23 Şubat 2015 Pazartesi

TGB NİN ERİTTİĞİ.., ADD İLE NEREYE..?




TGB  NİN ERİTTİĞİ.., ADD  İLE  NEREYE..?


ADD nereye?

Atatürkçü Düşünce Derneği’nin tüzük kongresi ile birlikte, gerek örgüt içinde gerekse Atatürkçü kamuoyu içinde bir tartışma başladı. Bu tartışma üzerine belli bazı rahatsızlıkları ADD Genel Başkanı sayın Ertuğrul Kazancı’ya ilettik. Bir sayı hazırlayacağımızı belirterek görüşlerini aldık. Bununla yetinmeyerek ADD önceki genel başkanlarından sayın Yekta Güngör Özden’le de bir görüşme yaptık. Yine ADD tüzük kurultayında konuşturulmayan ve önergesi yırtılan, kendisi kürsüden indirilen ADD Konya İl Sekreteri’yle görüştük. Tüm bu görüşmeleri burada yayınlıyor ve en çok merak edilen 10 soruyu sorarak bu tartışmayı açıyoruz. ADD demokratik bir dernektir. Atatürkçüler tartışarak doğru yolu bulacaktır. Gazetemizin sayfaları tüm örgütlere ve üyelere açıktır. Herkes görüş bildirmekte ya da yanıt vermekte özgürdür. Haziran ayında yapılacak kongreye kadar demokratik bir tartışma ortamı ile daha güçlü bir dernek tüm Atatürkçülerin özlemi.

1- ADD tüzüğünü değiştirmek için toplanan tüzük kongresine derneğin resmi 1363 delegesinden sadece 223’ü katıldı. Yani kongre delegelerin sadece % 17’si ile toplandı.

Delegelerin sadece %17’sini toplayarak tüzük değiştirmek demokratik midir?

ADD nereye?2- ADD tüzük kurultayına delegelerin % 17’si katıldı. Ancak tüzük maddelerinin delegelerin 2/3’lük nitelikli çoğunluğu ile değişmesi gerekirken, bu kurala da uyulmadı. Maddelerin kimisi sadece 100 kişinin oyuyla değişti.

Kısacası ADD tüzüğü delegelerin sadece %8’inin onayıyla değişti.

Bu nasıl bir demokrasidir?

3- ADD tüzük değişikliği önergelerinden en çok tartışılanı iki dönemden fazla üstüste yönetim kurulu üyeliğine getirilen kısıtlamanın kaldırılmasıydı.

Bu kısıtlama dernek tüzüğüne, siyasi partilerde yaşanan saltanatın bir benzeri ADD’ye kurulmasın diye konmuştu. Ancak bu kısıtlamanın kaldırılması ile birlikte bu önlem kaldırılmış oldu.

ADD’de yöneticilik yapacak başka insan yok mudur ki bu kısıtlama kaldırılmıştır?

Ya da Türkiye’de ADD’yi yöneten bugünkü 23 kişinin dışında Atatürkçü yok mudur ki mevcut yönetim bir dönem daha yönetimde kalmak istiyor?

4- ADD örgütlerinin büyük kısmı kapalı durumda. Dernek merkezi maalesef bu örgütleri açık tutamıyor.

Mevcut şubelerin üçte ikisi kapalı iken nasıl olur da yönetim görev süresinin uzamasını ister?

ADD yönetimi daha şubeleri açık tutamazken, çalıştıramazken, neden yeni dönemde de görev almak ister?

İşin mantıklısı görevin, derneği açık tutmayı başaracak, çalıştıracak bir yönetime devredilmesi değil midir?

5- ADD son dönemde, iki siyasi parti ile birlikte anılmaya başlandı: MHP ve İP.

Oysa derneğin, her tür siyasal partiden bağımsız olması gerekir. Halbuki derneğin son dönem etkinlikleri, dernek şubelerinin ve üyelerinin değil, Atatürkçülükten başka bir ideolojiyi benimseyenlerin etkinliklerine dönüşüyor.

Yukarda fotoğrafta görüldüğü gibi ADD bir Ulusal Birlik Kongresi topluyor ve bu kongereye 100 kadar kişi katılıyor. Görüldüğü gibi koltuklar boş, oturanlarsa Maocu partinin militanları.

ADD bu kongreler için mi kuruldu?

6- ADD Yöneticilerinin bir bölümü televizyon ekranlarından Erbakan’ı antiemperyalist ilan edebiliyorlar. 28 Şubat’ın, Atatürk ilke ve davrimlerinin ve elbette laikliğin savunucusu bir dernek yöneticisi nasıl olur da böyle bir adamı savunabilir?

ADD üzerine düşen bu şeriatçı lekeyi temizlemeyi düşünmüyor mu?

7- ADD Genel Sekreteri, Milli Dava Kıbrıs için düzenlenen bir imza kampanyasına engel olmak için çalışıyor. Ancak hâlâ koltuğunda oturabiliyor!

ADD bu şahsı İsviçre’ye Tayyiplerin ekibine göndermeyi düşünmüyor mu?

8- ADD yönetimine genç sıfatı ile dahil olan kimi provokatörler, açık bir biçimde Maocu partinin taşeronluğunu yapıyor.

Dernek yönetimi içinde hizip örgütlüyor. Tüm bunlar hakkında yapılan şikayetlere rağmen bu provokatör hâlâ koltuğunda oturabiliyor.

Neden?

9- ADD yöneticilerinden bazıları, Ankara’da düzenlenen Cumhuriyet Yürüyüşü’nde “Ordu Göreve” pankartı açan Atatürkçü gençlere, şeriatçı güçlerle birlikte bir iftira, karalama kampanyası düzenledi, gençleri ihbar etti.

ADD, Ordu’yu savunan gençlerin mi yanında Ordu düşmanı şeriatçıların mı?

ADD, Ordu’nun görevini yapmasına karşı mı?

10- ADD’nin bir şubesine 4000 adet fason üye kaydedilip kongre yapılıyor ve 30’a yakın delege seçiliyor.

Dernek bu naylon üyeliği inceliyor mu, tedbir almayı düşünmüyor mu?

Samet Bapoğlu'nun engellenen konuşmasıİşte ADD Konya İl Sekreteri’nin engellenen konuşması

Genel Başkan bir iyilik yapsın ve...

ADD Konya İl Sekreteri Samet Bapoğlu bir önerge hazırlayarak, kürsüye çıktı. Fakat Divan Başkanı Arif Çavdar kendisini susturarak kürsüden indirdi. O sırada bir Maocu militan Samet Bapoğlu’nun önergesini yırttı. Önergede 34 şubenin imzası vardı. Divan örnergeyi almayı reddetti. Demokratik bir derneğe yakışmayan antidemokratik görüntüler yaşandı ve sonuç olarak delegelerin konuşma ve önerge verme hakkı gaspedildi. Bunun üzerine salonda bulunan 223 delegenin büyük çoğunluğu salonu terketti. Bundan sonra tüzük maddeleri salonda kalan 101 delegenin katılımıyla oylandı. Bu antidemokratik uygulamaya ve divana kimse müdahale etmedi. Engellenen konuşmayı yayınlayarak ADD içi demokrasiye katkı sunduğumuzu düşünüyoruz.

Değerli ADD Delegeleri,

Bugün burada ADD tüzüğünün değiştirilmesini oylayacağız.

ADD’nin tüzüğü demek, bu derneği, demokratik bir kitle örgütü olarak vareden temel yasal belge demektir. Bir nevi ADD’nin anayasasıdır. Şimdi bizim bu anayasamız değiştirilmek isteniyor.

Acaba düşündünüz mü neden?

Nedeni çok açık ortada, ADD Genel Başkanı dahil, bazı Genel Yönetim Kurulu üyelerimizin yönetim süreleri doldu. Eğer tüzük değişmezse, önümüzdeki dönem Genel Yönetim Kurulu üyesi olamayacaklar. İşte ADD tüzüğü bu durumu değiştirmek için değiştirilmeye çalışılıyor.



Bazıları koltuklarını bırakmak istemiyor

Oysa tüzükte iki dönemden fazla üstüste yöneticiliğe neden kısıtlama getirilmiştir?

Çünkü ADD demokratik bir kitle örgütüdür.

Dikkatinizi çekerim demokratik!

İşte tüzükteki kısıtlama, derneğin, demokratik yapısını güvence altına almak için konulmuştur.

Günün birinde, bazı koltuk heveslileri, diktatörlük heveslileri ortaya çıkarsa, onlara engel olmak için konulmuştur.

Sayın delegeler, o madde adeta bugün önümüze bu değişikliği getirmek isteyenlere engel olmak için konulmuştur.

Bugün maalesef, dernek yönetimimizden bazıları, koltuklarını bırakmamak istiyorlar.

Demokratik bir derneğin tüzüğünü değiştirerek kendilerine padişahlık yetkileri istiyorlar.



Eski başkanların tümü görevini huzur içinde devretmeyi bildi

Değerli delegeler bu derneğin bugüne kadar çok başkanı, çok yöneticisi oldu.

Muammer Aksoylardan Yekta Güngör Özdenlere kadar!

Hepsi değerli aydınlardı.

Hepsi özverili Atatürkçülerdi.

Hepsi de önemli hizmetler yaptılar.

Ama bu isimlerin hiçbiri tüzüğün bu maddesini değiştirmek istemediler.

Çünkü onlar bu derneğin başında bir hizmet yapıyorlardı.

Çünkü onlar demokratik bir derneğin diktatörü olma peşinde değillerdi.

Herkes koltuğunu kendinden sonra bayrağı devralacaklara bıraktı. Hem de gönül rahatlığı içinde.

Dernek her yeni yönetim ve genel başkanda, etkisinden birşey yitirmedi.

Her gelen gidenin koltuğunu doldurdu.

Ama ilk defa bu yönetim, benden sonra gelecek Atatürkçü yok. Bu koltuğu bırakırsak boşluk doğar diyor.

Arkadaşlar, bu yönetim, bu başkan, sonarırım sizlere Muammer Aksoy’dan, Yekta Güngör Özden’den daha mı Atatürkçüdür, daha mı yeteneklidir de böyle bir şey istiyor?



İş lafa gelince siyasi partileri eleştirirler ama...

Değerli delegeler, iş lafa gelince siyasi partileri, parti içi demokrasi olmadığı için eleştiririz.

Ama bugün aynı durum bu kongrede yaşanmaktadır.

Dernek içi demokrasi yokedilmek isteniyor.

Buğüne kadar demokrasi nutukları atanlar, Saddam’a saldıranlar, bugün karşımıza Saddam olarak çıkmış bulunuyorlar.

Arkadaşlar, bu insanlara Saddam olma fırsatı ve yetkisi verecek miyiz vermeyecek miyiz?

İşte bu kongrede bunu oylayacaksınız.

Bugüne kadarki tüm ADD Genel Başkanlarını düşünün: Muammer Aksoy, Arif Çavdar, Özer Ozankaya, Nejat Kaymaz, Celil Gürkan, Burhan Apaydın, Suphi Gürsoytrak, Yekta Güngör Özden, Halil İbrahim Şahin...

Bu insanların bıraktığı geleneği, demokrasi geleneğini çiğnetmeyin.

Bu derneğin, Atatürkçülüğün diktatörlük değil demokratik yönetim olduğunu tüm Türkiye’ye gösterelim.



Dernekten habersiz ulusal birlik kongresi!!!

Değerli delegeler,

Dün ADD tarafından Ankara DTCF’de bir kongre düzenlendi.

Ulusal Birlik Kongresi.

Ama orada buradaki delegelerin hiçbiri yoktu.

Hatta büyük kısmının haberi de yoktu!

Hiç sordunuz mu neden diye?

Bizim kendi derneğimiz, Ulusal Birlik Kongresi düzenliyor, ama daha dernek delegelerimizin bundan haberi yok.

Ulusal Birlik peşinde koşan bir yönetim, önce kendi derneğini birleştirir, çalıştırır.

Ama 500 ADD şubesinin yarıdan çoğu kapalı.

Buraya delgelerin ancak dörtte biri gelebiliyor.

Neden?



Hilafeti geri getirmek isteyenler var

Değerli delegeler,

Bir derneğin anayasası delegelerden habersiz değişebilir mi?

Buradaki delegelere kongre haberi ne zaman verildi?

Tüzük değişikliği neden tüm delegelerle birlikte oylanmaz?

Neden delegelerden gizli yapılır bu işler.

Arkadaşlar, bu değişiklik nasıl gizli kapaklı planlandıysa, yarın daha vahim değişiklikleri de aynı şekilde yapmaktan kaçınmayacaklardır.

Buna emin olun!

Kendine çok güvenen, doğru yaptığını düşünen, tüm delegeleri çağırır, derdini anlatır ve oy ister.

Böyle, delegelerden gizli kapaklı toplantılar yapmaz. Bunlar Tayyiplerin yöntemidir arkadaşlar. Onlar da biliyorsunuz Anayasamızı değiştirmek istiyorlar. Biliyorsunuz Tayyip halife yetkileri istiyor.

Ama bunlara karşı çıkıyoruz değil mi?

Neden?

Çünkü biz diktatörlüğe karşıyız.

Arkadaşlar saltanatı da halifeliği de Atatürk kaldırdı.

Ama bugün Atatürk adına kurulan bir dernek, saltanat ve hilafeti geri getirmek için çalışıyor.

Arkadaşlar, eğer bu değişikliğe evet derseniz Tayyip’i eleştirecek yüzünüz kalmaz!



100 bin ADD üyesi içinden bir başkan adayı mı çıkmayacak?

Arkadaşlar, sayın genel başkanımız, ya da görev süresi dolan yöneticilerimizin içi rahat olsun.

Türkiye’de Atatürkçü çok!

Bu dernek 100 bin üyesi ile övünüyor!

Ama bu 100 bin kişiden bir tane bile genel başkan adayı mı bulamıyor?

Benim bir önerim var.

Eğer sayın genel başkanımız, benden daha Atatürkçüsü yok, bu işi benden iyi yapacak yok diyorsa, göremiyorsa, biz bulup ortaya çıkaralım.

Çıkaralım ve genel başkanımızın da içi rahat olsun.

Gönül raahatlığıyla koltuğunu bıraksın.

Önerim sayın Yekta Güngör Özden’dir!

Eminim sayın genel başkan Yekta Bey’i yeterince Atatürkçü görüyordur!

Eminim onun bu işi yapabileceğini düşünüyordur!

Genel Başkanımız bir demokrasi örneği göstersin.

Çıksın kürsüye desin ki, ben genel başkanlığı devrediyorum. Bu işi Yekta Bey’in layıkıyla yapacağına güvenim tamdır. Ben de ona danışmanlık yaparak Atatürkçülüğe hizmet etmek isterim.

Biz burada zaten Atatürkçülüğe hizmet için varız.

Böylece kendisi Atatürkçü tarihte hakettiği yeri alır.

Böylece Atatürkçülük güçlenir.

Böylece ADD güçlenir.

Arkadaşlar, genel başkanımızdan bu iyiliği yapmasını rica ediyorum.

Genel Başkan olarak son ve en büyük hizmeti bu olacaktır.

Yekta Güngör Özden:
ADD uygar davranışların ve
etkin çalışmaların ortamı olmalıdır

ADD’nin kuruluş süreci

TÜRKSOLU: Atatürkçü Düşünce Derneği’yle ilişkiniz nasıl başladı?

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN: 1980’li yılların sonlarına doğru komşum, meslektaşım ve dostum Muammer Aksoy, ülkenin içinde bulunduğu sorunların giderek karmaşık duruma geleceğini, Atatürk ilkelerinin yaşam felsefemiz ve varlık nedenimiz olarak benimsenmesinde gerilemeler izlendiğini, baro başkanlığımdan beri bu konulardaki çabam nedeniyle yararım umulduğunu, kendilerine katkıda bulunmam gerektiğini söyleyip toplantıya gelmemi istedi. Bahçelievler 2. Cadde’deki bürosunda buluştuk. Kurucular arasında yer alan 4-5 kişi daha vardı. Yönetimi benden istedi. Tartışmalar sonunda anlaşmazlık oldu, ayrıldılar. Bu ikinci toplantıymış. Ben üzerime düşeni yaptığım inancıyla evime döndüm.

Tüzük hazırlıklarını, gelişmeleri sürekli bana anlatarak bilgilendiriyordu. “Atatürkçü” adının alınması konusunda güçlüklerinin giderilmesi konusunda yardımcı oldum. Yargıçlar kurucu olamadıklarından, kuruluştan sonra 23.07.1990 günlü üyelik başvuru formu benim adıma doldurularak 1.8.1990 günlü, 30 sayılı kararla üye oldum. O zaman Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili’ydim.

Mahkemenin 19.7.1990 günlü, Değişik İşler 1990/4-5 sayılı kararıyla tüm Anayasa Mahkemesi üyelerinin ADD’ye üye olması uygun bulunmuştu. Bu kararı zamanın dernek yöneticileri sevinçle karşıladılar. Benim üye olmamı kendileri ısrarla istediler. Sanıyorum 23.7.1990 günlü öneriyi de zamanın Genel Başkanı Nejat Kaymaz ile Gürbüz Tüfekçi yaptı.

TÜRKSOLU: Daha sonra ADD Genel Başkanlığına getirildiniz. Bu süreci biraz anlatır mısınız?

ADD’ye nasıl başkan oldum

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN: Anayasa Mahkemesi’nden emekli olmadan önce bana gelerek Dernek’le ilgilenmemi söylediler. İlgilendim. Danışmanlar arasınfuda gösterdiler, toplantılara çağırdılar. Söyleşi düzenleyip imza günü verdiler. Dergilerinde benimle ilgili söyleşiler yayınladılar. Yazılarımı istediler. Atatürkçü Düşünce Vakfı’nın kurucusu yaptılar. 1996’da Yılın Atatürkçüsü ödülünü belgesiyle birlikte verdiler.

Genel Başkan Suphi Gürsoytrak’ı görevden alıp yerine Burhan Apaydın’ı seçince aralarında tartışma çıkmış. İkisi de bana gelerek birbirlerinden ve durumdan yakınıp yardım istediler. Onlara hukuksal görüşümü yansızlıkla bildirdim. Emekliye ayrılmam nedeniyle, ayrılmadan 15 gün önce 16 Aralık 1997’de Şinasi Sahnesi’nde, Jülide Gülizar’ın sunuculuğunu yaptığı bir gece düzenlediler. Fotoğrafları bir albüm oluşturuyor. TV kaseti var. Sabiha Gökçen, Anayasa Mahkemesi üyeleri, Türkiye Barolar Birliği Başkanı, Gazeteciler Birliği Başkanı, Mustafa Balbay, İlhan Şeşen ve şimdi anımsayıp saymam güç başka tanınmış kişiler, dostlar geldiler. H. Burdan Apaydın konuştu. Benim için iyi şeyler söyledi. Konuklar da konuştular. Suphi Gürsoytrak’ı konuşturmak istemediler. Ben araya girerek konuşmasını sağladım. O da iyi şeyler söyledi. Ben emekli olunca Genel Başkan olmamı isteyenler gelip gitmeye başladı. Tersine, benim böyle bir şeye kalkışmamam için beni düşünür, sever, sayar görünüp etkilemek için konuşma yapanlar oldu. Kabul etmedim. Suphi Güsoytrak Gürsoytrak’ın onurunu korumasının doğru olduğunu, Olağanüstü Genel Kurul’da bu olanağın kendisine tanınması gerektiğini söyleyerek uzak durma gerekçemi de açıkladım. Olağanüstü Genel Kurul’da Suphi Gürsoytrak Genel Başkanlığa seçildi.

Aradan geçen bir iki ay içinde yine bana geldiler. Anayasa Mahkemesi Başkanlığım sırasında devlet lojmanına gelerek görüşen merkez valisi Aydemir Ceylan başta, ADD Ankara şube başkanları, avukat Arif Çavdar, Burhan Apaydın, üyelerden tanıdığım saygın kişiler, Uluç Gürkan, Vural Savaş, Şerafettin Turan ve hepsini anımsamam olanaksız birçok kişi, şubelerden faks yağmuruyla üyeler, yurttaşlar derneğin içinde bulunduğu sorunların aşılması için görev almamı istediler. Yine olur vermedim.

Genel Kurul’un yaklaştığı günlerden birinde evime telefon eden bir yakını benim Suphi Gürsoytrak’ı kötülediğimi söyledi. Böyle bir şey olmadığını ve olmayacağını söyledikten az sonra Gürsoytrak aradı. O da kendi durumunu belirtip yeniden seçilmek istediğini söyleyince “Olağanüstü Genel Kurul’da seçilerek iade-i itibar ettiniz. Uzun süre çalıştınız. Dinlenmeniz, başkalarına yer açmanız iyi olur. Ben de istemiyorum. Bir başkasını bulalım” dediğimde “Adaylıktan vazgeçmeyeceğini” söyledi. Ben de Derneğin karışmaması, dağılma olmaması, daha iyi duruma gelmesi için özveride bulunmayı göze alarak “Siz aday olursanız ben de olurum” dedim.

1998 Haziran ayında yapılan Olağan Genel Kurul’da en çok oyu alarak Genel Yönetim Kurulu’na seçildim. Bu kurul da ilk toplantısında beni Genel Başkan yaptı. Bir kez ayrıldım. Yeniden seçtiler. Yönetim Kurulumuzda beş profesör, bir SBF bitirmiş işadamı (şimdi milletvekili), bir merkez valisi, iki ev hanımı, bir üniversite öğrencisi vardı. Yurtdışında aynı adı taşıyıp da şubemiz olmayan kuruluşlarla ilişkileri düzenlemeye çalıştık.

TÜRKSOLU ADD Genel Başkanlığınız süresince neler yaptınız?

Genel başkanlığım sırasındaki faaliyeitler

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN: Kısa sürede düş kırıklığı yaşadım. Ben zorla gelmemiştim. Kimsenin kapısını kırarak, kasasını çilingire açtırarak, belgelerine el koyarak görev almamıştım. Önceki yönetimde görev alanlar, bana Yılın Atatürkçüsü ödülünü verenler, hakkımda etkinlik düzenleyip olumlu konuşmalar yapanlar, yazılarımı isteyip yayınlayanlar, kurullara ve vakfa alanlar, saygıyla karşılayıp uğurlayanlar, hemen karalamaya, engellemeye, olumsuz konuşmaları televizyonlara, toplantılara taşımaya başladılar. Gereken yanıtları verdim. Gereken uyarıları yaptım. Direnenleri disiplin kuruluna gönderdik.

Anladım ki bunlar kişisel çıkarları peşindeler. Kendilerini tanıtmak, toplumda yer edinmek için rozet Atatürkçülüğünü seçen zayıf kişiler. Bir dernekte üye olup da birbirine karşı böyle düşmanca davranmanın uygarlıkla, insanlıkla ilgisi olamazdı.

Yaptığım çok şey vardır. Ama bunların hiçbirini kendime mal etmem. Arkadaşlarla birlikte yaptık. Bir insan tek başına bir şey değildir. Çevresiyle bir bütündür. Ortak çalışmalarımızın ürünü düzenli dergi yayınlamak, Tüzüğün öngördüğü amaç doğrultusunda çalışmalar. Tüzük değişikliği, kız öğrenci yurdu açılımı, şubeleri yönetime katmak, şubelerle ve üyelerle içtenlikli, yapıcı, sıcak ilişkiler kurmak, eleştiri, öneri, dilek ve uyarılarımızı kamuoyuna açıklamak. Kayseri, Antalya, Bursa şubelerimize çalışmaları için taşınmaz sağlamak. Milli Savunma Bakanlığı’ndan subaylar için, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurumu’ndan yargıç ve savcılar için Milli Eğitim Bakanlığı’ndan öğretmenler için izin almaya gerek kalmadan ADD’ye üye olmalarına olanak veren kararları çıkardık. Açılmış kapatılma dâvalarını reddettirdik. Yönetimle ilişkileri düzelttik. Valilik ve Kaymakamlık kapılarından kapalı olanlar açıldı. Güven yeniledik ve güçlendirdik. Yönetmelikler çıkardık. Yılın Atatürkçüsü ödüllerini saptayıp verdik. Bilimsel etkinlikler, anma günleri düzenledik. Atatürk takvimi ve günlükleri çıkardık. Gençleri eğittik, burslar verdik.

En üzüldüğüm yanı Gençlik Kolları’nın sık değişmesi, etkinliğinin doyurucu olmamasıdır. Ben aday olurken düzenlenen listede etkili olamadım, herkesi tanımıyordum, düzenlenen listeyle göreve geldim. Ayrıca, ayrılmalar üzerine karşı listeden gelen iki üyeyle gereksiz engellemelere, güç kırıcı davranışlara girdiler. Bir de çok değerli Ahmet Taner Kışlalı’nın alçakça öldürülmesi bizi sarstı. Bu olumsuzluklara karşı oybirliğiyle, alkışlarla aklandık. (ibre aldık)

Gençleşmeyi ve yenileşmeyi isteyip Genel Başkanlıktan bir dönem sonra ayrıldım

Yine pek karışmamamla birlikte görüşlerimi açıkladığım liste düzenlenerek ikinci dönem seçime katıldım. En çok oyu aldım. Genel Yönetim Kurulu’nda yine Başkan olmamı istediler. Kabul etmedim. Ağlayanlar oldu. Gençleşmeyi, yenileşmeyi, güçlenmeyi, ilgilenen ve çalışan sayısının artmasını, örnek olunması gereğini savunarak geride kaldım. Böylece bir dönem Genel Başkanlık, bir dönem de Genel Yönetim Kurulu üyeliği yaptım.

Üyelik dönemimde ancak toplantılar zamanında Derneğe gittim. İstenen yardımı ve çalışmayı yaptım. Bunun dışında hiçbir karışmam olmadı. Destek verdim, köstek olmadım. Hukuk Komisyonu Başkanlığı’nda yararlı olmaya çalıştım, o kadar.

Benim Genel Başkanlık dönemimin sona erdiği 2000 Genel Kurulu’nda dağıtılan Çalışma Raporu kitap gibidir. Her şey vardır. Kötüleyip gerçekdışı anlatımlarla toplumsal dayanışmaya zarar verenler oraya bakmalıdır. Genel Yönetim Kurulu üyeliğimin sona erdiği 2002 Haziran’ının 2. günü yaptığım konuşma da ayakta dakikalarca alkışlandı ve yine aklandık. O gün kendileri parti kurma hazırlığı yapıp tüzüklerini bastırıp dağıtanlar arkadaşlarımızın parti hazırlığı çalışmalarını çirkin saldırılarla eleştirdiler. Parti kurulması olmadığı halde. Nitekim 45 gün sonra kurularak Tüzüğe uygun davranış yeğlenmiş oldu. Kendileri Tüzüğü çiğneyenler “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” sözünü anımsatırcasına olmadık, olmayacak nedenlerle sözde eleştirilere kalkıştılar.

TÜRKSOLU: Sizce bu eleştiriler nereden kaynaklanıyor?

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN: Önce, ruhsal ve beyinsel yapısı kimi bozukluklar taşıyan bir-iki üyenin gerçekdışı söylentiler çıkarması, ahlakla bağdaşmayacak olaylar uydurması, sonra kimi partililerin kendi amaçları için Derneğimizi araç kılma girişimlerini engellemem bunlara neden oldu sanıyorum. Doyumsuz, muhteris, karıştırıcı, kavgacı, dolu görünüp boş olan, sıfat ve ünvanlarıyla bir şey sanılan kimileri, benden sonraki dönem için liste düzenlenirken tam bir yansızlıkla, Derneğimizin yararı için ara vermesini istediğim kişilerin bencilliği, üyelerimizin ilgisizliği bu duruma yol açtı.

İçimize sızan partizanları saptadıkça etkinliklerini önledim

Genel Başkan olduktan sonra kendi yayın çalışmaları için yardım ve desteğimi isteyip alan, danışmanlık görevimi tartışmasız yerine getirdiğim bir kuruluşa egemen olan bir siyasal partinin iki yöneticisi beni ziyaret ederek partileriyle işbirliği yapmamı istediler. Kendilerine “Ben CHP’nin başhukuk Danışmanlığı, Yüksek Danışma Kurulu Üyeliği, bu yolla Parti Meclisi Üyeliği’nden geldim. CHP Genel Merkezi’nde 28 yıl kesintisiz kaldım. Onlarla işbirliği yapmıyorum ki sizinle yapayım” yanıtını verince aleyhime yayınlara başladılar. Gerçekdışı anlatımlarını sağladıkları tanıklarla dava açtılar. Hem onların açtığı davayı reddettirdim hem de benim açtığım iki davayı kazandım. Özür dilemediler, 3 Kasım 2002 seçmlerinde adaylık önerdiler, dergilerinde fotoğrafımı basıp ulusal cephenin bir onurlu yüzü olarak gösterdiler, ilgilenmedim. İnanmadığım, güvenmediğim, yeterli bulmadığım kimselerle birlikteliği hiçbir zaman düşünmem.

Toplumumuzda yanlış yönelişler oluyor. Gösteri, şamata kimi zaman öne çıkıyor. Ben içlerinde subay, öğretmen, hukukçu, bilimadamı, ev hanımı, emekli, çalışan, öğrenci saygın üyelerin çoğunlukta olduğu bir kuruluşu güç durumda bırakmak istemem. İçimize sızan partizanları saptadıkça etkinliklerini önledim.

Derneğimize siyasetçi girer, siyaset giremez

“Derneğimize siyasetçi girer, siyaset giremez. Polis copuyla üyelerimizi karşı karşıya bırakmam. Bilimsel ağırlıklı etkinlikler yapacağız, sokak hareketleri, bizim işimiz değil ama gerekirse dağa çıkarız. Rozet takmakla, nutuk atmakla, resim asmakla Atatürkçülük olmaz. Atatürkçülük yürek ve beyin işidir. Bu onuru her omuz taşıyamaz. Ölmek de yok dönmek de yok” dedim. Bunu sömürüp durgunluk ve donukluk yarattığımı savladılar.

Durum ortada. İlçelere, mahallelere, köylere açılmak, Atatürkçülüğü anlatıp sevdirmek, ilkelerde birlikteliği sağlamak çalışmaları yapılamadı. İstediğimiz her şeyi yapamadık. Akçalı durumumuzu destekleyen anlayışlı yurttaşlar oldu. Onları durdurmak için kötüleyip gerçekdışı yayın yaptılar. Olmadığım ve olmakta sakınca bulmamama karşı gerçekdışı yayın yaparak mason olduğumu yayıp hakkımda kötü duygular yaratmaya çalıştılar. Disiplinsiz demokrasi anlayışının sakıncaları bu tür tutarsızlıklar sonunda görüldü.

Haziran 2002 Genel Kurulu kimi çirkinliklere sahne oldu. Atatürkçü Düşünce Derneği her yönden düzeyli, örnek, doyurucu, yararlı, toplumsal barışın, dayanışmanın, efendiliğin, dostluğun, kardeşliğin, uygar davranışların, etkin çalışmaların ortamı olmalıdır. Terbiyesi kıt, ahlakı bozuk, çıkarcı, gösterişçi, yalancı, saygısız, ilkesiz insanlar orada bulunmamalıdır. Derneğini güç duruma düşüren, yöneticilerini ve arkadaşlarını kötüleyip karalayan üye olamaz. Eleştiriye kimse bir şey söyleyemez. Herkesin konuşma ve yanıt hakkı vardır. Ama eleştiri adı altında saldırı hukuk dışıdır. Atatürkçü, sapkın da olamaz, saldırgan da olamaz.

TÜRKSOLU: ADD Genel Başkanlığınız döneminde ne gibi saldırılarla karşılaştınız?

Genel Başkanlığım döneminde bana saldıranlar

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN: Anlatmak, bir söyleşinin sınırlarına sığdırmak güçtür. Örneğin bir üyemiz dergisinde “Senin anlattıklarını Apo da, Erbakan da anlatıyor. Sen ya sahte Atatürkçüsün ya da bunları bilmeyecek kadar kara cahilsin” diye yazdı. Bu çirkinliğin disiplin soruşturmasına karşı çıkan üyemiz, kendi konferansı için verilen güne karşın sonucu salonu verecek Belediye’nin sözünden dönmesi nedeniyle bildirmeyen şubemiz için disiplin soruşturması istedi. Beni kendisine Genel Kurul Başkanlığı için oy vermediğim için suçlamıştı. İşte tipik bir demokrasi anlayışı. Daha önce bu görevi yapmıştı. Yeni bir Başkan olmasını daha uygun bulmuştum.

Bir başka örnek, İstanbul Şubemiz Atatürk’ün Samsun’a gitmek üzere 16 Mayıs’ın yıldönümünü kutlamak için temsili bir etkinlik düzenlemişti. Ameliyat geçirmiştim. Kalkalı bir hafta olmamıştı. Yönetim Kurulumuzdaki arkadaşlardan hiçbiri benim yerime gitmeyi kabul etmedi. Hasta hasta gittim, kanama geçirerek döndüm. Bandırma Vapuru’na biniş, vapurun yolalışı gençler tarafından canlandırılarak coşku yaratılması, olayın bilinmesi ve benimsenmesi amacıyla yapılmıştı. Düzenleyen, İstanbul İl Şubemizdi. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı büyük bir anlayış gösterip gemi vermişti. 1. Ordu Komutanlığı ilgilenip yardımda bulunmuştu. Konuşma yapanlar arasında ben de vardım. Bunu çocukça bulup, müsamere gibi gösterip küçümseyerek alaya alanlar oldu. Yazdılar bile. Anlam, amaç üzerinde kimse durmadı. Unutulan bir gerçeği anımsatmak, bu vesileyle duyarlığı yenilemek çabası gözardı edildi.

TÜRKSOLU: Genel Başkanlığınız döneminde faaliyet giderlerinizi nasıl karşıladınız?

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN: Şimdi söylediğim İstanbul gidiş-gelişi dışında hiçbir gezimin, toplantımın vs. giderini Derneğe yaptırmadım. Kendim karşıladım. Hiç unutamıyorum, 1998 yazında Yalova’ya gittik. Giderleri 133 milyon tutmuştu. Kaldığımız yerin yöneticisi “Sizin için indirim yaptım, 103 milyon yeter” dedi. Benim ve arkadaşlarımın giderini cebimden ödedim. Hiçbir hesap yanlışlığımız, açığımız olmadı. Bizden önceki döneme ilişkin, durumları Genel Kurul kararı gereği yargıya taşıdığımız için eleştirildik, darılanlar oldu.

TÜRKSOLU: ADD’yle ilgili olarak sizi en çok düşündüren nedir?

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN: Hangi birini sayayım. En önemlisi gençlerin uzaklığıdır. Atatürkçü olduğunu söyleyip birbirine karşı birkaç gençlik grubu var. Birleştirmeye çalıştım. Danıştıkları, yakın oldukları kimselerin olur vermediğini sanıyorum. Gençlerin iyi duruşlarına karşın onları kullanmak isteyenler var.

Sonra, aynı adı taşıyan dernekler var. İlkede birliktelik varsa, amaç ayrılığı giderilip birleşmeli. Adlarını vermeyi uygun bulmuyorum. Ankara’da ve Ankara dışında Atatürkçülük konusunda çalıştığını söyleyen kuruluşların ayrılığı acıdır. Gelip konuşarak söz verenlerden sözlerini tutmayanlar oldu. Dağınıklık sürüyor. Nasıl üzülmezsiniz? Atatürkçülerin birbirine karşıtlıkları ve dağınıklık, Atatürk ve Türkiye düşmanlarının gücü oluyor.

TÜRKSOLU: Genel Başkanlığınız döneminde ADD’nin yapmaya başladığı kimi faalyetlerin artık sürmediğini görüyoruz. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Düşük ödentiyi üye yazdıkları adına ödeyip kendisini yeniden seçtiren başkanlar

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN: İki şey daha söyleyebilirim. Biri ADD Batıkent Ahmet Taner Kışlalı Kültür Merkezi’nin yapımı. Özlenen hızla sürmüyor. Şubemizin şimdiki ve önceki başkanlarına çok yardım ettik. Destek verdik. Çok çaba gösterdiler. Ancak toplumdan beklediğimiz ilgi gelmiyor. Aynı yerde 4-5 cami aynı sürede tamamlandı.

Sorunların en önemlisi ödenti sorunu. 1999’da Tüzük değişikliği için yaptığımız Olağanüstü Genel Kurul’da ödentiyi ayda 1 milyon TL’ye güçlükle çıkardık. Kırılıp küsenler oldu. Duygusallıkla, yanlış anlayışla karşıtlık sergileyenlere rastlandı. Düşük ödentiyi üye yazdıkları adına ödeyip Genel Kurul’larda kendisini yeniden seçtiren başkanlardan yakınıldı. Geçerli-gereksiz birçok gideri fazlasıyla yapıp kendi Derneğine ayda 1 milyon TL’yi esirgeyenin üyeliği asla yararlı olamaz. Öğrencilerden giriş ödentisi de alınmıyor. Yasa gereği eşitlik nedeniyle aylık ödentide öğrenci ayrıcalığı yapılmıyor. Yöneticiler de oy almak için karşıtlıkları önlemek için ödenti artırımı öneremiyorlar. Böyle bir soruna yaklaşamıyorlar. Bu tutum da çok yanlış. Çalışanların aylıklarını veremedikleri zaman oldu. Ben sağladığım yardım ve bağışlar dışında Nisan 2002’de 4 milyar bağış yapınca çalışanlardan ağlayanı gördüm. Üst perdeden atıp tutan yönetici ve üyelerden kaç kişi kaç kuruş bağış yapmış, belirtilse iyi olur. Bağışçı bir bayan için de söylenip yazılmayan kalmadı. Tüm olumsuz ve yakışıksız tutumlarına karşın o bayan, iyiliği ve insanlığı gereği, yine bağış yapıyormuş. Genel Merkez’e ve çalışan şubelere.

Tek amacım derneğin daha iyi duruma gelmesi

Bu söyleşiyi Derneğin daha iyi duruma gelmesi, daha güçlenmesi amacıyla, hiçbir beklenti ve istem olmadan yapıyorum. Şimdi hatırıma gelen birkaç hususa daha değineyim. Genel Kurullar verimli geçmiyor. Seçim telaşıyla başlayıp bitiyor. Bir öneri, bir tebliğ tartışılıp bir ilke kararı, bir ortak düşünce sergilenmiyor.

Ayrıca üyerler arasında karşılıklı sevgi, saygı ve güven özlenen düzeyde değil. Birbirlerine karşı bildiri yayımlayabiliyorlar. İmzasız mektuplarla çirkinlikleri yaygınlaştırıyorlar. Disiplin Kurulları çalıştırılmıyor. Genel Başkan’ına saldıran üyeye, bir şey yapılmayan, hiç değilse uyarmayan kuruluş olabilir mi? Halkla kaynaşma yok. Derneği tanıyan az. Destekleyen yok gibi. Kuruluşlar arası ilişki zayıf. Bunda kusur yalnız Derneğimizin değil. Benim zamanımda Türk-İş’in ve kimi meslek odalarıyla demokratik kitle örgütlerinin içinde bulunduğu bir birliktelik oluşturuldu. 84 kuruluş adına Yürütme Kurulu’nun başına getirildim. Beklediğim çalışma gerçekleşemedi. Vakıf vakıfla, sendika sendika ile, dernek dernekle çalıştı. Üstelik kişisel ve kurumsal ilişki özelliği, yakınlıklar gözetildi, kaldı. Uygarlık gereği sonuç alınamadı. Şimdi kimi etkilerle, uyarılarla bu yolda adım atıldığını, kimi üniversitelerin desteğinin alındığını duyuyorum. Olumlu sonuç vereceğini, somut bir yapı oluşacağını sanmıyorum. Resmi kuruluşlar destekler ama birlikte davranamaz. Dayanışma olur, birleşme olmaz. Siyasal güç sağlanmadıkça dernek, vakıf vd. yetersiz kalır. Verimsiz oldukça fazla şubenin de önemi ve değeri yoktur. ADD doyurucu bir program yapmalı. Kamuoyunun önüne böyle çıkmalıdır.

TÜRKSOLU: Peki, siyasal güç için adınız geçti, bir parti kuruldu, ne oldu?

Bize siyasete girme çağrısı yapanlar şimdi parti kurduk diye eleştiriyor

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN: CHP’de 28 yılımın geçtiğini, üstdüzey görevden ayrıldığımı söylemiştim. Anayasa Mahkemesi’ne Cumhuriyet Senatosu’nda asıl üye olarak seçilince 18 Ocak 1979’da yazılı dilekçe vererek CHP’den ayrıldım. Siyasette teknisyen olarak çalıştım. Hukukçuluğumdan ödün vermedim ve başka bir görev beklemedim. Siyaseti sayarım ama sevmem. Benim işim değildi. Deniz Baykal 1999 Genel Seçimleri’nde beni aday göstermek istemiş, ulaşamadı, görüşemedik. İzmir’i beğenmediğime ilişkin söylentiler gerçekdışıdır. Kendisiyle görüşüp durumu beğenmeyen arkadaşlar parti kurmak istediklerini bildirdiler. Daha önce istediği yere girebileceklerini bana ilişmemelerini söylemiştim. Direttiler. Toplantılar yapıldı. Bu arada ADD 14.10.2001’de Ankara Ticaret Odası Salonu’nda Şube Başkanlarını çağırarak konuyu görüştü. Şimdiki Genel Başkan Ertuğrul Kazancı, önceki Genel Başkan Halil İbrahim Şahin, Genel Yönetim Kurulu üyelerinden Ahmet Saltık, Halil Önder, Ali Nihat Bozcuk, önceki Genel Başkanlardan Özer Ozankaya, şimdiki Yüksek Disiplin Kurulu Başkanı Arif Çavdar ile şube Başkanlarından Lemanser Sükan (Bursa), Yıldız Bilgin (Kartal), Aydın Yaşar Yılmaz (Adıyaman), Ali Şam (Tarsus), Necmi Püskülcü (Bartın), Ahmet Kuşçu (Antalya), Celal Akpınar (Batıkent), Mahmut Özyürek (Isparta), Cemil Sakınmaz (Çorum), Mustafa Karacan (Üsküdar-Başkan) ve Ethem Coşkun (Üsküdar), Ali Saral (Keçiören), Birdal Ertuğrul, Zafer Sönmez (Genel Merkez Gençlik Komisyonu Başkanı-Muğla), Erol Ertuğrul (Aydın), Yüksel Bütün (Silifke), Haydar Algan (Düziçi), Melih Çınar (Bandırma), Mustafa Şimşek (Çankırı), Bayram Gök (Kastamonu), Coşkun Gürel (Kadıköy), Bilge Bilgiç (İsatanbul), Sabri Yavuzyılmaz (Zonguldak), Nuran Altunel (Balıkesir), Nadide Esen (Ayvalık), Mesut Ay (Kayseri), Remzi Boyacıoğlu (Ödemiş) ve Genel Yönetim Kurulu üyelerinden İhsan Tayhani, Necla Karacaoğlan, Aydemir Ceylan ve önceki yöneticilerden Tevfik Kızgınkaya’nın imzalarını taşıyan önerge verilmiş. Tamamının 102 imzalı bu önergenin fotokopisinden iki bölümü okuyayım: “...Toplumun morale ve güvenilir önderlere gereksinimi vardır. Uzun yılların birikimi, sağlam, sağlıklı, kişilik yapısı ile Atatürkçü düşüncenin saygın ideoloğu önceki Genel Başkanımız Sayın Yekta Güngör Özden siyasete girmelidir. Politikada uğraş vereceğini halkımıza duyurmalıdır. Kendisi halkımız tarafından desteklenmektedir. Bu bilgiden hareketle, şube başkanları olarak bu seçeneği sunuyoruz. Kendilerini politikaya girmeye, nereye, nerede ve nasıl bir konumla yön çizeceğini kendisine bırakıyoruz. Maddi ve manevi desteğimizi vermeye hazırız... Derneğimiz tüzel kişiliğinin ve bağımsızlığının üzerine titreyerek koruyacağını, partileşmeyeceğini de kamuoyuna duyururuz.”

Ben bu konu görüşülürken yoktum. Sonrasında 168 olumlu, bir ya da iki olumsuz oy ile aynı doğrultuda karar alınmış.

Biz de toplantılar yaparak, CHP’de birleşmekten başlayan görüşleri dinleyerek yeni parti kurma önerisini aylar sonra gündeme geçirdik. Bu arada 1 Şubat 2002’de bir sergide karşılaştığım Deniz Baykal’a önerilerim, kendimi dışlayarak yaptığım birleştirme çağrım karşılık bulmadı.

Parti kuruldu. ADD’nin desteğini istemedik, beklemedik. Ama bizi bu yola itenler, karşıtlıktan da çekinmediler. Kimilerini belirtmek zorunda kaldığım isimlerin tutumlarını onları tanıyanlar değerlendirmeli, kendileri de düşünmelidir. Birleştirip bütünleştirme, bu olumlu çabalara örnek ve öncü olması amacıyla, spor ve sanat türü siyaseti benimsetme dileğiyle, ulusumuzun seçeneğine sunduğumuz parti gereken ilgiyi görmedi. Dernekte ve Türk Hukuk Kurumu’nda olduğu gibi partideki özverim de karşılık bulmadı.

CDP’den neden ayrıldım

Birleşerek büyüyüp güçlenme çağrımı tek tek oylarıyla benimseyip görüşmelere katılanlar, protokolü yazanlar, son biçimini vermek üzere benim imzalamamı ve Kurucular Kurulu toplantısının yapılmasını günüyle birlikte karara bağlayanlar, son gün toplantıyı sonuçsuz bırakma oyununa girince partiyi bıraktım. Diktatörce dayatmalara karşıyım. Birlikte yola çıktığımız kimileri güven sarsınca orada duramazdım. Kendileriyle birlikte birleşmeyi öngördük. Onlar istemese, ben de isteyemezdim. Kendi kararlarına, imzalarına sahip çıkmayanlar, kendilerini yadsımış olurlar. Toplantı yapılır, tartışılır, uygun bulunan onanır, bulunmayan geri çevrilir, düzeltilir ya da tümüyle vazgeçilirdi. Toplantıyı engellemek, kulislere, kliklere, hiziplere başvurmak, başka partilerdeki hastalıkları içimize taşımak benim karşı olduğum durumlardır. Bu nedenlerle partiyi bir daha siyasete dönmemek üzere, bıraktım. Arkadaşlığı, dostluğu hiçe sayarak tutkuyla yürümek bana yakışmazdı. Bu değerleri ve olguları çiğneyenlerle de artık birlikte olamazdım. Şimdi orada yararlı olmaya çalışanlar var, başarılarını diliyorum. Gençlere siyaset öneriyorum. Onları gerçek güç sayıyorum. Bu nedenle TÜRKSOLU’nda yazıyorum. Ayrıldığımız kimselerin kişilikleriyle ilgili konuşmak bana yakışmaz.

TÜRKSOLU: ADD’nin Tüzük Kurultayı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir kez göreve gelen orayı bırakmak istemiyor

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN: Çok... Bu konuyu da özetlemeye çalışayım.

Anlatacak çok şey var. Nedense bir kez göreve gelen orayı bırakmak istemiyor. Genelde böyle. Ayrılıkları da var. Benim dayatmayla ya da tek başıma Tüzüğe kural koydurduğum söylenmiş. Kuyruklu yalan. Bilgileri yeterli olmayanlar terbiyelerini bozmamalıdır. Toplu çalışma, dernek yaşamı bir terbiye düzeyidir. Burada kişisellik değil, kurumsallık ve ilkesellik, doğal gereği hukuksallıkla toplumsal yarar gözetilir. Kuruluşlar kimsenin babasının ya da kendinin malı değildir. Kimseye de kalmaz. Eskimek doğaldır, ekşimek kötüdür. Ona buna dayanıp kendinden başka kimseye oraya yaraşır değilmiş, kendinden başka kimse başaramaz, bu görevleri üstlenemez gibi davranıp “kazık çakmak” anlamında oturup kalmanın iyi yanı yoktur. “Konjonktür”den söz ederek başlanan bir iş varmış gibi onun sürdürülmesi kendiklerine gerek olduğunu söyleyerek süre uzatımına çalışmak yanlıştır. Böyle bir anlayış ve tutum tüm üyelere saygıyla bağdaşmaz.

Ben, ADD’de Kışlalı Kültür Merkezi gibi başlanmış işi benden sonrakilere bıraktım, yürüyor. “Mahkeme kadıya mülk olmaz” özdeyişine uygun biçimde, Yasa’da önleyici kural olmamasına karşın Ankara Barosu Başkanları iki yıllık bir dönem görev yapar, bırakırlar. Biz Tüzüğün 17. maddesinin son fıkrasına iki dönem üst üste görev yaptıktan sonra bir dönem ara verme zorunluluğunu birlikte getirdik. Birileri gerçekdışı konuşmuş. Benim dayatma gücüm, bir oydan fazla oyum yoktu. Benden önce birbirlerini bana yakınan Genel Başkanların durumunu, Şubelerin ve üyelerin istemini gözeterek birlikte değiştirdik. Aynı kimselerin şimdi görüş değiştirmeleri kişisel istemlerine bağlanabilir. Genel Kurul isterse değiştirir ama etik yönden doğru değildir. Benim zorumla olmadı.

Haziran’da kongre var yangından mal kaçırır gibi tüzük değiştirilmez

Bu güzel kuralı daha sonra Parti Tüzüğü’ne koyduk. Başka bir parti de bunu benimsedi. Övenler oldu. Özseverliği değil, özveriyi yeğledik. Gençleşmeyi, yenilenmeyi aradık. İlginin artmasına öncelik verdik. Bir kuruluşun yöneticisi iki dönem yani dört yıl çalıştıktan sonra yerine uygun üyeleri bulamıyorsa bana göre hiçbir şey yapmamış, kimseyi kazanamamış demektir. Aynı insanların uzun süre görev yapması durgunluk, donukluk, yavaşlık, yorgunluk getirdiği gibi bıkkınlığa da neden olabiliyor. Kaldı ki, Haziran 2004’te Olağan Genel Kurul (Kurultay) var. Yangından mal kaçırır gibi Haziran’da yeniden aday olmak için Tüzük değiştirmek yanlıştır. Birlikte getirdiğimiz kural demokratik hakları sınırlamıyor, engellemiyor, tersine siyasal partilerle başlayan yakınmalara son vermek için, yönetim ağırlığıyla seçime avantajlı girenlerden daha çok sayıdaki üyeye kapı açıyor, yol açıyor. Az sayıdaki insan kendi yerlerini koruyarak başka üyelere orayı kapatıyorlardı, bu engellendi.

1998 Haziran ayında toplanan Olağan Genel Kurul’un gündeminde olan tüzük değişikliği daha iyi incelenip en iyisinin yapılması için ertelendi. Örgüte soruldu. Önceki yönetimin hazırlığı gözetildi. Genel Yönetim Kurulu günlerce üzerinde çalıştı. Olağan Genel Kurul’un kararına uyularak 9 ay sonra 6 Mart 1999’da Olağanüstü Tüzük Kurultayı toplandı. Orada saatlerce tartışıldıktan sonra benimsendi. Derneğin Anayasası sayılan Tüzük’le kamuoyuna, üyelere, örgüte söz verilmiş oldu. Bunun değiştirilmesi için hiçbir önemli neden yoktur. 3 Mart Ticaret Odası Toplantısı da bunun için gerekçe olamaz. O konuları her zaman ADD gündeme getirmiş, savunmuş, izlemiştir. Yeni değil ki. Ayrıca Haziran 2002’deki Genel Kurul’da Tüzüğün 22. maddesinin (g) bendinin son paragrafına, benim dışımda, Merkez Şubeleri ile nüfusu 10 bini geçen ilçe şubeleri için aynı aravermeyi bugünkü yöneticiler getirmişlerdir. Bu da zamanımızda konulan kuralın desteklenmesidir. Şimdi görevde kalmak isteyenlerin işbirliği ve elbirliği ile çağdaş, ilerici ve yararlı bir kural kaldırılmıştır.

Yasalara göre kabul edilmeyen tüzük kabul edilmiş sayıldı

Ancak, etik sorun yanında hukuksal sorun da var. 2001’de yürürlüğe giren yeni Medeni Yasa’nın 78. maddesinin 2. fıkrası ilk toplantıda tüm üyelerin 2/3’ünün katılımını öngörür. İlk toplantıda bu çoğunluğun olmadığına ilişkin bir tutanak yoktur. Bu kural unutularak toplantı düzenlenmiştir. İlanda da bu açıklık yoktur. 2. toplantının geçerli olduğu düşünülse bile bu kez Dernek Tüzüğü’nün 26. maddesinin öngördüğü katılanların 2/3 kabul oyu aranır. “Katılma” sözcüğü Medeni Yasa’nın 81. maddesinde geçtiği gibi Dernekler Yasası’nın 24. maddesinin 2. fıkrasındaki çizelgeye imza atanlardır. Toplantıda hazır bulunmak başkadır. “Hazır bulunmak” Medeni Yasa’nın 79. Dernekler Yasası’nın 25. maddesinde ayrıca belirtilmiştir. Bu durumda 21.3.2004 günlü toplantıda alınan kararlar, Tüzük değişikliğinin reddedildiğini gösterir. Bir üyenin söylediği, iletilen söz de yanlıştır. Yasada araverme öngörülmediği için aravermeyi öngören Tüzük yasaya aykırı olmaz. Dernekler Yasası’nın 8. maddesi bu tür durumları Tüzüklere bırakmıştır. Amaca ulaşmak için yönetimi ayarlamak, pazarlık yapmak, yönlendirmek, istediği sonucu almak için her şeyi geçerli saymak hiç kimseye yarar getirmez. Şimdi olmasa da sonra bunlar konuşulur, kınanır.

“Genel Yazman”ı “Genel Sekreter”e çevirmek Türk Devrimi kapnsamındaki dil devrimine karşı çıkmak, geriye dönmektir. O zaman “sayman” da “muhasip-muhasebeci” olmalıydı. Hatta “başkan” da “reis” yapılmalıydı. Sonra, şubelerin ödenti borcu olmaz. Federatif yapı yoktur.

Üyeler, kişiler, bireylerdir. Şubeler ödentilerden Genel Merkez’in payına düşeni göndermekle sorumludur. Daha sonra, “bölge başkanlığı” da kimilerinin oyunu almak için aldatıcı bir sıfattır. ADD’de bölge kuruluşu, bölge yönetimi, bölge yönetim kurulu yoktur ki başkanı olsun. Bölge temsilcilerinin varlığı başkadır. Organların ve yardımcı organların başkanları dışında yapay başkanlık kurulamaz. Derneğin organları da Tüzüğün 10. maddesinde Genel Merkez ve şubeler bağlamında sayılmıştır.

Tüzük kuralına göre burada sürelerin ileriye işlemezliği diye bir şey savunulamaz, iki dönem Genel Yönetim Kurulu’nda görev yapmış kimse bir dönem ara vermek durumundadır. Yeniden seçime geçildiği günde bu gözetilir. Bunu hukuk 1. sınıf öğrencileri bile bilir. Tüzük kuralının şunun ya da bunun zamanında yapılmış ve yürürlüğe girmiş olması önemli değildir. İçeriği ve sağlıklı kurallaşmış olması önemlidir. Son Genel Kurul Yönetimi’nce toplansaydı karar yeterli sayı ile alınsaydı aravermenin kaldırılması, üyelerin takdirine bağlı tutulduğundan kimse hukuksal yönden bir şey diyemezdi ama eleştirilirdi. Şube ödentileri bölge başkanlığı ise yeterli oyla, yöntemince kabul edilse bile hukuka aykırıdır. Benim önceki Genel Başkanlardan bir Derneğine içtenlikle bağlı bir üye ve Kurultay’ın doğal delegesi olarak sorularınız üzerine özetle bunları anlatmam Derneğimizi hukuksuzluktan korumak içindir.

TÜRKSOLU: Peki sayın Özden Tüzük Kurultayı’na neden katılmadınız?

Tüzük değişikliği için fikrimi bile sormadılar

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN: 1997 sonunda emekli olmadan geçtiğim evimi değiştirmedim. ADD Genel Başkanı’yken, Genel Yönetim Kurulu üyesiyken de aynı yerde oturuyordum. Kaldı ki nezaket, Genel Başkanı’nı çağırmasını gerektirir. Benden evimin adresi soruldu olacak şeymi? Bu, uzaklığın ve istenmemenin, yüzyüze gelirsek değişiklik için söyleyebileceklerime katlanamamanın etkisiyle olmuştur. Hukuk Komisyonu Başkanlığı verdiler, gerekenleri yaptım. Değişiklikleri sormadılar. Çağırırlarsa Yönetim ya da Yürütme Kurulu’nda sorularını da yanıtlayarak açıklama yapmaya hazır olduğumu söyledim. Çağırmadılar. Avukatlığımda yıllarca dernekler konusunda çalıştığım gibi en çok dernek tüzüğü yazan, yapan hukukçulardan birisiyim. Hiç değilse “Tüzüğümü yeniden yazarcasına Genel Başkanlığım zamanında birlikte yaptık. Çağırıp görüşünü alalım.” bile diyemediler. Hukuka aykırılığı belirgin bir toplantıda bulunmak istemedim. Bu nedenle gazetede okuduğum duyuruya karşın gitmedim. Sonuç ortada. Nabza göre şerbet vererek, mavi boncuk dağıtarak geleceğe ilişkin sözler vererek, susturarak, konuşma hakları önlenip önerge verilmesi engellenerek üyeler azarlanıp kovularak geçtiğini üzüntüyle öğrendiğim toplantıda bulunmamam iyi olmuştur. Şimdiki Genel Başkan’ın, Genel Kurul Yönetimi için “Divan Başkanlığının beklenen başarıyı gösteremediği tarafımızdan üzülerek izlenmiştir” diye yazdığını duydum. Katılımı, delege sayısının yüzde ellisi olarak gösterdiği söylenen Genel Başkan’ın aynı yazısında 223 delege sözüyle çelişkiye düştüğü de anlatılmaktadır. Ben, kişiselliğe girmeyi uygun bulmuyorum. Onu yönetime taşıyanlardan biri de benim. Ama o dışlamasa da dışlamaya destek görülmektedir. TÜRKSOLU: Tüzük kurultayında yürütülen eski-yeni delege tartışması konusunda ne dersiniz?

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN: Delegeler Olağan Kurultay’a kadar görev yapar. Aradaki Olağanüstü Kurultay’a, önceki kurultay için seçilenler katılabilir. Yeni seçilenler, yeni olağan kurultayda göreve başlarlar. Eski delege çağrılmalı, yenileri alınmamalıydı. Böyle yapılmamışsa toplantının geçerliliği savunulamaz.

TÜRKSOLU: Size karşı konuşmalar olmuş, ne dersiniz?

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN: Genel Kurul ve Tüzük Değişikliği beni özelde hiç ilgilendirmedi. Çağrı üzerine 20 Mart’ta kimi delege ve yöneticilere geçmişe ilişkin, tüzükle sınırlı, bilgi verdim. Orada bana “idolümüzsünüz” diyen bir delegenin bile dediklerimi anlayıp Divan’da görev aldığını duydum. İçim rahat, vicdani görevimi yaptım. Her zaman ortalıkta bir-iki bayan dolaşır, abuk sabuk sözler ederler. Terbiyesini yitiren de olur, değer bilmeyen de, amaçlı biçimde kavga çıkarmak için gelen de. Benim ne yapıp yapmadığım ilerde yazılır. Bunlara önem vermem, aldırış etmem. Geçen 2002 Genel Kurulu’nda hepsine yanıt verdim. İhanet sayılacak durumları, terslikleri, soytarılıkları, çıkarcılıkları, çelişkileri, ayrılıkları ve tutarsızlıkları anlattım. “Kervan yürüyor” sözünü onlar için yineliyorum. Bunlara oy için göz yuman, adı büyük ve onurlu bir dernekte bunları doğal bulanlar düşünsünler. Ben ileride ne yapacağımı düşünüyorum. Dernekten bir beklentim bir isteğim yok. Yaram yok ki gocunayım. Birkaç kişi için Tüzük değiştirilmesini asla doğru bulamam. Alınmasınlar.

Derneğe gölge düşmemesini, toz konmamasını, söz söylenmemesini isterim. Dernek Genel Merkezi için daha uygun bir taşınmaz edinememek, daha iyi bir çalışma ortamına taşıyamamak içimde derttir. İçeride çok şeyler yaptırdım. Çalışma koşullarını öncekine göre çok düzelttim, iyileştirdim ama önceleri sözünü ettiğim taşınmaz edinemedim, kitap yayınlarını gerçekleştiremedim. Yaptıklarımı da asla yeterli bulmuyorum. Benim zamanımdaki Tüzük değişikliği 6.3.1999’da sanırım 900 delegeyle yapılmıştı. Benden sonrakilerin beni geçmesini daha çok yararlı ve başarılı olmasını diler, bundan da kıvanç duyarım. Ne yazık ki karalama, kötüleme, söylenti, engelleme, birbiriyle konuşmama, arkadan konuşup eleştirme gibi saygınlığa aykırı, dernek üyeliğiyle bağdaşmayan, Atatürkçülere yaraşmayan durumlar, duyuyor, izliyor, bu kötülüklerin sürmesine olanak tanınmasını kınıyorum. Böyle dernek, böyle dernekçilik ilkelere zarar vermektedir. İnancı, güveni sarsmakta, ilgi ve bağlılık azalmakta, kamuoyu kuşku duymaktadır. Önlememiz gerekirken artmasına neden olmak yanlıştır. Dostça, kardeşçe, arkadaşça çalışarak başarılar birbirine eklenmelidir. Türk Devrimi ve bu eşsiz devrimin temeli olan Atatürk ilkeleri için uğraş vermek başlıca onurdur. Siyasal gücü kullanacak, yetkiyi taşıyacak organları etkileyecek, Atatürk ilkelerini benimsemiş yönetimin ülkede, iş başına gelmesini sağlayacak ağırlık koyma ve odaklaşma olmazsa sözde biriktelikler, dayanışma çabaları özlenen sonucu vermez. Gerici yönetimlerden ülke kurtulamaz. Neler vererek neler aldıkları belli. Kanıtı olmasa da kanısı var. Şimdilik bu kadar.

TÜRKSOLU: Teşekkür ederiz.

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN: Ulusum ve ülkem için görev sayarak anlattım. Derneğimiz için yararlı olabilmek amacıyla vurguladım. Esenlik dilerim.


ADD Genel Başkanı Ertuğrul Kazancı:
Eleştirilere yanıtlar

Sayın Gökçe Fırat
Türksolu Dergisi başyazarı
İSTANBUL

Türksolu’nun önümüzdeki sayılarından birinde ağırlıklı konu olarak ADD’yi alacağınızı belirttiniz. Okuyuculara doğru ve uyarıcı bilgileri, uygun zamanlama ile ulaştırmadaki duyarlılığınızı biliyoruz. Bu görüşmelerde sizlerce bizim ağzımızdan duylmasına gereksinim duyulan hususlar, ADD hakkında yapacağınız yayınlarda değerlendirilmek üzere aşağıdadır:

1. ADD, 21 Mart 2004 günü sınırlı bir Tüzük değişikliğine gitmiştir. Tüzüğün 7, 13, 17, 18, 21, 22 ve 23. maddelerinde uyglama ile gözlenen gereksinimlerden kaynaklanan kimi değişimler, gerekçeleri genel kurulun bilgisine sunularak yapılmıştır. Bu amaçla örgüte, gerekli duyurular çok sayıda genelge (10 dolayında) ile iletilmiş, il merkez şubelerin de ilçe ve belde şubelerine duyurusu, öbür genelgelerde olduğu üzere özellikle vruugulanarak istenmştir. Ayrıca ulusal bir gazetede duyuru yapılmıştır.

2. Toplantıya 223 delegenin katıldığı, belgelerden görülmektedir. Pek çok şubemizden de telefon alınmış, yerel saçimler nedeniyle aday olma ya da seçim çalışmalarına katılım başta olmak üzere özür bildirmiştir. Esasen, ülkemizin coğrafyasına dağılmış 512 şubemizden delege katılımı, kurultayın seçimle olmayışı nedeniyle de beklenen katılımı vermemiştir. Seçimli kurultaylarda da katılım, delege sayısının %50’si dolayındadır.

3. Toplantı görüşmelerinin tümünün ses kayıtları yapılmış, kasetleri Divana sunulmuştur.

4. Divan başkanlığının beklenen başarıyı sağlayamadığı tarafımızdan da üzülerek gözlenmiştir. Ancak bunda tüzük değişikliğine karşı çıkan bir bölüm üyenin gerginlik yaratıcı ve engelleyici biçimde davranmalarının belirleyici rolü olmuştur. Divan yönetiminin psikolojisi adeta altüst edilmeye çalışılmıştır.

5. Yedinci madde, 13’e karşı 150 oyla, 13. madde, 147’ye karşı 152 oyla, 13. madde 14’e karşı 152 oyla, 17. madde, 43 red, 3 çekimsere karşılık 139 oyla, 18. madde 14’e karşılık 149 oyla, 21. madde 101 oyla oybirliği ile 22. madde 1’e karşı 100 oyla, 23. madde ise 101 oyla oybirliği ile kabul görmüştür. Değişikliklerin hepsi de, salonda oylamaya katılanların açık oylarını ve sayıma dayalı 2/3 nitelikli çoğunluğu sağlanarak kabul görmüştür. Tüzük, Dernekler yasası Medeni Yasa’nın ilgili kurallarına tümü ile bağlı kalınmıştır. Gerektiğinde Hükümet Komiserlerinin de görüşüne başvurulmuş ve genel kurul tutanakları Hükümet Komiserlerince de usul ve yasaya uygun görülerek imza ile onaylanmıştır.

6. Tüzükte özellikle 2 dönemden fazla ardışık yönetim alma görevi alma olanağını sağlayan değişikliğe karşı çıkılmıştır. Bu süreçte demokratik kurulların ve nezaket kurallarının zorlanması üzerine 17.03.2004 günü 2004/330 sayılı 2 sayfalık kapsamlı bir yanıt yazısı, ağırbaşlılık içinde örgütün bilgisine sunulmuştur. Bu değişiklik ile, halen görevde olanların süreleri otomatik biçimde uzamış değildir. Yalnızca Haziran 2004’te yapılacak seçimle olağan genel kurulda yeniden aday olabilmenin önü açılmıştır. Takdir elbette delegelerindir. Kaldı ki değişiklik önerileri hem örgüt tabanından gelmiş, hem de oylamalarda gerekli 2/3 çoğunluk sağlanmıştır. Öte yandan Dernekler nın öngörmediği bir sınırlama Tüzüğe konarak bir alt-üst hukuk normu çelişkisi de yaratılmış idi, bu da kaldırılara aday olma hukuku korunmuş olmaktadır. Ayrıca Tüzük’te 2002’de yapılan sürelerle ilişkili değişikliğin geriye yürümeyip 2002-2006 dönemini kapsadığı, Ankara Valiliği’nin 11.03.2002 tarih ve 170/04 -4302 sayılı yorum yazılaranda görülmektedir. Bütün bunlara ek olarak üst hukukmu olan Dernekler Yasası ya da medeni Yasa’da öngörülmeyen bir hak sınırlamasının alt hukuk normu olan derneğimiz Tüzüğü’nde düzenlenmiş olması da hukuksal bir sıkıntı kaynağı idi ve kimi üyeler Danıştay’da tüzük iptali davası açma konusunu gündeme getirmekteydiler.

Sayın Fırat,

Ülkemizin içine sürüklendiği darboğaz fevkalade ciddi ve sizlerce de açıklıkla bilinmektedir. Bu çok tehlikeli gidiş karşısında ADD, yurt genelinde hemen tüm illerdeki 512 şubesiyle ve yurt dışında pekçok ülkede (ABD, Almanya, İngiltere, İsviçre, Norveç, Avusturya, Avustralya, İsveç, Belçika, Fransa, Hollanda, Kosova.) sayıları 25’i bulan şubelerle dev bir örgüt olarak üzerine düşeni yapmaya çabalamaktadır.

ADD son zamanlarad toplumsal eylemlerini artırarak sürdürmektedir. Bunları ana hatlarıyla sıralamak gerekise:

a. Geçtiğimiz Şubat ayında İstanbul’da bir çok toplumsal örgütlenmeyle birlikte Kıbrıs’a sahip çıkma yürüyüş ve mitingi yapılmıştır.

b. Mart 2003 başında Mersin’de yine Kıbrıs’a sahip çıkma ve özelleştirmeyi eleştirme bağlamında toplumun pergütlü kesimini biraraya getiren bir başka yürüyüş ve mitinge öncülük yapılmıştır.

c. 25 Ekim 2003 günü Ankara’da hemen hemen tüm üniversitelerin katıldığı görkemli bir yürüyüş ve miting gerçekleştirilmiştir. Yüzbin dolayında katılımcı, rektörler, sendikalar, meslek odaları... Ve bu girişimle AKP’nin YÖK yasası üzerinden üniversiteleri ele geçirme planı engellenmiştir ya da ertelenmiştir.

d. Yine AKP’nin sözde Kamu Yönetim Yasa Tasarısı ile ülkemizi federatif bölünmeye sürükleyecek olan çok tehlikeli girişimi karşısında örgütümüz çok kapsamlı etkinliklerde bulunmuştur.. Bilimsel raporlar hazırlatılmış, çok sayıda konferans vb. etkinlikle halkımız aydınlatılmıştır. Bütün bu çabalarladır ki, yasa taslağının görüşülmesi hükümetçe askıya alınmıştır.

e. 28 Şubat 2004 günü Bandırma şubemiz ve kimi sendikalarla birlikte özelleştirme talanı ve Kıbrıs’ta dönen oyunlar, çok kapsamlı bir yürüyüş, miting ve konuşma programıyla kamuoyunun dikkatine sunulmuştur.

f. 3 Mart 2004 günü, Halifeliğin kaldırılması , Eğitim Birliği Yasası’nın 80. yılı ve Türkiye gündemi konusu, Ankara’da salonlara sığmayan binlerce insanımızın ve ordumuzun kuvvet komutanlarının katılımıyla gerçekleştirilmiştir.Bu toplantı sonrasında Ulusal Birlik çağrısı yapılmış ve ULUSAL MUTABAKAT BİLDİRİSİ kamuoyuna duyurulmuştur. Ulusal güçlerin uyanışı ve dağınıklıktan kurtarılarak biraraya toparlanması için son derece önemli bir adım, ADD öncülüğünde başlatılmıştır.

g. 6 Mart 2004 günü, Ankara’da çok sayıda örgütlü kesimin katalımıyla yine sayıları yüzbini aşan bir kitle Sıhhiye meydanında. ADD öncülüğünde toplanarak miting yapılmıştır.

h. 20 Mart 2004 günü Ankara’da ADD öncülüğünde Ulusal güçbirliği kapsamında Ulusal Birliğe çağrı amaçlı kurultay toplanmış, 226 kuruluş temsil edilmiş ve çok anlamlı bir sonuç bildirgesi imzalanmştır. 34 kişilik Ulusal Birlik grubu oluşturulmuştur ve ADD öncülüğünde kurumsallaşarak çabalarını sürdürecektir.

ı. 10 Nisan ve 18 Nisan 2004’te Kıbras mitingleri tasarlanmaktadır.

i. Nisan 2004 içinde Sayın Cumhurbaşkanımızın da onurlandıracakları bir uluslararası Atatürk sempozyumu da gerçekleştirilecektir.

Sayın Fırat,

ADD’nin bu çalışmaları büyük ölçüde bilginiz içindedir. Mütareke basının görmezden geldiği de ortadadır. Dolayısıyla yayın organlarınızda ulusumuza ulaşması çok yerinde olacaktır.

Ülkemizin ve ulusumuzun emperyalist kuşatma altında olduğu bu kesitte Yüce Atatürk’ün buyruğuyla “ulusların tarihinde öyle anlar olur ki tüm ulusalcı güçlerin bir yerde toplanması gerekir”.

Türkiyemiz böylesi kritik bir kesittedir ve başyazarı, yayın yönetmeni olduğunuz yayınların, oluşun yeterince bilincinde olduğundan eminiz. Dolayısıyla ayrıntıya ilişkin konuların, önemsiz rezervasyonların tümü ile bir yana bırakılarak ortak paydanın büyütülmesi yaşamsal önemdedir ve hepimize tarihsel bir sorumluluk yüklemektedir.

Yukarıda da açıkladığımız gibi geçtiğimiz hafta ADD, bir tüzük değişikliği kurultayı da gerçekleştirmiştir. Haziran 2004 başında seçimli olağan genel kurula gidilecek ve 25 kişilik Genel önetim Kurulu seçilecektir.

ADD güçlenerek, toplumsal- tarihsel özgörevini vargücüyle yerine getirme azim ve kararlılığını her ne pahasına olursa olsun sürdürecektir. Bu süreçte elbette yapıcı eleştirilere, demokratik katkılara açıktır.

2 gün sonra son derece kritik bir yerel seçim yaşayacağz.

Önümüzdeki günler, devletimiz açısından olağanüstü tehlikeli gelişmelere gebedir.

Bu yalın olgu, tüm ulusal güçlerin birarada ortak savaşımını her türlü çekinceye yer bırakmadan zorunlu kılmaktadır.

Tarih, bütün aktörleri ve işlevlerini tanımlayacak ve yerli yerine oturtarak insanlığın ortak belleğine sunacaktır.

Sayın Fırat,

Sunduğumuz bu bilgilerin yayın organlarınızda yer almasından mutluluk duyarız.

Bunların dışında da Derneğimiz hakkında gereksinim duyulacak bilgi ve açıklamaları, saydam ve demokratik bir ADD yönetimi olarak bilgiye sunmada çekincemiz olmadığı biilinmelidr.

Çalışmalarınızda başarılar diler, en iyi dileklerimi sunarız.

Av. Ertuğrul Kazancı
ADD GenelBaşkanı

http://www.turksolu.com.tr/53/add53.htm

..

22 Şubat 2015 Pazar

Taner Akçam: Perinçek nefret ve kin yaymaktan ceza aldı




Taner Akçam: Perinçek nefret ve kin yaymaktan ceza aldı

Perinçek’in, “1915 soykırım değildir” dediği için cezalandırıldığının zannedilmesinin nedeni, Avrupa’daki ırkçılık ve nefret suçu ile ilgili yasalar konusunun bilinmiyor olmasıdır. Konunun Fransa’da, Holokost’u inkâr etmenin suç sayıldığı 1990’da çıkartılan Gayssot yasası ile alakası yoktur.
Avrupa Birliği uzun yıllardır ırkçılık ve nefret suçlarını bir standarda kavuşturmaya çalışıyor. Uzun tartışmalardan sonra 2008’de konuya ilişkin bir çerçeve yasa hazırlandı.
AB, üye ülkelerden şu suçları ırkçılık ve nefret suçu kapsamına sokmalarını istedi:
  1. A)Çeşitli kitap, resim veya diğer malzemeleri dağıtarak kamuoyunu şiddet veya nefrete teşvik etmek”;
  2. B)8 Ağustos 1945 tarihli Londra Antlaşması’na ek Uluslararası Askeri Mahkeme Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinde tanımlanmış suçlar ile; Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 6, 7 ve 8’inci maddelerinde tanımlanan, soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçuna, bir grup veya üyelerine karşı şiddeti veya nefreti teşvik amacıyla, alenen göz yummak, inkâr etmek veya büyük ölçüde değersizleştirmek.
Gerek AB çerçeve antlaşmasının gerekse ulusal yasaların (örneğin İsviçre) anlaşılabilmesi için iki önemli hususun bilinmesi gerekir:
Birincisi, 6, 7 ve 8’inci maddelerde sözü edilen, soykırım, insanlık suçu ve savaş suçu gibi suçlardan hangi örneklerin bu kanun kapsamına sokulacağına her ülke kendisi karar vermektedir.
İkincisi, B şıkkındaki noktaların inkârı, suçun oluşması için tek başına yeterli değildir. İnkârın ırkçılık ve nefret suçu biçiminde gündeme getirilmesi gerekir.
Yani, sadece “ben, İsviçre’nin ceza kanununda yer alan şu veya bu olayın soykırım olduğuna inanmıyorum”, demek suçun işlenmiş sayılması için kâfi değildir. Bu inkârın, sözkonusu gruba karşı (burada Ermeniler) ırkçılık ve nefret söylemi biçiminde gündeme getirilmesi gerekir.
Bu nedenle, ilgili ifadelerin hangi bağlamda, hangi eylemlere bağlı olarak söylendikleri esas belirleyici husustur.
Gerek İsviçre’deki davada, gerek AİHM’in Perinçek’i haklı gördüğü kararda, gerekse ocak ayındaki dinlemede esas tartışma bu nokta etrafında döndü.
Son oturumda İsviçre temsilcisi, İsviçre’nin soykırım saydığı bir olaya, “soykırım değildir” demenin, İsviçre’de cezalandırma için yeterli olmadığını, ülkesinin yasalarca kabul ettiği soykırımlar aleyhine konuşan onlarca- yüzlerce kişi olduğunu ve bunlar hakkında hiçbir soruşturma açılmadığını söyledi.
Tek bir husus önemli idi: Perinçek soykırımı, nefret suçu kapsamında inkâr etmişti. Sorun onu “1915 soykırım değildir”, demesi değil, Ermenilere yönelik kin ve nefret yaymasıydı.
AİHM ise, Perinçek’in nefret suçu işlemediği kanaatinde idi!
Perinçek’in avukatı, bu nedenle müvekkilinin “1915’teki cinayetleri kabul ettiğini ve ama sadece buna hukuken soykırım denmesine karşı çıktığı” savunmasını yaptı.
İşte bundandır ki Perinçek şu sıralar süt dökmüş kuzu gibi. İzlediği savunma çizgisi ile kendisi ile 1915’e soykırım demeyen bir liberal arasındaki tüm farkı ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Ama Talat Paşa Komitesi ve bu komitenin Türkiye ve Avrupa’daki faaliyetleri Perinçek’in en büyük korkulu rüyası olmaya devam edecek. AİHM, Perinçek’in sözlerinin Talat Paşa Komitesi’nin eylemleri kapsamında gündeme getirdiğini kabul ederse, Perinçek’in işi zor.
AİHM’nin tartıştığı ikinci husus; Perinçek’e ceza vermek için zorlayıcı bir sosyal nedenin olup olmadığı. Bu husus da hukuken çok önemli. Cevabı aranan soru şu: örneğin Perinçek, böyle bir nefret söylemine sahip olsa bile, İsviçre’de hem yeteri sayıda Ermeni olmaması, hem de bu sözlerin İsviçre kamu güvenliğini tehdit edecek bir özellik arz etmemesi nedeniyle, Perinçek’e gerçekten ceza vermek gerekir mi?
Yani, Perinçek’in söz ve eylemlerinin muhatabı sadece İsviçre’deki Ermeniler midir, yoksa Türkiye ve Avrupa’daki tüm Ermeniler midir? Cevabı aranan soru budur.
Siz bizim devlet erkânının, tüm meselenin “1915 soykırım mıdır, değil midir” etrafında döndüğü konusundaki palavralarına sakın ha sakın inanmayın!
Duruşmada, Türkiye’yi temsil eden avukat savunmasını sadece ve sadece şu husus üzerine kurdu. “İsviçre’de, çok az sayıda Ermeni yaşamaktadır ve cezayı gerektirecek zorlayıcı bir sosyal neden yoktur.
İşte dava bundan ibaret!
Mesele AİHM’nin, Talat Paşa Komitesi’ni, bu komitenin Türkiye ve Avrupa’da Ermenilere yönelik kin ve nefreti saçan ve Hrant Dink’in katledilmesi ile sonuçlanan faaliyetlerini dava kapsamına sokup sokmayacağı!
Gerisi lafı güzaf…
Bunun için tüm saray soytarılarının ve devlet erkânının “efendim hukuken 1915’e soykırım değildir demek hakkımız yok mu” demagojilerine kulak asmayın!
Doğu Perinçek, Talat Paşa Komitesi faaliyetleri çerçevesinde, kin ve nefret yaymak için Avrupa’ya çıkartma yaptı mı yapmadı mı bu soruya cevap verin!
Ve bu ırkçılık ve nefret suçu yayanların özellikle Türkiye’de veya Avrupa’da cezalandırılıp cezalandırılmamaları gerektiğini tartışın!
İnsan Hakları Derneği ve Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, Zoryan Enstitüsü ile birlikte davaya bu nedenle taraf oldular. Onlar, Perinçek’in faaliyetlerinin ve Zürih’te sarf ettiği sözlerin ancak ve ancak Talat Paşa Komitesi’nin Hrant Dink cinayeti ile doruğa ulaşan ırkçı ve nefret körükleyen eylemleri ile anlaşılabileceğini anlatmaya çalıştılar.
Onlara burada özel olarak teşekkür etmek isterim!
Elbette saray soytarıları nedeniyle, Perinçek mahkemesinin tarihini bir komedi olarak yazabiliriz; ama daha önemlisi, bir trajedi ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir.
Kaynak: taraf.com.tr
.