7 Ocak 2019 Pazartesi

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR BÖLÜM 6

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR  BÖLÜM 6



EYLEMLERE KATILAN YA DA EYLEMLERİ DÜZENLEYEN KİŞİLERE YÖNELİK GÖZALTILAR, SORUŞTURMALAR VE YARGILAMALAR 

“Bu eylemleri başlatıp yönlendirenlerin hükümeti devirmeyi ve görevden uzaklaştırmayı amaçladıklarını düşünüyorum. Ancak, devletin güvenlik güçleri 
ve hükümetin basiretli davranışı bu heves içinde olanların amacına ulaşmasını engellemiştir.” 

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve eski Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, göstericilerin ömür boyu hapis cezası öngören “hükümeti devirmeye çalışmak” suçundan yargılanmaları çağrısında bulundu, 31 Temmuz 2013.81 

Gezi Parkı eylemleri başladıktan sonraki aylarda, polis ve savcılar göstericilere soruşturma açmak ve suçlamak konusunda, kolluk kuvvetlerinin görevini kötüye kullanmasını önlemeye çalışmaktan daha fazla gayret gösterdi. 

Binlerce kişi eylem alanlarında, çok sayıda kişi de ülke genelinde polisin gösterilerin ardından evlere düzenledikleri baskınlarda gözaltına alındı. Her iki durumda da, gözaltına alınanların polise ya da savcıya ifade vermeleri gerekti ve Gezi Parkı eylemlerine katılmakla, eylemleri düzenlemekle ya da gösteriler sırasında şiddet içeren fiillerde bulunmakla suçlandılar. 

Uluslararası Af Örgütü, bu gözaltıların birçoğunun ve bu kapsamda açılan soruşturmaların barışçıl toplanma hakkını kullanan kişileri hukuka aykırı bir şekilde hedef aldığını düşünmektedir. 

Uluslararası Af Örgütü, özellikle, eylemlere katılan sıradan birçok kişinin, katıldıkları eylem uluslararası hukuk uyarınca barışçıl ve meşru olmasına rağmen, kanuna aykırı bir eyleme katılanların ihtardan sonra kendiliğinden dağılmayıp hükümet kuvvetleri tarafından zor kullanılarak dağıtılmasını suç sayan yasa uyarınca yargılanma riski altında olmasından endişe duymaktadır (Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 32. Maddesi). 

Uluslararası Af Örgütü ayrıca eylemleri düzenlemekle suçlanan birçok kişi hakkındaki soruşturmanın terörle mücadele yasaları ve Ceza Kanunu’nun 314. Maddesi olan “yasa dışı örgüt üyeliği”, 220/6. Maddesi olan “yasa dışı örgüt adına suç işlemek” gibi ilgili suçlamalar uyarınca yapılmasından kaygı duymaktadır. Ağır cezaları olan bu maddeler devletin politikalarını eleştiren kişileri ve ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlüğü hakları kapsamındaki fikirlerin ifade edilmesini yargılamak için kullanılmaktadır.82 Şimdiye kadarki mevcut belirtiler Gezi Parkı eylemleri kapsamında terörle mücadele yasalarının keyfi bir şekilde kullanıldığını göstermektedir. 

Ağustos sonu itibariyle, vakaların çoğunda soruşturmalar devam ediyordu ve kaçının yargılama ile sonuçlanacağı henüz belli değildi. Ancak, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun ihlal edildiği iddiasıyla birçok dava açıldı.83 Açılması muhtemel diğer davalar için kötü bir örnek teşkil eden bu mevcut durumda, Uluslararası Af Örgütü’nün de incelediği iddianamelerde sunulan kanıtlar, sadece birkaç vaka hariç, eylemlere katılım ötesindeki 
fiillerden bahsetmemektedir. 

EYLEM ALANLARINDAKİ GÖZALTILAR, 

İçişleri Bakanlığı’nın istatistiklerine göre 24 Haziran itibariyle Türkiye genelinde Gezi Parkı eylemlerinde yaklaşık 4,900 kişi gözaltına alındı. Bu gözaltıların 3,400’ü eylemlerin başladığı ilk hafta olan 31 Mayıs ve 2 Haziran arasında gerçekleşti.84 Ankara Barosu, Uluslararası Af Örgütü’ne eylemler sırasında gözaltına alınan 950 kişiye adli yardımda bulunduklarını söyledi. Bu kişilerin 700’ü eylemlerin ilk haftasında gözaltına alınanlardan oluşurken, 585’i sadece 2 Haziran günü yapılan gözaltılardan oluşuyor. Baro, kendi avukatı olan ya da baro avukatı istemeyen kişiler de dahil toplam gözaltı sayısının 1,200 ila 1,500 
arasında olabileceğini söylüyor.85 İstanbul Barosu 1,200 kişiye adli yardımda bulunduğunu belirtirken, İzmir Barosu 538 kişiye adli yardım verdiğini söylemektedir. 

Uluslararası Af Örgütü bu gözaltıların çoğunun keyfi ve sadece barışçıl toplanma hakkını kullanan kişilere yönelik olabileceğinden endişe duymaktadır. Örneğin, Uluslararası Af Örgütü, 16 Haziran günü Sıraselviler’de ve Taksim Meydanı’na yakın ara sokaklarda çok sayıda gözaltı vakasının yaşandığını gözlemledi. Bu vakaların hiçbirinde, gözaltına alınan kişilerin şiddet içeren bir fiilde bulunmadığı, ancak polislerin eylemlere katılan kişileri rastgele gözaltına aldığı görüldü. 16 Haziran günü bu bölgede yakalanan K.O.’nun gözaltına alınması bu örneklerden sadece biri (bkz. sayfa 30). Uluslararası Af Örgütü’ne, barışçıl bir şekilde eylemlere katılan ya da sadece eylem alanında bulunduğu için polisin gösterici 
sandığı birçok kişinin keyfi bir şekilde gözaltına alındığına dair sayısız bildirimde bulunuldu (bkz. M.E. vakası sayfa 30, Deniz Kaptan, sayfa 25, Eylem Karadağ, sayfa 25 ve Deniz Erşahin, sayfa 26). 


Uluslararası Af Örgütü’ne verilen bilgiye göre gözaltına alınan kişiler “izinsiz gösteriye katılmak”la ve “polise görevini yaptırmamak için direnmek”le suçlandı. Diğer bazı vakalarda gözaltına alınanlar iddiaları temellendirecek herhangi bir kanıt olmaksızın taş atmak, molotof kokteyli atmak gibi şiddet içeren fiillerde bulunmakla suçlanıyordu (bkz. Deniz Erşahin vakası, sayfa 26). Ne kadar barışçıl olursa olsun bir eyleme katılmanın gözaltıyla sonuçlanabileceğini gösteren bir örnek de, polisin 17 Haziran günü Taksim Meydanı’nda “duran adam” eylemine katıldığı için, sessiz ve tek başına durmak gibi bireysel eylemlerde bulunan en az 16 kişiyi gözaltına almış olması.86 

Ankara, Antakya, İstanbul ve İzmir’deki avukatlar, Uluslararası Af Örgütü’ne, polisin gözaltına alınan kişileri yanlarında bir avukat bulunmaksızın ifade vermeye zorladığını ve bazı durumlarda avukata erişimlerini saatlerce geciktirdiklerini, yemek, su ve tuvalet ihtiyaçlarını karşılamadan saatlerce tuttuklarını söyledi. 

EYLEMLERİ DÜZENLEYENLERİN HEDEF ALINMASI, 

Ağustos sonu itibariyle, terörle mücadele yasaları ve ilgili maddeler uyarınca birçok soruşturma açılmıştı. Suçlanan kişilere karşı herhangi bir kanıt gösterilmezken, sorgulanan kişilere yöneltilen suçlamalar, eylemlere katıldıkları ya da eylemleri düzenledikleri iddia edilen kişilere karşı terörle mücadele yasalarının keyfi kullanımının bir devamı niteliğindeydi. 

Gezi Parkı eylemlerinin ülke geneline yayılmasından bu yana, eylemleri düzenleyen ya da düzenlediği iddia edilen çok sayıda kişi birçok şehirde yapılan baskınlar ve polis operasyonları ile gözaltına alındı. Gözaltına alınanların bazıları Ağustos ayı sonu itibariyle hala tutuklu durumdaydı. Eylemleri düzenleyenler terörle ilgili suçlar da dahil olmak üzere en ağır suçlarla cezalandırılma riski altında. Gözaltına alınanların ya da hakkında soruşturma açılanların 
kaçının mahkeme önüne çıkacağı belli değil. Ancak yetkililerin Gezi Parkı eylemlerinin hoşgörü ile karşılanmayacağı konusunda ve eylemleri düzenleyenlerin ciddi bir risk altında olduğuna dair verdiği mesaj oldukça açık. 

Ankara Barosu, Uluslararası Af Örgütü’ne 1 Ağustos günü Ankara’daki eylemlerin ardından 50 kişinin evlerinden gözaltına alındığını ve bu kişilerin 35’inin tutuklu yargılandığını söyledi. 
Ağustos sonu itibariyle, altı kişi hala tutuklu yargılanmaktaydı. Avukatların Uluslararası Af Örgütü’ne verdiği bilgiye göre gözaltına alınanlar ve hakkında soruşturma açılanlar “yasa dışı örgüte üye olmak” (314. Madde), “yasa dışı örgüt adına suç işlemek” (220/6. Madde), “şiddet kullanarak hükümeti devirmeye çalışmak” (312. Madde), ve “kamu malına zarar vermek” (152. Madde) ile suçlanıyor. Ağustos sonu itibariyle, herhangi bir dava açılmadı ve 
çıkarılan gizlilik kararları nedeniyle avukatlar müvekkillerine yönelik suçlamalara dair kanıtları inceleyemedi.87 Avukatlar Uluslararası Af Örgütü’ne gözaltına alınanların Gezi Parkı eylemlerine katılmaları ve daha önce katıldıkları eylemlerle ilgili sorgulandıklarını söyledi. 

Antakya’da avukatlar Uluslararası Af Örgütü’ne polisin Temmuz ayında gerçekleştirdiği iki operasyonla birçok kişiyi evlerinden gözaltına aldığını söyledi. 30 kişi gözaltına alınırken, bunların 13’ü Ağustos sonu itibariyle tutuklu bulunuyordu. Hakkında soruşturma açılanların bazılarının avukatı Uluslararası Af Örgütü’ne müvekkillerinin “yasa dışı örgüt üyeliği” (314. Madde) ile suçlandıklarını söyledi. Avukatın verdiği bilgiye göre soruşturmada sunulan 
kanıtlar arasında Facebook gibi sosyal medya sitelerinde yapılan paylaşımlar, evlerde yapılan aramalarda bulunan sol görüşlü dergiler, eylemlerde taş attıklarını gösterdiği iddia edilen görüntüler ve fotoğraflar ve suçlanan kişilerin kayıtlı siyasi partiler ve derneklerle ilişkisi bulunuyor. Avukat, Uluslararası Af Örgütü’ne savcıların müvekkilerini eylemlerdeki rolleri ile ilgili sorguladığını söyledi. 

İstanbul’da Gezi Parkı eylemlerinin ardından bir dizi gözaltı yapıldı. Gözaltı operasyonlarının birinde Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP)’nin üyeleri ve destekçileri hedef alındı. Gözaltına alınanların avukatları Uluslararası Af Örgütü’ne bu operasyon kapsamında 69 kişinin gözaltına alındığını ve 27’sinin hala tutuklu bulunduğunu ve 21 kişi hakkında da tutuklama emri çıkarıldığını söyledi. Gezi Parkı eylemlerine ek olarak, 2012 yılında yaşanan açlık grevi 
ile ilgili eylemler, 2013 yılında İstanbul’da yapılan 1 Mayıs eylemleri ve bu süre içinde yapılan basın açıklamaları ile ilgili de sorgulandılar. Tutuklu olanlar da dahil gözaltına alınanlar, Türkiye’de yasaklanmış olan sol silahlı örgüt, Marksist Leninist Komünist Parti (MKP)’ye üye olmakla suçlanıyor. Avukatların Uluslararası Af Örgütü’ne verdiği bilgiye göre gözaltına alınan kişilere eylem alanında olduklarını gösteren telefon kayıtları ve fotoğraflar gösterildi. Yetkililer ayrıca silah ve patlayıcı madde de bulduklarını iddia ediyor ancak bu iddialar suçlanan kişiler tarafından reddediliyor. 

Başka bir gözaltı dalgası Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) üyelerini ve destekçilerini hedef aldı. Avukatların Uluslararası Af Örgütü’ne verdiği bilgiye göre 11 Haziran günü parti binasına ve çevre yerlere yapılan baskınlarda 72 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanların dördü tutuklandı. Avukatlar, sorgulamaya alınan kişilerin “zor kullanarak anayasal düzeni değiştirmek” (TCK 309. Madde), “zor kullanak hükümeti devirmek” (312. Madde) ile suçlandığını söyledi. Tutuklanan dört kişiden biri Türk Ceza Kanunu’nun 314. Maddesi olan 
“yasa dışı örgüt üyeliği” ile, diğer üçü ise “yasa dışı bir örgüt adına suç işlemek” ile suçlanıyor (TCK 220/6. Madde). Yetkililer, gözaltına alınanlardan birinin Taksim Meydanı’nda polise molotof kokteyli atarken fotoğrafının çekildiğini belirtiyor. 

Taksim Dayanışma’nın üyeleri de hedef alınan gruplar arasında. Taksim Dayanışma, Gezi Parkı’nın yeniden yapılandırma planlarına karşı muhalefeti organize eden ve 150 siyasi parti, sivil toplum kuruluşu ve meslek kuruluşunu temsil eden bir platform. Polis, 8 Temmuz günü - parkın 15 Haziran’da polis tarafından boşaltıldıktan sonra kısa bir süre kamuya açıldığı gün - Taksim Dayanışma Platformu’nun 48 üyesini, destekçilerini Gezi Parkı’na çağırmasının 
ardından gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar arasında İstanbul Tabipler Odası Başkanı Ali Çerkezoğlu ve Mimarlar Odası Başkanı Mücella Yapıcı da bulunmaktadır. Mahkeme, Ali Çerkezoğlu, Mücella Yapıcı ve diğer 10 kişinin tutuklanması talebini reddetti. Taksim Dayanışma’nın üyeleri Uluslararası Af Örgütü’ne eylemleri düzenlemeleri ile ilgili sorgulandıklarını ve “suç örgütü kurmak”la suçlandıklarını söyledi (TCK 220. Madde). 

İzmir’deki avukatlar Uluslararası Af Örgütü’ne dört polis operasyonu sonucunda 65 kişinin gözaltına alındığını, bunların 49’unun Ağustos sonu itibariyle hala tutuklu olduğunu belirtti. Tutuklu yargılananların 25’i üniversite öğrencisi. Gözaltına alınıp bırakılanlar Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na aykırı davranmak ve “görevli memura mukavemet etmek”le (TCK 265. Madde) suçlanıyor. Hala tutuklu olanlar hakkında ayrıca “yasa dışı örgüt adına suç 
işlemek” (TCK 220/6. Madde) suçlaması getiriliyor. 

YARGILAMALAR, 

Gezi Parkı eylemlerine katıldıkları iddiasıyla birçok kişiye dava açılması, yetkililerin şiddet içeren bir eyleme katılıp katılmadıklarına dair herhangi bir kanıt olmaksızın kişileri sadece eyleme katıldıkları için yargılama isteğini gösteriyor. Geçmişte hakkında dava açılan birçok kişi sadece eylemlere katılmakla suçlanmıştı. ve şiddet içeren fiillerde bulunduğu iddia 
edilen kişiler hakkında da çoğunlukla herhangi bir kanıt bulunmamaktaydı. 

İstanbul’da Gezi Parkı eylemlerine katıldıkları iddia edilen kişilere yönelik birçok dava açıldı. Uluslararası Af Örgütü’nün incelediği davalardan biri, 29 Haziran’da Taksim’de bir Gezi Parkı eylemine katılan yedi kişiye açıldı. Çoğu 20’li yaşlarının başlarında olan sanıklar, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 32/1. Maddesi uyarınca “kanuna aykırı bir toplantı veya yürüyüşten emir ve ihtardan sonra dağılmamak” ve TCK 265. Madde uyarınca “kamu görevlisinin görevini yapmasını engellemek”le ve TCK 125. Madde uyarınca “kamu görevlisine hakeret etmek”le suçlanıyor.88 

Savcıya göre, polis, (sayısı belirtilmeyen) bir grup göstericinin dağılması için birçok defa ihtarda bulundu ve daha sonra polise ve yüksek rütbeli devlet görevlilerine hakaret eden ve taş atan göstericilere yönelik güç kullandı. 

Savcıya göre, kişiler hakkında sunulan kanıtlar, üzerlerinde eldiven, toz maskesi, beyaz kask, siyah sprey boya, Taksim Dayanışma yazılı bir bez parçası, gaz maskesi, deniz gözlüğü ve kask olduğunu gösteren, ya eylem alanında çekilmiş ya da arama ve gözaltı sırasında elde edilen fotoğraflar. İki kişi ayrıca sapan ve ekmek bıçağı bulundurmakla suçlanıyor ancak kendileri bu suçlamaları reddediyor. 

Savcı sanıkların hepsinin polise mukavemet ettiğini, saldırdığını, Başbakan’a ve İstanbul’daki kamu görevlilerine hakaret ettiğini iddia ediyor ancak bu iddialarla ilgili bir kanıt sunulmadı. Savcı ayrıca fotoğrafların incelenmesi sonucu sanıkların Gezi Parkı eylemlerine düzenli olarak katıldıklarının ortaya çıktığını iddia etmektedir.89 

Ankara’daki Gezi Parkı göstericilerine karşı açılan ilk dava da benzer sorunlar 
barındırmaktadır. Ankara’da bir Gezi Parkı eylemi sırasında polis tarafından vurulan Ethem Sarısülük’ün cenazesine katıldıkları gerekçesiyle 73 kişiye dava açıldı (bkz. sayfa 37). 

Uluslararası Af Örgütü, göstericilere karşı açılan bu davanın, şiddet içeren ya da suç teşkil eden herhangi bir eyleme katıldıklarına dair bir kanıta dayandırılma dan, sadece cenaze yürüyüşüne katıldıkları için açılmasından kaygı duymaktadır. Göstericiler, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 32. Maddesi uyarınca “yasal olmayan bir eyleme katılmakla” ve “ihtara ve zor kullanmaya rağmen kolluk görevlilerine karşı cebir veya tehdit kullanılarak direnilmesi” ile suçlanmaktadır. Yasaya göre bu suç üç yıla kadar hapis cezası ile 
cezalandırılır.90 

Sarısülük’ün cenaze yürüyüşünün 16 Haziran günü Ankara’da Cemevi 91’nden başlayıp Kızılay merkezinden geçerek Sıhhiye’ye doğru yapılması planlanıyordu. İddianameye göre, cenaze yürüyüşüne, “provokasyonları ve istenmeyen olayların yaşanmasını önlemek” amacıyla izin verilmedi.92 İddianamede ayrıca cenaze günü saat 12.15 civarı sesli uyarı yapıldığı, yürüyüşün Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na aykırı olduğu ve sayısı 1,500 olarak 
belirtilen grubun dağılması aksi takdirde zor kullanılacağı uyarısı yapıldığı belirtilmekteydi. 

İddianamede barışçıl toplanma hakkı konusundaki uluslararası insan hakları standartlarına referans verilmekte ancak saldırı ya da şiddet içeren bir gösterinin bu hak kapsamında değerlendirilmeyeceği belirtilmektedir.93 Bu “kendiliğinden gelişen şiddet içeren fiillerin ya da bazı göstericilerin suç sayılan fiillerde bulunmasının barışçıl göstericileri barışçıl toplanma hakkından mahrum bırakamayacağı” yönündeki uluslararası standartlarla çelişmektedir.94 

Eylemleri dağıtmak için tazyikli su ve göz yaşartıcı gaz kullanıldı ve hakkında dava açılan 73 kişi gözaltına alındı. İddianameye göre göstericilerden üçünün taş atarken çekilen video görüntüleri bulunuyor. Başka bir göstericinin ise elinde taşla görüntülendiği iddia ediliyor. Geri kalanı ise eylem alanında göz altına alındıkları ve o sırada yapılan aramada üzerlerinde eylemin bir parçası olduklarını gösteren malzemeler bulunduğu için yargılanıyor. İddianameye 
göre bu malzemeler arasında taş, gaz maskesi, deniz gözlüğü, losyon (muhtemelen göz yaşartıcı gazın etkisini gidermek için kullanılan), limon, süt ve sirke (göz yaşartıcı gazın etkisini gidermek için kullanılan diğer sıvılar) bulunuyor. 

Davanın ilk duruşması 1 Kasım 2013 tarihinde yapılacak. 

EYLEMLERLE İLGİLİ HABER YAPAN, GÖSTERİCİLERE YARDIM EDEN YA DA HAKLARINI SAVUNANLARA YÖNELİK SALDIRILAR, 

Üst düzey hükümet yetkilileri ve diğer kamu görevlileri göstericileri desteklediğini düşündükleri kişilere yönelik hakaret, eleştiri ve tehditte bulundu. Eleştiriye hedef olanlar arasında göstericilere lojistik destek vermekle, olayları medyada yanlış yansıtmakla ve hatta eylemleri düzenlemekle suçlanan farklı grup ve mesleklere mensup kişiler vardı. Ankara’da savcılığa gönderilen ve yasal ve yasa dışı örgütlerin halkı “suç işlemeye […] ve hükümete karşı ayaklanmaya teşvik ettikleri”ni iddia eden bir fezleke yetkililerin bakış açısını yansıtan 
önemli bir örnek. Raporda “eylemlere katılan şahısların çoğunluğunun örgütsel bir yapı içerisinde olmamasından dolayı, hükümet karşıtı basın-yayın kuruluşları, gazeteciler, sivil toplum örgütleri, taraftar grupları ile sanat camiası mensupları ve marjinal gruplar tarafından eyleme katılan şahıslar kışkırtılmış ve yönlendirilmiştir” denilmektedir. Polis ayrıca bu grupların “yasa dışı eylemleri” demokratik bir hak gibi yansıttıklarını öne sürmektedir. Bu gruplar arasında Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Türk Tabipleri Birliği (TTB), Ankara Barosu, İnsan Hakları Derneği (İHD), 
Ankara Tabipler Odası (ATO) gibi sivil toplum kuruluşları sıralanmakta ve bu kuruluşların eylemci gruplara kamuoyu desteği sağladıkları, yargı ve Ankara Emniyet Teşkilatı üzerinde psikolojik baskı oluşturmaya çalıştıkları, göstericileri polisin aşırı güç kullanımı ile ilgili suç duyurusunda bulunmaya teşvik ettikleri iddia edilmiştir. Rapor ayrıca CNN, BBC, Economist, Al Jazeera gibi uluslararası yayın kuruluşlarını eylemleri abartmak ya da çarpıtmakla ve yanlış haber yapmakla suçlamaktadır.95 

Hükümetin eleştirisinin hedefinde olan grupların temsilcileri ayrıca polis tarafından eylem alanlarında sözlü taciz, fiziksel şiddet ve diğer tür tehditlere maruz kalmışlardır. Bu gruplar arasında uluslararası medya ya da Türkiye’de muhalif yayın kuruluşları için çalışan gazeteciler, sosyal medya kullanıcıları, eylem alanlarında yaralanan göstericilere ilk yardım hizmeti veren doktorlar ve hukuki danışmanlık yapan ve gözaltına alınan kişileri temsil eden avukatlar bulunmaktadır. 

Kaçan göstericilere kapılarını açan iş yerleri de hükümet yetkilileri tarafından hedef alındı. Gezi Parkı’na yakın olan Divan Oteli bunların başında geliyor. Başbakan göstericilere bedava yiyecek verdiği iddia edilen iş yerlerinin yanı sıra, otel sahiplerini de “suçlulara yataklık etmekle” suçladı.96 Bunun hemen ardından Divan Oteli’nin sahibi olan Koç Holding’e ait üç şirketin Temmuz ayında vergi denetimine tabi tutulması ve hisselerinin bir milyar dolardan fazla değer kaybetmesi, hükümetin, Gezi Parkı eylemlerini desteklediğini düşündüğü için şirkete verdiği bir tepki olduğu düşünülmektedir ancak hükümet bu iddiayı reddetmektedir.97 

SAĞLIK PERSONELİ, 

Gönüllü sağlık personelininin çalıştığı revirler eylem alanlarında gerek hafif gerek ağır yaralanan göstericilere ilk yardım hizmeti sunmada kilit bir rol oynadı. Polisin kullandığı kimyasal maddeler, hızla fırlatılan cisimler ya da diğer tehlikeli araçlar düşünüldüğünde revirler ayrı bir önem kazandı. Polisin uluslararası standartlarda da belirtilen, yaralılara sağlık hizmetinin mümkün olan en kısa zamanda ulaştırılmasını engellemesi nedeniyle revirlerin önemi daha da arttı.98 Ankara ve İzmir’de doktorlar Uluslararası Af Örgütü’ne ambulansların 
“güvenlik nedeniyle” eylem alanlarına gitmediğini söyledi. Birçok gösterici Uluslararası Af Örgütü’ne eylemlere katıldıklarının ortaya çıkması durumunda gözaltına alınmaktan ya da haklarında dava açılmasından korktukları için tedavi olmak amacıyla hastaneye gidemediğini söyledi. Tüm bunlar nedeniyle revirlere olan ihtiyaç daha da arttı. 

Ankara, İstanbul ve İzmir’de doktorlar, polisin revirleri bastığını ve göstericilerin tıbbi yardıma erişmelerini engellemek ve sağlık personelini yıldırmak amacıyla tehdit ettiğini ve şiddet uyguladığını söyledi. Eylem alanlarında acil tıbbi yardım veren sağlık personeli de gözaltına alındı. 

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR BÖLÜM 5

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR  BÖLÜM 5


Gazeteci Gökhan Biçici Uluslararası Af Örgütü’ne 16 Haziran günü İstanbul’da bir eylem sırasında dövüldüğünü söyledi ve resmi olarak gözaltına alınmadan önce saatlerce gayri resmi bir şekilde gözaltında tutuldu.63 

“Saat yaklaşık 16.00 gibi Şişli civarındaydım. Gezi Parkı’nın boşaltılmasının ardından henüz bir gün geçmişti ve göstericilerin yeniden Taksim’e çıkması çağrıları yapılıyordu. 
Rumeli Caddesi ve Halaskargazi Caddesi’nin köşesinde, polisin yanında duruyordum. Her üç tarafta da göstericiler vardı. Elimdeki kamerayla IMC TV için çekim yapıyordum. 
Boynumda IMC basın kartı asılıydı. Saat yaklaşık 17.30 gibi Şube Müdür Yardımcısı olan bir polis yanıma geldi ve ‘Sikerim seni basın’ dedi. Boynumdaki basın kartını yırttı. Gaz maskemi, kaskımı ve iPad’imi aldı. Kaskımın ve maskemin üzerine basarak ezdi. 
Çantamı açıp içindeki biber gazına karşı kullanılan solüsyonu yere döktü. Tam o sırada bir gazeteci yanımıza gelip fotoğraflarını çekti ve beni basından tanıdığını söyledi. O sırada ben de kanalı aradım ve sokakta gözaltına alındığımı söyledim ve beni Taksim’de polis karakoluna götürebileceklerini söyledim. Polis o sırada göstericilere gaz sıkarak yeniden müdahale etmeye başlamıştı. Hepsinin maskesi vardı, ancak benimkini almıştı. 

Her taraf gaz içindeydi. İki tanesi beni yanlarında 500 metre kadar sürüklediler. 

Durdukları sırada cep telefonumdan gözaltına alındığıma dair bir tweet attım. Kanal beni aradı ve o sırada başıma gelenleri canlı yayında anlattım. Beni tutan çevik kuvvet polisleri beni neden tuttuklarını bilmediklerini ancak amirlerinin öyle istediğini söylediler. O sırada saat 18.30-19.00 olmuştu. Avukatım ve kanaldan bir arkadaş yanıma gelmek için yola çıkmışlardı. Ben ve serbest çalışan başka bir fotoğrafçı orada gözaltında tutuluyorduk. 

Polis göstericilere yeniden müdahale etmeye başladı ve bana da bir gaz maskesi verdi. O sırada bir polis amiri geldi. Beni cep telefonumla fotoğraf çekerken gördüğünü ve çekemeyeceğimi söyledi. Ben de ‘Gözaltında mıyım? Beni iki saattir burada tutuyorsunuz’ diye sordum. O da ‘Götüne sokarım telefonu’ diye karşılık verdi. Başka bir polise ‘Apartmana götürün, işini bitirin’ dedi. Polis amiri bana vurmaya başladı, iki polis de onunla birlikte yumruklarla, coplarla ve tekmelerle beni dövmeye başladılar. O sırada gerçekten çok korktum. Beni sokaktan bir apartmana götürürlerse dayak yiyeceğimi biliyordum. Elimden geldiğince kendimi korumaya çalıştım. Başımı ve kasıklarımı korumaya çalışıyordum. ‘Ben gazeteciyim, işkence yapıyorlar, bana yardım edin’ diye 
bağırdım. Etraftaki apartmanlardan beni duyanlar pencerelerinden bir şeyler atmaya başladılar. Apartmanlardan birinde birisi polisler beni dövdüğü sırada görüntüleri kaydetti.64 Daha sonra dövmeyi bıraktılar ve plastik bir kelepçe ile ellerimi arkadan bağladılar. Polislerden birisi ‘Seni öldürmek istiyorum ama burası yeri değil’ dedi. Daha sonra beni Ramada Oteli’nin dışarısına götürdüler ve polis otobüsüne bindirdiler. Bir tanesi ellerim arkada bağlı olduğu sırada suratıma yumruk attı. Otobüste 12 kişiydik. 
Herkes dayak yemişti, suratlarında kan vardı. Bir polis otobüse gelerek bizi coplarla dövmeye başladı. Herkesin elleri arkadan kelepçelenmişti. Ben ‘Gazeteciyim, bunu yapamazsınız’ diye bağırdım. O sırada saat yaklaşık 20.00-20.30 gibiydi. Otobüstekiler ben alınmadan önce polislerin arabaya gelip herkesi dövdüğünü söyledi. 

Otobüste olanlardan birinin astımı vardı ve çok kötü durumdaydı. Ambulans oradaydı ve ambulanstan birisi bana baktı. Başımda yara vardı ve kasığımdan kan geliyordu. Bana şanslı olduğumu ve eğer birkaç santimetre daha yakından vursalardı gözümü kaybedeceğimi söyledi, aynı şekilde daha ağır yaralansaydım testislerimin de patlayabileceğini söyledi. Polis elimdeki plastik kelepçeleri metal olanlarla değiştirdi ve otobüs yola çıktı. Önce Talimhane’de Point Otel’in önüne içinde gözaltına alınan insanların olduğu diğer polis otobüslerinin bulunduğu yere gittik. Bizi daha sonra Taksim Meydanı’nda Atatürk Kültür Merkezi’nin oraya, oradan da Karaköy’e götürdüler. Orada otobüsten birini çıkardılar. Polislerden birinin şoföre ‘İn aşağıya, gaz atalım, gebersinler’ dedi. Ama yapmadılar. Oradan Dolmabahçe’ye ve daha sonra Vatan Caddesi Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gittik. O sırada saat 00.00-00.30 sularıydı. Orada o sırada gözaltına alınan insanların içinde olduğu üç-dört otobüs daha bulunuyordu. 

Oraya gittiğimizde sivil giyimli bir polis otobüse geldi ve ‘Gökhan Biçici burada mı?’ diye sordu. Daha sonra kanalın bir milletvekili ile iletişime geçtiğini ve konunun İçişleri Bakanı’na intikal ettirildiğini öğrendim. Anlaşılan o ki İçişleri Bakanı da ‘İlgileniyorum’ demiş. Durum İçişleri Bakanı’na saat 21.00 gibi bildirilmiş ancak üç saat boyunca nerede olduğumu bulamamışlar. 

O sırada beni otobüsten indirdiler ve ellerimdeki kelepçeleri çözdüler. Gözaltına alınan çok sayıda kişi vardı, aralarından biri Cihangir’deki Alman Hastanesi’nden gözaltına alınmıştı. Suratı mosmordu ve şişmişti. Bana polisin elleri kelepçeliyken suratını tekmelediğini söyledi. Sağlık kontrolü için beni götürdüler, oradan döndüğümde diğer prosedürleri tamamlayarak hücreye koydular. Tüm nezarethaneler dolu olduğu için beni Terörle Mücadele Şubesi’ne koydular. Pazartesi sabahı saat yaklaşık 03.00 civarıydı. Salı sabahı savcılığa ifademi vermem için beni Çağlayan Adliyesi’ne götürdüler. Uzun süre orada bekletildim, ifadesini vermek için bekleyen çok sayıda insan vardı. Sıra bana geldiğinde, savcı hazırdı. Dayak yediğim anın görüntülerini izlemişti. Şikayette bulunmak 
istediğimi söyledim. Ben ve diğer birçok kişi gazeteci olduğumuz için dayak yedik. Bu sistematik bir uygulama.” 

Gökhan Biçici Uluslararası Af Örgütü’ne ayrı bir suç duyurusunda bulunduğunu ancak Ağustos sonu itibariyle savcılıktan henüz bir haber çıkmadığını söyledi. 

Eylem Düzyol ve Fulya Atalay, Uluslararası Af Örgütü’ne İstanbul’da eylem alanından haber yaptıkları sırada polis tarafından dövüldüklerini söyledi. Her ikisi de gazeteci Gökhan Biçici ile aynı gün ve aynı yerde dövüldüler. Uluslararası Af Örgütü’ne polisin bulunduğu taraftan fotoğraf çektikten sonra, göstericilerin bulunduğu yere geçtiklerini söylediler. 

“Saat yaklaşık 16.30 civarıydı, polis tazyikli su ve biber gazı kullanarak barikatları yıkmaya başladı. Gazdan dolayı hiçbir şey göremiyorduk, beyaz bir bulut gibiydi. Göstericiler kaçıyordu, biz de onlarla birlikte kaçmaya başladık. İkimiz ve tanımadığımız bir başka kişi bir apartmana sığındık. Üç ya da dört çevik kuvvet polisi bizim arkamızdan girdi, yanımızdaki kişiyi coplarla, tekmeler ve yumruklarla dövmeye başladılar. En fazla 20 yaşlarında bir erkekti. Polise sarı basın kartlarımızı gösterdik. Kartlara baktılar ve sonra bizi de dövmeye başladılar. Bir tanesi saçlarımı [Eylem’in] çekti, bizi tekmeleyerek dövdüler, sonra da apartmandan sokağa attılar. Polislerden biri Fulya’nın maskesini aldı. 
Her yerde gaz vardı. Sürekli ‘gazeteciyiz’ diyip durduk ama bizi dövmeye devam ettiler. Beş-on dakika boyunca dayak yedik sanırım. Daha sonra polis geri çekildi ve bizi dövenler de onlarla birlikte geri çekildiler. Biber gazından kaçmak için elimizden geleni yaptık, eylemler devam ediyordu ve sokakta yürümek çok zordu. Önce başka bir apartmana sığındık ve orada 20-30 dakika kadar dinlendik. Benim evim yakındaydı, saat 18.00 gibi eve varabildik. Sonraki gün vücudumuzdaki morluklar daha kötü olmuştu. 
Hastaneye gittik ve darp raporu aldık. Yaklaşık 10 gün sonra suç duyurusunda bulunduk. Savcılıktan hala bir haber çıkmadı.”65 

Radikal gazetesinde muhabir olarak çalışan Alp Buğra Bahadır Gültekin Uluslararası Af Örgütü’ne yaptığı açıklamada İstanbul’un Taksim semtindeki olaylarla ilgili haber yaptığı sırada polis tarafından nasıl dövüldüğünü anlattı. 

“23 Haziran günü sabah saat 01.00 civarıydı. İstiklal Caddesi’ne çıkan ara sokaklardan birindeydim. Polis biber gazı sıktı, ben de göstericilerin yanında kaçmaya çalışıyordum – yüzümde gaz maskesi yoktu. Polis arkamızdan geliyordu. Ben ‘Basınım’ dedim. Polis ‘Sikerim basını’ diye karşılık verdi ve copla vurup tekmelemeye başladı. Yere düştüm, o diğerlerinin arkasından gitti. Yanımdan geçen diğer polisler de vurmaya devam etti. 
Toplam yedi ya da sekiz polisten dayak yedim. Vücudumda dokuz ya da on dayak izi vardı. Polis gittikten sonra yerden kalktım yakındaki bir lokantaya gidip masaya çöktüm. 
Arkadaşlarımı aradım ve gelip beni oradan aldılar. Sonraki gün Bağcılar Medipol 
Hastanesi’ne gidip darp raporu aldım. Sonra polislerin beni dövdüğü sokağa gittim. 

Orada bir esnafla görüştüm ve polisin beni ve diğer birkaç kişiyi döverken gösteren kapalı devre kamera görüntülerini aldım.66 Polise karşı suç duyurusunda bulundum ve hala haber bekliyorum.” 

Alp Buğra Bahadır Gültekin 3 Ağustos günü Taksim’de başka bir olayda polis tarafından bir saat alıkondu.67 

POLİSİN İHLALLERİNE KARŞI CEZASIZLIK 

Polisin gücünü kötüye kullanması genel olarak belgelendirilmiş olsa da bu ihlallerden sorumlu kişilerin adalet önüne çıkarılması düşük bir ihtimal olarak görülmektedir. 

Türkiye'deki polis memurları uzun süredir, özellikle gösteriler söz konusu olduğunda, kovuşturmalara karşı uygulamada cezasızlıktan faydalanmıştır.68 Kolluk kuvvetlerinin gerçekleştirdikleri ihlallere yönelik etkin soruşturma ve kovuşturmaların ve gerçekten bağımsız şikayet mekanizmaların eksikliğine son yıllarda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu ve İşkenceye Karşı Komite tarafından da dikkat çekilmiştir.69 

Şikayetlerin ciddi şekilde soruşturulamayacağı ve etkin bir şekilde kovuşturulamayacağına dair uzun bir süredir var olan algılar ve şikayet edenlere yönelik karşı davalar açılmasına dair yüksek olasılıklı risk birçok mağduru ihlalleri yetkililere bildirmekten alıkoymaktadır. Gezi Parkı eylemleri konusundaki soruşturmalar görünüşte devam etmektedir fakat soruşturmaların seyri konusunda gözlenen bazı erken işaretler bilinen cezasızlığın devam edeceğine işaret etmektedir. 

Az sayıda bazı istisnalar haricinde, resmi açıklamalarda polise övgüler düzülmüş ve polis memurlarının yanlış yapmaktan muaf oldukları ifade edilmiştir.70 Özellikle Başbakan polisin yaptıklarını coşkulu bir şekilde savunmuş ve "destan" olarak nitelemiş, polisin şiddet mağduru olduğunu belirtmiştir.71 Gayri resmi gözaltı ve polis memurlarının yaygın bir şekilde kimliklerinin tespit edilmesini sağlayan kask numaralarını gizlemeleri gibi polis taktikleri de kovuşturmaların başarılı bir şekilde tamamlanması ihtimalini daha da zorlaştıran nedenlerden dir.72 

Ağustos ayı sonu itibariyle, bu raporda belgelenen vakalarda mağdur olan ve şikayette bulunan kişilerden yalnızca biri savcılık tarafından ifade vermeye çağrılmıştır. Başvuruda bulunanların büyük çoğunluğu, müracaatlarının ardından herhangi bir haber almamıştır. 

İstanbul'daki savcılar 11 Haziran'da kentteki polis şiddetine yönelik resmi bir soruşturma başlattıklarını açıkladı. Ancak, aradan üç ay geçmesine rağmen, ortada soruşturmanın ilerlediğine dair bir herhangi bir işaret ya da polislerin ifade vermek üzere çağrıldıklarına dair bir bilgi bulunmamaktadır.73 

Türkiye'deki kolluk kuvvetleri görevlilerinin uzun süredir yararlandığı cezasızlık, zor kullanılması konusunda en üst düzeylerde aldıkları destek ve aşırı güç kullanıldığında kendileri adına önerilen bahaneler, şüphesiz ki Gezi Parkı protestoları sırasında yaşanan polis ihlallerinin yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur. 

FAİLLERİN TESPİT EDİLMESİNİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER 

Avrupa Polis Etiği Yönetmeliği gibi uluslararası standartlar, polis memurlarının, görev başındayken, polis olduklarını gösteren ve bir çeşit kimlik tespitine imkan veren şekilde giyinmeleri gerektiğini belirtmektedir.74 Türkiye yasaları görev başındaki polis memurlarına böyle bir yükümlülük getirmemekte, ancak çevik kuvvet polislerinin üzerine numaralar olan kasklar giymelerini gerekli kılmakta dır. Ancak bu gereklilik, sık sık ihmal edilmiştir. Çevik kuvvet polislerinin kask giyerken bile, sık sık bu numaraları etiketlerle kapattıkları ya da üzerinde numara olmayan kaskları giydikleri görülmüştür. 

Polis memurları sıklıkla gaz maskeleri taktıklarından, video ve fotoğraf delilleri üzerinden kimlik tespitlerinin yapılması da çoğu zaman oldukça zor olmaktadır. Kimlik tespitine imkan veren işaretlerin yokluğu ile birleştiğinde bu durum, polis memurlarının, diğer polis memurlarının aleyhte ifade vermeleri haricinde, kovuşturmaya uğramasını pratik olarak imkansız kılmaktadır. 

Polis memurlarının gösterilere sık sık sivil kıyafetler giyerek75 ya da yalnızca polis yeleği giyerek müdahale ettikleri de gözlenmiştir. Sivil polislere ek olarak, birçok durumda sivillerin de göstericilere yönelik şiddete katıldıkları, bunu yaparken polis tarafından engellenmedikleri ve bazen de polis memurlarıyla birlikte hareket ettikleri görülmüştür (bkz. Ali İsmail Korkmaz vakası, sayfa 38). 

RESMİ GÖZALTI PROSEDÜRLERİ DIŞINDAKİ GÖZALTI UYGULAMALARI 

Kolluk kuvvetlerinin güçlerini kötüye kullanmaları ile ilgili yukarıdaki bölümde de belirtildiği gibi, gözaltına alınanların birçoğu serbest bırakılmadan önce sokakta ya da polis araçlarında tutulmuşlardır. Bu tür durumlarda, resmi gözaltına alınan kişilere uygulanabilecek bir yakına haber verilmesi, avukata ve tıbbi muayeneye erişim ve gözaltı merkezlerinin video kaydı altında olması gibi koruma önlemleri söz konusu olmamakta ve bu da görevi kötüye kullanma ihtimalini artırarak bu durumların tespitini daha da zorlaştırmaktadır. 
Bir dizi vakada, polis memurlarının, gayri resmi gözaltına, özellikle protestoculara yönelik kötü muamelede bulunma amacıyla başvurdukları görülmektedir (bkz. Gökhan Biçici sayfa 31, M.E sayfa 30 ve Alper Merdoğlu sayfa 28). 

Gözaltına alınan kişilerle ilgili diğer önlemler de gözardı edilmiştir. Gözaltına alınan kişilerin tıbbi muayeneden geçirilmesi genel olarak riayet edilen bir kural olmuştur. Ancak, Uluslararası Af Örgütü’ne bilgi veren kişiler, birçok vakada muayene sırasında polislerin de odada bulunduklarını ve doktorların kötü muameleden şikayet eden kişilerin durumlarını incelemedikleri ve bu tür yaralanmaları tıbbi raporlara geçirmediklerini söylemiştir (bkz. M.E. 
sayfa 30, Deniz Erşahin sayfa 26, Alper Merdoğlu, sayfa 28). 

ETKİN SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMA EKSİKLİĞİ 

Uluslararası insan hakları standartlarına göre, kolluk kuvvetlerinin insan hakları ihlalleri işlediklerine dair tüm iddialar, derhal, kapsamlı, tarafsız ve etkin bir şekilde soruşturulmalıdır. Gezi Parkı eylemleri kapsamında polis ihlallerine yönelik açılan soruşturmularla ilgili bir sonuca varmak için henüz çok erken olsa da, mevcut belirtiler durumun pek umut verici olmadığını gösteriyor. 

Yukarıda, kolluk kuvvetleri tarafından aşırı güç kullanılması ile ilgili bölümde aktarılan ölümcül olmayan 20 yaralanma vakasının, 16’sında suç duyurusunda bulunuldu. Ağustos sonu itibariyle savcılık sadece bir tanesi ile ilgili işlem yapmıştı. Savcılıktan herhangi bir cevabın alınmadığı vakalarda, suç duyurusunu yapan kişilerin avukatları, savcılık tarafından tek bir görgü tanığının ya da polis memurunun bile tespit edilmediğini söyledi. 

Buna karşın, Uluslarararası Af Örgütü mevcut kanıtlar doğru düzgün incelenmeden bazı soruşturmaların kapandığı bilgisini edindi. 

Örneğin, E.O.’nun avukatı Uluslararası Af Örgütü’ne 1 Haziran günü İzmir’in Basmane semtinde polisin aşırı güç kullanması sonucu yaralanan müvekkili adına yaptığı ayrıntılı suç duyurusunu gösterdi. E.O., bulunduğu yerin yakınına atılan bir gaz kapsülü sonucu başından yaralandığını söyledi. Yaralanmanın doktorlar tarafından belgelenmiş ve olayın yaşandığı yer ve zamanın dosyada belirtilmiş olmasına rağmen, avukat Uluslararası Af Örgütü’ne savcının müvekkilinin ifadesini almadan takipsizlik kararı verdiğini söyledi. 

Polisin aşırı güç kullanmasından kaynaklanan üç ölüm vakasındaki soruşturmalar ile ilgili durum ise daha karmaşık. 

3 Haziran günü Antakya’da bir eylemde başından yaralanan ve 4 Haziran’da hayatını kaybeden Abdullah Cömert vakası (bkz. sayfa 21) yukarıda ifade edilen gecikmelere bir örnek teşkil ediyor: Ağustos sonu itibariyle olayın ardından üç ay geçmiş olmasına rağmen, olay yerindeki hiçbir polis memuru ifade vermek üzere savcılığa çağrılmadı. 

Aşağıda aktarılan Ethem Sarısülük vakasında ise bir polis memuru hakkında olası en düşük cezalar istenerek dava açıldı. Ayrıca Ethem Sarısülük’ün ailesinin ve muhtemel görgü tanıklarının üzerinde baskı kurulduğuna dair endişe verici belirtiler mevcut. 

Ethem Sarısülük 1 Haziran günü bir polis memuru tarafından sıkılan gerçek mermi ile başından vuruldu. 14 Haziran’da ise hayatını kaybetti. Ethem Sarısülük’ün polis tarafından vurulduğu anın görüntüleri mevcut ve Sarısülük’ü vuran polis memurunun kask numarasının görüldüğü video sosyal medya sitelerinde yaygın olarak paylaşıldı.76 

Video polis memurunun diğer çevik kuvvet polislerinden ayrılarak ilerlediğini, yerdeki bir göstericiye tekme attığını ve etrafında polise doğru taş atan göstericilere karşı silahını çıkararak ateş ettiğini gösteriyor. Videoda polisin üç el ateş ettiği, iki kurşunu havaya birisini ise yere paralel bir şekilde sıktığı görülüyor. Ateş ettiği sırada polis memurundan beş metre uzaklıkta duran Ethem Sarısülük, bu üçüncü kurşun ile vuruldu. 

Savcılar olay yerinde ilk incelemelerini ancak 7 Haziran gününde gerçekleştirdi. Ateş eden polisin kimlik tespiti ile ilgili herhangi bir sorun bulunmazken, olaydan ancak iki hafta sonra 14 Haziran günü gözaltına alındı ve ifadesinin alınmasının ardından aynı gün serbest bırakıldı. 

Savcılık polisin, göstericiler kendisine taş attığı sırada içinde bulunduğu durumdan dolayı yanlışlıkla ateş ettiğini iddia etti. Polis, Türk Ceza Kanunu’nun 27. Maddesi olan “meşru savunmada sınırın aşılması suretiye öldürmek” suçundan yargılanıyor (Türk Ceza Kanunu’nun 81. ve 27/1 Maddesi). 

Duruşma hakimi, bir kamu görevlisinin görevini yaptığı sırada işlediği bir fiille ilgili yargılanabilmesi için yetkililerden izin alınması gerektiğini söyleyerek yargılamayı durdurdu. Karar yüksek mahkeme tarafından geri çevrildi. Ağustos sonu itibariyle dava henüz başlamamıştı. 

Ethem Sarısülük’ün ailesinin avukatı Uluslararası Af Örgütü’ne, bulduğu üç görgü tanığının biri hakkında eylemler sırasında işledikleri iddia edilen suçlarla ilişkili olarak yakalama emri çıkarıldığını, diğerinin ise önce gözaltına alındığını ve tutuklandığını, sonradan serbest bırakıldığını söyledi. 

Ethem Sarısülük’ün erkek ve kız kardeşi Uluslararası Af Örgütü’ne, Ethem Sarısülük’ün komada olduğu sırada hastanede sivil polisler tarafından tehdit edildiklerini söyledi. Ayrıca kardeşlerinin ölümünün ardından tanımadıkları kişilerden tehdit telefonları aldıklarını belirttiler. Avukatları tanık olmak isteyen bir başka kişinin de tehdit içeren telefonlar almaya başladığını söyledi. 

Ethem Sarısülük’ün ailesi Uluslararası Af Örgütü’ne, Ethem Sarısülük hastanede komada olduğu sırada yazdığı iki duvar yazısı nedeniyle Saısülük’ün babası hakkında kamu malına zarar vermekten dava açıldığını belirtti. 

Bir Gezi Parkı eyleminde dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz vakası göstericilere şiddet uygulamakla suçlanan polis memurlarının tespit edilmesinin önündeki engeller konusunda önemli bir örnek teşkil etmektedir. Polis memurlarının, sivil kıyafetlerle ve üzerlerinde polis olduklarını gösteren hiçbir işaret olmadan göstericilere şiddet uyguladıkları iddia edilmektedir. Polis, ayrıca, sivil kişileri yönlendirmek ve onlarla birlikte hareket etmekle de suçlanmakta  dır. Korkmaz’ın ölümünün ardından, yetkililer hiçbir polis memurunun saldırıda 
bir rolü olmadığını söyledi. Saldırıyı gösteren video görüntüleri ise yok edildi. 

Sorumluların tespit edilmesinin önündeki engellere rağmen, olayla ilgili çok sayıda kanıt toplandı ve soruşturma ve yargılama sürecinde ilerleme kaydedildi. Şüphelilerin tespit edilmesi daha çok Korkmaz’ın ailesinin ve avukatlarının yürüttüğü kampanya ve vakanın medyada geniş yer bulması ile görgü tanıklarının ortaya çıkması sayesinde oldu. Soruşturmada görevli savcının da saldırının kanıtlarını toplamada büyük bir etkisi oldu. 

Eskişehir’de yaşayan Ali İsmail Korkmaz, 2 Haziran günü saat 23.00’ten sonra bir Gezi Parkı eylemi sırasında aldığı darbeler nedeniyle hayatını kaybetti. Görgü tanıkları Korkmaz’ın elleri sopalı bir grup sivil giyimli kişi tarafından dövüldüğünü söyledi. 

Ali İsmail Korkmaz’ı dövenler arasında sivil giyimli polis memurlarının da olduğuna dair çok sayıda iddiaya rağmen Eskişehir Valisi’nin polisin olayda bir rolü olmadığına dair açıklama yapması, polisin yetkililerden nasıl destek aldığını gösteriyor.77 

Olayla ilgili kapalı devre kamera görüntülerinin bulunmasında çok sayıda engel ile karşılaşıldı. Olayın gerçekleştiği yerdeki iki kameranın çektiği görüntüler, bozuk oldukları ya da o sırada kayıtta olmadıkları iddiasıyla savcılara başta verilmedi. Daha sonra, fırıncıda bulunan kamera kolluk kuvvetleri tarafından savcılara verildi ancak görüntüler zarar görmüştü ve saldırıyı gösteren en önemli dakikalar silinmişti. Savcı, polisin delilleri yok etme olasılığı ile ilgili bir soruşturma başlattı ancak daha sonra yaptığı bir açıklamada görüntülerin silinmesinden polisin değil sivillerin sorumlu olduğunu söyledi.78 Savcının talebi üzerine, jandarma silinen görüntüleri kurtarmayı başardı. Saldırının gerçekleştiği yerdeki otele ait ikinci kameranın görüntülerine de erişilemedi. 
Ali İsmail Korkmaz’ın dövüldüğü gece, bir sivil polisin otel müdürüne kamerayı 
kapatmasını söylediği ve ardından görüntülerin silindiği iddia edildi.79 

Bu kameradaki görüntüler ise hala kurtarılamadı. 

Elde edilen görüntüler ve olayın medyada geniş yer bulmasının ardından ortaya çıkan görgü tanıklarının ifadelerine dayanarak, 7 Ağustos günü Ali İsmail Korkmaz’ı kasten öldürmek suçlamasıyla dört kişi hakkında dava açıldı ve tutuklu yargılanıyorlar. Dört şüpheli arasında Terörle Mücadele Şubesi’nde görevli bir polis memuru ve fırının sahibi bulunuyor.80 Polis ve sivillerden alınan ifadelerin ardından soruşturma devam etti. 24 Eylül günü Eskişehir’de bir mahkeme savcının iddianamesini kabul etti. Ali İsmail Korkmaz’ın ölümünde rolü olan sekiz kişi yargılanma olasılığı ile karşı karşıya. 

Şüphelilerin dördü Terörle Mücadele Şubesi’nde görevli sivil polis memuru, dördü ise onlarla birlikte hareket eden sivillerden oluşuyor. 


6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR BÖLÜM 4

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR  BÖLÜM 4


CİNSEL TACİZ, 

Uluslararası Af Örgütü, gözaltına alınan birçok kadının yakalandıkları sırada erkek polisler tarafından cinsel tacizle tehdit edildiklerine dair ve iki cinsel taciz iddiası konusunda bildirimler aldı. Aşağıda aktarılan iki vakanın mağdurları bu iddiaları polise de bildirerek suç duyurusunda bulundu. En az bir vakanın, Eylem Karadağ’ın şikayetinin şu aşamada polis tarafından olmasa da yetkililerce dikkate alındığı görülüyor. Her iki vakada da polis ya iddiayı yazmayı reddetti ya da şikayette bulunan kişinin karakterine hakaret etti. Hem fiziksel hem 
de sözlü cinsel taciz vakalarının çok az bildirimde bulunulması muhtemel. 

Eylem Karadağ Uluslararası Af Örgütü’ne 26 Haziran günü Ankara’nın Dikmen semtinde eylem alanında birkaç erkek polis tarafından nasıl gözaltına alındığını, dövüldüğünü ve cinsel tacize uğradığını anlattı. 

“İlkadam Parkı’nda bir kahvenin yanında 17 yaşındaki arkadaşım D.K. ile buluştum. Çok fazla biber gazı vardı ve eylemden döndüğümüz için dinlenecek bir yer arıyorduk. Sabaha karşı saat 01.30 gibiydi. Sekiz sivil giyimli ama polis yeleği giyen polis bize doğru geldi ve kollarımızdan yakaladı. Bizi akrebin olduğu tarafa doğru götürdü. Benim başıma, D.K.’nın da sırtına vurdular. Neyle vurduklarını tam olarak bilmiyorum. Sürekli küfrediyorlardı. Polislerden birinin elini göğüsümde hissettim, bilerek yaptığı çok açıktı. 

Daha sonra kalçamda ve cinsel organımın üzerinde bir el hissettim. Beni zırhlı araca bu şekilde koydular. Dışarıda böyle yapıyorlarsa içerde bana neler yapabileceklerini düşünerek çok korktum. Amirleri geldi ve ‘Onları ezin’ dedi. Polislerden biri neredeyse üzerimde oturuyordu. Hiçbir şey söylemedim. Polis karakolu gözaltına alındığımız yerden 10 dakika uzaklıktaydı ama bizi bir saat boyunca zırhlı araçta tuttular. Araçtan dışarıya gaz kapsülleri fırlatıyorlardı. 

Sonra bizi normal polis araçlarına götürdüler, D.K.’yı birine, beni başka bir tanesine. Yanımda gözaltına alınan başka bir kadın daha vardı. Otobüste yaklaşık yarım saat bekledik. Bizi daha sonra Ankara İl Emniyet Güvenlik Şubesi’ne götürdüler. Polis karakoluna vardığımızda bize yeniden küfretmeye başladılar, ‘Hain, şerefsiz’ diyorlardı. 
Beni sağlık kontrolüne götürdüler. Doktora bana vurduklarını söyledim ama herhangi bir iz olmadığı için bunu yazamayacağını söyledi. Yaşadığım cinsel taciz ile ilgili bir şey söylemek istemedim. Polise ifademi verirken bana vurulduğunu ve cinsel tacize uğradığımı anlattım. 

İki gün sonra ayrı bir suç duyurusunda bulundum. Savcılıkta ifade verdim. Polis daha sonra benimle ilgili bir basın açıklaması yaparak, üç defa gözaltına alındığımı ve her defasında cinsel taciz iddiasında bulunduğumu söylediler. Gerçekten üç defa gözaltına alındım ancak daha önce cinsel taciz yaşadığıma dair bir iddiada bulunmamıştım. Daha sonra Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı’ndan destek verebileceklerini söyledikleri bir telefon aldım. İçişleri Bakanlığı’ndan da konuyu soruşturmak için müffettişlerin görevlendirildiğini ve 19 Ağustos’ta onlara ifade vermem gerektiğini söylediler.” 

Deniz Erşahin Uluslararası Af Örgütü’ne 16 Haziran günü Kızılay’da polis tarafından nasıl cinsel tacize uğradığını anlattı. 

“16 Haziran günü Ethem Sarısülük’ün (1 Haziran günü polis tarafından vurularak öldürülen gösterici) cenazesinin yapılacağı gün akşam saat 18.00 gibiydi. Polis cenazenin yapılmasına izin vermedi, buna karşı bir eylem yapılıyordu. Eylemin içinde değildim, uzaktan izliyordum. 

GİMA alışveriş merkezinin yanında iki kız arkadaşımla birlikte duruyorduk. Orada tanımadığımız başka kişiler de vardı, toplam sayımız 20’yi geçmiyordu. Eylem, Güven Park ve Sakarya Caddesi’nde devam ediyordu. Bizim bulunduğumuz yerde herhangi bir şey yoktu. Polis zırhlı aracı ile gelerek, hiç uyarı yapmadan bize doğru biber gazı kapsülü fırlatmaya başladı. Yüksel Caddesi’ne doğru koştuk ama orada da çevik kuvvet polisi 
vardı. Koşarken yere düştüm. Polisin biri beni yakaladı ve çantamı açmamı söyledi. Arkadaşıma copla vurdu. Üçümüz bir aradaydık. Çevik kuvvet polisi ayağımızın dibine biber gazı bombası attı ve gözlerimize biber gazı sıktı. Kaçmaya başladık. Ben tek başımaydım, arkadaşlarımın ne yöne gittiğini göremedim ama ben Karanfil Caddesi’ne doğru kaçtım. Önümde, arkamda her yerde polis vardı. Biber gazı bombası ve ses bombası sesleri geliyordu. Bir çevik kuvvet polisi çantamı aldı ve açtı. İçinde beyaz toz maskesi, Talcid solüsyonu (göz yaşartıcı gazın etkisini gidermek için) ve bir Türk bayrağı vardı. Bunları görünce eylemde olduğumu anladılar. Güven Park’ın arkasında gözaltına 
alınanları tuttukları yere götürdüler beni. ‘Orospu’, ‘Domaltıp sikecek bütün polis seni’ gibi küfürler ediyorlardı. Fotoğraf çeken gazeteciler vardı ama polis yine de bana küfretmeye devam etti. Bir polis kalçama dokundu. Yüzüne baktım, gaz maskesi takıyordu. ‘Ne yapıyorsun’ diye sordum ancak devam etti. Fotoğrafımı çektiler, hiçbir şey söylemedim. Polislerden biri ‘Bu orospu niye konuşmuyor’ dedi. Ben ‘Ne diyorsun’ dedim, ‘Kes sesini’ diye cevap verdi. Kadın bir polis beni polis arabasına dayamış ararken, polislerden biri bacaklarıma tekme attı, kafamı iki defa cama vurdular. 

Gözaltına alınan dört kişiyle birlikte beni otobüse bindirdiler. Saat akşam 18.30-19.00 gibiydi. Bizi AnkaMall’un yakınındaki Emniyet Genel Müdürlüğü’ne götürdüler. Oraya gittiğimizde bana vurduklarını, tacize uğradığımı söyledim. Ama sadece gülüp dalga geçtiler. 17’si kadın 118 kişiydik. Erkekler bizden çok daha kötü durumdaydı, kıyafetleri yırtılmış, yüzleri kan içinde. Polis bana atfedilen suçlamaların yazılı olduğu bir kağıt imzalatmaya çalıştı. Her şey yazıyordu, ‘hükümeti yıkmak, polise mukavamet, terör örgütüne üye olmak, kamu malına zarar vermek, molotof atmak’. Kağıdı imzalamayı reddettim. 

Sağlık kontrolü olmam için götürdüler beni. Doktora tekmelendiğimi söyledim. Bana hiç bakımdan, bir şeyimin olmadığını söyledi. 24 saatten fazla gözaltında tutuldum, daha sonra uzatıldı. İçtiğimiz her su ve yediğimiz her şey için bir kağıda imza atmamızı istediler. Kağıtta ayrıca bir eylemde gözaltında alındığımız yazıyordu. Polise ifade verdim ve suç duyurusunda bulundum. Bana küfredildiği ni ve cinsel tacize uğradığımı söyledim. Polis başta bunu yazmadı. Avukatım kendisi ile tartışınca sonunda yazdı.” 

DÖVÜLME, 

Uluslararası Af Örgütü’nün alan araştırması yaptığı Ankara, Antakya, İstanbul ve İzmir’de ve eylemlerin yapıldığı diğer illerde çok sayıda kötü muamele vakası bildirildi. Uluslararası Af Örgütü’ne bildirilen kötü muamele vakaları neredeyse tüm eylem alanlarında, polisin yakalama anlarında, resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve resmi gözaltı yerlerine götürüldükleri sırada yaşandı. Uluslararası Af Örgütü’ne resmi gözaltı yerlerinde çok az sayıda kötü muamele vakası iletildi. 

Birçok vakada, polis dayaktan önce çantalarında afiş, gaz maskesi gibi şeyler ararken gösterici olduğundan şüphelendikleri kişilere kötü muamele uyguladı (bkz. Deniz Erşahin vakası sayfa 26). Ancak birçok vakada eylem alanlarında göstericilerin yanı sıra sokaktan geçenlerin de rastgele dayak yediği belirtildi. Gazeteciler, avukatlar ya da doktorlar gibi görevlerini yapmak için eylem alanlarında bulunan kişiler de dövülenler arasındaydı. Bazı vakalarda sadece görevlerini yaptıkları için hedeflendiklerine dair kanıtlar mevcut (bkz. 
Eylemlerle ilgili haber yapan, göstericilere yardım eden ya da haklarını savunanlara yönelik saldırılar bölümü, sayfa 46). Uluslararası Af Örgütü’nün görüştüğü kişiler gösterici olduğundan şüphelenilen kişilerin ağırlıklı olarak çevik kuvvet polisi tarafından dövüldüğünü ancak sivil polisler (ellerindeki polis telsizi ve coplardan anlaşılan) tarafından da dayak yediklerini aktardı. Polis cop, yumruk, tekme ile ya da diğer şekillerde dövdü. Kelepçeler de kötü muamele uygulamak için kullanıldı. Bazı vakalarda, polis olup olmadığı belli olmayan 
sivil giyimli kişiler de göstericileri dövenler arasındaydı (bkz. Eskişehir’de dövülen Ali İsmail Korkmaz vakası, sayfa 38. Korkmaz’ın ölümünden sorumlu tutulanlar arasında hem siviller hem de bir polis var). 

Doktorlar ve avukatlar Uluslararası Af Örgütü’ne çok sayıda kişinin dayak yediğini ancak eylemlere katıldıkları ortaya çıkar, gözaltına alınırlar ya da karşı suçlamalara maruz kalırlar korkusuyla suç duyurusunda bulunmadıklarını belirtti. Uluslarararası Af Örgütü’ne açıklama yapan çok sayıda kişi suç duyurusunda bulunmamalarının bir diğer nedeninin sorumluların adalet önüne getirilmesi konusunda hiçbir umutlarının olmaması olduğunu belirtti (bkz. Polisin ihlallerine karşı cezasızlık bölümü, sayfa 35). 

37 yaşındaki iki çocuk babası Hakan Yaman, 3 Haziran günü İstanbul’da evinin bulunduğu Sarıgazi semtinde polis tarafından dövüldü. 

Akşam saat 22.30-23.00 gibi minibus şoförü olan Hakan Yaman mesaisini bitirmiş evine dönüyordu. Arabasını evinden birkaç sokak öteye park etti ve eve yürümeye başladı. O sırada Demokrasi Caddesi’nin yakınında bir eylem yapılıyordu. Yaman Uluslararası Af Örgütü’ne olayı şöyle anlattı: 

“Birkaç yüz metre ötede çevik kuvvet polisini gördüm. İlk başta tazyikli su sıktılar. Sonra karnıma bir biber gazı kapsülü geldi ama yere düşmedim. Yaklaşık beş polis gelip bana vurmaya başladı. Bir tanesi gözüme bir şey sokup gözümü çıkardı. O sırada yerde hareket etmeden yatıyordum. Bir tanesinin ‘Bu gitti, tamamen bitirelim’ dediğini duydum. Beni 10-20 metre kadar sürükleyerek bir ateşe attılar. Sonra gittiler. Ateşten sürüklenerek çıktım. Daha sonra hastaneye kaldırıldım.” 

Adli tıp raporuna göre Hakan Yaman başından ve yüzünden ciddi şekilde yaralandı. Burnu, elmacık kemiği ve çenesi kırıldı. Bir gözünü tamamen kaybetti ve diğer gözünde yüzde 80 görüş kaybı vardı. Kafatasından çenesine kadar bir kırık ve ateşe atıldığı için sırtında ikinci derece yanık vardı. Saldırı sırasında bilincini kaybetti. 

Bir görgü tanığı saldırıyı cep telefonu ile kaydetti. Videoda iki çevik kuvvet polisi 
TOMA’nın yakınında, dört polis de bir kişiyi ateşe sürüklerken görülüyor. 

Hakan Yaman şöyle dedi: “Beni öldürmeye çalıştılar. Gösterici olduğumu düşündüler ve beni öldürmeye çalıştılar.” Hakan Yaman cinayete teşebbüsten dava açtı. Ağustos sonu itibariyle Hakan Yaman ve üç polis savcılığa ifade vermek üzere çağrıldı. 

Alper Merdoğlu, Taksim Dayanışma Platformu’nda aktif bir rol üstelenen Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ne (TMMOB) bağlı Fizik Mühendisleri Odası İstanbul Şube yönetim kurulu üyesi. 

Gezi Parkı’nın boşaltılmasının ardından, Taksim Dayanışma 16 Haziran günü akşam 19.00’da basın açıklaması çağrısında bulundu. TMMOB’a bağlı Fizik Mühendisleri Odası’ndan Alper Merdoğlu ve diğer birkaç kişi basın açıklamasına katılmak üzere yola çıktılar ve Sıraselviler Caddesi’nde 60 kadar polisle karşılaştılar. Alper Merdoğlu Uluslararası Af Örgütü’ne yaptığı açıklamada polisin çevredeki herkese saldırdığını söyledi. Alper Merdoğlu bazıları sivil giyimli yaklaşık beş polis tarafından cop, tekme ve yumruklarla dövüldü. Çevik kuvvet polisi ellerini arkadan metal kelepçelerle bağladı ve suratına biber gazı [spreyi] sıktı. Yere düştüğü sırada tekmelendi ve yumruklandı. 

Alper Merdoğlu Taksim Meydanı’nda çevik kuvvet polisinin kullandığı otobüslerin park ettiği yere götürüldü. Orada daha fazla dövüldüğünü ve biber gazına maruz kaldığını söyledi. Uluslararası Af Örgütü’ne: “Ellerimi hissetmeyene kadar kelepçeleri sıktılar. Dışarda otobüslerin arkasında dövdükten sonra tekrar otobüsün önüne götürüp orada da dövdüler. Sonra beni otobüse bindirip arka tarafta dövmeye devam ettiler. Sonra dışarı çıkarıp, başka bir otobüse bindirdiler ve orada da dövdüler. Yaklaşık bir saat boyunca otobüslerde tutuldum. Sürekli dövüp aileme tecavüz tehdidi de dahil küfür ediyorlardı.” 

Alper Merdoğlu, 10-15 kişi ile birlikte gözaltına alınan kişilerin tabi tutulduğu rutin sağlık kontrolü için Haseki Hastanesi’ne götürüldü. Alper Merdoğlu Uluslararası Af Örgütü’ne muayene sırasında bir polisin de yanında olduğunu söyledi. Sağlık raporunda basit darpa maruz kaldığı belirtildi. Doktor bir kulak zarının patladığını söyledi ancak sağlık raporunda buna yer verilmemiş. Raporda “kulağında duyma zorluğu, burun köprüsünde morarma, ayağında ve dizlerinde yüzeysel incinme, sol kolunda, omzunda ve sırtında morarma olduğu” yazılı. Sırt ve kafa tomografisi çekildi. Merdoğlu, muayenenin ardından herhangi bir tedavi yapılmadığını ya da önerilmediğini söyledi. Doktor ağrı kesici ilaç da yazmadı. 

Merdoğlu daha sonra Fatih’te Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Genel Müdürlüğü’ne 
götürüldü. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na aykırı hareket ettiği gerekçesiyle 36 saat boyunca gözaltında tutuldu. Uluslararası Af Örgütü’ne yaptığı açıklamada hastaneye sağlık kontrolüne götürüldüğünde, 17 Haziran akşamı gözaltına alındığında takılan kelepçelerden dolayı parmaklarını hissedemez hale geldiğini söyledi. 18 Haziran sabahı sağlık kontrolünün ardından, Çağlayan Adliyesi’ne götürüldü, akşam 21.00 gibi serbest bırakıldı. 

Al Jazeera’da çalışan iki gazeteci Kemal Soğukdere ve Alper Çakıcı, Uluslararası Af Örgütü’ne 17 Haziran günü akşam saat 22.30 civarı polis tarafından dövüldüklerini anlattı. 

“Eşimle buluştuk, Sütiş Café’ye çay içmeye gidecektik. İstiklal Caddesi’nin aşağı 
tarafından bağırma sesleri geldiğini duyduk. O taraftan bir grup polisin bağırarak bize doğru yaklaştıklarını farkettik. Fotoğraf makinamı çıkarıp fotoğraf çekmek istedim. İki polisin bana doğru koştuğunu gördüm. Hemen arkalarında elinde kalkanı ile başka bir polis daha vardı. Yakamda Al Jazeera kartı vardı. Kartımı göstererek basından olduğumu söyledim. Elinde kalkan olan bana onunla vurdu ve duvara doğru itti. Üç-dört defa vurdu. Daha sonra saçımdan tutarak beni sokağın ortasına doğru çekti [Kemal Soğukdere’nin uzun saçları var]. Onlara sürekli basından olduğumu söylüyordum. İki polis iki taraftan kollarımı tutarak beni eğilmeye zorladılar, diğerleri de coplarla vuruyordu ve sürekli  küfrediyorlar dı, orospu çocuğu falan diyorlardı. Saçımı çeken polis bir avuç saçı kökünden kopardı. Bize medyadan olduğumuz için saldırdıklarını düşünüyorum. Sanki 
‘Basındanım’ dedikten sonra daha çok vurmaya başladılar.” 

Alper Çakıcı Uluslararası Af Örgütü’ne şunları anlattı: “Beni Kemal kadar kötü 
dövmediler. Önce bizi ayırdılar. Bir polis elime vurdu ve fotoğraf makinam bozuldu. Daha sonra makineyi onlara vermemi istediler. İçindeki kartı onlara vereceğimi söyleyerek sakinleştirmeye çalıştım. Onlara kartı verdikten sonra bir tanesi ‘Tamam, kartı aldım, şimdi devam edebilirsiniz’ dedi. Yani bizi daha çok dövebileceklerini söyledi.” 

Kemal Soğukdere ve Alper Çakıcı İstanbul Savcılığı’nda suç duyurusunda bulundu ve kendilerini döven dört polisin tespit edilmesi için başvuru yaptılar. Ağustos ayı sonu itibariyle savcılıktan hala bir haber çıkmamıştı. 

43 yaşında bir spor salonunda eğitmenlik yapan K.O. Uluslararası Af Örgütü’ne İstanbul’da eylem yapılan bir bölgede olduğu sırada polis tarafından dövüldüğünü anlattı. 

K.O., 16 Haziran 2013 günü öğlen saat 14.30 gibi arkadaşları ile buluşmak için 
Sıraselviler Caddesi üzerindeydi. 
Yaklaşık 1,000 kadar gösterici Taksim Meydanına ulaşmak için yürüyüş yapıyordu. Polis göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su ile grubu dağıtmaya çalışıyordu. 

K.O. caddenin Taksim Meydanı’na yakın kısmında ciddi bir karışıklık olduğunu, polis ve göstericiler arasında bir çatışma çıkmış olduğunu gördü ve ters tarafa Firuzağa’ya doğru yürümeye başladı. Sivil giyimli bir polis birden suratına yumruk attı. 

K.O. başından geçenleri şöyle anlattı: “‘Direnmiyorum, vurmayın’ dedim. Beş altı polis daha üzerime çullandı ve beni dövmeye başladı. Yere düştüm ve kendimi korumak için cenin pozisyonu aldım. 10 cm uzaklıktan yüzüme biber gazı sıktılar. Hala yerde olduğum sırada ellerimi arkadan plastik kelepçeyle bağladılar ve Taksim Meydanı’na götürdüler. Tam olarak kaç kişi olduklarını hatırlamıyorum ama çok sayıda çevik kuvvet polisi vardı. Tekmeleyip, yumrukladılar ve küfrettiler. 
Bir noktada jenital bölgemde kan olduğunu farkettim. Penisimden kan geliyordu.” 

K.O. Uluslararası Af Örgütü’ne akşam saat 17.00 civarı bir polis otobüsüne konduğunu anlattı. “Otobüste 19 kişi daha vardı, bazıları otobüste dövülmeye devam ediyordu. 
Orada yaklaşık iki saat bekletildik. Sağlık kontrolü için hastaneye götürülmeden önce Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Genel Müdürlüğü’ne götürüldük. Emniyet Müdürlüğü’nde bilincimi kaybetmeye başladım. Uzun bir süre sonra Haseki Hastanesi’ne götürüldüm. Doktor bana sivil bir polisin yanında baktı. Hiç muayene etmeden, hiçbir sorunumun olmadığını söyledi.” 

K.O. Uluslararası Af Örgütü’ne yeniden Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüğünü ancak kanama devam ettiği için tekrar hastaneye götürüldüğünü söyledi. Akşam 18.00 civarı, “darbe nedeniyle idrar yolunda ödem” teşhisi ile idrar torbasından bir ameliyat yapıldı. 18 gün boyunca stent takıldığını ve bu nedenle çalışamadığı nı aktardı. Uluslararası Af Örgütü ile görüştüğü sırada uzun vadeli bir sağlık sorunu yaşayıp yaşamayacağı henüz belli değildi. 

26 yaşında mimarlık öğrencisi olan M.E., Uluslararası Af Örgütü’ne Beşiktaş’ta bir revire malzeme götürmeye çalıştığı sırada eylem alanına yakın bir yerde polis tarafından nasıl dövüldüğünü anlattı. 

2 Haziran akşamı M.E. evi yaralı göstericilerin tedavisi için revire çevrilen Beşiktaş’taki bir arkadaşını aradı ve ona bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını sordu. Gece saat 23.30 gibi onlara yemek götürmek için Üsküdar-Beşiktaş vapuruna bindi. 

M.E. Başından geçenleri şöyle anlatıyor: 

“Etrafta çok az insan vardı ama her taraf gaz içindeydi. Vapurdan indiğim gibi biber gazından çok etkilendim, o yüzden Bahçeşehir Üniversitesi’ndeki revire gittim. Orada öğrenciler ilk yardımda bulundular, gözlerim için losyon verdiler. Oradan arkadaşımın evine doğru yola çıktım. Polisin kapatmadığı bir sokak arıyordum. Pazardan biber gazı bombası sesleri geliyordu ama ortalıkta hiç gösterici yoktu. Beşiktaş bomboştu. 
Yürüdüğüm sırada yol kenarında dinlenen dokuz ya da on çevik kuvvet polisi vardı, bana eve gitmemi söylediler. Sanırım gösterici olduğumu sandılar. Yürümeye devam ettim. 
Sonra bana küfretmeye başladılar. Yaklaşık yedi polis birden üzerime atladı. Dizlerimin üzerine çöktürüp, ellerimi arkadan plastik kelepçe ile bağladılar. Yüzüme yumruk atıp, sürekli bacaklarımı tekmelediler. Sonra beni kaldırıp, ite kaka Kadıköy’e giden vapurların olduğu, önünde bir polis otobüsünün olduğu iskeleye doğru götürdüler. Etrafta hiç kamera yoktu. Oraya vardığımızda beni yumruklamaya devam ettiler. 

Beni altı yedi kişinin daha olduğu bir otobüse koyduklarına saat 00.05 civarıydı. Birinin burnu kırılmıştı. Benim de gözüm şişmiş gibiydi. Gözaltında olan başka biri tişörtünü çıkarıp başıma basınç uygulamak için kullandı. Polislere başımın kanadığını söyledi. Başka bir kadın da doktora gitmem gerektiğini söyledi. Ancak polisler hiçbir şey yapmadı. Bizi dövdükleri sırada plastik kelepçeler kopmuştu, yerine otobüste metal kelepçe taktılar. Orada iki saat tutuldum. Gözlerim sürekli sulanıyordu. Tamamen kanlanmış gibi hissediyordum. Daha sonra beşimizi vapurla Balat’a sonra da İstinye Devlet Hastanesi’ne götürdüler. Doktorla tek başıma görüşmeme izin verilmedi, odada iki polis daha vardı. Doktor beni muayene etmedi. Dayak yediğimi söyledim. Gözümün beyaz kısmı tamamen kanlanmıştı. Bir hemşire dizlerimi ve başımı sargıya aldı. 
Sabah saat 05.20 gibi barodan gönüllü bir avukatla görüştüm. Polis avukatın yaralarımın fotoğrafını çekmesine izin vermedi. Diğer gözaltında tutulanlarla birlikte tekrar vapura bindirildik ve Beşiktaş’a götürüldük, daha sonra da minibüsle Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne. 

Orada da iki saaat bekletildik. İfademiz sabah saat 07.00’de alındı. 07.30’da da serbest bırakıldım.” 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR BÖLÜM 3

TÜRKİYE DE TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI ŞİDDET KULLANILARAK ENGELLENİYOR  BÖLÜM 3



TAZYİKLİ SU 

Tazyikli su, Gezi Parkı eylemlerinin başlangıcından bu yana eylemleri dağıtmak için en çok kullanılan araçlardan biri oldu. TOMA (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) olarak bilinen araçlar en fazla kullanılanlar arasındaydı. Bu araçları üreten şirket, araçların su, kimyasal gaz, boya, köpük ya da bunların karışımını sıkmak için kullanılabildiğini belirtiyor.48 13 Ağustos günü 60 tazyikli su fışkırtma aracının daha sipariş verildiği bildirildi.49 “Akrep” olarak bilinen daha küçük araçlar da tazyikli su sıkmak için kullanılabiliyor ve bu araçlar da Gezi Parkı 
eylemleri boyunca polis tarafından yoğun olarak kullanıldı. 

Uluslararası Af Örgütü’nün takip ettiği eylemlerde, barışçıl göstericilere yönelik sıklıkla ve gereksiz bir şekilde saatlerce tazyikli su sıkıldığı görüldü. Bunun dışında polisten kaçan göstericilerin yanı sıra, eylem alanına yakın ya da kenarda duran kişilere yönelik de tazyikli suyun cezalandırıcı bir şekilde kullanıldığı görüldü. 

Tazyikli suyun binaların içine saklanan kişilere yönelik doğrudan kullanıldığı, kapı ve pencere aralarından ve revirlere sıkıldığı görüldü. Tazyikli suyun bu şekilde kullanıldığı vakalar arasında 15 Haziran günü Taksim Meydanı’na yakın Alman Hastanesi, 16 Haziran günü Harbiye’de bulunan doktorların revirlerde yaralı göstericileri tedavi ettiği Divan Oteli ve 16 Haziran günü Point Oteli’ne yapılan müdahaleler bulunmaktadır.50 

Uluslararası Af Örgütü’nün görüştüğü doktorlar tazyikli suyun neden olduğu yaralanmaların sudan kaynaklandığını ve düşme ya da deride yanıklara neden olduğunu söyledi. Ayrıca, Gezi Parkı eylemleri sırasında kullanılan tazyikli suya kimyasal madde katıldığına dair de güçlü kanıtlar mevcut. Bu durum tazyikli suyun keyfi kullanımından kaynaklanan yaralanmaları daha da artırdı. Doktorlar TOMA’lardan sıkılan suyun derinin tahriş olmasına ve birinci derece yanığa neden olduğunu söyledi. İstanbul Valisi ise suya “ilaç” katıldığını kabul ederken, 
kimyasal madde katıldığı iddialarını reddetti.51 Suya karıştırılacak kimyasal madde üreten bir şirket, yanıkların suya fazla miktarda kimyasal madde karıştırılmasından kaynaklanmış olabileceğini söyledi.52 

Divan Oteli’nde tazyikli suya maruz kalan kişiler Uluslararası Af Örgütü’ne yaptıkları açıklamada suya maruz kaldıkları sırada hemen yanma hissi duyduklarını ve ardından saatler boyunca derilerinde kızarıklık kaldığını belirtti. Yabancı bir gazeteci Uluslararası Af Örgütü’ne daha önce göz yaşartıcı gaza maruz kalmadığı halde, Divan Oteli’nde tazyikli su sıkıldıktan sonra vücudunda yanıklar oluştuğunu aktardı. Ayrı bir vakada, Point Otel’deki bir kişi Uluslararası Af Örgütü ile yaptığı görüşmede otelin kapısında tazyikli su sıkılmasının hemen 
ardından, lobideki kişilerin öksürmeye başladıklarını ve nefessiz kaldıklarını söyledi. 

GÖZ YAŞARTICI GAZ VE BİBER GAZI SPREYİ 

Tazyikli su gibi, göz yaşartıcı gaz da Gezi Parkı eylemlerinin başladığı ilk günlerden itibaren barışçıl göstericilere yönelik defalarca ve gereksiz bir şekilde kullanıldı. Hükümet eylemlerin ilk 20 günü boyunca bir yıllık stok olan 130,000 gaz kapsülünün kullanıldığını ve stokların yenilenmesi için sipariş verileceğini söyledi.53 13 Ağustos günü 400,000 gaz kapsülü siparişi verildiği haberleri yayımlandı.54 Daha önceki yıllık tedarik oranı ise 150,000 kapsül ile  sınırlıydı.55 

Haziran ayının sonunda İçişleri Bakanlığı gösterilerde göz yaşartıcı gazın kullanılmasına ilişkin açıklama içeren bir genelge yayımladı. Valiliklere gönderilen genelge hakkında detaylı haberler çıktı ancak genelge kamuya açıklanmadı.56 Genelgede Gezi Parkı eylemleri sırasında göz yaşartıcı gazın kullanımından kaynaklı ihlallere de değinildi. Ancak alınan bilgilere göre, 
genelge göz yaşartıcı gazın kapalı alanlarda kullanımı ya da göz yaşartıcı gaz kapsüllerinin silah gibi kullanılması ile ilgili herhangi bir yönlendirme içermemektedir. Uluslararası Af Örgütü polisin genelge yayımlandıktan sonra da göz yaşartıcı gazı daha önceki eylemlerde kullandığı gibi kullandığına tanık olmuştur. 

Alınan bilgilere göre genelge şu gereklilikleri içermektedir: Göz yaşartıcı gaz kullanılmadan önce yüksek sesle uyarı yapılacak, ayrılmak isteyenlerin uzaklaşmasına fırsat verilecek, gazlı müdahaleden önce tazyikli su sıkılacak ve gazın etki alanı dâhilinde kreş, hastane ve huzurevi gibi kurumlar bulunup bulunmadığına dikkat edilecek. Genelgede ayrıca kullanılan gaz türünün ve miktarının belirlenmesinde, olay yerindeki en üst rütbeli amirin yetkili ve sorumlu olacağı, kontrolsüz ve gereksiz kullanıma izin verilmeyeceği ve müdahale edilecek olan gruptaki “yaşlı, kadın ve engelli” profili dikkate alınarak strateji belirleneceği belirtilmektedir. 

Diğer maddelerde polise direnmeye son vermiş kişi veya gruplara yönelik kesinlikle gaz kullanılmayacağı ve grubu tedirgin etmek için gaz fişeği yerine ses ve ışık fişeği ya da yüksek ses çıkartan diğer mühimmat kullanılacağı belirtilmektedir. Genelgede ayrıca müdahale ve gözaltı işlemlerinin kamera ile kayıt altına alınacağı belirtilmektedir. 

Uluslararası Af Örgütü, genelgenin yayınlanmasından önce ve sonra, göz yaşartıcı gazın barışçıl göstericilere yönelik defalarca, uygun olmayan ve aşırı bir şekilde ve göstericilerin haklarını ihlal edecek şekilde kullanıldığına şahit oldu. Ayrıca, polisten kaçanlara, muhtemelen gösterici olduğu düşünülen kişilere ve eylem alanına yakın yerlerde yoldan geçenlere (bkz. Deniz Erşahin vakası, sayfa 26), göstericilerin sığındığı ev ya da işyerleri gibi binalara ve yaralıların tedavi edildiği revirlere göz yaşartıcı gaz atıldığına dair çok sayıda haber, fotoğraf ve video bulunmaktadır. 

Polisin göz yaşartıcı gaz kapsüllerini defalarca göstericilere doğru silah gibi yatay bir şekilde sıktığı görüldü. Eylemlerde yaralananların büyük bir kısmı yakın mesafeden fırlatılan gaz kapsüllerinden dolayı yaralandı. Türkiye İnsan Hakları Vakfı Uluslararası Af Örgütü’ne, vakıfa yapılan rehabilitasyon başvurularının yüzde 60’ının gaz kapsüllerinden kaynaklı yaralanmalar olduğunu ve bunun diğer eylemlerle kıyaslandığında çok yüksek bir oran olduğunu belirtti.57 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’de daha önceki eylemlerde polisin göz yaşartıcı gaz kullanımının aşırı olduğuna kanaat getirdi. Yaşa v.Türkiye davasında, Mahkeme Diyarbakır’da 2006 yılında düzenlenen gösteriler sırasında polis tarafından doğrudan kafasına göz yaşartıcı gaz kapsülü fırlatılan bir kişinin davasını inceledi. Mahkeme polisin yeterli eğitim almadığını ve eylemlerde göz yaşartıcı gazın nasıl kullanılacağına dair yeterli yasal düzenlemeler olmadığına kanaat getirdi. Mahkeme, polisin eyleminin AİHS’in 3. Maddesi’ni (işkence ve 
diğer kötü muamele yasağı) ihlal ettiğine karar verdi.58 AİHM göz yaşartıcı gaz ve biber gazı spreyi kullanımının daha önce başka vakalarda da insan hakları ihlallerine neden olduğuna kanaat getirmişti. Örneğin Ali Güneş v.Türkiye davasında Mahkeme başvuruyu yapan kişinin yüzüne biber gazı sıkılmasının AİHS’in 3. Maddesi’ni ihlal ettiğine kanaat getirmişti.59 Buna benzer vakalar Gezi Parkı eylemlerinde de yaygın olarak yaşandı. 

Biber gazı sıkmak için kullanılan araçlar barışçıl göstericilere yönelik aşırı ve uygun olmayan şekillerde kullanıldı. Uluslararası Af Örgütü’nün görüştüğü kişiler polisin biber gazını eylem alanında yakaladıkları göstericilerin gözlerine sıktığını belirtti (bkz. Deniz Erşahin ve Massimiliano Goitom vakaları, sayfa 26 ve 23). 28 Mayıs günü Gezi Parkı’nın boşaltılması için yapılan ilk müdahale sırasında çekilen bir fotoğraf polisin parkta duran ve polise yönelik herhangi bir tehdit teşkil etmeyen bir kadının yüzüne biber gazı sıktığını gösteriyor. Bu kişi daha sonra polis şiddetinin bir sembolü haline geldi. 

Göz yaşartıcı gazın aşırı kullanımının içerdiği ciddi tehlikeler Abdullah Cömert vakasında açık bir şekilde görülebilir. 

Abdullah Cömert 3 Haziran günü Antakya’da bir eylemde kendisine fırlatılan bir gaz kapsülü sonucu yaralandı ve 4 Haziran’da hayatını kaybetti. Görgü tanıklarına göre Cömert, bir polisin yakın mesafeden attığı göz yaşartıcı gaz kapsülü ile başından vuruldu. Devran Demircioğlu eyleme kardeşi Erdoğan Demircioğlu ve Abdullah Cömert ile birlikte gitmişti. Olayı şöyle aktardı: 

“O gün mitinge üç kişi gittik, Abdullah Cömert, ben ve Erdoğan kardeşimle oradaydık. Erdoğan yarım saat bizimle kaldıktan sonra bizden ayrılmak sureti ile eve doğru yola çıktı. Olaylar başlamamıştı, herkesin bildiği jandarma sosyal tesislerinin önünde kaldırımda göstericilerden uzak bir yerde oturuyorduk. Birden gaz bombalarının sesi gelmeye başladı. 

Hemen caddenin aşağısında barikat kurmuş polisler bizim tarafa doğru gaz bombaları atmaya başladı. Oradan hızla Armutlu Camisi’nin arka kapısının açıldığı yoldan doğruca Uğur Mumcu Bulvarı’na doğru hızla koşmaya başladık ve olayın yaşandığı sokağa geçtik. Burada beklemeye başladık ve sokağın köşesinden caddeyi izliyorduk. 

TOMA aracı cadde üzerinde gidip geliyordu. Bir ara durup bizim tarafa doğru su sıktı ama etkilenmedik. Cadde üzerinde seyir halinde olan akrepler her sokağın önüne geldiğinde gaz bombası atıyorlardı. Kısa bir süre sonra koyu renkli bir akrep sokağın başında durdu. Abdullah ve ben sokağın köşesinden sadece ne yaptığını merakla izliyorduk. 

Birden akrepten tam olarak tanımlayamadığım ama silah sesine benzer ve biber gazının ateş seslerini duydum. Bir biber gazı başımın 20-25 cm yakınından geçti. O anda kaçmak için kafamı çevirdim ve Abdullah kardeşimin yere düştüğünü gördüm. Bir anda bütün yer kan gölüne döndü. Hızla üstümüze atılan gaz bombaları devam ederken bir an bile beklemeden müdahale edip başına tanpon yapmaya çalıştım ve çevredeki insanlardan yardım istedim.” 

Ağustos itibariyle Abdullah Cömert’in ölümü ile ilgili açılan adli soruşturma devam ediyordu. Ancak olayın üzerinden üç ay geçmesine rağmen, o gün olay yerinde olan polislerin ifadesi hala alınmadı. 

Aşağıda belgelenen vakalar göz yaşartıcı gaz kapsüllerinin ne şekilde fırlatıldığını ve yakın mesafeden isteyerek ya da istemeyerek baş hizasında atılan kapsüllerin ağır yaralanmalara yol açtığını gösteriyor. 

Gazeteci Ahmet Şık Gezi Parkı eylemleri ile ilgili haber yaptığı sırada polisin attığı gaz kapsülleri nedeniyle iki defa başından yaralandı. Uluslararası Af Örgütü’ne, 31 Mayıs günü sabah saat 09.00 gibi bilgi toplamak için kurulan bir heyetin parçası olarak Gezi Parkı’na girmeye çalışan üç milletvekilinin yanında durduğunu söyledi. Üniformalı bir polis tarafından gaz kapsülünün 10 metre uzaklıktan fırlatıldığını ve başına isabet ettiğini aktardı. Ahmet Şık’ın başından kan aktığı sırada çekilen fotoğrafları sosyal medyada yaygın bir şekilde paylaşıldı.60 Ahmet Şık Uluslararası Af Örgütü’ne, vurulduktan sonra bayıldığını ve Taksim İlk Yardım Hastanesi’nde tedavi edildiğini, bir buçuk gün sonra taburcu edildiğini anlattı. Ahmet Şık, ayrıca16 Haziran günü Taksim Meydanın  da yaşanan olayların fotoğraflarını çektiği sırada ikinci defa vurulduğunu anlattı. Şık, Uluslararası Af Örgütü’ne alanın kalabalık olmadığını ve doğrudan hedef alındığını düşündüğünü söyledi. Vurulduğu sırada boynunda asılı olan ve gazeteci olduğunun kolaylıkla anlaşılmasınıa sağlayan iki büyük fotoğraf makinesi taşıdığını belirtti. Yaklaşık 20 metre öteden fırlatılan bir gaz kapsülü ile başının arkasından vurulduğunu söyledi. Şık, gaz kapsülünün isabet ettiği savaş gazetecilerinin taktığı türdeki kaskında bulunan kapsül izini Uluslararası Af Örgütü’ne gösterdi. Ahmet Şık, taktığı kask sayesinde ciddi bir şekilde yaralanmaktan ya da ölmekten kurtuldu. 

İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi’nde araştırmacı olarak görev yapan Burak Ünveren Uluslararası Af Örgütü’ne 1 Haziran günü Beşiktaş’ta evinin yakınındaki bir eylemde olduğu sırada polisin attığı bir gaz kapsülü ile yaralandığını anlattı.61 Burak Ünveren, eylem sesleri geldiğini ve birkaç saat sonra ne olduğuna bakmak için seslerin geldiği yere doğru gittiğini söyledi. Gece yaklaşık 22.00 gibi 50 ila 100 göstericinin polise direndiğini ve polisin tazyikli su ve göz yaşartıcı gaz ile karşılık verdiğini belirtti. Göstericilerin polise küfür ettiklerini ancak herhangi şiddet içeren bir fiile şahit olmadığını belirtti. Yaklaşık 10 dakika sonra polisin hiçbir uyarı yapmadan göstericilere doğru ilerlediğini söyledi. Ünveren, Uluslarararası Af Örgütü’ne, polisten uzaklaşmak için döndüğünü, ancak o sırada sol gözüne gaz kapsülü isabet ettiğini ve yere düştüğünü 
anlattı. Tanımadığı dört kişinin onu Şişli Etfal Devlet Hastanesi’ne götürdüğünü ve aceleyle ameliyata alındığını aktardı. Bir hafta sonra doktorların sol gözünü kaybettiğini söylediklerini anlattı. İki hafta sonra hastaneden taburcu edildiğini ancak tedavisinin hala devam ettiğini aktaran Ünveren, polisin gaz kapsülünü bilerek yüzüne attığını düşündüğünü söyledi. Burak Ünveren Uluslararası Af Örgütü’ne, suç duyurusunda bulunduğunu ancak Ağustos ayı itibariyle savcılıktan soruşturma açılıp açılmadığına dair herhangi bir haber gelmediğini ve ifade vermeye de çağrılmadığını söyledi. 

İstanbul’da dans öğretmeni olan Umur Can Erşahin, 1 Haziran akşamı Beşiktaş’ta başının sol tarafından gaz kapsülü ile vuruldu. Umur Can Erşahin Uluslararası Af Örgütü’ne babası ile birlikte Taksim Meydanı’nda olduğunu, o sırada Beşiktaş’ta polis müdahalesinin olduğunu duyduklarını ve ne olduğunu görmek için oraya gitmeye karar verdiğini söyledi. Beşiktaş’a vardığında, kendisine üç metre uzaklıktan tazyikli su sıkıldığını ve 150-200 kadar polisin göstericilere göz yaşartıcı gaz sıktıklarını belirtti. Her yerde göz yaşartıcı gaz olduğunu aktaran Erşahin kaçmaya çalıştığını ancak 20 metre uzaklıktan başına göz yaşartıcı gaz kapsülü isabet ettiğini söyledi. Erşahin yere 
düştüğünü ve iki dakika boyunca etrafındaki gaz nedeniyle yerde kaldığını söyledi. Daha sonra birinin gelip onu kaldırdığını ve altı-yedi metre sürüklediğini söyleyen Erşahin, bir süre sonra bacaklarını hareket ettirecek gibi hissettiğinde bir otele doğru koştuğunu aktardı. Doktorlar daha sonra Erşahin’e beyin kanaması ve kafa travması geçirdiğini söyledi. Kafatasında yaklaşık beş ya da altı çatlak bulunuyordu. O gece yoğun bakımda tutuldu. Uluslararası Af Örgütü ile görüştüğü sırada, olayın üzerinden dört hafta geçmişti ancak Erşahin’in baş ağrısı ve denge sorunu devam ediyordu. 

Ankara’da Çankaya Belediyesi’nde temizlik görevlisi olarak çalışan Muharrem Dalsüren’in başına 3 Haziran günü gaz kapsülü isabet etti. Dalsüren Uluslararası Af Örgütü’ne Belediye’den temizlik aletlerini almak için çıktığını ve Kızılay Meydanı’na yakın Ziya Gökalp Caddesi ile Selanik Caddesi’nin köşesinde bulunduğunu ve o sırada eylemin devam ettiğini söyledi. Akrep’teki bir polisin doğrudan kendisini hedefleyerek 20 metre öteden gaz kapsülü fırlattığını belirten Dalsüren başka yöne baktığını ancak kapsülün gözüne isabet ettiğini söyledi. Dalsüren, yakındaki Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırıldı ve orada bir ameliyat geçirdi. Ancak doktorlar Dalsüren’in görme yetisini kaybetmesine engel olamadı. Dalsüren olayın ardından 38 gün boyunca işe gidemedi. Uluslararası Af Örgütü ile 31 Temmuz günü görüştüğü sırada tedavisi hala devam ediyordu ve protez göz takılacaktı. 4 Temmuz günü suç duyurusunda bulundu ancak Ağustos ayının sonu itibariyle savcılıktan henüz bir cevap çıkmamıştı. 

14 yaşındaki Berkin Elvan, 16 Haziran günü İstanbul’da Okmeydanı’ndaki evinin 
yakınında polisin attığı bir gaz kapsülü ile yaralandı. Elvan saat 07.00-07.30 arası evinden çıkmıştı. Sabahın o erken saatinde bile dışarıda eylemler sürüyordu ve çok sayıda çevik kuvvet polisi ve TOMA bulunuyordu. 

Babası Uluslararası Af Örgütü’ne Berkin Elvan’ın ara sokaktan eylemin yapıldığı ana caddeye çıktığını ve o sırada 20-25 metre uzaklıktan başına gaz kapsülü isabet ettiğini söyledi. Ailesinin olaydan saat 07.30 civarı haberi oldu. Elvan, Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürüldü ve orada acil beyin ameliyatına alındı. Aynı gün beyin kanamasını önlemek için ikinci bir ameliyata alındı ancak Berkin Elvan 16 Haziran’dan bu yana komada. 

27 yaşındaki Massimiliano Goitom, Uluslararası Af Örgütü’ne 12 Haziran günü sabaha karşı 02.00 sularında Taksim civarında polis saldırısına uğradığını anlattı. “İki İtalyan arkadaşımla birlikte Gezi Parkı’ndan ayrılmıştık, İstiklal Caddesi yakınlarındaydık. Bir grup polis yanımıza geldi, göstericileri arıyor gibilerdi. Onlara yabancı olduğumu ve bağımsız bir medya kuruluşu için çalıştığımı söyledim. Arkadaşlarımdan biri kaçtı, polis ona gaz kapsülü fırlattı ama değmedi. Polis sonra gitmemize izin verdi. İkimiz kaldığımız hostele doğru yürümeye devam ettik. Daha sonra ikinci bir grup polis bizi gördü ve beş ya da altı metre uzaklıktan biber gazı kapsülü fırlattı. 20-30 cm başımın üzerinden geçti. 
Ara bir sokağa doğru kaçmaya başladık. Ellerim havada “turist, İtalyan, basın” diye bağırıyordum. Başka bir grup polis bizi yakaladı, anlamadığım bir şeyler bağırmaya başladı ve ikimizi yere fırlattı. Arkadaşım dizlerinin üzerindeydi, suratına tekme attılar ve gözlerinin içine biber gazı sıktılar. Ben kalkmayı başardım ama bana da yüzümden 10 cm uzaklıktan doğrudan gözlerime doğru biber gazı sıktılar. Daha sonra bizi bırakıp gittiler. Hiçbir şey göremiyordum, daha sonra başka bir grup arkadaşla buluştuk ve birlikte hostele gittik. Birkaç gün geçtikten sonra bile görüşümde hala sorunlar vardı. Beyoğlu Göz Hastanesi’ne gittim. Göz damlası ve antibiyotik verdiler.” Massimiliano Goitom 16 Ağustos günü Uluslararası Af Örgütü ile görüştüğü sırada gözlerinden birinin hala kötü olduğunu ve eskisi gibi göremediğini söyledi. 

PLASTİK VE GERÇEK MERMİ, 

Uluslararası Af Örgütü’ne hem barışçıl gösterilerde, hem de polis ve göstericiler arasında çatışma yaşanan durumlarda plastik mermi kullanıldığına dair çok sayıda bildirimde bulunuldu. Diğer taraftan, Gezi Parkı eylemleri boyunca polisler tarafından çok az vakada gerçek mermi kullanıldığı bildirildi (ancak Ethem Sarısülük polis tarafından gerçek mermi kullanılarak vurulmuştu. Bkz. sayfa 37). Doktorlar plastik mermilerin eylem alanlarındaki yaralanmaların temel nedenlerinden biri olduğunu belirtiyor. Endişe veren diğer bir nokta da aşağıda Hülya Arslan vakasında olduğu gibi plastik mermilerin yakın mesafeden baş ve 
vücudun üst noktalarını hedef alarak sıkılması. 

Üniversiteden yeni mezun olan Hülya Arslan, parka müdahalenin olduğu 11 Haziran günü annesi ile Gezi Parkı’ndaydı. Polis müdahalesi sırasında maruz kaldığı şiddetten dolayı sağ gözünü kaybetti. Ayrıca burnu kırıldı. Doktorlar Hülya Arslan’ın yüzündeki yaraların plastik mermi kullanımı ile uyumlu olduğunu söyledi. 

Hülya Arslan Uluslararası Af Örgütü’ne annesi ile birkaç gün parkta kaldıklarını ama o gün sadece parkı ziyaret ettiklerini söyledi. Koç Finans şirketinde ilk iş gününün ardından akşam saat 19.00 gibi annesi ile buluşmuştu. 

Hülya Arslan parktaki polis müdahalesini şöyle anlattı: “Akşam saat 21.00 gibi 
elektrikler kesildi. Sağdan soldan parka biber gazı atılıyordu. Her taraftan patlama sesi geliyordu. Hiçbir uyarı yapılmamıştı. Annemin kalp rahatsızlığı var. Kalp krizi geçirdiğini sandı. Parkın merkezinde çok sayıda insan vardı. Biz de daha güvenli olacağı düşüncesiyle oraya gittik. İki erkek kardeşim de parkın diğer tarafındalardı.” 

Hülya vurulma anını şöyle anlatıyor: 

“Arkamda çöp kutusu vardı. Biber gazından dolayı kendimi çok kötü hissediyordum, kutunun arkasına geçtim. Sanırım yaklaşık 10-15 metre öteden iki kez ateş edildi. Karanlıktı o yüzden sadece silahtan çıkan ateşi gördüm. Yanımdaki bir arkadaşım etrafta ateş eden sivil giyimli kişiler olduğunu söyledi. Plastik mermi ile sağ gözümden vuruldum, burnum da kırıldı. Çok fazla kan kaybettim. Parktaki revire götürüldüm. Bilincimi kaybetmemek için uğraştım ve sürekli annemin adını ve telefon numarasını tekrarladım. Bir ambulans çağrıldı ve Şişli Etfal Hastanesi’ne götürüldüm.” Hülya Arslan’in tedavisi 28 Haziran günü Uluslararası Af Örgütü ile görüştüğü sırada hala devam ediyordu ve kendisine protez bir göz takılacaktı. 

RESMİ OLMAYAN GÖZALTI, 

Uluslararası Af Örgütü, polis tarafından yakalandıktan sonra eylem alanında göstericilere ve diğerlerine yönelik dayak ya da cinsel taciz gibi birçok ihlalin yaşanmasından endişe duymaktadır Birçok vakaada göstericiler sokakta gözaltına alınmış ve saatler sonra, bazı durumlarda kimlik tespiti yapıldıktan sonra serbest bırakılmıştır. Uluslararası Af Örgütü’ne bazı diğer vakalarda gözaltına alınanların saatlerce polis ya da belediye otobüslerinde bekletildiğini ve ardından ya serbest bırakıldığını ya da resmi olarak gözaltına alındığı 
bildirilmiştir (bkz. Gökhan Biçici ve Eylem Karadağ vakaları, sayfa 31 ve 25). Görece daha az sayıda vakada ise polis tarafından yakalanan kişiler resmi gözaltı yeri olmayan binalarda ya da gözaltı kaydı yapılmadan resmi gözaltı merkezlerinde tutulmuşlardır. 

Uluslararası Af Örgütü, Gezi Parkı eylemleri boyunca Türkiye genelinde birçok şehirde polisin yakaladığı kişilerin resmi olmayan bir şekilde gözaltında tutulmasının oldukça yaygın olmasından kaygı duymaktadır. Bazı durumlarda resmi olmayan gözaltı uygulamasına çok sayıda gözaltı olduğu için lojistik nedenlerle başvurulduğu görülmektedir. Ancak bu tür gözaltılar, aynı zamanda gözdağı verme, keyfi gözaltı ya da gözaltına alınanların avukatlara, aile üyelerine ya da zorunlu sağlık kontrolü gibi yasalar tarafından korunan haklarına erişememesi için kullanılmaktadır. 

Uluslararası hukuk ve standartlar uyarınca, özgürlüğünden mahrum bırakılan herkesin, ailesine ve hukuki danışmanlık hizmetine derhal erişim hakkı vardır. Gözaltına alınan kişiler sadece resmi gözaltı yerlerinde tutulmalıdır. Uluslararası Af Örgütü’nün yaptığı araştırma gösteriyor ki gözaltına alınan kişiler gizli ya da hiçkimseyle görüştürülmeden gözaltı yerlerinde tutulduğunda işkence ve diğer kötü muamele gibi ihlallerin yaşanma ihtimali daha da artmaktadır. 

Uluslararası Af Örgütü, Türkiye yetkililerini eylemler sırasında gözaltına alınan herkesin ya serbest bırakılması ya da resmi bir gözaltı merkezine alınmasını, avukata erişimini, ailelerinin haberdar edilmesini ve gözaltına alındıktan hemen sonra bağımsız sağlık kontrolüne tabi tutulmasını sağlamaya çağırmaktadır. 

Bu raporda belgelenen gayri resmi gözaltında tutulan kişilerin vakalarına ek olarak, Deniz Kaptan’ın yaşadıkları İstanbul ve diğer şehirlerde yaşanan kötü muamele ve aşırı güç kullanımını örneklendiren önemli bir vaka. 

Deniz Kaptan gözaltına alındığı sırada kendisine yardımcı olan avukat, Uluslararası Af Örgütü’ne 15 Haziran akşamı Kaptan’ın Gezi Parkı yakınlarında sivil giyimli polisler tarafından yakalandığını ve yaklaşık bir, bir-bir buçuk saat boyunca tutulduğunu anlattı. 
Avukat Uluslararası Af Örgütü’ne akşam saat 22.00 sularında sivil giyimli polislerin Kaptan’ın ellerini plastik kelepçelerle arkadan bağladığını ve “Sizi fişledik, bittiniz” dediğini aktardı. Sivil giyimli olan polis Kaptan’a konuşmamasını ve etrafa bakmamasını söyledi. Avukat, Kaptan’ın Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Kültür Merkezi’nin yakınında kimsenin göremeyeceği panellerin arkasına götürüldüğünü ve plastik kelepçelerin izinin aradan üç gün geçmesine rağmen görülebildiğini belirtti. Sivil giyimli olan polis cebinden kimlik kartını alarak genel bilgi toplama (GBT) yaptırdı.62 Sivil giyimli olanlardan birinin “Master da yapmış pezevenk!” dediğini aktardı. Yaklaşık 20 dakika sonra sivil giyimli polis meyve bıçağı ile kelepçeyi kesti ama onu bir saat daha orada beklettiler. Ardından sivil giyimli polis cep telefonu ile fotoğrafını çekti ve onu kestirme sokaktan    Gümüşsuyu’na doğru götürdü ve gitmesini söyledi. 
Avukat Uluslararası Af Örgütü’ne sivil giyimli polislerin kimlik kartını vermedikleri ni ve kayıp ilanı vermesini söylediklerini aktardı. 


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***