Turgut Özal’ın Ekonomi Odaklı Dış Politikası. BÖLÜM 1
Yunanistan’a Yönelik “ Zeytin Dalı ” Diplomasisi Örneği*
Turgut Özal’s Economy Focused Foreign Policy:
Case of the “Olive Branch” Diplomacy towards Greece
Erkan ERTOSUN**
** Dr. Misafir Öğretim Üyesi, Tarih Bölümü, Niagara Üniversitesi.
Özet
Turgut Özal’ın ekonomi ve dış politika arasında kurduğu ilişki, dönemin Türk dış politikasını açıklamak için önemli ipuçları sunmaktadır. Özal’ın ekonomi-dış politika ilişkisi birbirini tamamlayıcı nitelikte dört farklı boyut içerir.
Öncelikle, Özal, ekonomik ilişkilerin gelişmesi ile sağlanacak karşılıklı bağımlılığın siyasi sorunların çözümüne ciddi katkılar sağlayacağına inanmaktadır.
İkincisi, dış politika, Türk ekonomisinin dışa açılması için bir araç olarak kullanılmalıdır.
Üçüncüsü, Türkiye’nin etkin bir dış politika izleyebilmesi ancak ekonomik bakımdan güçlenmesi ile mümkün olacaktır.
Dördüncüsü, ülkenin ekonomik bakımdan gelişmesi, demokratikleşme ve iç barışın sağlanmasının önünü açacak, böylece Türkiye’nin özellikle Avrupa’yla ilişkilerindeki önemli bazı engeller ortadan kalkacaktır. Bu çalışmada, söz konusu dört boyutun Özal’ın söylem ve uygulamalarına atıfla açıklanmasının ardından, bunlardan ilki olan “Ekonomik karşılıklı bağımlılık barışçıl ilişkilere yol açar” önermesinin nasıl ve ne ölçüde gerçekleştiği sorusuna Yunanistan’a yönelik “zeytin dalı” diplomasisi örneği üzerinden cevap aranmaktadır. Makale, Özal’ın ekonomi odaklı barışçıl politikasının iki ülke ilişkilerinde 1980’ler için sınırlı ölçüde sonuç verdiğini, ancak taraflar arasında diyalog ortamını sağlayarak ve ekonomik işbirliğinin zeminini oluşturarak, iki ülke arasında 1999 sonrası yaşanacak yakınlaşmanın öncüsü olduğunu iddia etmektedir.
Anahtar kelimeler: Özal, ekonomik karşılıklı bağımlılık, Dış Politika, Türkiye, Yunanistan,
Teslim: 15 Eylül 2015
Onay: 1 Şubat 2016
* Bu çalışma, Turgut Özal Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Fonu tarafından 2013-04-015 proje numarası ile desteklenmiştir.
Turgut Özal’ın Ekonomi Odaklı Dış Politikası:Yunanistan’a Yönelik “ Zeytin Dalı” Diplomasisi Örneği
GİRİŞ
Türkiye, Turgut Özal’ın başbakan yardımcısı, başbakan ve cumhurbaşkanı görevlerini ifa ettiği yıllarda (1980-1993) siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan
önemli bir değişim süreci yaşamıştır. Bu dönemde, Özal’ın Türkiye’ye “çağ atlatma” hedefi çerçevesinde, ülkenin dünyaya açılımı öncelikli bir hedef olarak
ele alınmıştır.
Özal’ın Türk ekonomisini geliştirme hedefi ile komşu ülkeler ve bölgelerle barışçıl münasebetler kurma politikası arasında karşılıklı bir etkileşim söz
konusudur. Türkiye’nin ekonomik kalkınma hamlesi yapabilmesi için iç ve dış politikasında istikrar ve huzur şarttır, yani ülke, kriz ve çatışma ortamından
uzak tutulmalıdır. Bunun için de mevcut sorunların dondurulması ve küçük bazı kıvılcımlarla alevlenmesine fırsat verilmemesi gerekmektedir.
Bu barışçıl ortamda ekonomi gündemi öncelikli bir konuma oturtulacak, hem toplumun enerjisi ekonomik kalkınma hedefine yönlendirilecek hem de
siyasi gerilimlerden uzaklaştırılan dış politikanın temel hedefi olabildiğince çok sayıda devletle ticaretin artırılmasına odaklanacaktır. Ekonomik ilişkiler
geliştikçe de, bir kenarda dondurulmuş vaziyette bekletilen siyasi sorunların çözümü artık daha kolay ve mümkün hale gelecektir. Çünkü ekonomik münasebetleri güçlenen ülkeler, siyasi sorunların, işbirliğinden doğan ortak çıkarları ortadan kaldırmasına fırsat vermeyecekler; sorunların kalıcı anlamda
çözümü için de daha yapıcı bir yaklaşım sergileyeceklerdir.
Esasen Özal, bu fikirleri ile ekonomik karşılıklı bağımlılık ya da diğer adıyla ticari barış yaklaşımının savunucusu ve önde gelen bir uygulayıcısıdır. Bilindiği
gibi, realistlerin uluslararası politikayı “sıfır toplamlı oyun” olarak gören anlayışına karşı liberaller 1970’lerden itibaren “kazan-kazan” yaklaşımını
daha gür biçimde seslendirilmeye başlamışlardır.1 Bu yaklaşıma göre, uluslararası ilişkilerde mutlak kazançlar değil göreli kazançlar önemlidir ve
devletler, işbirliğine dayalı ilişkilerden daha karlı çıkacaklardır. Zamanla, uluslararası ilişkilerde çok-uluslu şirketler, ulus-aşan sosyal hareketler ve
uluslararası örgütlerin rolünün arttığı, devletlerarası ilişkilerde iletişim/etkileşim kanallarının çeşitlendiği ve bu yeni koşullarda askeri güvenlik
konularının belirleyiciliğinin azaldığı vurgulanmaya başlanmıştır.2 Bu öngörüler doğrultusunda gelişen ekonomik karşılıklı bağımlılık ya da ticari barış
yaklaşımı, ekonomik bakımdan karşılıklı bağımlılık ilişkisi tesis edilen ülkeler arasında savaş ihtimalinin azaldığını iddia etmiştir.3 Bu iddia, çatışmanın
Turgut Özal’ın Ekonomi Odaklı Dış Politikası:Yunanistan’a Yönelik “Zeytin Dalı” Diplomasisi Örneğiyol açacağı ekonomik zararların taraflar için katlanılamayacak kayıplar doğuracağı, ticari ilişkilerin geliştiği iki ülke arasında siyasi çözüm kanallarının ve toplumlar arası ilişkilerin gelişmiş olacağı, bu nedenle sorunlara siyasi çözüm yolları bulunacağı ve halkların savaşa karşı çıkacağı varsayımlarına dayandırılmıştır.4
Özal’ın başbakanlık görevini devralmasına kadar Türk dış politikasında temelde realist bir yaklaşımın geçerli olduğu, komşularla ilişkilerin kronik bazı sorunlar etrafında döndüğü ve uzlaşı/işbirliğinden ziyade rekabet/çatışma anlayışının egemen olduğu görülmektedir.5 Kronik sorunlara yönelik uzlaşı/müzakere yaklaşımı, “taviz vermek” olarak algılanmıştır ve bu durumun karşı tarafın kazanacağı, Türkiye’nin kaybedeceği bir sonuca götüreceği görüşü yaygındır. Özal ise, Türkiye’nin yakın komşularından başlayarak bölgesindeki ülkelerle ilişkilerini “kazan-kazan” anlayışının geçerli olduğu bir zemine çekmeye çalışacaktır.
Özal politikalarının temelindeki bu yaklaşım, ancak aktif ve çok yönlü bir dış politika ile hayata geçirilebilecektir. Bu doğrultuda Özal, gerek başbakanlık
gerek cumhurbaşkanlığı görevlerini üstlendiği dönemlerde dış politika ile yakından ilgilenecektir. Özal’ın Türk siyasetinde etkin olduğu yıllardaki
dış politik kararların arkasında ekonomi odaklı dış politika anlayışının belirleyici olduğu görülmektedir. Özal’ın dış politika temasları öncelikle ikili
ticari ilişkileri geliştirme çabaları ile başlamış, sonrasında bölgesel ekonomik işbirliği girişimleri ile ileri boyuta taşınmıştır. Cumhurbaşkanlığı döneminde
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün (KEİÖ) kurulması ve Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün (EİÖ) genişletilmesi bu doğrultuda atılan dikkat çekici
adımlardır. Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde öncülük ettiği bu girişimlerin altyapısı önceden beri süregelen liberal ekonomik fikirlerine ve bu çerçevede
kurduğu ekonomi-dış politika ilişkisine dayanmaktadır. Bu çalışmada, öncelikle, Özal’ın ekonomi öncelikli dış politikasının nedenleri incelenecek,
ardından ekonomi ile dış politika arasında kurduğu ilişki farklı boyutları ile açıklanacaktır. Özal’ın ekonomi ve dış politika arasında kurduğu ilişki dört
farklı boyutta tezahür etmektedir. Çalışmanın son kısmında bunlardan biri olan ekonomik karşılıklı bağımlılık yaklaşımına odaklanılacak ve bunun,
Özal’ın başbakanlığı döneminde uygulamaya konulmasının dikkat çekici bir örneğini teşkil eden Yunanistan’a yönelik “zeytin dalı” diplomasisi detaylı
biçimde incelenecektir.
Son yıllarda Türkiye-Yunanistan ilişkilerine dair çalışmalar, ilişkilerin ekonomi-politiğine, özellikle de iki ülke arasındaki ekonomik karşılıklı bağımlılık ile siyasi
sorunların çözümü arasındaki münasebete odaklanmaktadır.6
Bu durum, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde 1999 sonrasında gelişen ekonomik işbirliği ve göreli siyasi yakınlaşmanın bir yansımasıdır. Nitekim ilişkilerde
siyasi sorunlar ve güvenlik krizlerinin belirleyici olduğu 1999 öncesi döneme ilişkin çalışmalarda ise iki ülke ilişkileri rekabet ve çatışma ekseninde
ele alınmaktadır.7
Ancak söz konusu literatürde Turgut Özal’ın başbakanlığı (1983-1989) dönemindeki gelişmelere yeterince yer verilmemektedir.
Halbuki yukarıda da ifade edildiği gibi, Özal, Türk dış politikasının geleneksel çizgisinde önemli bir değişim gerçekleştirerek ekonomik ilişkileri dış politikanın
merkezine oturtmuş, siyasi ve güvenlik konularının girdabındaki Türkiye-Yunanistan ilişkilerini ekonomik karşılıklı bağımlılığın tesisi yoluyla
işbirliği zeminine çekmeye çalışmıştır. Buradan yola çıkarak, çalışmada, Özal dönemine ilişkin kapsamlı veriler sunularak literatüre katkı sağlanmak
amaçlanmaktadır.
Makale, Özal döneminin Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki yakınlaşmanın öncüsü olduğunu iddia etmekte ve bu dönemde iki ülke ilişkilerinde yaşanan gelişmeleri Özal’ın dış politika anlayışını merkeze alarak incelemektedir. Başka bir ifadeyle çalışmanın odak noktası Özal’ın ekonomi merkezli dış politikasıdır ve konu, 1980’lerdeki Türkiye-Yunanistan ilişkileri örnek olayı üzerinden incelenmektedir.
Bilindiği gibi siyaset bilimciler genellikle çok sayıda örnek olayı karşılaştırmalı olarak incelemeyi tercih etmektedirler. Bunun temel nedeni, genellemelere
ulaşmanın ya da kuramsal bir iddiayı test etmenin tek örnek olay incelemesi ile mümkün olmayacağına inanmalarıdır.8 Ne var ki bu durum, tek örnek olay incelemesinin literatüre bilimsel bir katkı sağlamayacağı anlamına gelmez. Aslında mesele incelenen örnek olayın niteliği ile ilgilidir.9 Seçilen örnek olay test edilen iddianın gerçekleşme ihtimali çok düşük olan
Turgut Özal’ın Ekonomi Odaklı Dış Politikası:Yunanistan’a Yönelik “Zeytin Dalı” Diplomasisi Örneği bir örneğini (least likely case) oluşturuyorsa ve iddia bu örnek olay üzerinde gerçekleşirse, tek örnek olay incelemesinin sonuçları da literatüre önemli bir katkı sağlar. Ayrıca, söz konusu örnek olay, literatürde yeterince detaylı biçimde ele alınmamış ise, tek örnek olay incelemesi ile elde edilecek sonuçlar, sonra yapılacak karşılaştırmalı çalışmalar için değerli bir veri niteliği taşır. Bu doğrultuda, eldeki çalışmada karşılaştırmalı bir analiz amaçlanmamakta, tek örnek olay incelemesi ile 1980’lerin kapsamlı bir analizi ve başka mukayeseli çalışmalar için nitelikli veri sağlanması hedeflenmektedir.
Nitekim Türkiye-Yunanistan ilişkileri, ekonomik karşılıklı bağımlılık yaklaşımının test edilmesi için ilgi çekici bir örnek olaydır. İki ülkenin de birbirini tehdit olarak görmeleri, Ege ve Kıbrıs sorunu gibi çözülmesi zor siyasi sorunların ilişkileri sıklıkla kriz ve çatışma ortamına sürüklemesi ve toplumların birbirine yönelik beslediği tarihsel önyargı ve düşmanlık hisleri gibi nedenler Türkiye-Yunanistan ilişkilerini, ekonomik karşılıklı bağımlılık yoluyla barışçıl ilişkilerin kurulması iddiasının gerçekleşmesi için zor bir örnek olay kılmaktadır. 1980’ler iki ülke ilişkilerinde 1970’lerde yalanan gerilimin mirasını taşımaktadır ve bu on yılda da yeni krizler yaşanmıştır.
Bu açıdan Özal’ın dış politikada yapmaya çalıştığı ekonomi odaklı paradigma değişikliğinin dönemin Türkiye-Yunanistan ilişkileri örneğinde ne ölçüde
gerçekleştiği ilgi çekici bir araştırma konusudur.
Buradan hareketle makalede şu araştırma sorularına cevap aranmaktadır:
(1) Özal’ın başbakanlığı döneminde ekonomi odaklı bir dış politika izlenmesi hangi nedenlere dayanmaktadır? Bu çerçevede özellikle
Özal’ın siyaset anlayışı ve liderliğinin ekonomi odaklı dış politika anlayışının benimsenmesindeki etkisi nedir?
(2) Özal’ın ekonomi odaklı dış politika anlayışı bu dönemde ne ölçüde uygulamaya konabilmiştir? Bu dönemde atılan adımların sonraki dönemler
üzerinde ne ölçüde etkisi olmuştur?
Makalede Turgut Özal’ın dış politika görüşünün ekonomik karşılıklı bağımlılık yaklaşımı ile örtüştüğü ve bu yaklaşımın dönemin Türk dış politikasında
yaşanan değişimde belirleyici etkisi olduğu vurgulanmaktadır. Özal’ın ekonomik işbirliği ve uzlaşı vurgusunun, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin çatışmacı ve suçlayıcı bir anlayıştan yapıcı ve uzlaşmacı bir dile dönüşmesine katkıda bulunduğu ve bu yönüyle 1999 sonrası dönemde yaşanan Türkiye-
Yunanistan yakınlaşmasının öncüsü olduğu iddia edilmektedir.
1. NİÇİN EKONOMİ ODAKLI DIŞ POLİTİKA?
Turgut Özal’ın ekonomi öncelikli dış politikası şu nedenlerle açıklanabilir:
(1) Bu dönemde ülkenin çözüm bekleyen en önemli sorununun ekonomi olarak görülmesi,
(2) Özal’ın ekonomik politikalarla yakından ilgilenmeye uygun bir geçmişe/birikime sahip olması,
(3) Ekonomik sorunların çözümünde rehberliğine başvurulan 24 Ocak Kararları’nın dışa açılma ve ihracatın artırılmasını öngörmesi ve
(4) Bu yaklaşımın dönemin ruhu ile uyuşması.
Öncelikle, Özal’ın Türkiye’de önemli bürokratik görevler yürüttüğü ve sonrasında üst noktada siyasi görevler üstlenmeye başladığı dönem, ülkenin siyasi/
toplumsal istikrarsızlık içinde bulunduğu ve büyük ekonomik sıkıntılar yaşadığı yıllara denk gelmektedir. Türkiye’de enflasyon 1970’lerin ikinci yarısında
şiddetli bir yükselişe geçmiş, 1980’e gelindiğinde üç haneli rakamları görmüştü. Tüketici fiyatları endeksi 1978’de %53,3 ve 1979’da %62 iken 1980’de %116,6’ya ulaşmıştı.10 Bu dönemde ülke çok büyük bir dış borç çıkmazı ile de yüzleşmişti. Dövizle ödenmesi gereken dış borçlar 1978’de 6,2 milyar dolar, 1979’da 9,2 milyar dolar ve nihayet 1980’de 11,3 milyar dolardı. Türk lirası ile ödenecek dış borçlar ise 1978 ve 1979’da sırasıyla 4 milyar lira ve 4,9 milyar lira iken 1980’de 9,6 milyar lirayı buldu.11 Kötü ekonomik tablonun halka yansıyan en önemli boyutlarından biri işsizlik oranlarındaki yükselişti. 1978’de işsizlik oranı %12,7 iken, 1979’da %14’e ve 1980’de %15,4’e ulaşmıştı.12 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte iç kavgalara bir şekilde son verilmiş olsa da, çok ciddi ölçekte bozulmuş bulunan ülke ekonomisinin düzeltilmesi ve halkın refah seviyesinin yükseltilmesi çok daha zor ve uzun vadeli bir çalışma gerektiriyordu.
Özal, Anavatan Partisi’ni (ANAP) kurup bir siyasetçi olarak halkın karşısına çıktığında en önemli vaadi ekonominin düzeltilmesi idi. ANAP’ın seçim kampanyası boyunca otobüsten “Ekonominin lideri, enflasyonun freni Özal geliyor!” sloganları yükseliyordu.13 Nitekim Özal’ın seçimden kısa bir süre önce
TRT’de yapılan açık oturumda üzerinde en çok durduğu konu ekonominin nasıl düzeltileceği idi.14 Ekonomi öncelikli vaatleriyle Kasım 1983’deki genel
seçimi kazanan Özal, seçim sonrasında Tercüman gazetesine verdiği beyanatta da hükümetin önceliğini enflasyonu düşürmek ve orta direği güçlendirmek
olarak açıkladı.15 Artık Özal için en öncelikli mesele, halka verdiği bu sözü yerine getirmek olacaktır. Dolayısıyla, dış politika dâhil eldeki tüm imkân ve
araçlar ekonominin rayına oturtulması istikametinde kullanılacaktır.
İkincisi, Özal’ın bürokrasi ve özel sektör geçmişinde ekonomi eksenli bir deneyim kazanmasının etkisidir.
Turgut Özal Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların yanında Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) müsteşarlığı ve Başbakanlık müsteşarlığı gibi üst düzeyde bürokratik görevler üstlenmiş, Türkiye ekonomisinin en büyük şirketlerinden biri olan Sabancı Holding’de yöneticilik yapmıştı. Askeri yönetim, dünya görüşü ve siyasi geçmişine dair ciddi bazı endişeler taşısa da16 ekonomik alanda böylesi önemli bir tecrübeyi haiz Özal’ı başbakan yardımcılığı görevine getirerek ekonomiyi ona emanet etmişti. Ekonomi konusunda ciddi bir deneyime sahip bulunan Özal’ın siyaset anlayışında da ekonominin öncelikli bir yerde olması kaçınılmazdı. Ülkenin içinde bulunduğu kötü ekonomik koşullara acil bir çözüm bulunması zarureti ile Özal’ın ekonomi alanındaki birikimi bir araya gelince, Özal başbakan olarak ekonomi politikalarının planlama ve uygulama süreçlerinde bizzat dümene oturacaktır.
Özal’ın ekonomi öncelikli dış politikasının üçüncü nedeni, ekonominin düzeltilmesiyle ilgili rehber olarak benimsediği 24 Ocak Kararları’nın Türk
ekonomisinin dünyaya açılmasını öngörmesidir. 24 Ocak 1980 tarihli ekonomi paketi, Özal’ın Başbakanlık ve DPT müsteşarlıkları görevlerini birlikte
yürüttüğü Demirel hükümeti döneminde uygulamaya konmuştu. Özal söz konusu kararların alınmasında etkin bir rol üstlenmişti. 24 Ocak kararları
ekonomide devlet müdahalesinin azaltılması, serbest piyasa ekonomisine geçilmesi ve dış ticaret açığının kapatılmasını öngörüyordu.17 Özal, bu hedeflere ulaşmak için yeni bir girişimci sınıf inşa etme, dış ticaretin önündeki bürokratik engelleri kaldırma ve yabancı sermayenin ülkeye gelişini özendirme
doğrultusunda adımlar attı. Özal’ın, hükümeti kurduktan hemen sonra Aralık 1983’de açıkladığı ekonomi paketi de 24 Ocak Kararları’nı pekiştirici nitelikteydi.
Döviz rejiminin liberalleştirilmesi, ihracatı teşvik edici yeni hususlar, ithalatta kısmi liberalleşme, kamu iktisadi teşebbüslerinin idari bakımdan yapılandırıl ması ve yeni bir beş yıllık planın hazırlanması bu adımların başlıcalarıydı.
24 Ocak Kararları’nın rehberliğinde belirlenen bu hedeflerin gerçekleşmesinin merkezinde Türkiye ekonomisinin dünyaya açılması bulunuyordu. Özal,
bunu yapabilmek için ekonomi öncelikli dış politika izledi, diğer bir tabirle dış politika gündeminin ilk sırasına ekonominin gelişmesi hedefini koydu.
Aslında Özal’ın bu konudaki fikirleri daha eskiye dayanmaktaydı. Nitekim Özal, 1973 yılında Süleyman Demirel’e yazdığı ve Türkiye’nin sorunlarının
çözümüyle ilgili düşüncelerini paylaştığı mektubunda “Türkiye’nin dış politikasının, iktisadi kalkınmanın istikametine getirilme zaruriyeti vardır”19 diyordu.
Türkiye’nin Soğuk Savaş boyunca izlediği dış politika güvenlik merkezliydi ve Batı ile ortak savunma stratejisine dayanıyordu. Özal, hem Batı ile ilişkileri hem
de genel anlamda Türk dış politikasını, süregelen güvenlik merkezli anlayışın sınırlarının ötesine çıkarmak ve ekonomik işbirliği düşüncesini dış politikanın merkezine oturtmak istiyordu. Böylesi bir yaklaşım,
Soğuk Savaş’ın sona erdiği koşullar için olağan/sıradan görülebilir. Ancak, Çandar’ın belirttiği gibi, Özal, 1980’lerin başında dünyanın değişmekte
olduğunu, özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkılacağını ve iki kutuplu düzenin sona ereceğini öngörüyor ve bu gidişata göre Türkiye için bir gelecek vizyonu çiziyordu.20
Özal’ın ekonomi odaklı dış politikasını pekiştiren bir husus da, Özal’ın benimsediği ve uygulamaya çalıştığı liberal görüşlerin, bu dönemde iktidarda
bulunan İngiltere’deki Thatcher ve ABD’deki Reagan yönetimleri ile özdeşleşen yeni sağ düşünce ile örtüşmesidir. Değerler anlamında muhafazakâr, ekonomik bakımdan liberal görüşe dayanan yeni sağ siyaset, devletin müdahaleciliğine karşıydı ve kamu harcamalarını azaltmayı amaçlıyordu; devletin geri çekilmesine paralel olarak da bireyi ve serbest girişimi öne çıkarmaya çalışıyordu.21 Bu koşullarda Özal’ın politikaları iki büyük uluslararası güç tarafından da desteklendi. Thatcher’ın “Ben Özal politikalarının sonuna kadar savunucusuyum”22 demesi bu desteğin göstergesiydi.
2. ÖZAL’IN SİYASET ANLAYIŞINDA EKONOMİ-DIŞ POLİTİKA İLİŞKİSİ
Özal’ın ekonomi ve dış politika arasında kurduğu ilişkinin birbirini tamamlayıcı nitelikte farklı boyutları vardır. Öncelikle, Özal, ekonomik ilişkilerin gelişimi ile sağlanacak karşılıklı bağımlılık ile devletlerin birbirine yönelik çatışmacı tutum içine girmeyeceklerine ve mevcut sorunların da oluşan yeni ilişki ortamında ve zaman içinde çok daha kolay biçimde çözülebileceğine inanmaktadır. Bu yönüyle Özal, Montesquieu’nün “ticaretin yumuşatıcı ve insani ilişkileri medenileştirici” etkisi olduğu görüşünü benimsemektedir.23 Ortak ekonomik menfaatleri paylaşan devletler, siyasi/ideolojik nitelikli sorunların ekonomik çıkarlarını zedelemesine müsaade etmeyeceklerdir.
Bahsedilen yaklaşım, Özal’ın şu ifadelerinde somutlaşmaktadır:
“Aralarında sorun bulunan ülkeler, ekonomik ilişkiler kurmak suretiyle bir çeşit ‘karşılıklı bağımlılık’ yaratırlar ve sorunlarını çözmeye bu alandan başlarlar, ardından da siyasi çözüm gelir. İnsanlar serbest biçimde ticaret yapabilirlerse, savaş ihtimali düşer. Almanya ve Fransa bile yaşadıkları tüm sorunlara rağmen Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) içinde bir araya gelebilmişlerdir.”24
İkincisi, Özal’a göre, dış politik temaslar ülkenin dış ticaretini özellikle de
ihracatını artırmak için bir araç olarak kullanılmalıydı. Özal’ın benimsediği
ekonomik kalkınma planı, ihracatın artırılmasını ülke ekonomisinin gelişimi
için olmazsa olmaz bir gereklilik olarak görüyordu. Nitekim Özal’ın 2 Ocak 1984’te Milliyet’e verdiği bir demeçteki sözleri bu görüşü açık biçimde
yansıtıyordu: “Japonya, Almanya ve Kore gibi ekonomik alanda bugün örnek
atılımları gerçekleştirmiş ülkelere yakından baktığımızda; bu ülkelerin refah
devleti haline gelirken, işe önce döviz gelirlerini artırmakla başladıklarını
görüyoruz. Yani ihracat yoluyla.”25 Özal’ın ihracatı artırması için yapması
gereken şeylerin bir yönünü bununla ilgili engelleri kaldırıcı ve teşvik edici
nitelikte yasal düzenlemeler yapmak, diğer boyutunu ise ülkedeki girişimci
sınıfı dışarıya açmak oluşturuyordu.
Uzun yıllar yarı kapalı ve devletin müdahaleci olduğu bir ekonomik sistemde
çalışmış bulunan Türk işadamları, ne yurt dışı ile iş yapmaya alışıktı
ne de uluslararası rekabet şartlarına açıktılar. Bu koşullar altında Özal, dış
politikayı bir “ticaret misyonu” olarak gördü26 ve yaptığı dış gezileri Türk
işadamlarını dünyaya açmak için bir fırsat olarak değerlendirdi. Türkiye,
Özal’la birlikte, resmi yurt dışı seyahatlere kalabalık bir işadamı topluluğunun
da dâhil edilmesi uygulaması ile tanıştı. Özal’ın başbakanlık görevine geldikten sonra Orta Doğu ve İslam devletleri başta olmak üzere çok sayıda ülkeye düzenlediği yoğun ziyaret programının ana hedefi bu ülkelerle ticareti
geliştirmek ve yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmekti. Bu gezilerde uçağın
önemli bir bölümünü işadamları dolduruyordu. Bir gazeteci Özal’a o vakte
kadar çok alışık olunmayan bu uygulamanın gerekçesini sorduğunda şöyle
cevap verecektir:
“Eğer Avrupalılaşmak istiyorsak, Avrupalılar gibi hareket etmek zorundayız.
Bugün İngiltere Başbakanı başını örtüp Suudi Arabistan Kralının önüne giderek, İngiliz işadamlarının dertlerini çözmek için tavassutta bulunmaktadır. Çünkü İngiliz işadamlarının dertlerini çözdüğü zaman İngiltere’ye döviz gelecektir. İngiltere daha zengin olacaktır.”27
Üçüncüsü, Özal, uluslararası alanda siyasi etkinliğe erişmenin ekonomik
bakımdan güçlü olmaya bağlı olduğu gerçeğinin farkındadır. Bir gazetecinin
“Sizi eleştirenler, dış politikayı ekonomi ağırlıklı olarak yönlendirdiğinizi
iddia ediyorlar. Sizce, uluslararası ilişkilerde ekonomik kararlarla, siyasi
tercihler arasındaki etkileşim nasıl olmaktadır? ” sorusuna karşılık
“Ekonomisi dışarıya el açmayı icabettiren bir ülkenin siyasi ağırlığı da
olmayacağına inanıyoruz. Ekonomisi kuvvetlenen ülke siyasi ağırlığa
sahip olur. Bir ülkenin dış siyasetinde benim kanaatim, ekonomi yüzde
80 ağırlıktadır. Bütün ülkelerin, sefirleri, bakanları, başbakanları bugün
artık mal satmak için uğraşıyorlar. Ve siyasi ağırlığı da buna göre
ayarlıyorlar”28
diyerek ekonomik güç ile siyasi etkinlik arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir.
Özal’ın ekonomik gücü diplomatik alana yansıtmasına dair önemli bir hadise, 12 Eylül ihtilali nedeniyle sırası atlanan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Dönem Başkanlığı’nın yeniden Türkiye’ye verilmesine dair oylamada İsveç üzerinde uygulanan baskıdır. Özal’ın talimatı ile önce Stockholm Büyükelçisi Haluk Özgül, sonrasında Başbakan Yardımcısı Kaya Erdem İsveçli yetkililerle görüşmüş ve Türkiye aleyhine oy kullanması durumunda bu ülke firmasına verilen İstanbul hızlı tramvay ihalesinin iptal edileceği bildirilmiştir.29 Yani, Türkiye’nin elindeki ekonomik bir koz, başka bir ülkenin uluslararası alanda Türkiye lehine tutum takınması için bir baskı aracı olarak kullanılmıştır. Bu baskı sonucunda aleyhte olan İsveç oyu çekimsere dönmüş ve Türkiye, gereken üçte iki çoğunluğa ulaşarak dönem başkanlığını almıştır.
Son olarak, Özal, ekonomik gelişmenin, ulusal birliğin sağlanmasına ve ülkedeki
demokratikleşme seviyesinin yükseltilmesine katkıda bulunacağı
düşüncesine sahiptir. Özal’ın başbakanlık görevini üstlenmesinin ardından
Avrupa ile ilişkilerde yaşadığı en önemli sorun, ülkede askeri darbe sırasında
ve sonrasında mağduriyet yaşayan sosyal kesimlerin bulunması, iç barışın
sağlanamamış olması ve demokratik ölçütler ile çatışan kanun ve uygulamaların
sürdürülmesi gibi konuların karşısına çıkarılmasıydı. Bu yönüyle demokratikleşme ve ulusal barışın temini yönündeki gelişmeler Türkiye’nin dış
politikada da önünü açacaktı. Özal, hükümeti kurduktan kısa bir süre sonra
yayımladığı yeni yıl mesajında
“Başlangıçtan bugüne Cumhuriyet tarihimizi incelediğimizde, […]
ekonomik ve sosyal gelişmenin gerçekleştiği dönemlerde vatandaşın
birlik ve beraberlik içinde devletine güvendiğine, milli gelirimizin
azaldığı dönemlerde ise, vatandaşların değişik kamplara bölündüğüne
şahit olmaktayız. Demek oluyor ki ülkemizin ekonomik sorunlarının
çözümü milli beraberliğimiz için önemli şartlardan birisi olmaktadır”30
diyerek ekonomik refah ile ulusal birlik arasındaki ilişkiye temas etmekteydi.
Özal, Temmuz 1984’te bir grup gazeteci ile söyleşisinde de beş yıllık iktidar
görevleri sonunda istenen demokratik ilerlemenin sağlanabilmesinin ilk şartının
ekonomide yakalanacak başarıya bağlı olduğunu vurguluyordu.31 Sonuç
olarak, Özal’a göre, ekonomik kalkınma ulusal birliğin temini ve demokratik
gelişmenin de önünü açacaktı. Bu da Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerindeki
önemli bir sorunun aşılmasını sağlayacaktı.
Tüm bunlarla birlikte, Özal’ın ekonomi öncelikli dış politika yaklaşımının
geleneksel dış politika anlayışına sahip Dışişleri çevreleri tarafından
kabul görmesi hiç de kolay olmamıştır. Özal’ın dış politikayı bir “ticaret
misyonu” olarak kullanması ve bu doğrultuda işadamlarını dış gezilere
yanında götürerek iş bağlantısı kurmalarını sağlamaya çalışması, Dışişleri
mensuplarınca yadırganan bir husus olmuştur. AET’den sorumlu devlet bakanlığı (1986-1989), başbakan yardımcılığı (Mart 1989-Şubat 1990) ve dışişleri bakanlığı (Şubat 1990-Ekim 1990) görevlerini yapmış olan Ali Bozer,
pek çok diplomatın işadamları ile ilişkide olmaya olumsuz baktığını ve bu
tür bir ilişkinin etik açıdan yanlış anlaşılabileceği kaygısı taşıdığını dile getirmektedir.32 Özal’ın karşılıklı ekonomik bağımlılık ile siyasi sorunların
çözüleceğine dair inancı da geleneksel dış politika yaklaşımına sahip
zümrelerde benimsenememiştir. Dönemin Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ercüment Yavuzalp’in hatıratında yer alan ve Özal’ın Yunanistan’la ilişkilerin
düzeltilmesi girişimine dair şu satırlar geleneksel Dışişleri bürokrasisinin bu
konuda Özal’la ayrıştığını göstermektedir:
“Özal’a göre ilişkileri düzeltmek için önceliği iki ülke arasındaki ticari
ve ekonomik ilişkileri düzeltmeye vermek lazımdı. […] Ben tersini
düşünüyordum. Kanaatime göre iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik
ilişkilerin, karşılıklı yararların gerektirdiği düzeye erişememiş olmasındaki
temel nedeni siyasi sorunların çözülememiş olması ve bunun iki ülke ilişkilerinde yarattığı gerginlikti.”33
Bu yıllarda Samim Lütfü müstear adıyla yazan Ali Sirmen de dış politikanın
ekonomik ilişkiler eksenine oturtulmasını ve Dışişleri Bakanlığı’nın “Dış
Ekonomik İlişkiler Bakanlığı” haline dönüştürülmesini eleştirmekteydi.34
Cumhuriyet yazarı Sirmen, “Bir devletin dış politikasında kısa dönemli ekonomik
çıkarların ötesinde ağır basan etkenler vardır” diyerek devletin özel
bir şirket gibi yönetilemeyeceğini savunuyordu. Sirmen, devletlerarası ilişkilerin
değerinin ekonomik çıkarlara göre belirlenemeyeceğini vurgulamakta
ve şirketler için geçerli olan “karlı olmayan bir ilişkinin başkası ile ikamesi”
politikasının uluslararası politikada işlemeyeceği görüşünü dile getirmekteydi.
Dışişleri bürokrasisi başta olmak üzere geleneksel dış politika yaklaşımını
benimsemiş çevrelerin muhalefetine rağmen, Özal, ekonomi öncelikli dış
politika düşüncesinde ısrarcı olacak ve nihayetinde, başbakanlık koltuğunda
oturmanın verdiği güç ve kararlı duruşu ile dış politikanın bu eksende şekillenmesi fikrini Dışişleri Bakanlığı’na kabul ettirecektir.35
3. ÖRNEK OLAY: YUNANİSTAN’A YÖNELİK ‘ZEYTİN DALI’
DİPLOMASİSİ
Özal’ın Yunanistan’a yönelik “zeytin dalı” diplomasisi, ekonomik karşılıklı
bağımlılığın geliştirilmesi yoluyla siyasi olarak barışçıl ilişkilerin tesis
edileceği fikrini uygulamaya koyduğu dikkat çekici bir örnektir. Bilindiği
gibi, 1960’lar ve 1970’ler boyunca Kıbrıs ve Ege sorunları etrafında yaşanan
gelişmeler iki komşu ülke arasındaki ilişkileri ileri seviyede germişti. Ekonomik
gelişmeyi öncelikli politika hedefi olarak gören Özal, bunun önemli
bir şartının iç ve dış politikada istikrardan geçtiğini biliyor, bu nedenle ne
Yunanistan’la ne de başka bir ülke ile ilişkilerde gerginlik ve çatışma istemiyordu.
Ekonominin içeride güçlenmesi, dışarıdan ise yabancı sermaye girişinin
sağlanması için bu şarttı. Nitekim Özal, başbakanlık görevine başladıktan
sonra Dışişleri bürokratları ile yaptığı bir görüşmede “Bana 10 yıllık barış
sağlayın, ekonomiyi düzelteyim”36 diyerek bu düşüncesini paylaşıyordu. Bu
sözün başka bir anlamı da şuydu: Yunanistan’la sorunların çözümü kalıcı
olarak sağlanamasa da Türkiye’nin ekonomik kalkınması için gereken 10 yıllık
süreçte yeni bir gerginlik yaşanmamalı, mevcut sorunlar yatıştırılmalıydı.
1. Özal hükümeti programında “Hükümetimiz Yunanistan’a dostluk elini
uzatmaktadır”37 denilerek Yunanistan’a yönelik barışçıl yaklaşımın ilk işareti
verildi.
Yunanistan’la ilişkilerin geliştirilmesi amacı hayata geçirilirken, geçmişin
mirasını bir kenara koymak elbette bir hayli zor olmuştur. Çünkü iki tarafta
da zihinler belirli sorunlara kilitlenmiş durumdadır. Bilhassa Kıbrıs sorunu,
ikili ilişkilerde kritik bir düğüm noktasıdır. Birand’ın deyimiyle “yumurta
mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan?” ikilemi gibi, “Kıbrıs meselesi mi Türk-
Yunan uyuşmazlığına yol açıyor, yoksa Türk-Yunan uyuşmazlığı mı Kıbrıs
meselesine?” sorusunun cevabı belli değildir.38 Nitekim Cumhurbaşkanı Kenan
Evren, 6 Kasım 1983’deki genel seçim sonrasında oluşan parlamentonun
açılış konuşmasında dış politika ile ilgili sadece Kıbrıs soruna değinmiş ve
Yunanistan’ı suçlayıcı bir dil kullanmıştır: “Bu arada Yunanistan Başbakanı,
açıkça Ada’nın bir Elen toprağı olduğunu ifade etmekten ve ülkeleri haçlı seferine çağırmaktan çekinmemiştir.”39 Evren, 17 Ocak 1984’te İKÖ toplantısı
Turgut Özal’ın Ekonomi Odaklı Dış Politikası:Yunanistan’a Yönelik “Zeytin Dalı” Diplomasisi Örneği için bulunduğu Kazablanka’da BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar ile yaptığı görüşmede “Rum/Yunan tarafının anlaşmaya niyeti yoktur. […] Uzlaşma havası yaratırlarsa, ellerinde ABD Kongresinde kullanacakları propaganda malzemesi kalmayacağından endişe ederler”40 diyerek iki ülke arasındaki sorunların çözümüne dair ümitsizliğini ve bunun sorumluluğunun da Yunan tarafında olduğunu iddia ediyordu. Gerçekten de, Türkiye’de Evren’in ifadelerinde görülen bu anlayış ile Yunanistan’da 1. Papandreou hükümetinin
Türkiye’yle uzlaşmaya yanaşmayan tutumu41 egemen olduğu müddetçe iki
ülke arasındaki sorunların uzun yıllar daha sürmesi kaçınılmazdı. Taraflar
birbirine karşı derin bir güvensizlik duyuyor, birbirlerini yayılmacı emeller
taşımakla itham ediyor ve sorunlara “sıfır toplamlı oyun” perspektifinden
bakarak taviz vermeye yanaşmıyorlardı.42
Özal, Türkiye-Yunanistan ilişkilerini Kıbrıs ve Ege sorunlarının daraltıcı/
çıkmaza sokucu çemberinden çıkarmayı amaçlıyor, bunun için de ilişkileri
farklı bir zemine çekmek istiyordu. İşte bu noktada Özal’ın Türkiye-
Yunanistan ilişkilerine dair sergilediği yaklaşım, geleneksel bakışla ayrışıyor
ve dikkat çekici bir yenilik getiriyordu. Turgut Özal başbakanlık koltuğuna
oturduktan sonra düzenlediği ilk basın toplantısında dış politikayla ilgili kendisine yöneltilen tek soru Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarma hazırlığında olduğu ile ilgiliydi. Özal’ın bu soruya verdiği cevap, Yunanistan’la ilişkilere o vakte kadar hâkim olan anlayıştan çok farklı biçimde yaklaşacağının
işaretiydi. Özal, çözülmesi bu aşamada zor gözüken bu tür konuları şimdilik
bir kenara bırakılmasını isteyerek, ilişkilerin bundan sonraki seyri için
düşündüğü yolu şöyle ifade ediyordu:
“Ege meselesi, Kıbrıs meselesi, diğer konular çözülemiyor, bunları bir
tarafa bırakalım, olduğu yerde donduralım, başka anlaşabileceğimiz
konuları konuşalım diye düşünüyoruz. Yani nedir o konular, görüşebileceğimiz
konular? İktisadi konular, ticari konular, turistik ilişkilerdir.
Bunları konuşalım, belki bu yollarla diğer meseleleri, zor meseleleri
çözebilecek psikolojik şartlara da yaklaşmış olabiliriz.”43
Özal’ın bu sözleri, Öniş ve Yılmaz’ın çatışma yaşayan taraflar arasındaki ilişkilerin düzeltilmesine yönelik “tedrici yaklaşım” olarak kavramsallaştırdıkları
anlayış ile örtüşmektedir. Öniş ve Yılmaz’a göre, tedrici yaklaşım, sorunların
çözümüne dair beklentileri düşük tutar; ticaret ve turizm alanlarında
işbirliği ile kültürel ve sivil etkileşim gibi mikro/alçak politika konularını
öne çıkarırken Kıbrıs ve Ege sorunu gibi makro/yüksek politika meselelerini
sonraya bırakır.44 Tedrici yaklaşım, sorunların çözümü için iyi bir başlangıç
noktasıdır ve ilişkilerin güvenlik eksenli negatif tutumdan kalıcı işbirliğine
dönüşmesi için bir geçiş dönemi sağlar.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,,
***