ÖZETLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÖZETLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Şubat 2015 Pazar

ÖZETLER,




ÖZETLER,





Yekta Güngör Özden


Sıcak yazgünleri hızla geçiyor. Zamanın geride bıraktığı tortu kimi düşkırıklıklar, kimi aldanışlar, kimi pişmanlıklar, kimi acılardan oluşmakla birlikte kimi kazanımları içermektedir. Olaylardan çıkarılan dersler, kişileri daha iyi tanımakla edinilen bilgiler, yarınlara ilişkin düşünsel izlenceler de bu kapsamdadır.

Siyaset adamlarının “adam olma” ölçüleri bozuk

Son günlerin dökümünü -zaman ve yer sınırı nedeniyle- özetle yapmakta yarar var. Çelişkiler, aykırılıklar, sakıncalar birbirini izliyor. Etkin bir ses duymak neredeyse olanaksızlaştı. Toplumsal durumumuzun en ürkütücü yanı da umursamazlık. Uygar tepkilerle siyasal iktidarı uyarmak demokrasilerde en doğal yurttaşlık davranışı, hattâ görevi olmasına karşın ülkemizde izleyici-seyirci kalmak yeğleniyor. İlgisizlik, sessizlik-suskunluk, “ölü toprağı serpilmiş” sözünü anımsatan durgunluk ve donukluğu doğruluyor. İnsanımız birçok olumsuzluğu kanıksamış görünüyor. Bu duruş, kötülüklerin doğal karşılanması anlamında bir kararıştır. Böyle giderse kötülüklerin önü alınmayacak, yinelenmekten kaçınılmayacak, öncekilere yenileri eklenecektir. Toplumsal dokunun bozukluğu yakınmaları, kurumlarda geriye gidiş ve çöküş üzüntüleriyle yayılmaktadır. Nitelik, eğitim, birikim, deneyim, ahlâk ve yetenek gözardı edilmekte, başarı ve yarar çizgisi giderek düşmektedir. Siyasetin çıkarla sürdürülüp düzenlendiği dönemlerin sıkıcılığı, siyaset adamlarının “adam olma” ölçülerinin bozukluğu toplum yaşamını sarsmaktadır.
Doğrularla eğriler birbirine karışmıştır. Terbiyesini yitirmiş kimileri gerçekdışı savları çekinmeden sıralamakta, kişilik ve onur gözetmeden saldırmakta, karalanıp kötülenen kişiler yoluyla onların görev yaptığı kurumlar, işlev konuları, değerler ve ilkeler yara almakta, en azından gölge altında kalmaktadır. Öte yandan dalkavukluk alabildiğine sürdürülmekte, yetkili kişilere yaklaşıp yaranma çabalarını, onların yanlışlarını doğru saydırma dayatmaları izlemektedir. Bu arada doğrular da yanlış gösterilerek değer yargıları yıkılmaktadır. Medyamızın büyük bölümü bu olumsuz durumda giderek güvenirliğini yitirmektedir. Ulusal konularda özensiz davranışları, kimi düşmanca tutumları, yalan ve iftiralar bunun nedenidir.

Kimi komutanların daha az konuşması AB uydularına umut vermemeli Siyasal iktidar intikam, inat ve zıtlaşma ile kafasındaki düzeni gerçekleştirmeye koyulmuş ve bunun güçlü belirtileri açıkça ortada iken “değiştiği” savunularak yaranılmaya çalışılıyor. Cumhurbaşkanı’nın her insanda olması gereken olağan niteliklerini ve görevinin gereği olağan işlemlerini olağanüstü gösterip yalakalığa soyunanlar da çıkıyor. Genelkurmay Başkanı’nın devir-teslim törenleri konuşmalarında değindikleri konularda komutanları doğrulaması bırakılıp geleceğe ilişkin yönelişlerde onlar gibi düşünmediği benimsetilmeye, cumhuriyetin niteliklerinde birlikte olmadıkları anlatılmaya, emekli- görevde, diktacı-demokrat, sizden-bizden ayrımına çalışılmaktadır. Oysa emekliye ayrılanlar gibi görevlerini sürdüren komutanlar da Türk Devrimi ve Atatürk İlkeleri konusunda duyarlıklarını ödünsüz sürdüreceklerini açıklamaktadırlar. Kiminin kişisel özelliği gereği daha az konuşması ya da susması gericilere umut vermemelidir. Kendini ilerici sanan AB uydularına da. Bizi “askercilik” le suçlamaya kalkışanlardan hiçbirisi Irak’la ilgili zamansız, yersiz, gereksiz bularak eleştirdiğimiz konuşmalara, yanlı yaklaşımlara, iktidara destek görünüme dokunamadılar. Övgüde, yergide ölçüsüzlük inandırıcılığı yokeder.
Yıllardır sözlü ve yazılı biçimde değindiğimiz bölücülük, yıkıcılık, gericilik tehlikeleri kimilerinin kendi bağımlılıklarından kaynaklanan gülünç bahanelerle kabûl edilmese de 30 Ağustos konuşmalarıyla doğrulanmıştır. Yıllardır uyararak sorumluları önlem almaya çağırdığımız tehlikeler, yurtdışı destekleri yanında iktidar güvencesiyle de önemini ve öncelliğini korumaktadır.
Medya militanlığını üstlenen bilinçsiz, bilgisiz ve de terbiyesizler, mesleklerinin onurunu karalayan zararlılardır. Kurtarıcı, kurucu, Türk Devrimi’nin kaynağı, Türkiye’mizle özdeşleşerek kurumlaşan Atatürk’e, O’nun yaşam felsefemiz ilkelerine, O’nu izleyip ilkeleri güncelleştirerek barış, başarı ve esenlik peşinde koşan tam bağımsızlıkçı, özgürlükçü, ulusal egemenlikçi, aydınlanmacı, gerçekçi, bilimci, gerçek demokrat, gerçek ilerici, gerçek çağdaş milliyetçi, lâik, hiçbir kötülüğe karışmamış, özveriyle çalışmış ve çalışmakta olan Atatürkçülere saldırmayı görev edinen âdîler var. Sömürülere, soygunlara, ahlâksızlığa, bölücülük ve yıkıcılığa, gericilik ve sapkınlığa ses çıkarmayan bu beslemeler, aylığa bağlanmış ve destekli olduğu söylenenler, toplumu yanlış yönlendirmeyi üstlenmiş demokrasi kurtları, kemirgenleridir.
Galiçya’yı vatan sayıp Kıbrıs’ı vatan saymama çelişkisi
Cumhurbaşkanlığı makamına saygıyla asla bağdaşmayan sözler, demokrasinin karakterine ters düşen zıtlaşma, anlamsız direnme, hukuku hiçe sayan inatlaşma iktidarın hastalığıdır. Bağlı kalmaya andiçtikleri, değiştirilmesi bile önerilemez lâiklik niteliği için sürdürdükleri kavganın, Anayasanın 174. maddesiyle nedenleri vurgulanarak güvenceye bağlanmış devrim yasalarına saygıyla asla uyuşmayacak sözlerin ve tutumların amacı nedir? AB için bağımsızlıktan ödün vermek, sömürge olmak, ilkelerden vazgeçmek, Silâhlı Kuvvetler’i zayıflatıp yıpratmak mı, sömürge durumuna düşmek mi, inanç sömürüsü yapmak mı gerekir?
Dünyanın 10-12 cumhuriyeti arasında onurlu, saygın kimliğiyle önlerde yer alan cumhuriyetimizin altın yıllarının coşkusunu yansıtan 10. Yıl Marşı’nı herkes saygı ve dayanışma belirtisi olarak ayakta alkışlarken oturanların yavanlığı nedir? Galiçya’yı, Yemen’i vatan sayma anlayışı yanında Kıbrıs’ı vatan saymama çelişkisi neye bağlanabilir? Para için asker gönderme doğru mudur? Kimi iktidar yetkililerinin 30 Ağustos törenlerine katılmamaları, anıtlara çelenk koymamaları, kimilerinin hiçbir dinsel zorunluluğu olmayan içi bandlı sıkmabaşta direnmesi ne anlama gelmektedir? Hele bir kesimi zaten “modern medrese-miskinler tekkesi” durumunda görülen üniversiteleri kendi köktendinci-çağdışı ideolojilerinin karargâhına çevirecek YÖK Yasası Taslağı ile zorunlu ve kesintisiz ilköğretimi deldirecek İlköğretimi Yönetmeliği değişikliği, eğilimleri belli özel okullarda devlet parasıyla köktendinci yetiştirecek yöntemi savunmak ne demektir? Nice ciddi haberi sepete atıp şimdiki Başbakanın oğlunun nikâh-düğün-balayı, ilginç armağanları, VIP’ten geçerek yurtdışına gidişlerine geniş yer ayıran medya kendi kendini kemirdiğinin ayırdında mıdır?

Amerikan Büyükelçiliği görevlisi YSK’ya niçin gitti?

Muhalefetsiz iktidarın kadrolaşarak atkoşturduğu cici demokrasimizde memur, işçi, emekli, öğrenci, varlıklılar dışında her yurttaş ezilmekte, ekmek, posta pulu, geçiş ücreti ve öbür zamlarla eksileri artan geçim koşullarına karşın ekonominin iyiye gittiği, tuzu kurularca savunulmakta, parababalarının kuruluşları devlet organı gibi algılanıp ihracat asker göndermeyle olanaklı sayılmaktadır. IMF ve ABD dayatmalarının toplumsal barışı engellediği görmezlikten gelinmektedir. ABD’nin Irak’taki aczi, onun yönlendirdiği yetkililerimizce bizim başarımız olarak nitelenmektedir.

DEHAP kararı dengeleri değiştirebilir. Söylenecek çok şey bulunmakla birlikte Yargıtay’ın ve Yüksek Seçim Kurulu’nun elinde dosya varken (bugün 3.9.2003) olumlu ve olumsuz yanlarına değinmeyi emekli bir yargıç olarak uygun bulmuyorum. Ancak, ABD Büyükelçiliği’nden bir görevlinin Kurul’a giderek bilgi almasının anlamı üzerinde düşünülmesini öneriyorum.

Gerçekten değişen çok. Hiç ummadığımız yaklaşımlar, değerlendirmeler, yorumlar, beklentiler, ilişkiler duyuyor, kimilerine tanık oluyoruz. Şaşırtıcı değişiklik, daha çok başta medya, iktidara yaranma yarışına katılanları izlemekle saptanıyor. Kimi bilimsel san taşıyanlar, kimi emekliliği yaklaşanlar, kimi iş adamları, kimi kendini öne çıkarmak için kuruluşunu küçültüp bozulmaya bırakan yöneticiler, temsilciler. Neler neler..
Siyasal partilerde demokratik düzenin gereklerine aykırı gidiş sona ermiyor. Muvafakat partisine dönüşenlerde lider sultası değişmedi. Seçim yenilgisinin ayırmak zorunda bıraktıkları, ayrılma sözü verenler yerlerinde duruyor. “En önde, en üstte, en başta, en yetkili, en egemen ben, hep ben..”diyenler, konuşup anlaşamayanlar, kendisini yenileyemeyenler ortalıkta dolaşıyor. Birleşeceği, dayanışacağı, biraraya geleceği sanılıp umulanların dağınıklığı sürüyor. Kavgayla, karşıtlıkla, kıskançlık ve karalamayla Atatürkçü olduğunu sananlar bozgunculuktan geri kalmıyor. Yeni bir Anayasa ile siyasi partiler ve seçim yasaları nedense gündemde yok. Giderek yaygınlaşan karamsarlık, umutsuzluk, “Ne olacak?” sorusu yanında ekonomik gücü olanların aşırı “Vur patlasın, çal oynasın” tutumu, ilgisizlik, verkurtulculuk.

Irak’a Bilal Erdoğan gidecek değil ki

“Derin Devlet”i çıplak düşürerek İngiltere Başbakanı’nın durumunu sarsan intihar olayını ABD’nin Irak fiyaskosuna ilişkin “şahinler”in itirafları izlerken Recep Tayyip Erdoğan koşulları dışlayarak Irak’a asker gönderme isteğini dalgalandırıyor. Öyle ya Bilâl Erdoğan gidecek değil ki. Çocukları güvenceyi ABD’nin kollarında buluyor, tıpkı Fethullah Gülen gibi.
“1 Eylül Dünya Barış Günü”nde İstanbul’da, İzmir’de, Mersin’de yapılan mitinglerde onbinlerce insanın katili Apo lehine sloganlar atılabiliyor. Savaşı yöntem olarak seçenlerin barış çığlıklarının aldatıcılığı açık. Üzücü olan düzenleyici kimi siyasal partilerin bu çılgınlık karşısındaki tutumudur.
Bu arada Meclis Başkanı “Kimsenin kıyafeti nedeniyle horlanmamasını” öğütlüyor. Sanki böyle bir şey varmış gibi. Devlette görev alanların tutumu, kural ve kararlara aykırı direnme eleştiriliyor. Hâlâ giyinmek ve soyunmak arasında dolaşılıyor. Sıkmabaşa sahip çıktıkları kadar rejime ve niteliklerine sahip çıkmıyorlar. Ulusalcılıkla ilgisi olmayan “Millî Görüş” le Almanya’da buluşan Recep Tayyip Erdoğan “Türkiye cumhuriyeti yurttaşlığı”nı anlamadığını “Türkiyelik bilinci oluşturalım” önerisiyle kanıtlıyor. Millî Eğitim Bakanı, lâik cumhuriyetin güvencesi ve kandamarı ulusal eğitimi giderek yokediyor. “Verdimse ben verdim - Dün dündür, bugün bugün” demekle tanınan 9. Cumhurbaşkanı, bilinen becerilerine “2B” reklâmcılığını da katıyor.
Bir siyasi partinin İl Kongresi’nde Kur’an’a el bastırarak yemin etme ile yeni yollar açılıyor. Silvan’da polis karakoluna saldırılıyor, polisleri ve askerleri şehit eden PKK/KADEK saldırıları sürüyor. Kuşkulu orman yangınları genişleyip yayılırken Eve Dönüş Yasası’ndan daha çok iktidar yanlılarının yararlandığı, umulan sonucun alınamadığı yavaş yavaş sayılarla ortaya çıkıyor.

Konuşması Gerekenlerin Sustuğu yerde, Susması gerekenler konuşur

Bağımsız Kurullar bağımlı kılınmaya çalışılırken bir gazeteci, Genelkurmay Başkanı’nın “TSK lâik cumhuriyeti canı pahasına koruyacaktır” sözünü “Epeyce gereksiz, zamansız ve hâttâ yersiz bulduğunu” sıkılmadan yazabiliyor.
Köylerde öğretmenden çok imam, ülkede okullardan çok cami bulunan yerler var. Kaçırılan ölçü yeni sorunlar taşır. İnsanımızın inancı güçlü, kiminin de katı ama din bilgileri zayıf. Eğitim dinsel temele oturtulmak istenirken, demokratik gerekler ve yaşamsal ilkeler unutuluyor. Aklın üstünlüğü inanca kaydırılıyor. İnançlı olmak, gereksiz giysilere, biçimlere bağlanıp dayandırılıyor. Namus yalnız cinsel organlarla tanımlanıp anlaşılıyor. Yalancılık, sahtecilik, pislik, kötülük, satılmışlık, sapkınlık umursanmıyor. 40 yıllık MGK Yönetmeliği’ni yeni ele almak, ABD Büyükelçisinin gözdağına duyarsız kalmak olumlu gelişmeleri çağrıştırmıyor.
“Yargıç kararıyla, asker silâhıyla konuşur” sözü temelde ve genelde görevin ve mesleğin özelliklerini özetleyerek yansıtır. Bu anlayışa bağlı kalmak özeni, önemli konu ve durumlarda ödevi savsaklayacak bir tutumu gerektirmez. Tören konuşmaları kişisel olsa da kurumsal eğilimleri, ağırlıkları içerir. Yetkili kişilerin görüşlerini açıklayarak eleştiri, öneri, dilek ve uyarılarıyla yanıtlarını belirtmeleri bir fırsattır. Tören ve toplantı nedeniyle yapılan konuşmalar, ilgilere katkı, yardım, yön ve yollar için bir ışıktır. Sorunların çözümünde etkili bir araçtır. Resmî, yarı resmî ya da özel sayılması birşey değiştirmez. Edinilen bilgilerin, deneyimin, eğitim ve öbür çalışmaların dokuduğu düşünceler, oluşturduğu görüşler sunularak değerlendirilmesi istenir.

Benim “Konuşması gerekenlerin sustuğu yerde, susması gerekenler konuşur” sözüm, özellikle iki meslek ilgilileriyle bunlara benzer durumda olanların zamanında, yerinde ve haklı konuşmalarının doğallığını, hattâ zorunluluğunu vurgular. Komutanların tümü “Gerilikçi ve ayrılıkçı akımların sürdüğüne” değinmiş, ayrıca “Atatürkçü düşünceye ve Atatürk ilkelerine bağlılığı” yinelemişlerdir. Görevdekilerden çekinip dillerini yutanlar acaba kalemlerini nerede saklamışlardır?
Medya militanları komutanların söylembirliğiyle tokatı yemişlerdir
Emekli olanlar ve onlar gibi düşünen siviller için olmadık sözleri utanmadan söyleyip yazanlar, gelecek 30 Ağustosları beklemeyi yeğlemiş olacaklardır. Yurtseverler, makamlara, mevkilere, rütbelere, konuma göre davranmaz, konuşur. Gerçekler konuşmakla belirlenir. Komutanların gerçek, doğru, yerinde, haklı, gerekli, sözleri yalan mı? Karar açıklama, bağlayıcı konuşma ayrıdır. Temsile yetkili olan da bunları kendi başına yapamaz. O duruma gelinceye değin yapılan çalışmaları açıklama görevini yerine getirir. Yoksa “O ne derse odur, başkası olamaz” denilemez. Yargı yetkilileri de adalet yılı açılışında konuşacaklar. İyi edecekler. Medya militanları komutanların söylembirliğiyle tokatı yemişlerdir. Herhalde Cumhuriyetin 80. yıldönümüne hazırlanacaklardır. Çünkü Atatürk, Türk Devrimi, Atatürkçülük, özellikle lâiklik onların korkusudur. Gerçek demokrasi, disiplin, dürüstlük, onurlu duruş, bağımsızlık, sol düşünce, devrim gerekleri, bilgi, ahlâk ve de insanlık işlerine gelmemektedir.
Solgun Eylül’ün her yönden iyi geçmesi dileğiyle 29 Ekim’i görkemli, coşkulu kutlamaya!

CDP ve BCP’den güçbirliği

Bağımsız Cunmuriyet Partisi ve Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi Genel Başkanları, partilerinin Merkez Kurullarından aldıkları yetkiye dayanarak aşağıdaki noktaları kamuoyuna birlikte duyurmayı kararlaştırmışlardır:
1. Türkiye’nin bugünkü durumu ve gidişi, ulusal egemenlik ve bağımsızlık, cumhuriyetçilik ve demokrasi, Atatürkçü devrimcilik ve ulusalcılık, laiklik ve özgürlük ilkelerine inanan, planlı, hızlı, dengeli kalkınma için ekonomide kamusal ve özel güçleri seferber ederek nitelikli ve sağlam bir toplum yapısı yaratmayı amaçlayan, ulusal varlıkların içten dıştan talan edilmesine ve emeğin sömürülmesine karşı çıkan yurtsever kişilerin ve kuruluşların birlikteliğini zorunlu kılmaktadır.
2. Partilerimiz ilkeleri, programları ve amaçları arasındaki yakınlığı gözönünde bulundurarak, bugünkü durum ve gidişi birlikte değerlendirmek, olaylar karşısında ortak tutum oluşturmak, geleceğe dönük çalışmaları uyum içinde gerçekleştirmek için merkezde ve illerde ortak “eşgüdüm mekanizmaları” oluşturmayı kararlaştırmışlardır.
3. Merkez organları arasındaki eşgüdüm, her iki partinin genel başkanları ve birer genel başkan yardımcsıyla parti genel sekreterlerinden oluşan bir komitece sağlanacak, her iki partinin örgütlenmiş olduğu illerde benzer eşgüdüm komiteleri kurulacak, partilerden yalnız birinin örgütlendiği iller ile henüz örgütlenme aşamasına gelinmemiş illerdeki birlikte büyüme süreci Merkez Eşgüdüm Komitesi’nin saptayacağı ilkelere göre başarılacaktır.
4. Bu çalışmaların yakın gelecekteki gelişmeleri gözönünde tutacak biçimde yürütülmesi ve aynı ilkeler, amaçlar, karşı çıkışlar temelinde yeni oluşabilecek birlikteliklere sürekli açık tutulması esastır. Bizim yola çıkışımız, daha kapsamlı ve daha güçlü birliktelikler için örnek olmasını dilediğimiz bir başlangıçtır.