Yanlış Bir Terör ile Mücadele Tartışması
Asker mi Polis mi?
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ*
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı
Eylül ’2011 • Sayı: 33
Son günlerde gündeme taşınan teröre karşı valilerin sevk ve komuta yetkisinde olacak polis özel harekât timlerinin kullanılması tartışması bize Türkiye’de bedeli kan ve can ile ödenmiş olan derslerin bile kolaylıkla unutulduğunu
göstermektedir.
AKP Hükümeti, Diyarbakır/Silvan’da 13 askerimizin Şehit edilmesinden hemen sonra PKK’nın yaptığı bu alçakça saldırının Abdullah Öcalan ile müzakere sürecinde ortaya çıkaracağı politik sonuçları değerlendireceği yerde önce kamuoyu önünde 13 askeri kayıp veren askeri birliğin sevk ve idaresinde TSK’nin hangi hataları yaptığına dair bitmek tükenmek bilmeyen bir tartışma başlatmıştır. Bu anlamsız tartışma 17 Ağustos’ta Hakkari’de 9 Şehit vermemizi engellememiştir.
TSK’nın terör ile mücadelede baflarısız olduğu inancını toplum nezdinde artıran bu yaklaşımı, Sanki AKP 2002’den bu yana iktidarda değilmiş ve 2003’den bu yana terör coğrafyası ve teröre verilen kayıplar istikrarlı bir şekilde artmamış gibi, Temmuz 2011’de PKK ile mücadelede sanki yeni bir yöntem bulunmuş çasına polis özel harekât timlerinin yaygın kullanılmasına karar verildiği açıklanmıştır. Bu adım öyle bir şekilde sunulmuştur ki, sanki TSK’nın terör ile yeterli mücadele edemediği ortaya çıkmıştır ve artık polisi denemenin zamanı gelmiştir.
Böylece hiç gerek yok iken bir yandan TSK’nın tekrar onuru ile oynanırken, teröre karşı omuz omuza mücadele etmesi gereken TSK ile polis özel harekât arasında daha şimdiden psikolojik bir gerilim yaratılmıştır.
Gerçekten PKK ile mücadelede 1984’den bu yana TSK başarısız mıdır?
Polis özel harekât timlerinin yaygın bir şekilde kullanımı terör ile mücadelede başarıyı sağlayacak mıdır? Hükümetin bu adımının detayları henüz belli olmamak ile birlikte terörle mücadelede kullanılacak birliklerin sevk ve idaresini valilere
verecek kararlar takip etmiştir.
Bu kısa çalışmada bu soruların/adımların cevabı aranacak, tahlili yapılacaktır.,
Bir askeri birliğin sevk ve idaresi özel bir ihtisas meselesidir.
Askeri sevk ve idare sadece Harp Okulu’nda öğrenilen bir husus değil, subayın esasen okulda teorik olarak öğrendiklerini birlik komutanı olarak rütbesi yükseldikçe daha büyük birliklere komuta ederek öğrenmesi ile sürekli gelişen bir bilgi/yetenektir.
Bir bilim olan sevk ve idare satranç gibi sadece kuralların bilinmesi ile değil ancak sürekli oynanması ile ustalaşılabilecek bir yetenektir.
Bir subayın kolordu ve ordu düzeyinde birlikleri sevk ve idare etmesi ise ancak ikinci bir üst-eğitim olan kurmay eğitimi alması ile mümkündür.
Bundan dolayı örneğin bir subay ne kadar başarılı olursa olsun kurmay değil ise ancak tümgenerallik seviyesine kadar yükselir.
Belirli bir birlik sayısına kadar çok başarılı olabilen bir komutanının komuta ettiği asker sayısı arttığında aynı başarıyı gösteremediğini tarih birçok kez göstermiştir.
Bu örneklerden birisi, Kafkasya’yı Çarlık istila ordularına karşı 40 yıl savaşarak savunan Şeyh Şamil ve onun komutanı Hacı Murat örneğinde çok somut görülür.
Hacı Murat 500 kişilik küçük birliklerle Rus Ordusuna karşı mükemmel baskınlar yapabilmekte ancak daha büyük sayıda birliği ise yönetememektedir.
Şeyh Şamil ise hem üst düzey komutan hem de devlet adamıdır.
Hal böyle iken çok zor bir mücadele olan ve konvansiyonel savaş için yetişmiş askerlerin bile gerilla savaşı kursu alarak eğitimlerini tamamladıkları gerilla savaşında birliklerin sevk ve idaresini askerliğini yedek subay olarak yapmış olan valilere vermek gibi bir adımı, “ Çok büyük Hata ” kavramı karşılamamakta dır.
İller İdaresi Yasası’nın 11. maddesinde valilere tanınan yetkiler esasen çok geniş ve kapsamlıdır. Valilerin yetkilerinin artırılması gereken alanlar meselenin daha çok siyasi-bürokratik boyutu ile ilgilidir. Daha önce bölgede kaymakamlık veya
valilik yapmayan bir bürokrat, bu bölgede vali olarak görevlendirilmemelidir.
Bu bölgede görev yapacak valiler, genç, dinamik ve deneyimli kişiler arasından seçilmelidir.
< Polis Özel Harekat birliklerinin terörle mücadelede kullanılması kararı, sanki terör AKP’nin iktidara geçtiği 2002’den bu yana tırmanmamış ve TSK da mücadelede gerçekten başarısız olmuş gibi bir hava yaratılarak duyurulmuştur. >
Vali, göreve başlamadan önce Cumhurbaşkanı, Başbakan ve içişleri bakanı tarafından imzalanan, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve hükümetin ilde ulaşmayı hedeflediği noktaları ve izlenmesi gereken politikaları tanımlayan bir görev belgesi ile işe başlamalıdır.
Görev devri sırasında ise bir zamanlar uygulanan fakat son yıllarda uygulanama dan kaldırılan “İl Genel Durum Raporu” ile görev teslimi yapılmalıdır. Böylece, bir vali Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisine verdiği hedeflerin hangilerini ne ölçüde gerçekleştirdiğini hükümete ve kendisinden sonra gelen valiye bildirmiş olmalıdır.
Valilerin illerdeki devlet/hükümet hedeflerine ulaşıp ulaşmadığını İçişleri Bakanlığı denetlemelidir.
Valilerin yetkileri ve imkânları artırılmalıdır. Valilik ve kaymakamlıklara karargâh olarak yardımcı olabilecek, bölge ve teknik konuların uzmanlarını bir araya getiren yapılar oluşturulmalıdır. Valiler ve kaymakamlar başta olmak üzere bölgeye atanan bütün memurlar bölgeye gitmeden önce kapsamlı bir özel eğitimden geçmelidir. Bu çerçevede bölge tarihi, il tarihi, ilçe tarihi, PKK ve öncesindeki bölücü eylemler ve potansiyel, bölücülük ve PKK ile mücadelenin tarihi, terör eylemleri ve psikolojik harekât konusunda uzmanlaşmalıdır.
Derslerin verilmesinde Düşük Yoğunluklu Çatışma Enstitüsü’nün görevlendirilmesi çok faydalı olacaktır.
Bölgede yeni bir dönemin başladığı eylemsel olarak ortaya konulmalı, valiler, kaymakamlar özetle devlet, sürekli hareket halinde olmalı, halkla sürekli ilişki geliştirilmelidir. Valilerin hiç uğramadığı ilçeler, kaymakamların hiç uğramadığı köyler vardır.
Bu durumun sonlandırılması, halkla etkili bir iletişimin kurulması gerekmektedir.
Bir bürokratın halkla ilişkilerdeki başarısının alabildiği sonuçları göstermesi açısından Hizbullah tarafından Şehit edilen Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın ortaya koyduğu sonuç ciddi bir örnektir.
Bu örneğin incelenmesi ve ortaya çıkan sonuçların bürokratik davranışlara yol göstermesi öğretici ve faydalı olacaktır.1
En uzak köy dahi yetkililer tarafından sürekli ziyaret edilmeli, girişim üstünlüğü devlette olmalıdır. PKK’nın 24 saat çalıştığı göz önünde tutulursa örgütle mücadeleyi sadece 09:00-17:00 Mesaisini ülkeye “ Hizmete ” ayıran bir anlayış gerçekleştiremez. Bu noktada terörle mücadelenin stratejisine geçebiliriz.
Terörle Mücadelede Kırsal Alanda Mücadele Stratejisi..,
PKK’nın kırsal alanda uyguladığı mücadele yöntemi gerilla savaşıdır.
Gerilla savaşı zayıf silahlı gücün güçlüye, çeviğin hantala, azın çoğa, ateş gücü az olanın ateş gücü fazla olana karşı uyguladığı çok etkili bir yöntemdir.
Gerilla savaşı uygulayan için “ Çok Ucuz ” onun ile mücadele eden için ise “ Çok Pahalı ” dır. Gerilla savaşının çoğu kez amacı yenmek değil, yenilmeden yaşamak ve mücadeleyi zamana yayarak güçlü olan tarafın savaşma iradesini ortadan kaldırmaktır.
Bu etkili yöntem ile konvansiyonel orduların yenildiği veya yenilmeye uygun hale getirildiğini de tarih birçok kez kaydetmiştir.İspanyollar, Napoleon’un ordusunu; Tito 2. Dünya Savaşı’nda Alman Ordusu’nu yenmiştir. Mao’nun halk savaşı yöntemi Japon Ordusu’nu hırpalamış, Çan-kay Şek güçlerini ise yenilmeye uygun hale getirmiştir. Vietkong ise Güney Vietnam’da Amerikan Ordusu’nun sonuç almasını engellemiştir.
Böyle bir mücadele konseptine karşı yapılan mücadelenin anahtarı ne bu mücadeleyi ordunun ne de polis güçlerinin vermesidir. Ne asker ne polis kırsal alanda terör ile mücadele için yetiştirilmezler, asli görevleri gerilla savaşı değildir. Asker ve polisin içinden seçilmiş birliklerin gerilla savaşı için yetiştirilmeleri de tek başına başarı sağlayamaz.
Terörle kırsal alanda başarılı mücadele ancak doğru stratejinin uygulanması ile mümkün olur. Bütün dünya ve Türkiye’de gerilla savaşının ortaya koyduğu gerçek şudur ki, devlet güçleri ancak “
< “ Alan hâkimiyeti Anlayışını ” > uyguladıkları ve örgütlerin “Cephe Gerisini” ortadan kaldırdıkları zaman terör örgütlerine karşı kırsal alanda sonuç almaktadırlar.
Gerilla savaşında teröristlerin güvenlik güçlerine karşı en önemli iki avantajı, küçük grupların sürpriz saldırılar ile güvenlik güçlerine vur-kaç yöntemiyle saldırmaları ve konvansiyonel güçlerin erişim imkânı dışında olan bir coğrafyada, bir kurtarılmış bölgede veya başka bir ülkede bulunan “ Cephe Gerisi ” denilen bölgeye sıgınma imkânlarıdır.
1 Enis Berberoğlu, bürokratın önemini, bölgenin önde gelen işadamları ile yapılan bir toplantıda iş adamlarının Gaffar Okan’ın, Hakkari’nin yeni Valisi Ayhan Nasuhbeyoğlu’nun ve Şanlıurfa Emniyet Müdürü Kutlay Çelik’in adını verdiklerini belirterek çiziyor. Berberoğlu, Enis, “ “Cana da Cama da Değdi Sayın Vali” Hürriyet, 16 Nisan 2006
Güvenlik güçlerinin vur-kaç yöntemini ortadan kaldırmak için kullanabilecekleri en etkili yöntem alan hâkimiyeti anlayışının yaşama geçirilmesidir. Alan hâkimiyeti güvenlik güçlerinin teröristlerin coğrafyada hareket etme imkânlarını ortadan kaldıracak, “ Vur-Kaç ” saldırı yapamayacak hale getirecek şekilde konuşlanmasıdır.
Konuşlanma sadece bir pasif yerleşme değil, yerleşilen alan üzerinde icra edilen sürekli arama-tarama faaliyetleri ile teröristlerin yerini tespit etme ve çatışmaya zorlamadır.
Bu Şekilde konuşlanan birlikler, teröristlerin hareket alanını iyice daraltırlar.
< Bölgede yeni bir dönemin başladığı eylemsel olarak ortaya konulmalı, Valiler, Kaymakamlar özetle Devlet,halkla etkili ve aktif bir iletişim kurmalıdır. >
Terörist grupları, gittikçe daha fazla birlikler arasında sıkışır. Tespit edildikleri anda askeri birlikler üstün bir ateş gücü ile yan (komşu ) birlikleri de uyararak imhaya yönelirler. Veya alınan istihbarat veya tespit sonucunda yerleri belirlenen terörist gruplara karşı özel yetiştirilmiş anti-terör timleri tarafından “ Nokta Operasyonu ” denilen operasyonlar gerçekleştirilerek, teröristler imha edilir.
Alan hâkimiyeti anlayışı ancak ordular tarafından uygulanabilir. Çünkü alan hâkimiyetini uygulayabilmek için alana yayabilecek çoğunlukta askere ihtiyaç vardır.
TSK, 1993’den itibaren alan hâkimiyeti ile PKK’nın hareket imkânını ortadan kaldırmaya başlamıştır.
Terör örgütü ise TSK’nın bu yöntemine terör coğrafyasını genişleterek ve TSK’nın alan hâkimiyeti uygulayamayacağı boyuta çıkararak cevap vermiştir. Ancak PKK’nın terörü yayma girişiminde bulunduğu Karadeniz, Akdeniz -Toroslar ve Sivas - İç Anadolu bölgelerinde yerel destek ve istihbarattan mahrum olması, güvenlik güçlerinin ise istihbarat akışı ile teröristlerin yerini kolay tespit etmesi neticesinde bu bölgelerdeki PKK unsurlarını “ Nokta Operasyonları ” ile yok etmek mümkün olmuştur.
Alan hâkimiyetinin tam sonuçlar› 2007 elde edilmifltir. Ancak alan hâkimiyetinin
tek başına istenen sonucu vermesi mümkün de¤ildir. Yapılması gereken
örgütlerin cephe gerilerinin de ortadan kaldırılmasıdır. PKK açısından cephe
gerisi Kuzey Irak’t›r. TSK, 1995’den itibaren Kuzey Irak’ı düzenlediği büyüklü
küçüklü yüzlerce sınır ötesi harekât ile cephe gerisi olmaktan çıkarmıştır. Bu da
PKK’nın 1998’deki askeri yenilgisi ile sonuçlanmıştır.
Ancak bir terör örgütünü yenmek ile bir konvansiyonel orduyu yenmek farklı şeylerdir. Konvansiyonel ordunun sahibi olan bir devlet vardır.
Ordu yenilince yenen ordunun devleti ile yenilen ordunun devleti bir barış anlaşması imzalarlar.
Terör örgütünü yenmek ise daha zordur. Çünkü terör örgütü için askeri yenilgi her zaman çok önem ifade etmez.
Bir küçük grup dahi siyasi olarak yenilmediği inancı ile eyleme devam etse terör devam ediyor demektir.
Bundan dolayı terörü yenmek iki anlama gelir.
Birinci anlamı terörün toplumsal etkisinin azaltılması ve yaşanabilir bir hale indirgenmesidir.
İkinci anlamı terör örgütünün çatışmaları devam ettirme iradesini ortadan kaldıracak Şekilde mücadeleyi sürdürmektir.
TSK’nın Terörle Mücadele Deneyimi..,
Terörün başladığı 1984 yılından itibaren “ Güneş Harekatı ” kapsamında kısa süreli takviye amaçlı jandarma birliklerine destek mahiyetinde terörle mücadeleye başlayan TSK subayları teğmen oldukları günden itibaren günümüze kadar (27 yıl) çeşitli Rütbelerde ( Teğmen, Binbaşı ve Albay ) en az üç defa (toplam 10 yıl) bölgede görev yapmışlardır.
Komando ve Özel Harekat birliklerinde görev yapanlar için bu süre 15-20 yıldır.
Birliklerinde ilk görev aldıklarında icracı (Tk. K. Tim. K), ikinci ve üçüncü görev aldıklarında planlayıcı (Tb. Ve A. K) ve uygulayıcı komutan olarak terörle mücadelede yer almışlardır. Şüphesiz ki bu mücadele esnasında sayısız tecrübe
edinmişlerdir. Bu tecrübelerin hayat bulacağı anı yok saymanın TSK’yı pasivize etmenin ve mücadeleyi kırsalda hiç tecrübesi olmayan Polis Özel Harekata tamamen devretmenin doğru olmayacağı açıktır.
Üstelik bu mücadele sürecinin ana eksenini oluşturan 1984-1999 aşamasında TSK’nın terörle mücadelede başarılı olduğu genel kabul gören bir husustur.
En son Amerikan Hava Kuvvetleri’nin sponsorluğundaki dünyanın en büyük düşünce kuruluşu olan RAND’ın yapmış olduğu araştırma bu hususu teyit etmiştir. RAND uzmanları 30 ülkede 1975-2010 arasındaki düşük yoğunluklu çatışmaları incelemişlerdir. Başarı ölçütü olarak kabul edilen 15 ölçütün 11’inin TSK tarafından gerçekleştirildiği ortaya konulmuştur. 1999-2003 arasında terörün durma noktasına gelmesi, TSK’nın sağlamış olduğu bir husustur.2
Anti-terör Timleri PKK’ya Karşı Çözüm Olur mu?
< Kişi başına 5 milyon TL Maliyetli ve toplam 23.5 ay süren bir '' Eğitimin '' ne Polis ne Jandarma özel harekâta verilmesi
mümkün değildir. >
Yukarıda ortaya konulan çerçevede özel kuvvet birliklerinin, jandarma özel harekât ve polis özel harekât timlerinin kısaca anti-terör timlerinin terörle mücadelede nasıl bir katkısı olabilir?
Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı A, B, ve C timleri, Jandarma Özel Harekât ve Polis özel harekât timleri özel yetiştirilmiş anti-terör birlikleridir. Dünyanın her yerinde bu birliklerin eğitimi pahalı, sayısı azdır. Bu anti-terör birlikleri arazi arama-taramasında kullanılmaz. Bu seçkin birliklerin görevi esas görevi yeri tespit edilen terörist unsurları çevrelemek ve imha etmektir. Ayrıca bu birlikler teröristlerin sayısının az olduğu bir bölgede belirli bir terörist grubunun peşine düşerek bu grubu imha edinceye kadar takip edebilirler.
Hemen hemen bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de polis özel harekât eğitiminin kökeninde ordu içinde verilen özel kuvvet e¤itimi h›zland›r›lm›fl, maliyeti ucuzlatılmış ve hızlandırılmış şekli hakimdir.
Bu hüküm cümlesinin ne anlama geldiği ancak Türk özel kuvvetlerinin niteliği doğru bir şekilde ortaya konulabilir ise doğru anlaşılacaktır.
Türk Özel Kuvvetleri bütün Avrasya bölgesinde kapsamlı operasyonlara imza atan bir birlik olmasının yanında PKK ile mücadelede çok önemli görevler üstlenmiş seçkin bir birliktir. Özel kuvvetlere katılmak ancak gönüllülük esasında olur.
Bu birliğe en gözünü budaktan sakınmayan, en cesur, en milliyetçi, manevi duyguları en gelişmiş subay ve astsubaylar başvurur.
Şahadet duygusu güçlü olmayan özel kuvvetlere giremez.
Ancak çok ağır bir sınavla seçilmeden ve sonrasında çok ağır bir eğitimden geçirilmeden birliğe katılamazlar.
Bir özel kuvvet mensubu olmak için 6 ay komando kursu, 6 ay gayri nizami savaş kursu, 3.5 ay paraşüt kursu, 2 ay hayatı idame kursu, 6 ay sualtı, su üstü eğitim ve kayak kursu görürler.
Bir özel kuvvet mensubunun devlete maliyeti 5 milyon TL’dir. Bu kurstan en yüksek derece ile mezun olanlar ABD’de veya dünyanın başka ileri gelen ülkelerinde Ranger veya diğer özel kuvvet eğitimlerine katılırlar. Silahları dünyanın en iyi silahlarıdır.
Özel kuvvet mensupları timler halinde örgütlenir. Her timde 13 subay ve astsubay vardır.
Tim komutanı yüzbaşı veya üsteğmendir. Yardımcısı da subaydır.
Timde 11 astsubay görev yapar. Hepsi mükemmel savaşçı olan bu astsubaylar dan birisi muhabereci, birisi istihkamcı, birisi sıhhiyeci, birisi de haritacıdır.
Böylece bir özel kuvvet timi birbirini tamamlayan ve bir vücut gibi hareket eden insanlardan oluşur.
PKK’da bir uyarı vardır.
Dağa yollanan PKK’lılara Şöyle denir:
“ Karşında sürekli Şarjör boşaltan birisi varsa o Piyade Askeridir.
Karşında tek tek mermi atan birisi varsa o komandodur. Çok dikkat et. Karşı tarafta birisi var ve sana hiç ateş etmiyor ise bil ki, karşında bir özel kuvvet elemanı vardır. Ve bu öldüğün anlamına gelir.”
Türk Ordusu 1984’den bu yana PKK terörizmi ile verdiği mücadelede Ocak 2009’a kadar 4.241 subay, astsubay, erbaş ve erini ŞEHİT Vermiştir.
Bunların sadece 16 tanesi Özel Kuvvet mensubu subay ve astsubaylardır.
Onlar en önde ve en uçta savaşırken öldürülen 29.639 teröristin önemli bir bölümünü etkisiz hale getirmişlerdir.
Görüldüğü gibi kişi başına 5 milyon TL maliyetli ve Türkiye’de polis özel harekât timleri ve özel kuvvetler komutanlığında görevli ve toplam eğitimi 23.5 ay süren bir eğitimin ne polis ne jandarma özel harekâta verilmesi mümkün değildir.
Polis özel harekâtın eğitimi de beş aydır. Bu eğitimin temellerini dünyadaki polis harekât dairelerinde olduğu gibi Türkiye’de de özel kuvvet mensubu subaylar atmışlardr.
Özetle, seçkin asker ve polis anti-terör timlerinin terörle mücadelede etkili kullanım alanı, nokta operasyonlarıdır.
Peki, toplumda terör ile mücadelede yeni bir aşama olarak sunulan polis özel harekât birliklerinin sayılarının 15.000’e çıkarılması terörle mücadelede önemli bir başarı sağlayacak mıdır?
Bu soruya ne yazık ki olumlu bir cevap vermek mümkün değildir. Çünkü terörle mücadelede başarının ön şartı, “ Alan Hakimiyeti ” ve “ Cephe-gerisinin cepheleştirilmesi ” diyebilece¤imiz Kuzey Irak’taki PKK kamplar›na yönelik sürekli operasyonlardır.
Oysa Türkiye’de uzunca bir süreden bu yana alan hâkimiyeti konsepti tamamen terk edilmiştir. Jandarma ve ordu karakol ve kışlalara çekilmiştir.
Öyle ki 26 Temmuz’da Mardin/Ömerli’de Şehit edilen üç asker jandarma karakoluna 300 metre yaklaşan teröristler tarafından tuzağa düşürülmüştür. Artık karakolların yakın emniyetinin bile etkili bir şekilde sağlandığını söylemek mümkün değildir. Bir süreden buyana arama-tarama operasyonları durdurulmuş tur. Kuzey Irak’a operasyonlar ise 2007 kışında düzenlenen kısa süreli operasyon haricinde 2003’den buyana düzenlenmemektedir.
Arama-tarama operasyonlarının durması ile alan PKK’nın inisiyatifine geçmiştir.
Güvenlik güçlerinin önemli istihbarat kaynağı kesilirken, kırsal yerleşim yerleri üzerinde PKK’nın psikolojik baskısı doğal olarak artmıştır. Böyle bir ortamda nokta operasyonu yapması gereken polis özel harekât timleri sadece
Heronların vereceği istihbarata mahkûm kalacaklardır. Polisin kullanacağı insansız uçuş araçları ise sadece taktik boyutta kullanılabilen araçlardır,faydaları çatışma bölgesi ile sınırlıdır.
< Polis özel harekât timleri, yetersiz istihbarat nedeniyle güneydoğu Anadolu’da önemli bir sonuç elde edemeyebilir ancak
Karadeniz bölgesindeki PKK unsurlarına karşı ısrarlı takip yapmaları başarı getirecektir. >
Bu noktada kısaca cevaplanması gereken bir soru da polis özel hareket timlerinin 1990’larda PKK’ya karşı verilen mücadele de başarılı olup olmadıklarıdır.
Polis özel harekât birlikleri genel hatları ile PKK’ya karşı kırsal alanda başarılı bir mücadele vermişlerdir.
Özellikle ilk dönem kurslardan mezun olan polis özel harekât mensupları ortaya üstün bir performans koymuşlardır.
Özel harekât sayısının artması ve sayı artışı sürecindeki bazı disiplinsizlikleri özel harekâtı psikolojik savaş hedefi haline getirmiş olan PKK tarafından sistemli bir şekilde istismar edilmiştir. Ne yazık ki bir kısım basın da özel harekâtın yıpratılmasının parçası olmuştur.
Öte yandan Özel Harekâtçı polisler yerleşim merkezlerinde kullanılmaya çalışıldığında ortaya başarılı bir fotoğraf çıkmamıştır.
Bu onların hatası olmaktan çok eğitilmedikleri bir alan olan toplumsal olayların bastırılmasında kullanılmak istenmelerinden kaynaklanmıştır.
Özetle, Özel Harekât polisleri terör ile mücadele de üzerine düşeni büyük ölçüde yapmıştır.
Ancak bu başarı alan hakimiyeti ve cephe gerisini cepheleştirme stratejisinin bir parçadır.
SONUÇ;
Türkiye terör ile mücadele stratejisini 2003’de durdurmuş, 2009’da tamamen terk etmiştir.
AKP Hükümetinin tekrar terörle mücadele stratejisine dönmesi söz konusu değildir.
Terörle müzakere süreci Silvan saldırısının ateşi hafifledikten ve Öcalan/PKK ikilisi ile bazı örtülü düzenlemeler yapıldıktan sonra tekrar başlayacaktır. Yeni Anayasa süreci ile terörle müzakere süreçleri ulaşılan noktada kaçınılmaz olarak iç içe geçmiştir. Bundan dolayı, Asker mi daha iyi terör ile mücadele eder, Polis özel harekât mı daha iyi terör ile savaşır.., Şeklindeki tartışma içi boş bir tartışmadır.
Öcalan ile yapılan müzakerelerde belirli bir uzlaşma noktasına varılmışken PKK’nın terörü tırmandırmasının nedeni çok büyük bir ihtimalle Arap Baharı’nın Suriye’ye ulaşması ve Türkiye’ye sarkması ihtimalini örgüt lehine değerlendirmek tir.
PKK, Suriye’de çıkacak bir iç savaşın Suriye Kürtlerine büyük dinamizm vereceğini, Suriye’deki gelişmelerin Güneydoğu Anadolu’da kitlesel destek üreteceğini öngörmektedir.
Böyle bir süreç Güneydoğu Anadolu’da inisiyatifi ele geçirmiş olduğunu düşünen örgütü, Öcalan’ı yeni Şartlarda Hükümet ile masaya oturtacak bir yeni süreci başlatmaya itmiştir.
Örgüt, bu amaçla bir yandan güvenlik güçlerine karşı kitlesel imha amaçlı saldırılar gerçekleştirirken öte yandan demokratik özerk Kürdistan projesi ile siyasal bir atılım içine de girmiştir.
Uzun bir süreden bu yana örgütün üzerinde çalıştığı, olgunlaştırdığı ve demokratik özerkliğin yaşama geçirilmesi amacı ile pilot bölge olarak seçilen Hakkari’de polisin karakoldan askerin kışladan çıkmasını engellemeyi hedefleyen bir baskı oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Örgüt, hükümetin PKK’nın terörü tırmandırma stratejisine bir süre sert önlemler ile cevap vereceğini ancak daha sonra tekrar Öcalan ile müzakere zemininin oluşacağı öngörüsünde bulunmaktadır.
Bu süreçte PKK kayıp verecek ancak kitlesi üzerindeki hakimiyetini güçlendirecektir.
Öcalan, PKK’nın hazırladığı yeni koşullarda müzakerelere tekrar başladığında eli daha güçlü olacaktır.
Hükümetin PKK’nın bu stratejisine karşı ortaya koyması gereken karşı strateji, tekrar müzakereler başladığı zaman PKK’nın bugün olduğundan daha kötü bir noktadan başlayacağının gösterilmesi üzerine kurulu olmalıdır.
Bu ise örgütün askeri gücünün kırılması ile yakından ilgilidir.
PKK, 2003’den bu yana ağır bedel ödemeden Türkiye’ye darbeler vurmaktadır.
Bu durumun değişmesi ise yukarıda tartıştığımız stratejinin uygulanıp uygulanmaması ile yakından ilgilidir.
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ*
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı
Eylül ’2011 • Sayı: 33
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder