ÖZETLER,
Yekta
Güngör Özden
|
|
Sıcak
yazgünleri hızla geçiyor. Zamanın geride bıraktığı tortu kimi düşkırıklıklar,
kimi aldanışlar, kimi pişmanlıklar, kimi acılardan oluşmakla birlikte kimi
kazanımları içermektedir. Olaylardan çıkarılan dersler, kişileri daha iyi
tanımakla edinilen bilgiler, yarınlara ilişkin düşünsel izlenceler de bu
kapsamdadır.
Siyaset
adamlarının “adam olma” ölçüleri bozuk
Son
günlerin dökümünü -zaman ve yer sınırı nedeniyle- özetle yapmakta yarar var.
Çelişkiler, aykırılıklar, sakıncalar birbirini izliyor. Etkin bir ses duymak
neredeyse olanaksızlaştı. Toplumsal durumumuzun en ürkütücü yanı da
umursamazlık. Uygar tepkilerle siyasal iktidarı uyarmak demokrasilerde en
doğal yurttaşlık davranışı, hattâ görevi olmasına karşın ülkemizde
izleyici-seyirci kalmak yeğleniyor. İlgisizlik, sessizlik-suskunluk, “ölü
toprağı serpilmiş” sözünü anımsatan durgunluk ve donukluğu doğruluyor.
İnsanımız birçok olumsuzluğu kanıksamış görünüyor. Bu duruş, kötülüklerin
doğal karşılanması anlamında bir kararıştır. Böyle giderse kötülüklerin önü
alınmayacak, yinelenmekten kaçınılmayacak, öncekilere yenileri eklenecektir.
Toplumsal dokunun bozukluğu yakınmaları, kurumlarda geriye gidiş ve çöküş
üzüntüleriyle yayılmaktadır. Nitelik, eğitim, birikim, deneyim, ahlâk ve
yetenek gözardı edilmekte, başarı ve yarar çizgisi giderek düşmektedir.
Siyasetin çıkarla sürdürülüp düzenlendiği dönemlerin sıkıcılığı, siyaset
adamlarının “adam olma” ölçülerinin bozukluğu toplum yaşamını sarsmaktadır.
Doğrularla
eğriler birbirine karışmıştır. Terbiyesini yitirmiş kimileri gerçekdışı
savları çekinmeden sıralamakta, kişilik ve onur gözetmeden saldırmakta,
karalanıp kötülenen kişiler yoluyla onların görev yaptığı kurumlar, işlev
konuları, değerler ve ilkeler yara almakta, en azından gölge altında
kalmaktadır. Öte yandan dalkavukluk alabildiğine sürdürülmekte, yetkili
kişilere yaklaşıp yaranma çabalarını, onların yanlışlarını doğru saydırma
dayatmaları izlemektedir. Bu arada doğrular da yanlış gösterilerek değer
yargıları yıkılmaktadır. Medyamızın büyük bölümü bu olumsuz durumda giderek
güvenirliğini yitirmektedir. Ulusal konularda özensiz davranışları, kimi
düşmanca tutumları, yalan ve iftiralar bunun nedenidir.
Kimi
komutanların daha az konuşması AB uydularına umut vermemeli Siyasal
iktidar intikam, inat ve zıtlaşma ile kafasındaki düzeni gerçekleştirmeye
koyulmuş ve bunun güçlü belirtileri açıkça ortada iken “değiştiği”
savunularak yaranılmaya çalışılıyor. Cumhurbaşkanı’nın her insanda olması
gereken olağan niteliklerini ve görevinin gereği olağan işlemlerini olağanüstü
gösterip yalakalığa soyunanlar da çıkıyor. Genelkurmay Başkanı’nın
devir-teslim törenleri konuşmalarında değindikleri konularda komutanları
doğrulaması bırakılıp geleceğe ilişkin yönelişlerde onlar gibi düşünmediği
benimsetilmeye, cumhuriyetin niteliklerinde birlikte olmadıkları anlatılmaya,
emekli- görevde, diktacı-demokrat, sizden-bizden ayrımına çalışılmaktadır.
Oysa emekliye ayrılanlar gibi görevlerini sürdüren komutanlar da Türk Devrimi
ve Atatürk İlkeleri konusunda duyarlıklarını ödünsüz sürdüreceklerini
açıklamaktadırlar. Kiminin kişisel özelliği gereği daha az konuşması ya da
susması gericilere umut vermemelidir. Kendini ilerici sanan AB uydularına da.
Bizi “askercilik” le suçlamaya kalkışanlardan hiçbirisi Irak’la ilgili
zamansız, yersiz, gereksiz bularak eleştirdiğimiz konuşmalara, yanlı
yaklaşımlara, iktidara destek görünüme dokunamadılar. Övgüde, yergide
ölçüsüzlük inandırıcılığı yokeder.
Yıllardır
sözlü ve yazılı biçimde değindiğimiz bölücülük, yıkıcılık, gericilik
tehlikeleri kimilerinin kendi bağımlılıklarından kaynaklanan gülünç
bahanelerle kabûl edilmese de 30 Ağustos konuşmalarıyla doğrulanmıştır.
Yıllardır uyararak sorumluları önlem almaya çağırdığımız tehlikeler, yurtdışı
destekleri yanında iktidar güvencesiyle de önemini ve öncelliğini
korumaktadır.
Medya
militanlığını üstlenen bilinçsiz, bilgisiz ve de terbiyesizler, mesleklerinin
onurunu karalayan zararlılardır. Kurtarıcı, kurucu, Türk Devrimi’nin kaynağı,
Türkiye’mizle özdeşleşerek kurumlaşan Atatürk’e, O’nun yaşam felsefemiz ilkelerine,
O’nu izleyip ilkeleri güncelleştirerek barış, başarı ve esenlik peşinde koşan
tam bağımsızlıkçı, özgürlükçü, ulusal egemenlikçi, aydınlanmacı, gerçekçi,
bilimci, gerçek demokrat, gerçek ilerici, gerçek çağdaş milliyetçi, lâik,
hiçbir kötülüğe karışmamış, özveriyle çalışmış ve çalışmakta olan
Atatürkçülere saldırmayı görev edinen âdîler var. Sömürülere, soygunlara,
ahlâksızlığa, bölücülük ve yıkıcılığa, gericilik ve sapkınlığa ses çıkarmayan
bu beslemeler, aylığa bağlanmış ve destekli olduğu söylenenler, toplumu
yanlış yönlendirmeyi üstlenmiş demokrasi kurtları, kemirgenleridir.
Galiçya’yı
vatan sayıp Kıbrıs’ı vatan saymama çelişkisi
Cumhurbaşkanlığı
makamına saygıyla asla bağdaşmayan sözler, demokrasinin karakterine ters
düşen zıtlaşma, anlamsız direnme, hukuku hiçe sayan inatlaşma iktidarın
hastalığıdır. Bağlı kalmaya andiçtikleri, değiştirilmesi bile önerilemez
lâiklik niteliği için sürdürdükleri kavganın, Anayasanın 174. maddesiyle
nedenleri vurgulanarak güvenceye bağlanmış devrim yasalarına saygıyla asla
uyuşmayacak sözlerin ve tutumların amacı nedir? AB için bağımsızlıktan ödün
vermek, sömürge olmak, ilkelerden vazgeçmek, Silâhlı Kuvvetler’i zayıflatıp
yıpratmak mı, sömürge durumuna düşmek mi, inanç sömürüsü yapmak mı gerekir?
Dünyanın
10-12 cumhuriyeti arasında onurlu, saygın kimliğiyle önlerde yer alan
cumhuriyetimizin altın yıllarının coşkusunu yansıtan 10. Yıl Marşı’nı herkes
saygı ve dayanışma belirtisi olarak ayakta alkışlarken oturanların yavanlığı
nedir? Galiçya’yı, Yemen’i vatan sayma anlayışı yanında Kıbrıs’ı vatan
saymama çelişkisi neye bağlanabilir? Para için asker gönderme doğru mudur?
Kimi iktidar yetkililerinin 30 Ağustos törenlerine katılmamaları, anıtlara
çelenk koymamaları, kimilerinin hiçbir dinsel zorunluluğu olmayan içi bandlı
sıkmabaşta direnmesi ne anlama gelmektedir? Hele bir kesimi zaten “modern
medrese-miskinler tekkesi” durumunda görülen üniversiteleri kendi
köktendinci-çağdışı ideolojilerinin karargâhına çevirecek YÖK Yasası Taslağı
ile zorunlu ve kesintisiz ilköğretimi deldirecek İlköğretimi Yönetmeliği
değişikliği, eğilimleri belli özel okullarda devlet parasıyla köktendinci
yetiştirecek yöntemi savunmak ne demektir? Nice ciddi haberi sepete atıp
şimdiki Başbakanın oğlunun nikâh-düğün-balayı, ilginç armağanları, VIP’ten
geçerek yurtdışına gidişlerine geniş yer ayıran medya kendi kendini
kemirdiğinin ayırdında mıdır?
Amerikan
Büyükelçiliği görevlisi YSK’ya niçin gitti?
Muhalefetsiz
iktidarın kadrolaşarak atkoşturduğu cici demokrasimizde memur, işçi, emekli,
öğrenci, varlıklılar dışında her yurttaş ezilmekte, ekmek, posta pulu, geçiş
ücreti ve öbür zamlarla eksileri artan geçim koşullarına karşın ekonominin
iyiye gittiği, tuzu kurularca savunulmakta, parababalarının kuruluşları
devlet organı gibi algılanıp ihracat asker göndermeyle olanaklı
sayılmaktadır. IMF ve ABD dayatmalarının toplumsal barışı engellediği
görmezlikten gelinmektedir. ABD’nin Irak’taki aczi, onun yönlendirdiği
yetkililerimizce bizim başarımız olarak nitelenmektedir.
DEHAP
kararı dengeleri değiştirebilir. Söylenecek çok şey bulunmakla birlikte
Yargıtay’ın ve Yüksek Seçim Kurulu’nun elinde dosya varken (bugün 3.9.2003)
olumlu ve olumsuz yanlarına değinmeyi emekli bir yargıç olarak uygun
bulmuyorum. Ancak, ABD Büyükelçiliği’nden bir görevlinin Kurul’a giderek
bilgi almasının anlamı üzerinde düşünülmesini öneriyorum.
Gerçekten
değişen çok. Hiç ummadığımız yaklaşımlar, değerlendirmeler, yorumlar,
beklentiler, ilişkiler duyuyor, kimilerine tanık oluyoruz. Şaşırtıcı
değişiklik, daha çok başta medya, iktidara yaranma yarışına katılanları
izlemekle saptanıyor. Kimi bilimsel san taşıyanlar, kimi emekliliği
yaklaşanlar, kimi iş adamları, kimi kendini öne çıkarmak için kuruluşunu
küçültüp bozulmaya bırakan yöneticiler, temsilciler. Neler neler..
Siyasal
partilerde demokratik düzenin gereklerine aykırı gidiş sona ermiyor.
Muvafakat partisine dönüşenlerde lider sultası değişmedi. Seçim yenilgisinin
ayırmak zorunda bıraktıkları, ayrılma sözü verenler yerlerinde duruyor. “En
önde, en üstte, en başta, en yetkili, en egemen ben, hep ben..”diyenler,
konuşup anlaşamayanlar, kendisini yenileyemeyenler ortalıkta dolaşıyor.
Birleşeceği, dayanışacağı, biraraya geleceği sanılıp umulanların dağınıklığı
sürüyor. Kavgayla, karşıtlıkla, kıskançlık ve karalamayla Atatürkçü olduğunu
sananlar bozgunculuktan geri kalmıyor. Yeni bir Anayasa ile siyasi partiler
ve seçim yasaları nedense gündemde yok. Giderek yaygınlaşan karamsarlık,
umutsuzluk, “Ne olacak?” sorusu yanında ekonomik gücü olanların aşırı “Vur
patlasın, çal oynasın” tutumu, ilgisizlik, verkurtulculuk.
Irak’a
Bilal Erdoğan gidecek değil ki
“Derin
Devlet”i çıplak düşürerek İngiltere Başbakanı’nın durumunu sarsan intihar
olayını ABD’nin Irak fiyaskosuna ilişkin “şahinler”in itirafları izlerken
Recep Tayyip Erdoğan koşulları dışlayarak Irak’a asker gönderme isteğini
dalgalandırıyor. Öyle ya Bilâl Erdoğan gidecek değil ki. Çocukları güvenceyi
ABD’nin kollarında buluyor, tıpkı Fethullah Gülen gibi.
“1 Eylül
Dünya Barış Günü”nde İstanbul’da, İzmir’de, Mersin’de yapılan mitinglerde
onbinlerce insanın katili Apo lehine sloganlar atılabiliyor. Savaşı yöntem
olarak seçenlerin barış çığlıklarının aldatıcılığı açık. Üzücü olan
düzenleyici kimi siyasal partilerin bu çılgınlık karşısındaki tutumudur.
Bu arada
Meclis Başkanı “Kimsenin kıyafeti nedeniyle horlanmamasını” öğütlüyor. Sanki
böyle bir şey varmış gibi. Devlette görev alanların tutumu, kural ve
kararlara aykırı direnme eleştiriliyor. Hâlâ giyinmek ve soyunmak arasında
dolaşılıyor. Sıkmabaşa sahip çıktıkları kadar rejime ve niteliklerine sahip
çıkmıyorlar. Ulusalcılıkla ilgisi olmayan “Millî Görüş” le Almanya’da buluşan
Recep Tayyip Erdoğan “Türkiye cumhuriyeti yurttaşlığı”nı anlamadığını
“Türkiyelik bilinci oluşturalım” önerisiyle kanıtlıyor. Millî Eğitim Bakanı,
lâik cumhuriyetin güvencesi ve kandamarı ulusal eğitimi giderek yokediyor.
“Verdimse ben verdim - Dün dündür, bugün bugün” demekle tanınan 9.
Cumhurbaşkanı, bilinen becerilerine “2B” reklâmcılığını da katıyor.
Bir siyasi
partinin İl Kongresi’nde Kur’an’a el bastırarak yemin etme ile yeni yollar
açılıyor. Silvan’da polis karakoluna saldırılıyor, polisleri ve askerleri
şehit eden PKK/KADEK saldırıları sürüyor. Kuşkulu orman yangınları genişleyip
yayılırken Eve Dönüş Yasası’ndan daha çok iktidar yanlılarının yararlandığı,
umulan sonucun alınamadığı yavaş yavaş sayılarla ortaya çıkıyor.
Konuşması Gerekenlerin Sustuğu yerde, Susması gerekenler konuşur
Bağımsız
Kurullar bağımlı kılınmaya çalışılırken bir gazeteci, Genelkurmay Başkanı’nın
“TSK lâik cumhuriyeti canı pahasına koruyacaktır” sözünü “Epeyce gereksiz,
zamansız ve hâttâ yersiz bulduğunu” sıkılmadan yazabiliyor.
Köylerde
öğretmenden çok imam, ülkede okullardan çok cami bulunan yerler var.
Kaçırılan ölçü yeni sorunlar taşır. İnsanımızın inancı güçlü, kiminin de katı
ama din bilgileri zayıf. Eğitim dinsel temele oturtulmak istenirken,
demokratik gerekler ve yaşamsal ilkeler unutuluyor. Aklın üstünlüğü inanca
kaydırılıyor. İnançlı olmak, gereksiz giysilere, biçimlere bağlanıp dayandırılıyor.
Namus yalnız cinsel organlarla tanımlanıp anlaşılıyor. Yalancılık,
sahtecilik, pislik, kötülük, satılmışlık, sapkınlık umursanmıyor. 40 yıllık
MGK Yönetmeliği’ni yeni ele almak, ABD Büyükelçisinin gözdağına duyarsız
kalmak olumlu gelişmeleri çağrıştırmıyor.
“Yargıç
kararıyla, asker silâhıyla konuşur” sözü temelde ve genelde görevin ve
mesleğin özelliklerini özetleyerek yansıtır. Bu anlayışa bağlı kalmak özeni,
önemli konu ve durumlarda ödevi savsaklayacak bir tutumu gerektirmez. Tören
konuşmaları kişisel olsa da kurumsal eğilimleri, ağırlıkları içerir. Yetkili
kişilerin görüşlerini açıklayarak eleştiri, öneri, dilek ve uyarılarıyla
yanıtlarını belirtmeleri bir fırsattır. Tören ve toplantı nedeniyle yapılan
konuşmalar, ilgilere katkı, yardım, yön ve yollar için bir ışıktır.
Sorunların çözümünde etkili bir araçtır. Resmî, yarı resmî ya da özel
sayılması birşey değiştirmez. Edinilen bilgilerin, deneyimin, eğitim ve öbür
çalışmaların dokuduğu düşünceler, oluşturduğu görüşler sunularak
değerlendirilmesi istenir.
Benim
“Konuşması gerekenlerin sustuğu yerde, susması gerekenler konuşur” sözüm,
özellikle iki meslek ilgilileriyle bunlara benzer durumda olanların
zamanında, yerinde ve haklı konuşmalarının doğallığını, hattâ zorunluluğunu
vurgular. Komutanların tümü “Gerilikçi ve ayrılıkçı akımların sürdüğüne”
değinmiş, ayrıca “Atatürkçü düşünceye ve Atatürk ilkelerine bağlılığı”
yinelemişlerdir. Görevdekilerden çekinip dillerini yutanlar acaba kalemlerini
nerede saklamışlardır?
Medya
militanları komutanların söylembirliğiyle tokatı yemişlerdir
Emekli
olanlar ve onlar gibi düşünen siviller için olmadık sözleri utanmadan
söyleyip yazanlar, gelecek 30 Ağustosları beklemeyi yeğlemiş olacaklardır.
Yurtseverler, makamlara, mevkilere, rütbelere, konuma göre davranmaz, konuşur.
Gerçekler konuşmakla belirlenir. Komutanların gerçek, doğru, yerinde, haklı,
gerekli, sözleri yalan mı? Karar açıklama, bağlayıcı konuşma ayrıdır. Temsile
yetkili olan da bunları kendi başına yapamaz. O duruma gelinceye değin
yapılan çalışmaları açıklama görevini yerine getirir. Yoksa “O ne derse odur,
başkası olamaz” denilemez. Yargı yetkilileri de adalet yılı açılışında
konuşacaklar. İyi edecekler. Medya militanları komutanların söylembirliğiyle
tokatı yemişlerdir. Herhalde Cumhuriyetin 80. yıldönümüne hazırlanacaklardır.
Çünkü Atatürk, Türk Devrimi, Atatürkçülük, özellikle lâiklik onların
korkusudur. Gerçek demokrasi, disiplin, dürüstlük, onurlu duruş, bağımsızlık,
sol düşünce, devrim gerekleri, bilgi, ahlâk ve de insanlık işlerine
gelmemektedir.
Solgun
Eylül’ün her yönden iyi geçmesi dileğiyle 29 Ekim’i görkemli, coşkulu
kutlamaya!
|