorunlu ve hegemoniktir:

“Benim buradaki kastım, halklar değil. Milliyetçi lobi derken, ben bunu ne Rum halkıyla, ne Ermeni halkıyla aynı biçimde ele almıyorum. Kast ettiğim kesimler, küresel sermaye ve kapitalist güçlerle birlikte hareket eden, onların politikaları ile ortaklaşan o temelde siyaset yürüten ve kendisini örgütlemeye çalışan işbirlikçi kapitalist, modernist güçlerdir. Bu benzer güçler Kürtlerin içinde de var. Yani bütün halklar içerisinde elit tabaka içerisinde, üst tabaka içerisinde işbirlikçi güçler çıkıyor. Bundan kasıt halklar değildir, biz kırk yıldır halkların özgürlük mücadelesini veriyoruz. Kürt özgürlük mücadelesi Kürtlerin olduğu kadar, Ermeni, Süryani, Rum, Yahudi halkının demokratik özgürlük mücadelesidir. PKK hareketi halklara sevdalı bir harekettir… Bu hareketi, mücadeleyi abartma değil, bu bir hakikattir. Bugün eğer bu halklar, demokrasi, özgürlük talebinde bulunuyorsa, açıktan anadil istiyorsa, açıktan kendi kimliklerinin tanınmasını istiyorsa, özgürlük, demokrasi, bunun anayasal güvenceye kavuşmasını istiyorsa, bunu açıktan dillendiriyor, mücadelesini veriyorsa; bu, kırk yıllık mücadelenin açığa çıkardığı değerler sayesindedir.” Sözleri anlamlandırılmaya muhtaçtır ki PKK/KCK için minnet duymamız, minnet duygusuyla bağlanmamız istenmektedir ki bu dil de sorunludur.
Bese Hozat ve arkadaşlarının Soykırım neticesinde tarihsel topraklarından kazınan halklardan ve demokrasi mücadelesinin unsurlarından söz ederlerken daha dikkatli bir dil kullanmaları gerekirdi.
Burada şu noktanın altını çizmekte yarar olduğunu düşünüyorum; lobiler ile ilgili bu kadar duyarlı olan PKK sözcüleri, Mor Avgin Kilisesinin topraklarını işgal edenlere o toprakları sahiplerine iade etmelerini tembih etmeleri samimi bir başlangıç olacaktır. Kürtlerin özgürlükten önce hakkaniyetin yanında olma koşulları mevcuttur.

Bu konu ile ilgili Öcalan’dan bir açıklama geldi. Onu nasıl anlamalıyız?

Öcalan’ın Ermenilere yazacağı mektubun içeriğinin Karasu’nun açıklamasından farklı bir dil ve üslup içermeyeceğini düşünüyorum, bu konuda yanılmayı şiddetle istiyordum.
Öcalan’ın söz edilen “mektubu” sonunda muhataplarına ulaşmıştır. İçeriğiyle ne yazık ki beni yanıltmayan mektup Öcalan’ın isteğinden ziyade, HDP üyesi Ermenilerin kırgınlıktan doğan tepkilerini savuşturmak için HDP yönetimince istenmiş gibidir.

Mektup birçokları tarafından çok yönlü değerlendirilmiştir. Ben burada Öcalan’ın koşulları gereğimektubun derinlemesine incelemeye gerek duymadan, kısaca şunları söylemekle yetineyim: “Mektup” soykırım sözü dışında Davutoğlu’nun söyleminden farklı bir üslup içermemektedir. -Mustafa Kemal de ihtiyaç duyduğunda 1915 Soykırımını fazahat (alçaklık) olarak nitelemiştir.- Mektupta Soykırımın aktörleri karartılmış, hayali Batı, emperyalizm, para – kapital, kapitalist modernite… suçlanarak Müslüman (Türk-Kürt) aktör gözden uzaklaştırılmıştır. Kaldı ki lobiler söyleminin aynı yerinde duruyor olması, Öcalan’a isnat edilen beni en iyi Bese Hozat anladı mealindeki sözlerine denk düştüğünü kolaylıkla söylemek mümkündür. Kısaca mektup anlaşılmak istendiği gibi değerlendirilse de Öcalan’ın 2013 Şubatında durduğu yerden kımıldatıldığı söylenemez.
Öcalan’ın 2013 Newroz açıklaması 2015’e doğru yeni bir konseptin açık edilmesi olarak okunabilir. Bunun ipuçlarını Şubat 2013 görüşmelerinin sızdırılan bölümlerinde görüyoruz; “Türkiye’de 3 koldan paralel devlet çalışması var. Bu ilişkileri sabote edilmeye başladı. Sıradan lobiler değil. ABD’de Yahudi, Ermeni ve Rum lobileri stratejik ve taktik müdahale ediyorlar. Her 3’ü de Anadolu çıkışlıdır.” Sözlerinin arkasından Newroz konuşmasında, Ortadoğu’daki Türk-Kürt stratejik ortaklığını vurgular: “Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.” Sözlerinin merkezinde bir dışlama yatmaktadır. Öcalan’ın İslam kardeşliğine yaptığı vurgu ile Abdülhamid’in Hıristiyanları dışlayan birlik ve selamet projesi arasında bir fark yoktur. İkisinde de ümmete vurgu yapılmaktadır. Abdullah Öcalan bu sözleriyle 2015’in startını 2013 Newroz konuşmasında vermiş gibidir. Devlet de 2015 hazırlıklarında 1915 Soykırımının önüne Çanakkale 1915’i koymanın hazırlıklarıyla bin yıllık İslam kardeşliğine vurgu yaparak nafile bir çaba ileMisak-ı Milli ruhunu yeniden canlandırmaya çalışmaktadır. Kurtuluş Savaşı süreci içinde olduğu zannedilen ancak bir İngiliz-Alman savaşı olan Çanakkale’ye Kürtler, Türklerle birlikte Müslüman kimlikleriyle cihad için katılmışlardır. O dönemin Türk-Kürt kardeşliğinin/ ortaklığının vatan kavramı yoktu. (Vatan için orada olanları zikredersek, bunlar Rumlardı, Ermenilerdi ve Musevilerdi) Kürtler 1915 Soykırımına da aynı şekilde Müslüman kimlikleriyle katılmışlardır. Birinde ahretlik diğerindedünyalık. Birincide ahrette yer edinirken ikincide dünyada yer edinilmiştir. Bu günkü stratejik ortaklık’ın neye/nereye denk geldiği sorusu orta yerde durmaktadır.

Kürtler Erdoğan ile birlikte ortak bir 2015 planına mı çalışıyorlar? Erdoğan ile bir pazarlık içinde olduklarını düşünebilir miyiz?

Öcalan son bildirgesinde devlet ile “pazarlık” yapmadığını açıklamaktadır. Ki doğrudur. Öcalan devlete on yılı aşkındır tutsaktır ve devletin kontrolündedir. Pazarlık değil itaat koşulları öne çıktığını söylemek mümkündür.
Bir Ermeni yayın organı 2015’e Türklerin bizden daha iyi hazırlandığını dile getirmişti ki bir bakıma doğrudur; TC 2015’e önemli bir bütçe ayırdı. Başbakan Yardımcısı bütçe görüşmelerinde bunu açıkladı. Türk Tarih Kurumu 2015 çerçevesinde bir dizi konferanslar düzenleyecek. Bunları kurumun internet sitesinde görmek mümkün. Bu bakımdan açıklamaları bu çerçevede değerlendirerek, 2015 perspektifinden bakmak olaylara şaşı bakmaktan bizi kurtarabilir.

1915’de Soykırıma uğrayan Ermenilerin mülklerine ne oldu? Kürtlere Türkler mi paylaştırdı? 1915’te Kürtler ne yaptılar?

Ermeni malları devlet ile Müslüman millet arasında paylaşıldı. Siyasi partiye – CHP, özel sektöre, belediyeye, ticaret odalarına, hazineye, vakıflara, kişilere devredilmiştir. Bu paylaşımı yani yağmayı doktor Reşit özetler. 1915 Soykırımı sonucunda %30-35 oranında bir mülkiyet el değiştirmiştir. Bugün hala Ermeni malları satılıyor. Bunu Elazığ ve Diyarbakır Defterdarlığı internet sitelerinde görmek mümkündür. Elazığ Defterdarlığı Hüseynig’de tarla satıyor. Hüseynig’de Türk mü vardı, Kürt mü vardı?
Burada “kurtarma efsanesine” de değinmek isterim. “Kurtarma” adı altında yetimlerin mal varlıklarına el uzatılmaktan çekinilmemiştir:
Talat’ın 11 Ağustos 1915 tarihli telgrafında, “evlat” edinilen çocuklar ile Müslümanlığa döndürülüp evlenilen kadın ve kızların ailelerinden kalan malların (yani mirasın) da “bakıcı” ailelere devredilmesine izin verilmektedir. Bu yüzden zengin ailelerin çocuklarını “evlat edinmek” için kavga eden Müslüman aileler vardır. Bir başka vahim ve günümüze uzanan durum da Ermenilerin mirasçısı devlet olduğu gerçeğidir. Bu olgu Anayasa Mahkemesinin 22 Nisan 1963 tarihli kararıyla da perçinleşmiş günümüze uzanmıştır. Sevan Nişanyan’ın kendi köyünde kendi mülkünde yaptığı işlerden dolayı cezaevine konması ve daha sonuçlanmamış 20’ye yakın davada toplam 50 yıla uzanan ceza tehdidine maruz kalması bundan ayrı değildir. Sevan’ın mülküne emval-i metruke muamelesi yapılmaktadır. Sevan’a kendi mülkü olmadığı hatırlatılmaktadır. Sevan mülklerini “Mademki Ermeni’yim istenmeden verdim!” sözleriyle Nesin Vakfına bağışlasa da yaptıkları bağışlanmadan(!) cezaevine konmuştur.

Kürtlerin 1915’te ne yaptığına gelince sadece tetikçilik denip geçiştirilecek bir şey değildir. Kandırılma ile de ilgisi yoktur. -1915- 23 sürecindeki vaatler yerine getirilmemesine kandırılma denirse kandırılma elbette vardır.- Suçu Hamidiye Alaylarına yıkmak halk bunda yoktu demek de bilgisizlikten öte çarpıtmadan başka bir şey değildir. Halkın katılımının, sesiz kalma ya da sesiz onamanın ötesinde bir olgu olduğu ve birçok yerde top yekûn bir katılmanın söz konusu olduğu biliniyor. Kürtler (1915 öncesinde Ermenilerin ve diğer Hıristiyanların yaşadığı yerlerin sakinleri de bundan muaf değildir) kendilerine şu soruyu sorarak 1915 Soykırımına net tavır almaya başlayabilirler: Dedem 1915’te ne yapıyordu? Bu soruyu sorabilmek son derece önemlidir.
1915 soykırımındaki tetikçilikte Kürtler yalnız değildir. Türk, Çerkez, Arap, Laz… ve hatta Hemşin de aktif olarak katılmış, katılmayan sessizce onamıştır. Saygı duyulacak halk, yönetici, asker, din adamı… arasında karşı çıkan insanlar tabii ki vardır, ancak onlar istatistiğin ihmal edilebilir veriler kategorisine girmektedir. Sonuç ortadadır ve bu coğrafyanın kadim halkları tarihsel topraklarından kazınmışlardır.
Burada bir noktanın daha altının çizilerek bir yanlışın daha düzeltilmesine ihtiyaç vardır. Dedemin yaptıklarından dolayı ben sorumlu tutulamam! Denemez. Almancadan Türkçeye geç doğmuş olmanın merhameti (ya da affı) diye çevirebileceğimiz bir kavram vardır: Gnade der späte geburt . Almanya’da, Holocost’ta ben daha doğmamıştım sorumlu tutulamam diyen Alman Nazi olarak tanımlanır.

İslam bugün ya da her zaman Kürtlerin Türklere yakın durmalarına ve Ermenileri “öteki” olarak algılamalarına sebep mi?

İslam’ı diğer dinlerden ayıran en önemli özellik kutuplaştırıcı, ötekileştirici ve hegemonik yapısıdır. İslam’ın geleceği bu yapının sürekliliğine ve sürdürülebilmesine bağlıdır. Bu yapı kesintiye girdiğinde İslam krize girer. Bugünkü krizi de bundan kaynaklanmaktadır. Elinde artık altın yumurtlayan tavukkalmamıştır. Çünkü kesmiş, yemiş ve tüketmiştir. Kısaca İslam bu dikotomiye ölesiye bağlıdır. 7. yüzyıldan itibaren İslam’ın diğer din mensuplarına karşı ölesiye savaşı -ki cihad olarak adlandırılır- bu yapının kurulmasına yöneliktir. İslam’ın iktidar olduktan sonra muktedir olmayanların üzerinde baskıdan soykırıma giden seyri, iktidar olduğu coğrafyalarda kadim halkların kazınması ve yok edilmesiyle sonuçlanmıştır.[2]

Öcalan hangi Kürtlerin Lideri? Türk liderlerin izinden giden Kürtler kimler?

Öcalan’ın Kürtlerin yarısına yakın kısmını bir arada tuttuğunu ve kontrol ettiğini söyleyebiliriz. Kürtlerin diğer yarısı da Türk liderlerin izindedir. Bu 1915 Soykırımından kaynaklanan bir rehin alınmışlıktır.
Öcalan’ın kontrol ettiği ve kontrol edemediği guruplar ayrışmış değildir. Birbirleri arasında son derece geçişli ve zaman zaman iç içe geçtiklerini de söyleyebiliriz. Öcalan’ın kontrol şekli ve söyleminin demokratik olduğu söylenemez. Kürt halkını kompartımanlara -kandil, parti, kadınlar, taş atan çocuklar gençler… gibi- ayırıp birbirlerini kontrol ettirerek, iktidarını/kontrolünü demokratik usullerin dışında bir yöntemle perçinlemesi birçok sorunları beraberinde taşımaktadır. Bu yapıya itiraza karşı kullanılan yöntem doğaldır ki şiddet olacaktır. Bu alışkanlık PKK dışındaki özellikle sosyalist iddialı kuruluşlar üzerinde de hegemonik yapının oluşturulmasını kolaylaştırmıştır. Bugün sosyalist iddialı kuruluşların PKK yöneticilerinin söylemlerine karşı çıkamamaları bu nedenden kaynaklanmaktadır. Karşı çıkacak yapı/yönetici ertesi gün tasfiye edilme tehlikesiyle yüzyüzedir. Bu bakımdan o yapıdakiyöneticiyi de atama olarak nitelemek mümkündür.
Bir bakıma bu etkinliği daha doğrusu hegemonyayı şöyle özetlemek mümkün: Feodal otoritenin yerine parti otoritesinin geçirilmesi… Ancak burada şunun da altının çizilmesinde fayda vardır. Bu söylediklerimiz kontrol edilen yapı ve kişiler için doğrudur. İradesini iki iradeye de teslim etmeyen bağımsız unsurları bunlardan ayırmak gereklidir.
PKK veya Öcalan başlangıçtaki söylemlerini Kürt yoksullarının talepleri, istekleri üzerine kurmaktaydı. Ancak bugün son gelinen noktada baştaki söylemlerinden uzaklaştıklarını söylemek mümkündür. Merkezi devlet ve belediye imkanlarıyla palazlanan Kürt burjuvazisi önemli bir güce dönüşmüştür. Bugün Diyarbakır, İstanbul’dan sonra lüks otomobil fuarının düzenlendiği ikinci kent olması çok şeyi anlatır niteliktedir. PKK bu gelişmeden etkilenmiyor, bunları dikkate almıyor demek güçtür. Bu Kürt burjuvalarının ilk birikimlerinin Soykırım sürecinde Ermeni, Süryani ve Helenlerin birikimlerinin gasp edilmesinin üzerinde yükseldiğini söylemeye gerek yoktur.

*Civil.net’ ile yapılan mülakat Ermenice olarak http://civilnet.am/sait-cetinoglu-ocalan-hozat/adresinde yayınlanmıştır.



[1] Civil.net’ ile yapılan mülakat
[2] Bu konu ayrıntılı olarak geçen yıl (2013) Sevan Nişanyan’ın Şirince Matematik Köyü’nde kendi adını taşıyan kütüphanede düzenlediği  Akıl ve Din Seminerinde, İslam fanatizminin  coğrafyamızdaki  ayağı kronolojik olarak işlendi, Seminer konuşmaları nette mevcuttur. 

..