Çok İyi Düşünmek Gerek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çok İyi Düşünmek Gerek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Nisan 2020 Perşembe

Çok İyi Düşünmek Gerek,

Çok İyi Düşünmek Gerek,




Yekta Güngör ÖZDEN,
Aralık 2002


Atatürk sonrası Türkiyesi’ni İsmet İnönü dönemini de içine alacak biçimde belirleyenlere katılmıyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşam çizgisinin kesildiği yerden Demokrat Parti iktidarına uzanan yıllar da kanımca Atatürk’lü zaman dilimidir. İkinci Dünya Savaşı’nın ağır koşulları, ortamı özgün kılan öbür öğeler, 15 yıllık Cumhuriyet’in özünden kopmadan yücelmesini sanıldığı ölçüde engelleyememiştir. Gelişimi, özlenen düzeyde olmasa da değişik kökenli ve yönlü cumhuriyet karşıtlıkları önlenmiş, Türk Devrimi ve Atatürk ilkeleri doğrultusundaki çabalar sürdürülmüştür. Ekonomik olanakların yetersizliği, siyasal alandaki çelişkiler, savaş sonrası uluslararası kuruluş çalışmaları, demokrasi rüzgarının dalga dalga yayılışı, yeni siyasal partilerin oluşumu, önemi yadsınmayacak dönemeçlerdir. Dünyanın acılarla, yoksunluklarla, yıkımlarla sarsıldığı yıllarda Türkiye, Atatürk’ün yokluğunu duyurmamaya, boşluk bırakmamaya çalışan İsmet İnönü yönetimi de esenliğe çıkmıştır. Bu nedenle “Atatürk sonrası” sınırını 1950’den çekmek gerekir.

Toprak reformuna karşı çıkan muhalefetin en az 22 yıl iktidar sorumlularından olduğu unutularak “27 yıl” karalaması tutmuş, toprak beklerken topraktan uzak kalanların oylarıyla iktidar değişikliği gerçekleşmiştir. Yeni iktidarın başı TBMM’de kendi partisinin çoğunluğuna “siz isterseniz hilafeti getirirsiniz” dedikten başka, “millete mal olan-mal olmayan inkılaplar” ayrımını diline dolamış, “ben istersem orduyu assubaylarla idare ederim. Odunu aday göstersem seçilir.” sözleriyle dikta açılımının belirtilerini vermiştir. Üniversite öğretim üyeleri için “kara cübbeliler” nitelemesini yapmış, laik cumhuriyet karşıtı bir tarikat başını yeşil sarığı ve cübbesiyle makam arabasına almıştır. Halk dalkavukluğu giderek boyutlarını arttırmış, hukuk tanımazlık, kökten dinciliğe verilen ödünler, “vatan cepheleri”nin yaygınlığı 1960 devrimine yol açmıştır. Sonraki yıllarda ustalarına özenen çıraklar, “Yürümekle yollar aşınmaz.” “Bu anayasa lükstür, bize bol gelmektedir.” “Hükümetin üzerinde Danıştay, meclisin üstünde anayasa mahkemesi olmaz.” “Bana sağcılar adam öldürttü dedirtemezsiniz.” “Tesbih çeken elle silah çeken el bir olmaz.” “Devlet laik olur insan laik olmaz.” “Verdimse ben vedim.” “Dün dündür, bugün bugündür” diyebilmişledir. Bu geri gidişlere daha sonra “devlet dinin hizmetindedir.” sözüyle yenileri eklenmiştir. “Kanlı-kansız geçiş” ile “bizim partimize oy vemeyenler patates dinindendir” sözleri belleklerdedir. Köktendinci terörün dayanağı yapılan şeriata karşı yürüyen kadınlarımıza “şeriat dindir dine karşı yürünmez” diyen başbakanlar çıkmıştır. Kendisine umut bağlanan bir Başbakan da “Gardrop Atatürkçülüğü” suçlamasını pekiştirir biçimde “inançlara saygılı laiklik” ayrımını getirmiş, “yargıdan kurtulmak için yurtdışından kaçan bir tarikatçının okullarını övebilmiştir. Bu aymazlıkların neden olduğu aydın kıyımı saldırıların laik cumhuriyet ve kurucusu karşıtlarını, özetle karşı-devrimcilerin iç ve dış destekli eylemleri olduğunda duraksamaya yer bırakmamıştır.

Atatürk Müdafaa-i Hukuk ruhu, Kuvayı-Milliye ateşiyle gerçekleştirilen, Misak-ı Milli doğrultulu tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik ve aydınlanma amaçlı ulusal kurtuluş savaşı ile utkuya ulaştırılan Türkiye mucizesinin yaratıcısıdır. Türkiyemizin, tüm ulusal varlık ve değerlerimizin özeti ve simgesidir. Türkiyemizle özdeşleşerek kurumlaşmış bir ilkeler anıtıdır. Bağımsızlık, özgürlük, onur, insanlık demektir. İlkelerinin temel olduğu Türk Devrimi, Türk ulusunun yaşam felsefesidir. Yönetimlerin, yöneticilerin kusurlarını, Cumhuriyet’e yükleyerek haksız ve çirkin eleştirilere kalkışan, bağnaz, aymaz, sapkın, dönek, çıkarcı, iyiyüzlüler yurttaşlık kimliğini yadsıyan nankörler, özellikle medyanın büyük kesimine yerleşmiş ve yerleştirilmiş yalakalar, şakşakçılar, çekirgeler, halkımızın tertemiz duygularını sömürerek kendi yalanlarına yuva aramaktadır. Nereden nereye geldiğimizi hangi koşullardan geçtiğimizi bilmezlikten gelerek kendilerinin, çevrelerinin, patronlarının yararlarını gözeten asalaklar, yabancıların uydusu durumuna düşmüşlerdir. Akçalı bağımlılıkları, devleti, toprağı, sınırı, ulusu, ulusallığı dışlama durumuna sürüklemiştir. Tebaadan birey, ümmeten ulus, sömürgeden bağımsız devlet oluştuğu bilincini yitirmişlerdir.

3 Kasım 2002 baskın milletvekili seçiminden sonra büyük bir bölümünün terör aygıtı gibi çalıştığını yinelemek zorunda kaldığım medya desteğinde gerici akımlar, etkinliklerini egemenlik düzeyine çıkarma çabalarını yoğunlaştırmışlardır. Eğitim-öğretimdeki bozukluklar, yaşam-geçim güçlükleri, hukuksuzluk, adaletsizlik, ahlaksızlık, satılmışlık, sapıklık-sapkınlık, tembellik, çıkarcılık, tüm kötülükler sanki Avrupa Birliği’ne üye olununca ortadan kalkacakmış gibi sakat bir anlayışla ödünler verilmekte, verilmesi düşünülüp söylenmekte, varlığımıza karşı olan sözde dostların oyunlarına araç olunmaktadır. Birbirinden ayrı olması gereken ve böyle olduğu söylenen AB ve Kıbrıs, son günlerde birbirinin koşulu durumuna getirilmiş, Kopenhag’da görüşme için tarih verilmesi, Birleşmiş Milletler genel sekreterinin Kıbrıs Planı’nı kabule bağlamıştır. Açık zorlama ve dayatmaya alkış tutan, insanlığı, hukuku, demokrasiyi, adaleti, eşitliği önemsemeyen, Kıbrıs’ın ve Türkiye’nin güvenliğine aldırış etmeyen medya korosu sahneden inmemektedir. Ekonomik güçlüklerin çözümü için başta kaynak sağlanması, hukuksal ve siyasal çözümler için öneriler hazırlanması, ciddiyetten uzak bir biçimde ele alınmaktadır. Temiz, dürüst, onurlu siyaset için seçim öncesi verilen sözler unutulmuş, kinle, inatla, takiyyeyle, güdümlü tarikat iktidarı oluşturularak karşı devrime başarı kazandıracağı umulan düzenlemelere ve kadrolaşmaya girişilmiştir. Dünyada müslüman çoğunluğun bulunduğu elliden fazla ülke içinde demokrasinin yaşatıldığı tek yer Türkiye’dir. Herkesin inancını en özgür biçimde yaşadığı da tartışılmaz bir gerçektir. Dinsel görevler ve gerekler yerine getirilmiyormuş gibi Tanzimatçı, Meşrutiyetçi, mütarekeci, mandacı, Batı adamı çıkarcıların öncülüğünde, düşünce ve inanç özgürlüğünün en sağlıklı güvencesi olan laikliğe saldırmak, cumhuriyet düşmanlığı yapmaktır. Dilden giyime her alanda gerçekleştirilen devrim, tam eşitlikçi yurttaşlar düzeni Cumhuriyet’le bugünlere getirmiştir. Barış içindeki 79 yıl, değerini bilenler için en güzel kazanımdır. 1950’de başlayan ödünlerle geriye dönüş hızlanmış, yaşamı gölgeleyen, hatta karartan olumsuzluklar birbirini izlemiştir. Şimdi, yasama organındaki sayısal çoğunluğun her şeyi yapacağı sanılarak toplumsal barışı bozacak yeni adımlara hazırlanılmaktadır. İçte ve dışta sorunlar dizisi karşımızdadır. Bu ortamda Atatürkçülerin görevi daha büyük önem taşımaktadır. Sorumluluk duygusu onurlu kişiliğin temel öğesidir. Özveri ile, Atatürk’ün 1927’deki Büyük Söylevi’yle yüklediği ödev anımsanmalı, Bursa konuşmasının yönü bilinmelidir. İlk aşamada sahte Atatürkçüler dışlanmalıdır. Tanıtılıp gerçek Atatürkçülerle ilgileri olmadığı herkese anlatılmalıdır. Rozet takmanın, nutuk atmanın, resim asmanın Atatürkçülük olmadığı, zorunlu nitelikler gerektirdiği belirtilmelidir. Türkiyemizin yeniden kurulurcasına “yeniden Atatürk!” denilerek yola çıkılması gerekir. Atatürk’e, laik Cumhuriyet’e dönüşün biçimsel oluşumlara değil, anlayıştan başlayarak her alanda Atatürk’e yaraşır olma çabasıyla geçerli olacağı vurgulanmalıdır. Atatürkçüyü karalayıp engelleyen, bu tür kişi ve kuruluşlara işbirliği yapan bencil, çıkarcı, tembel, kavgacı, ilkesiz, tutarsız, ahlaksız, Atatürkçü olamaz. Atatürkçü olmayanın da, yukarıda Atatürk’ün ne anlama geldiğini belirtmiştim, Türkiye ve Türk ulusu için hiç bir yararı söz konusu edilemez. Atatürk çizgisinde birleşmedikçe yakınmalardan kurtulacağımızı, sorunları çözeceğimizi sanmıyorum. Türkiyemize özgü, kendini her zaman yenileyen, evrensel değerleri ulusallaştırarak yaşamamızı gönendiren ilkeleri yadsımak, demokrasi amaçlanarak kurulan Cumhuriyet’i numaralandırmak, gerçek dışı savlar, terbiye dışı söz ve yazılarla bozukluklarını yansıtan görüşlerini dayatmak, insanlıkla bağdaşmaz. Kanımca ne çektiysek Atatürk’ü unutmak ve unutturmaktan kaynaklanmaktadır.

Türkiyemizi, Atatürk’ü, Atatürk ilkelerini, öncelikle bu ilkelerin üzerinde yükselen Türk Devrimini anlamalı anlatmalı, tanımalı ve tanıtmalıyız. Türk hukuk kurumunda tanık olduğum konuşmasında Atatürk’ün büyük söylevinin okullarda zorunla ders olarak okutulacağını söyleyen önceki Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun yapamadığı yapılmalıdır. İnsanlığın; demokrasinin, barışın, çağdaşlığın bağımsızlık ve özgürlükle ulusal egemenlik ortamında nasıl gelişeceği yinelenerek eğitim-öğretim düzeni ve izlenceleri yeniden düzenlenmelidir. Zorunlu-kesintisiz eğitimi 12 yıla çıkarılmalıdır. Din dersleri zorunlu olmaktan çıkarılmalıdır. Kültüre, sanata, felsefeye ağırlık verilmelidir. Hukukun üstünlüğü ilkesi ödünsüz uygulanmalıdır. Söyleye yaza bıkıp uzandığımız Anayasa, siyasal partiler, Seçim yasaları ile öbür yasalar değiştirilmelidir. Doğal kaynaklarımız üretime açılmalı, üretim arttırılarak tutumlu yaşam yeğlenmeli, iç ve dış borçlar hızla giderilmeli, işsizlik önlenmelidir.

İlerici güçler kişiyi ve kuruluş olarak ayrıntıda ayrılmayı bırakmalı duygusallıktan uzaklaşmalı, Türkiye için her özveriye katlanarak bir araya gelmeyi, dayanışmayı ve birlikteliği arttırmayı görev bilmelidir. Yapaylık, savsaklama, tembellik, ilgisizlik, tepkisizlik, bölücülük, bozgunculuk, yıkıcılık, çekememezlik, engelleme en tehlikeli toplumsal sayrılıklardır. Yabancıların ve içimizdeki işbirlikçilerinin oyunları bozulmalıdır. Kimlerin satılık ve kiralık olduğu ortaya konulmalıdır. Demokratik kitle örgütleri bilinçli çabalarla, el birliğiyle, gönül birliğiyle kara bulutların ufkumuza çöküşünü durdurabilir. Bu bağlamda en iyi örnek 1919 yürüyüşü , Atatürk’ün Anadolu İhtilalidir. Yoktan var eden, ölüm-kalım savaşındaki koşullardan daha kötüsü ile henüz kuşatılmış değiliz. Bizi bu günlere getiren başlıca neden: Türk Devrimi’ne ve en büyük Türk devrimi Cumhuriyet’e tam sahip çıkılmaması, köktendincilere verilen siyasal kaynaklı ödünler, eğitim-öğretimdeki düzensizlik ve yetersizlikler, umursamazlık, tembellik, zıtlaşma ve inatlaşma ile ekonomik güçsüzlüktür. Yolsuzluk, soygun, hortum, kayırma-torpil, rüşvet, mafya ve çoğunluk diktası heveslisi siyasal yapılar bu saydığım olumsuzlukların üzerine oturmuştur. Çocuklarımızı ezbercilikten kurtarıp tartışarak gerçeği arama, kendini eleştirip sorgulayarak eğitime, düşünerek ve araştırarak yaratma, toplumsal etkinliklerle donanma, demokratik yaşamın tüm gerekleriyle güçlenme için yetiştirmeliyiz. İnançlarıyla akıllarına tavan koymamalıdırlar. Vatanı olmayanın dini, aklı olmayanın Allahı olmayacağını bilmelidirler. Gericiliğin insanlık için en büyük tehlikelerden biri oduğunu asla unutmamalıdırlar. Din siyasallaşırsa demokrasi dinselleşir. “Hukuku siyasallaştırmak yerine siyaseti hukuksallaştırmak gerekir” sözlerimi içtenlikle yineliyorum. Çalışmak gençlerimizin en iyi alışkanlığı, Atatürkçülük en büyük tutkusu, yurtseverlik en benzersiz onuru olmalıdır. Yalnız değerleri yitirdiğimiz zaman birleşirsek daha bir çok değeri yitiririz. Değerlerimizi yaşattıkça yaşarız. Yüreğiyle, beyniyle inan ve güven duyuran ilkeli, ülkülü, kişilikli, nitelikli yurttaşlarla yurdumuzda sonsuza değin bağımsız yaşamak mutluluğunu tadarız. Özellikle ulusal konularda duyarlığımızı, özenimizi diri tutmalıyız. Günümüzün olayları karşısında milletvekili niteliği ile yasama dokunulmazlığı konularına önem vermeliyiz. Demokrasiyi parti içi yaşamda gerçekleştirmeye öncelik ve ivedilik verilmelidir. Halkevleri ile köy enstitülerinin kapatılması, Türkiye aydınlanmasını durdurup geriye çeviren, karanlığa dönmemize neden olan büyük yanlışlıktır. Eğitime, okumaya çok önem verilmelidir. İmam hatip okullarının yan bahçeleri öğrencileri militanları gören siyasal anlayışın, terörü geçirle sayan kökten dinciliğin amacından asla vazgeçmediğini, takiyyelerle sonuç alma hırsını sürdüreceğini unutmamak gerekir. Okuyanları çoğaltmak için yayın izlencesi ivedilikle ele alınmalı, kağıt, baskı ederleriyle öbür öğelerde kolaylıklar sağlanmalıdır. Adaleti hızlı doyurucu ve yansız çalışan bir ülkede sorunlar azalır. Adaleti daha etkin kılmak, yakınma nedenlerini gidermek için af yasaların dönülmelidir. Demokrasinin bir öğreti bir disiplin olduğu, kuralsızlık olmadığı bilinci kökleşmelidir. Temeli bireylerin yüreğinde ve beyninde olmayan hiçbir değer yaşatılamaz.

Daha bir çok öneri getirilebilir. zaman almamak ve sayfa ölçüsünü aşmamak için bu özetlerle yetiniyor, okuyucularına geçen yıllardan her yönden daha iyi yeni yıl diliyorum.

Yekta Güngör ÖZDEN, Aralık 2002


***