16 Ocak 2021 Cumartesi

COVID-19 SONRASI DÜNYA DÜZENİNDE PARADİGMA KAYMASI OLMAYACAKTIR

COVID-19 SONRASI DÜNYA DÜZENİNDE PARADİGMA KAYMASI OLMAYACAKTIR 






Doç. Ibrahim FRAIHAT   
Doha Lisansüstü Araştırmalar Enstitüsü ve Georgetown Üniversitesi Katar Kampüsü Öğretim Üyesi, Katar 

 
ABD-Çin Rekabeti, Çin, Küreselleşme, Küresel Liderlik, COVID-19 Sonrası, Dünya Düzeni, Paradigma Kayması Olmayacaktır, 


Bir kaç ay önce patlak veren Koronavirüs salgınının dünya düzeni üzerinde bırakacağı etki hakkında çok sayıda spekülasyon yapıldı. Örneğin, pandemiye yönelik başarılı politikaları göz önüne alınarak Çin ve/veya Asya’nın yeni dünya düzenine öncülük edebileceği konusunda bazı iddialar ortaya atıldı. Öte yandan, krizle etkin bir şekilde başa çıkamaması nedeniyle Avrupa Birliği’nin dağılabileceği de savunuldu. 
Bu makale, COVID-19 pandemisinin uluslararası toplum üzerindeki büyük etkisine rağmen, salgın öncesi dünya düzeninin yok olmasına ve ülkeler arasındaki ilişkileri şekillendiren yeni bir paradigmanın doğmasına yol açmayacağını savunuyor. Salgının etkisi, büyük olasılıkla mevcut paradigmayı ve küresel güç liderliğinin eksikliğine doğru gidişatı güçlendirecek, ayrıca dünya sahnesinde gücün 
daha fazla yayılmasını hızlandıracaktır. 
Yeni bir paradigma neden doğmuyor? Tarihsel olarak dünya düzeninde köklü değişikliklere yol açan virüsler değil, büyük ölçekli ve belirleyici savaşlardır. Vestfalya, I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı yeni dünya düzenlerinin doğuşunu 
önceleyen dönüm noktalarıydı. Dünya düzenindeki değişim genellikle sağlık alanında değil, küresel güvenlik mimarisindeki değişiklikten kaynaklanmıştır. 
Salgınlar dünya siyasetinde oyun kurucu değildir. Savaşlardan farklı olarak, salgınlar dünya aktörlerinin sonrasında birbirleriyle nasıl etkileşime gireceğine dair kuralları belirleyen ve tartışmasız kazananlarla biten sıfır toplamlı muharebeler değillerdir. Aksine, COVID-19’da olduğu gibi salgınlar geleneksel rakipler arasında bile işbirliğine yol açabilmektedir. Çin’in Avrupa’ya ve ABD’ye, ABD’nin ise İran’a yardım teklifinde bulunması buna örnektir. Uluslararası arenadaki mücadelenin, küresel bir işbirliği olarak değil bireysel sürdürülmesi sebebiyle birçok kişide hayal kırıklığı yarattığı doğrudur. 
Ancak, yine de süreç kazananın kuralları ve düzenlemeleri belirlediği ve başkalarına dayattığı bir rekabetle şekillenmemiştir. 

ABD’nin Liderlik Rolündeki Zayıflamanın Hızlanması 

ABD’nin küresel liderliğinde düşüş ve göreceli içe kapanması salgından çok önce başlayan bir eğilimdir. Başkan Barack Obama Afganistan’dan çıkmak amacıyla Taliban’la güvenlik anlaşması imzalamak üzere müzakereleri başlatmıştı. 
Bu süreç, Donald Trump'ın Şubat 2020'te Doha'da Taliban ile bir barış anlaşması imzalaması ve Afganistan'dan ayrılmayı kabul etmesi ile tamamlandı. Obama Irak'tan çekilmişti ve daha sonra Trump Suriye'den çekildi ve her ikisi de Libya'yı 
terk etti. Başka bir deyişle, ABD'nin hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler tarafından uygulanan küresel liderlikten geri çekilme politikası, salgının patlak vermesinden önce mevcut bir geri çekilme paradigmasının varlığını göstermekte dir. COVID-19'un birincil etkisi, dünya düzenindeki Amerikan liderliğinin zayıflaması sürecini hızlandırmasıdır. 

Bu salgın paradigmayı pekiştirmiş, ancak değiştirmemiştir. 

Bu etki, “Vaşington'un uzmanlık konusundaki itibarının gücünün en büyük kaynaklarından biri olduğu,” “Koronavirüs pandemisinin onu geri dönüşü olmayan şekilde bitirebileceği” ve Stephen Walt’un “Amerikan yetkinliğinin ölümü” dediği 
olguda görülebilir. Aynı şekilde, Richard Hass, Amerika'nın geçmişte bir zamanlar temsil ettiği şeylerin bu günlerde “birçokları için giderek daha az cazip hale geldiği”nden hareketle “Amerikan çekiciliğinde bir düşüş” olduğunu savunan benzer bir sonuca varıyor. 
Joe Biden Kasım ayında seçilse bile, ABD’nin liderlik rolündeki bu düşüş eğiliminin değişmeyeceği söylenebilir. 
Örneğin, Biden’ın Avrupa ve NATO ile ilişkileri yeniden inşa ederek Trump'ın yarattığı hasarı azaltmayı hedefleyeceği doğru olsa da, ABD'nin bir zamanlar sahip olduğu tartışmasız liderliği yeniden kazanması pek olası görünmemektedir. 
Bununla birlikte, ABD'nin dünya siyasetindeki rolünün önemli ölçüde azaldığı sonucuna varmak konusunda dikkatli olunmalıdır. Süper güçler aniden çökmezler. Aksine, düşüşleri dünya siyasetindeki konumunu değiştirmek için yüzyıllar 
olmasa bile onlarca yıl süren tektonik bir hareketle şekillenir. Dolayısıyla, liderlik rolünün azalmasına rağmen, ABD dünya siyasetinde kilit bir oyuncu olarak kalmaya devam edecektir. 

Çin’in Yükselişi 

Öte yandan, Dünya Bankası verilerine göre Çin, 2018’deki %6,6 oranındaki büyümesi ile ABD’nin yalnızca %2,9’luk büyüme oranıyla karşılaştırıldığında, dünyadaki en yüksek GSYİH büyüme oranlarından birine sahipti. Çin'in 
krizden önce gerçekleştirmekte olduğu kalkınma ile pandemiye karşı gösterdiği direnç ve Pekin'in, izlediği yöntemden bağımsız olarak, virüsün yayılmasını eninde sonunda kontrol altına alması şaşırtıcı değildir. Bu nedenle, COVID-19'un 
Çin'in dünya düzenindeki yükselen rolünde bir paradigma değişikliğine neden olması beklenmemektedir. 

Bununla birlikte, bazı tahminlerde belirtildiği gibi, bu durum hiçbir şekilde Çin'in COVID-19 krizi sonrasındaki dünya düzenine liderlik edeceğini göstermemektedir. Dünya düzenine öncülük etmek, yüksek büyüme oranlarına ulaşmaktan ya da bir 
virüse karşı zafer ilan etmekten daha fazlasını gerektirmektedir. Çin'in COVID-19 sonrası dünya düzeninin lideri olmasını engelleyen en az üç neden bulunmaktadır. İlki, Çin’de bunu yapmak için gereken siyasi irade eksikliğidir. Geçtiğimiz yıllarda Çinli yetkililer ve akademisyenlerle yaptığımız hemen hemen tüm tartışmalarda, Çin'in Ortadoğu'nun güvenlik mimarisinde neden rol oynamadığı sorumuza verdikleri cevap her zaman, “bunu yapmak için ne kabiliyetimiz ne de ilgimiz 
var” olmuştur. İkincisi, Komünizm, ABD'nin demokrasi ve insan haklarını evrensel bir teori olarak kullanmasından farklı olarak, insanların şu anda kucaklama arzusuna sahip olduğu bir ideoloji değildir. Üçüncüsü, Çin’in sağlam bir uluslararası ittifak ağının olmamasıdır. ABD geleneksel olarak dünya politikasını tek bir oyuncu olarak yönetmedi, örneğin NATO da dahil eski Sovyetler Birliği ile mücadele eden müttefikleriyle birlikte hareket etti. ABD, Körfez bölgesinde SSCB'nin genişlemesini durdurmak için İran ve Suudi Arabistan'la “Çifte Sütun” politikasını kullanmıştı. Bugün Çin için durum kesinlikle böyle değildir. 

COVID-19 sonrası küreselleşme hareketlerinde de paradigma kayması sözkonusu değildir. 

Şartlar ertelenebilir, ancak küreselleşme COVID-19'dan sonra da, salgından önce olduğu gibi gelişmeye devam edecektir. Ülkelerin münferiden, Trump'ın halihazırda yaptığı gibi, dünya sahnesindeki milliyetçi gündemlerden daha fazla etkileneceği doğrudur, ancak ülkeler yine de küresel çapta etkileşime girerek küreselleşme hareketini güçlendireceklerdir. ABD'de, ülke dışındaki yatırımlara sona verilmesi ve Amerikan fabrikalarının ABD'ye geri getirilmesine yönelik halihazırda çağrılar yapılmaktadır.1 Bununla birlikte, ülke dışına yatırımlar ve diğer küreselleşme eğilimleri, hiçbir zaman ilk aşamada hükümetlerin kararlarıyla yukarıdan aşağıya bir şekilde başlamamıştır. Küreselleşme, aşağıdan yukarıya bir yaklaşımla ve dünya ekonomisindeki diğer gelişmelerin yanı sıra iletişim teknolojisindeki ilerlemenin bir sonucu olarak gelişmiştir. Trump veya Biden dahil kimin iktidarda olduğundan bağımsız olarak, Beyaz Saray'dan alınan bir kararla küreselleşmeden vazgeçilmeyecektir. 

Son olarak, COVID-19 bittiğinde dünya siyaseti üzerinde kesinlikle belirli bir etki yaratacaktır. Ancak, bu muhtemelen ulus devletlerin iç politikalarıyla sınırlı olacaktır. Bununla birlikte, COVID-19, salgından önce şekillenen biçimiyle 
gelişmeye devam eden dünya düzeninde yapısal bir değişiklik yaratmayacaktır. Muhtemelen mevcut paradigmaların, özellikle de daha fazla güç yayılımı alanında hızlanmasına yol açacak, ancak paradigmayı değiştirmeyecektir. 

Notlar 

1. Robert E. Lighthizer, “The Era of Offshoring U.S. Jobs is Over,” The New York Times, 11 Mayıs 2020, 
***

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK? TAKDİM VE AÇILIŞ

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK?  TAKDİM VE AÇILIŞ





TAKDİM 
Sadece birkaç ay öncesinde, dünyanın içinden geçmekte olduğu muazzam değişimi hiç kimse tahmin edemezdi. 
Halihazırda, tek bir milleti dahi teğet geçmeyen COVID-19 milyonlarca insana bulaştı ve şimdiye kadar yüzbinlerce can aldı. Bunun yanı sıra, uluslararası ve yurtiçi insan etkileşimi neredeyse tamamen durdu. Türkiye de dahil olmak üzere, bazı ülkeler pandemi eğrisini aşağı doğru çekmeyi başarmış olsa da, maalesef toplam aktif vaka sayısı artmaya devam ediyor. 

Şu veya bu şekilde, COVID-19 her birimizin hayatına tesir etti ve aklımıza gelen her şeyi etkiledi. Bütün ülkeler bu sürece dahil ve küresel işbirliğine şimdi her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Gerçekten, pandemi uluslararası sistemdeki bazı ciddi eksiklikleri ortaya çıkarırken, virüse karşı ortak mücadelemizi kesintiye uğratacak tartışmaları erteleyerek, bu kritik zamanı krizin üstesinden gelmek için birlikte çalışarak kullanmak zorundayız. Zaman, farklılıklarımızı bir kenara bırakma ve kafa kafaya vererek, hepimizin iyiliği için rekabet yerine işbirliğine odaklanma zamanıdır. 
Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde, virüsü kontrol altında tutmak ve Türk halkı üzerindeki etkilerini en aza indirmek için gerekli tüm adımları atmakta dır. Kurumlarımızın yorulmak bilmeyen çabaları ve vatandaşlarımızın çok değerli desteği sayesinde pandeminin zirve noktasını geride bırakmayı başardık ve normalleşmeye doğru ilerliyoruz. Pandeminin başlangıcından bu yana diğer ülkelerle ve ilgili uluslararası kuruluşlarla çabalarımızı koordine ediyor ve deneyimlerimizi paylaşıyoruz. Ayrıca, diğer ülkelere destek sağlıyor ve küresel çabalara katkıda bulunuyoruz. 

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı bu süreçte şüphesiz önemli bir rol oynamakta. Ülkemizdeki ve dünyanın dört bir yanındaki özverili diplomatlarımız, yurtdışındaki vatandaşlarımıza ve yabancı meslektaşlarına ulaşarak çalışmalarını aralıksız sürdürüyorlar. Bakanlığımızın yeni kurulan Koordinasyon ve Destek Merkezi COVID-19’la ilgili operasyonumuzu yönlendirirken, 7 gün 24 saat esasına göre çalışan Çağrı Merkezimiz vatandaşlarımızdan gelen binlerce yardım talebini etkin bir şekilde işleme alarak sonuçlandırıyor. Şimdiye kadar, 130 ülkeden 85.000'in üzerinde vatandaşımız yurdumuza getirildi ve önümüzdeki haftalarda birçoğunun daha güvenli bir şekilde geri dönüşü için gerekli düzenlemeleri 
yapıyoruz. 

Halkımızın sağlığına öncelik veriyor ve bu doğrultuda konsolosluk çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Aynı zamanda, şekillenmekte olan yeni jeopolitik ortama hazır olmak zorundayız. COVID-19 küresel siyasi ve ekonomik düzeni nasıl etkiliyor? COVID-19 sonrası dünya nasıl bir yer olacak? Yeni uluslararası ortam hangi fırsat ve tehditleri beraberinde getirecek? Bir yandan beyin fırtınası yapıp bu sorular üzerinde düşünürken, diğer yandan bu hususlara ilişkin değerlendirmelerinden faydalanmak amacıyla değerli uzman ve akademisyenlere ulaştık. Bakanlığımız ile akademik dünya arasında bir köprü görevi gören Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) akademik düşünceyi Bakanlığımıza etkin biçimde taşıyor. SAM birkaç hafta önce “COVID-19 Sonrası Küresel Sistem: Eski Sorunlar, Yeni Trendler” ismini taşıyan ve 26 değerli Türk akademisyenin makalelerini içeren bir kitap yayımladı. Vakitlice hazırlanan, ilgi çeken ve aydınlatıcı bu kitabın ülkemizdeki karar vericiler ve düşünürlerin masalarında daha şimdiden yer bulmasından memnuniyet duyuyoruz. 

SAM daha sonra aynı soruları dünyanın farklı yerlerinden bir grup öndegelen entelektüele yöneltti ve “COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?” isimli kitap, tüm bu beyin gücünden istifade edilmek suretiyle ortaya çıktı. 

Hiç düşünmeksizin bu kitabı, pandeminin neden olduğu kaydadeğer jeopolitik belirsizlik döneminde karar alıcıları destekleyecek en önemli akademik çalışmalar dan biri olarak tanımlayabiliriz. Yazarların her birine vizyonlarını bizimle 
paylaştıkları için teşekkür ediyorum. Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran ile SAM ekibine özenli çalışmaları ve Antalya Diplomasi Forumu’na kitabın hayata geçirilmesi sürecindeki kaydadeğer katkıları için ayrıca teşekkürleri mi sunuyorum. Bu kitapta paylaşılan tüm fikirlerin, hepimiz için daha iyi bir gelecek sağlamaya matuf çabalarımızda bize yardımcı olacağına inanıyorum. 

Mevlüt ÇAVUŞOĞLU 
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı 

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK? 

***


COVID-19 SONRASI DÖNEMDE KÜRESEL YÖNETİŞİM 

Prof. Richard FALK

Princeton Üniversitesi Albert G. Milbank Uluslararası Hukuk Emeritus Profesörü ve Kaliforniya Üniversitesi Orfalea Küresel Araştırmalar Merkezi Araştırmacısı, 

ABD Küresel Yönetişim, Uluslararasıcılık, Uluslararası Örgütler, ABD-Çin Rekabeti, Çok Taraflılık,Jeopolitik, Biyolojik Tehditler,
 
Giriş 

COVID-19 sonrası dönemde küresel yönetişim hakkında tahminlerde bulunurken hem temkinli hem de net olmak önem taşımaktadır. Temkinli olunmalıdır. Zira Koronavirüs salgınının ne zaman biteceği de dahil olmak üzere birçok belirsizlik bulunmaktadır. Salgın ekonomi tamamen yeniden açıldığında mı bitecektir? Birçok ülkeye dağıtılmak üzere bir aşı geliştirilip hazır olduğunda mı? Ulusal hükümetler, DSÖ veya BM Genel Sekreteri tarafından bittiği ilan edildiğinde mi? Yoksa ekonomi ve toplumsal kalıplar yeniden normal göründüğünde mi? 

Küresel yönetişim için alternatif gelecekler tasarlanırken, özellikle de beklentiler, gerekli olanlar ve arzu edilenler arasındaki ayırımı belirlerken net olmak da aynı derecede önem taşımaktadır. Net olmak küresel yönetişimle, halihazırda 
işleyen devlet merkezli dünya düzeninin koşullu ve yapısal eksikliklerini birbirinden ayırmakla da ilgilidir. Örneğin, dünya düzeninin önemli bir boyutu olan küresel liderliğin kalitesi ABD ve Çin'in tutumlarına ve yönetim önceliklerine, ayrıca 
BM Genel Sekreteri gibi önemli ahlaki otorite figürlerinin ve güçlü özel sektör menfaatlerinin etkilerine bağlıdır. Buna karşılık, COVID-19 krizinin yanı sıra iklim değişikliği, küresel göç ve uzun süren iç kargaşalardan oluşan ortak sınamaları 
çözmek için gerekli olan küresel işbirliğine ulaşmada yaşanan başarısızlıklar, sorun çözme konusunda yaşanan koşullu ve yapısal sınırlamalara işaret etmektedir. Devletler, özellikle de daha büyük ve daha varlıklı olanlar, küresel ve insani çıkarları göz önünde bulundurma konusunda isteksiz olmakta ve ulusal çıkarın kendilerine hizmet eden tanımlarını benimsemektedir. 

Bu nedenle küresel sınamalara karşı yapılan yönetişim müdahaleleri genel olarak hayal kırıcı olmaktadır. 

Dijitalleşmenin bölgesel olmayan karşılıklı bağlılığı ile milliyetçiliğin bölgesel zihniyeti arasındaki uyumsuzluk başka bir gerilim kaynağıdır. Belki de küresel yönetişime ilişkin en ciddi gerilimler, birkaç siyasi aktörün jeopolitik manevraları 
(örneğin, Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip daimi üyeleri) ile yasalar karşısında daha hesap verebilir hale getirilen normal devletler arasındaki etkileşimden kaynaklanmaktadır. Bu faktörler II. Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük yönetişim sınaması olarak aniden ortaya çıkan COVID-19’dan çok önce de mevcuttu. 

COVID-19’dan Çıkarılacak Yönetişim Dersleri 

Yönetişime ilişkin COVID-19’un ortaya koyduğu en açık ders, küresel ölçekli sınamalara dair büyük belirsizlik dönemine, istikrarsız dünya düzenine ve zamanlaması bilinemiyor olmakla birlikte yaklaşan tehditlere karşı yeterince 
hazırlıklı olunmadığıdır. Bu duruma iki farklı müdahale yolu mevcuttur. Birincisi, hükümetler ve halk tarafından, salgının önümüzdeki dönemde sağlık dışı konulara olası etkileri göz ardı edilerek, gelecekteki yeni salgınlarla daha etkili müdahale 
için sağlık politikalarının ve kapasitesinin daha merkezi hale getirilmesine duyulan ihtiyacın kabul edilmesidir. Bu yaklaşım, generallerin gelecekteki savaşlar için planlar yapmak yerine son savaşın hatalarını düzelttiklerine ilişkin tarihi kabule 
uygun olacaktır. 
Egemen devletlerin siyasi liderlerinin kısa vadeli performanslarıyla değerlendirilme leri ve bu liderlerin görev sürelerinin gelecekte ortaya çıkacak tehlikelerin somutlaşmasından önce sona ereceğini varsayma eğiliminde olmaları nedeniyle küresel yönetişim bağlamında sorunlar ortaya çıkmaktadır. 
Küresel sağlıkla ilgili olumlu düzenlemeler, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) bütçesinin, bağımsızlığının ve yetkisinin salgınlar hakkında uyarı, tedaviye ilişkin öneriler ve güvenilir bilgi sunabilmesini temin etmek için büyük ölçüde artırılması nı hedeflemelidir. Bu aynı zamanda, özellikle ekonomik açıdan daha zor durumda olan ülkelerde eş zamanlı adımlar atmak ve sorunlarla mücadelede bilgi, yetenek ve maliyet paylaşımıyla işbirliğine dayalı usuller ve yetenekler geliştirmek anlamını taşımaktadır. Fiiliyatta bu, kriz yönetimine vurgu yapan küresel sağlık politikasına ilişkin iyi yönetişim uygulamalarını belirleyecek ve uygulayacak ölçüde yeterli düzeyde finanse edilmiş küresel yeterlilik anlamına gelmektedir. 

Bu tür olumlu düzenlemelerin yerine getirilmesi halinde, uluslararası kurumları güçlendirme, egemen devletlerin yeteneklerini artırma ve tüm sosyal etkileşim seviyelerinde önceden hazırlık ve işbirliği düzenlemelerine duyulan ihtiyacın farkına varma arasında bir uyum sağlanabilecektir. 

Bu bağlamda, devlet merkezli dünya düzeninin uyarlanabilir politika potansiyeli, küresel yönetişim yapılarında herhangi bir temel değişikliğe ihtiyaç duyulmadan harekete geçirilecektir. 
Bu politika odaklı yaklaşımın başarısı, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere önde gelen ülkelerin uyguladığı küresel liderliğin kalitesine de bağlı olacaktır. Temel endişe, ABD’nin küresel etkisinin, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde olduğu gibi anlayış ve taahhütler açısından uluslararası nitelikte mi, yoksa Trump’ın başkanlığı döneminde olduğu gibi içe dönük ve ulusal nitelikte mi olacağıdır. Bu hususta, 2020’de Trump’ın dört yıl için bir kez daha seçilip seçilmemesi gibi muğlaklık arz eden faktörler, COVID-19 krizi sona erdikten sonra küresel liderliğin yönünü saptamada belirleyici olabilecektir. Ayrıca, milliyetçi yönelimin salgın etkisini yitirdikçe devam etmesi, hatta güçlenmesi halinde Afrika ve Asya’daki ittifaklar da dahil olmak üzere diğer siyasi güçleri liderlik boşluğunu doldurmaya teşvik etmesi mümkündür.

    Milliyetçiliğin bunun yanında öngörülemeyen birçok sonuçla birlikte dünya ekonomisinde güçlü bir küreselleşme karşıtı eğilime yol açma olasılığı da bulunmaktadır. 

Sağlık Sektörünün Ötesinde. 

COVID-19 hususunda geniş ölçüde paylaşılan “hepimiz birlikteyiz” anlayışının, iklim değişikliği, nükleer silahlar, küresel göç, aşırı yoksulluk ve biyolojik çeşitlilik kaybı sorunlarına daha fazla küresel müdahaleyi olanaklı kılıp kılmayacağı sorusu önem taşımaktadır. Sağlık sektöründe yaşanan hızlı ve derin değişikliklerden alınan derslerin sağlık alanının dışında uygulanması, öncelikle, daha küresel ve geleceğe yönelik liderliğin ortaya çıkıp çıkmamasına bağlı olacak. Ancak, bu bile alışılagelmiş işleyişe dönülmesi baskısını yaratan kemikleşmiş belirli ekonomik çıkarlara sahip muhalefetin üstesinden gelinmesinde yeterli olmayabilecektir. 
Sağlık sektörünün iyileştirilmesi ve uluslararasılaştırılması konusunda belirli bir dirençle karşılaşılsa da, fosil yakıtların, savunma sanayinin, robotbilim ve otomasyonun düzenlenmesi hususlarındaki direnç çok daha güçlü olacaktır. 

Bu nedenle, COVID-19 deneyiminin sağlık dışı konularda politika oluşturma sürecinde dikkate alınmasını sağlamak, sadece devletler düzeyindeki ileri görüşlü liderliğe değil, küresel tehditlere karşı uzun süreli ve insani bir yaklaşım arayan 
popüler hareketler üzerinden toplumsal baskı oluşturulmasına da bağlı olacaktır. Bunun etkili olması halinde, Paris İklim Değişikliği Anlaşması (2015) ve İran Nükleer Program Anlaşması’nda (JCPOA) (2015) ön plana çıkarılan bu tür 
işbirliği yaklaşımlarının yeniden inşasını ve geliştirilmesini kolaylaştıracak enternasyonalizmi ve çok taraflı anlaşmaları destekleyen yeni bir siyasi atmosfer ortaya çıkabilir. 
Esas itibarıyla, COVID-19 sonrası beklentiler, siyasi uyum potansiyelinin, en endişe verici küresel sınamaları azaltmak ve böylece devlet merkezli küresel yönetişime olan güveni yeniden inşa etmek için yeterli düzeyde artırılıp 
artırılamayacağı ile ilişkilidir. Başka bir deyişle, bu beklentiler “dünya hükümeti” veya “devlet sonrası dünya düzeni” gibi yenilikçi dünya düzenine ilişkin kavramlar vasıtasıyla güçlü işbirliği ve kontrol mekanizmalarından ibaret küresel yönetişimin dönüştürülmesi anlamına gelmemektedir. 
Diğer küresel tehditler özellikle varlıklı toplumları doğrudan hedef alırsa, küresel yönetişime daha jeopolitik bir yaklaşım, yenilenmiş bir ABD enternasyonalizmi veya çevre ya da ekonomiye ilişkin acil bir durum karşısında Çin ile ABD ya 
da Rusya ve ABD’yi bir araya getiren yeni koalisyonlar altında ortaya çıkma olasılığı taşımaktadır. Bu da küresel yönetişimin jeopolitikte ve stratejilerini her zaman devletlerarası diplomasi ve uluslararası hukukun kısıtlamaları dışında kalarak sürdürmüş olan büyük güçlerin rolünde yapısal bir değişim anlamına gelmemektedir. Amerika Birleşik Devletleri ve daha az ölçüde Çin sınırlarının çok ötesine uzanan bir mevcudiyet ve nüfuzla “küresel devletler” olarak algılanmakta dır, ancak siyasi çerçeve ağırlıklı olarak “devlet merkezli” olmaya devam etmektedir. 

COVID-19 sonrası dönem için üretilen makul senaryolarda, devlet merkezli dünyaya ve jeopolitik boyutlarına karşı yapısal bir sınama için yeterli bir gerekçe bulunmamaktadır. Küresel yönetişimin mevcut biçimine ilişkin üzerinde en çok tartışılan yapısal özellikler kapitalizmin son aşaması olan neoliberalizmin eşitsizliği ve küresel ısınmayı tetiklediğine yönelik iddialar ile ultra-milliyetçiliğin, 21. yüzyılın gerçekleri göz önüne alındığında gerici bir devlet davranış biçimi olduğuna dair görüştür. 

Sonuç 

COVID-19 salgınının ortaya çıkmasının hepimiz için büyük bir şaşkınlık yaratmasına benzer bir şekilde, COVID-19 sonrası dönemde de insanlığın muazzam bir belirsizlik içinde yaşadığını bir kez daha hatırlatan büyük sürprizlerle 
karşılaşacağız. Bu bilinçle, küresel yönetişime en mantıklı yaklaşım ihtiyatlı davranmayı gerektirir. İhtiyat için en iyi rehber, ilk aşamada tehditlerin derecelerine ilişkin kesinlik aramadan, bilimsel bilgi ve ilgili uzmanları dikkate alan tedbirli olma ilkesidir. Liderlerimiz tedbirli olma ilkesini uygulayan politikalarla rehberlik etmeyi öğrenirlerse, bu COVID-19 deneyiminden çıkarılacak en büyük ders olacaktır. 


***

COVID-19 SALGINININ ABD DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ., BİR İMPARATORLUK KRİZİ Mİ.,

COVID-19 SALGINININ ABD DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ., BİR İMPARATORLUK KRİZİ Mİ., 






COVID-19 SALGINININ ABD DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ 
Prof. Richard E. RUBENSTEIN Jimmy ve Rosalyn Carter Barış ve Çatışma Çözümleri Enstitüsü Öğretim Üyesi, George Mason Üniversitesi, ABD 


Küresel Liderlik, ABD, Çin, ABD-Çin Rekabeti, Prof. Richard E. RUBENSTEIN, George Mason Üniversitesi, Bir İmparatorluk Krizi, COVID-19 Salgını, ABD Dış Politikasına Etkisi, 

Mevcut COVID-19 salgınının ve bununla bağlantılı ekonomik krizin ABD dış politikasına muhtemel etkisi ne olacaktır, yani Amerikan imparatorluğunun 
politika hedefleri ve yöntemleri neler olacaktır? 
Burada “imparatorluk” kelimesi kışkırtma amaçlı değil, sağduyulu bir tanımlama olarak kullanılmaktadır. 
Önde gelen siyaset uzmanlarına göre, 130 ülkede askeri üssü bulunan, 1945’ten bu yana en az 150 sınır ötesi askeri müdahalede bulunan ve dünyanın 
tek rezerv para birimini elinde bulunduran her millet toprakları resmi olarak kolonileştirme se de bir imparatorluktur. Büyük toplumsal krizlerin imparatorluk  lar üzerindeki etkisini değerlendirmek, özellikle imparatorluklar arası çatışmanın tehlikeli biçimde artmasına neden olduklarında önemlidir. 
ABD için öne çıkan soru, COVID-19 krizi ve ardından gelen iyileşme döneminde Amerika ve Çin imparatorlukları arasındaki düşmanlığın artıp artmayacağıdır. 
İlk olarak, büyük çevresel ve ekonomik krizlerin hükümetler üzerinde birbiriyle çelişen etkileri olduğu dikkate alınarak COVID-19’un kısa ve uzun dönemli 
etkileri arasında bir ayrım yapmak doğru olacaktır. Kısa vadede krizin neden olduğu sınamalarına yanıt vermek, kamu otoritesinin enerjisini ve finansal 
kaynaklarının çoğunu tüketir ve hükümetin ülke içine odaklanmasına yol açar. Bunun ilk göstergeleri, seyahat kısıtlamaları, sınırların kapatılması, uluslar arası ticarette ciddi düşüş ve siyasi dikkatin yurtiçindeki meselelere çevrilmesidir. 
COVID-19 boyutundaki krizler, hükümetler ile vatandaşlar ve sosyal gruplar ile devletler arasındaki mevcut ilişkileri sarsar ve ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılar. Bu gözden geçirme belki yeni tür çatışmalar yaratmaz ancak çoğunlukla mevcut mücadeleleri alevlendirip yıkıcı ve yaratıcı değişikliklerin önünü açar. İmparatorluklara gelince, tarihsel örnekler belirleyici olmamakla birlikte fikir vericidir. İmparatorluklar halihazırda bir düşüş veya tırmanmakta olan bir iç çatışma yaşarken ortaya çıkan ciddi çevresel krizler onları, mali, askeri ve daha geniş anlamda siyasi açıdan zayıflatmış, sahip oldukları kamu desteği ve sadakatin sürmesini zorlaştırmıştır. 
Antonine ve Justinian Vebaları (MS 165-180 ve MS 541 sonrası) Akdeniz’de toplam 90 milyon insanın ölümüne neden olmuştur. Bunun Batı imparatorluğunun düşüşünü hızlandırdığı, Bizans rejimini ciddi şekilde zayıflattığı, Roma ekonomisi ve askeri yapısına büyük zarar verdiği düşünülmektedir. Aksine, 14. ve 15. yüzyıllarda yaşanan “Kara Ölümün” daha genç ve dinamik olan Osmanlı İmparatorluğu yöneticilerine halk sağlığı sistemini geliştirme ve yönetimin 
yapılarını modernleştirme konusunda ilham verdiği görülmektedir. 

Elbette tüm salgınların ekonomik etkileri olmuştur, ancak eski devirlerdeki salgınların işçiler ve tüccarlara büyük ve yeni zorluklar çıkarmaktan ziyade yerel yoksulluğu derinleştirdiği görülmüştür. Modern dönemde birçok işyerlerinin iflası ve kitlesel işsizlik ile kendini gösteren küresel ekonomik krize neden olan ilk salgın COVID-19’dur. Bu anlamda, 1930’larda yaşanan Büyük Buhran’ın ardından, devasa yıkıma yol açan ve rekabet içindeki imparatorluklar arasındaki güç dengesini değiştiren bir dünya savaşı yaşadığımızı unutmayalım. Pandemiyle ortaya çıkacak daralmanın boyutu ve süresi henüz net değildir. 

Her durumda, iç içe geçmiş mevcut krizlerin Amerikan imparatorluğu üzerindeki etkisinin birkaç nedenden dolayı oldukça ciddi olması muhtemeldir: 

(1) ABD, COVID-19 salgınının merkezi haline gelmiştir ve dünyada hastalıktan yaşanan kayıpların üçte birine sahiptir. 1930’lardan bu yana görülmemiş düzeye yükselen işsizlik, işten çıkarmalar ve iflaslarla birlikte ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıyadır. 

(2) ABD kamuoyu, diğer milletlerin salgına karşı daha hazırlıklı olduklarının, Çin, Güney Kore ve Almanya gibi ülkelerdeki etkili hükümet çalışmaları ve sosyal disiplin alışkanlıklarının sonucu olarak daha fazla test yapıldığının, bu ülkelerde salgının yayılmasının önlenmesi için ciddi sosyal politikalar takip edildiğinin ve krizden etkilenen kesimlere ekonomik destek uygulandığının farkındadır. Bir İmparatorluk Krizi mi? COVID-19 Salgınının ABD Dış Politikasına Etkisi 

(3) Yoğun siyasi baskı altında, ABD Kongresi Hükümet gelirlerinin baş döndürücü bir hızla azaldığı bir dönemde etkilenen işçiler ve iş yerleri için 3 trilyon ABD Doları tahsis etmiştir. Bu adım ulusal borcun neredeyse ülkenin GSYİH düzeyine yükselmesine yol açmıştır. Bu acil yardımın çok yakın zaman içinde tükeneceğinin tahmin edilmesi, yardımın kırılgan grupları da içine alacak şekilde genişletilmesi ihtiyacına karşı büyük çaplı test ve izleme teknikleri uygulanmadan önce ekonominin “yeniden başlatılmasının” akıllıca olacağına ilişkin acı bir tartışmayı tetiklemektedir. 

(4) ABD’de devam eden kriz, çeşitli nüfus kesimleri arasındaki mevcut sosyal ve siyasal farklılıkları artırmış ve keskinleştirmiştir. 

Bu da sosyoekonomik durum, ırk, etnik kimlik, coğrafya, din ve siyasi aidiyete dayalı iç çatışmaların yoğunlaşmasına yol açmıştır. 

COVID-19’dan ölüm oranlarının Afro-Amerikan ve Hispanik bireyler arasında çok yüksek olduğu bilinen bir gerçektir. Öte yandan, siyasi partiler arasında 
yoğunlaşan çekişme yaklaşan başkanlık seçimleriyle bağlantılı suiistimal ve sivil şiddet yaşanması korkularını artırmıştır. 

(5) Son olarak, donanma gemileri ve diğer askeri yerleşkelerdeki COVID-19 salgınları, boyutu şu anda bilinmemekle birlikte, ABD askeri güçlerinin 
açık çatışmalar için hazırlıklı olmasını olumsuz etkilemiş olabilir. Askeri bütçede büyük artışlar yapılması mevcut koşullar altında neredeyse imkansızdır. 
Uzun zamandan beri siyasi bir tabu kabul edilen askeri harcamalarda kesinti yapılması hususu bazı siyasi liderler tarafından artık tartışılabilir olarak 
görülmektedir. 

Öyleyse Amerikan imparatorluğunu zayıflatmaya yönelik bu unsurların muhtemel etkileri nasıl ölçülecektir? 
Donald Trump döneminde takip edilen dış politikanın alışılmışın dışında tutarsız oluşu bu soruya verilecek yanıtı karmaşıklaştırmaktır. 
Trump, bir taraftan, dış politikada milliyetçi “Önce Amerika” yaklaşımının havarisi olarak kendini ilan ederek “sonu gelmeyen savaşlara” devam etmeyeceğini ve birçok çok taraflı anlaşmaya bağlı kalmayacağını ilan ederken diğer taraftan imparatorluğun askeri omurgasını güçlendirmek için önemli adımlar atmıştır. Örneğin, ABD askeri harcamasını devasa düzeyde artırmış, Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika’daki gizli operasyonlarını genişletmiş ve İranlı General Kasım Süleymani gibi “düşman” liderlere karşı İHA saldırılarını çoğaltmıştır. 

Trump’ın Çin’in Asya’daki emelleri ve çıkarlarını tehdit etmek için artan bir savaş severlikle hareket etmesi de dikkat çekicidir. Kevin Rudd’un yazdığı gibi, 
“çok taraflı [ABD-Çin] sistem ve ona dayanak oluşturan normlar ve kurumlar gücünü kaybetmeye başlıyor.” Rudd şu konuda endişelidir: 

ABD’nin Çin’deki emekli fonu yatırımlarını sonlandırması, Çin’in ABD hazine bonoları alımlarının kısıtlanması ve Çin’in yeni dijital para birimini devreye 
sokmasına karşılık olarak yeni bir para savaşının başlatılması, iki ekonomiyi bir arada tutan mali bağları koparabilir. Pekin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne daha fazla 
askeri boyut kazandırma kararı da vekalet savaşları riskini artırabilir. 

Trump’ın krize hazırlıksız yakalanan ve salgın ile dağınık mücadele eden yönetimini sorumluluktan kurtarmak için COVID-19 salgını konusunda Çin’i 
suçlaması ABD ve Çin arasındaki gerilimin artmasına neden olabilir. 2020’nin ABD’de seçim yılı olması yangını körüklemektedir. Öte yandan, Trump’ın muhtemel rakibi Demokrat Parti lideri Joe Biden’ın Çin’i başta ticaret olmak üzere, Güney Çin Denizi’ndeki askeri faaliyetleri, istihbarat uygulamaları, siber savaş ve insan hakları konularında kuvvetle eleştirerek Çin’e karşı sert bir tavır takındığını akılda tutmakta fayda vardır. 
İki imparatorluk arasındaki çatışmanın daha da artmasını beklemeli miyiz? Yüzleşme riskini arttıran faktörlerden biri “yaralı canavar” sendromu olarak 
adlandırılan bir unsurdur. 
Dünyanın egemen süper gücü olma rolünü sürdürmekte zorlanan ve yorgunluk emareleri gösteren ABD COVID-19’dan açık bir şekilde zarar görmüştür. 
Ani talihsizliklerle karşılaşan imparatorluklar akılcı veya müsamahalı olamazlar. ABD’nin sorunlarını gözlemledikleri anlaşılan Başkan Xi Jinping ve diğer Çinli liderler, benzeri görülmemiş zorluklar ve utanç yaşayan ABD’nin damarına basmaya neyse ki şimdilik niyetli görünmemektedirler. 
Trump’ın yaklaşan seçime bağlı öfke nöbetlerini görmezden geleceklerini ümit etmekten başka çaremiz bulunmuyor. 

Özetleyecek olursak, 

COVID-19 salgını büyük ihtimalle Amerikanimparatorluğunun Çin ve diğer muhtemelen rakipleri karşısında zayıflamasına yol açacaktır. 
Bununla beraber, küresel ekonomik bir çöküş yaşanmadığı takdirde, ABD’nin gücünde hızlı bir düşüşün olması veya 1939-1945’te dünyayı yıkan sarsıcı 
mücadelelerin yaşanması beklenmemelidir. 

İmparatorluklar çökmekten ziyade zayıflamaya meyillidir ancak bu zayıflama Antonine ve Justinian Vebaları benzeri olaylarla hızlanabilir. 

Bilinmeyen bir başka ekten de mevcut krizin asıl yükünü yaşayan Amerikan vatandaşlarının ABD’nin küresel hegemonyasını sürdürmesinin maliyetini 
karşılamadığına karar vermesi ve ülkelerinin dünyada daha mütevazı bir rol oynamasını seçmeleri ihtimalidir. Tehlike ve belirsizliğin hakim olduğu bu 
dönemde insanların akılcılık ve yenilenmeye ilişkin bu tür umutlar beslemesi mazur görülebilir. 

***

COVID-19 SONRASI, KORONA KRİZİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER.,

COVID-19 SONRASI, KORONA KRİZİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER.,




COVID-19 SONRASI KORONA KRİZİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER: AÇIK SORULAR, GEÇİCİ VARSAYIMLAR* 

Avrupa Birliği, Uluslararası Örgütler, Çatışmalar, ABD-Çin Rekabeti, Yumuşak Güç Rekabeti, Jeopolitik, Prof. Volker PERTHES,

* Bu makale ilk olarak 31 Mart 2020 tarihinde German Institute for International and Security Affairs (SWP) isimli kuruluşun web sitesinde yayımlanmıştır. 
Prof. Volker PERTHES , Almanya Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (SWP) Direktörü ve Yönetim Kurulu Başkanı, Almanya 

     Bu zamana kadar yaşanan her bir küresel krizin, uluslararası sistem ile onun yapıları, normları ve kurumları üzerinde etkisi olmuştur. Dünya savaşları ve 
sonrasında sırasıyla kurulan Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler Örgütü’ne kadar geri gitmemize gerek yoktur. 
Bu yüzyıl içerisinde, 11 Eylül 2001 saldırıları devlet dışı aktörlerle mücadelede uluslararası hukuk ve devlet uygulamalarını değiştirmiştir. 
2008 mali krizi ile birlikte G20, bir Maliye Bakanları kulübünden ziyade uluslararası politikanın daha az tartışmalı olan bazı alanlarında yumuşak bir yönlendirme rolü üstlenen üst düzey bir yapıya dönüştürülmüştür. 
Korona krizi sonrası için kesin ifadelerde bulunmak için henüz çok erken. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sloganı sürekli kullanılmakta ve tekrarlanmakta fakat neredeyse her zaman yanlış çıkmaktadır. Uluslararası politikada “Korona ile” ve “Korona’dan sonra” neyin değişebileceğini sormak daha mantıklıdır. Ancak bu aşamada kesin cevaplardan ziyade geçici varsayımlara varılabilir. 

Korona krizinin, ABD’nin Çin’i “ayrıştırma” çabalarını hızlandırması ve böylece sektörel bazda küreselleşme karşıtı eğilimleri teşvik etmesi olasıdır. Bununla birlikte, uluslararası ilişkilerin bazı alanlarında yeni “küresellik” biçimleri de ortaya çıkabilir. Krizin daha geniş jeopolitik etkisinin - yani uluslararası düzenin gelişimi, devletlerarası rekabet, çatışma ve işbirliği üzerindeki etkisinin - tek tip bir genel görünüm oluşturma olasılığı oldukça düşüktür. 
    Dünyanın pandemi sonrası durumu, siyasi irade, liderlik ve uluslararası aktörlerin işbirliği yapma yeteneğine bağlı olacaktır. 

Pandemi, bazı yorumcuların da ifade ettiği gibi, çok taraflı işbirliğini azaltacak ve kurallara dayalı uluslararası düzeni daha da zayıflatacak mı? Birçok devlet başlangıçta krize tek taraflı olarak tepki verdi ve böyle davranmaya devam edebilir. Kriz, etkin ve küresel bir işbirliği ihtiyacının önemini göstermesine rağmen, tutarsız ve çelişkili gelişmelerin meydana gelmesi tutarlı bir model oluşumundan daha muhtemeldir. Milliyetçi liderler bile Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) gerekliliğini veya aşı ile ilgili bilgi veya araştırma paylaşımındaki işbirliğinin önemini tartışmamaktadır. Bu nedenle, Birleşmiş Milletler ve bölgesel kuruluşların gelecekte sağlık sistemlerine ve halk sağlığı hizmetlerine daha fazla önem 
vereceği, buna daha bağlayıcı kurallar alabilme yetkisi verilmesi ve kaynak aktarımı yapılması ile DSÖ’nün güçlendirilmesin eşlik edebileceği düşünülebilir. Neticede, bazı ülkelerdeki zayıf sağlık sistemleri başkaları için açık tehdit oluşturmaktadır. 
     
    Korona Krizi ve Uluslararası İlişkiler: 

Açık Sorular, Geçici Varsayımlar Halihazırdaki mevcut dönem başkanlıkları yönetimindeki G7 veya G20 oluşumlarından çok taraflı işbirliğini güçlendirmek adına önemli bir girişim beklememeliyiz. 

Bununla birlikte, halk sağlığıyla ilgili konuların, klasik güvenlik sorunlarıyla ilişkilendirilmeksizin BM Güvenlik Konseyi gündemine alınması daha kolay hale 
gelecektir. Artık küresel sağlığın uluslararası barış ve güvenlikle doğrudan ilişkili olduğuna şüphe yoktur. 
Korona krizinin büyük güç çatışmaları üzerinde, özellikle de daha önce uluslararası politikanın yeni temel paradigması olarak nitelendirdiğim ABD ile Çin arasındaki 
rekabet üzerinde, bir etkisi olacak mı? Pandemi bu tür rekabetleri kesinlikle azaltmayacak. Başta ABD ile Çin olmak üzere büyük güçler arasında işbirliğinin ve açık çatışmanın uluslararası politikanın tamamen ayrı formları olmaktan ziyade yan yana ilerlemesi daha muhtemeldir. Çin ve Batılı devletler arasındaki ideolojik anlaşmazlığın daha keskin hale geleceğini varsayabiliriz. Aslında bu, farklı hükümet sistemleri arasındaki rekabet ve devlet ile toplum arasındaki ilişkiyle ilgilidir. 
Başlangıçta salgını gizlediği için eleştirilere maruz kalan Çin, şimdi otoriter sistemini krizle başa çıkmak için demokratik devletlerinkinden daha uygun bir model olarak sunuyor. Çin ayrıca İtalya’ya ve krizden ciddi şekilde etkilenen diğer ülkelere organize bir şekilde yaptığı yardım sevkiyatlarıyla “yumuşak güç” kazanıyor. Buna karşın, Amerika Birleşik Devletleri, iyi niyetli süper güç imajını daha da zayıflatıyor. Vaşington, pandemiye karşı uluslararası bir müdahaleyi koordine etmek için nüfuzunu kullanmak bile istemedi. Bilakis, Başkan Trump ülkesini milliyetçi bir münzevi olarak lanse etti. Buna bağlı olarak, “yalnızca ABD için” aşı üretimini güvence altına almak adına bir Alman ilaç şirketini satın alma girişiminde bulunuldu ve İran’a tek taraflı yaptırımların en azından geçici olarak hafifletilmesi reddedildi. 

Virüs, savaşları ve iç çatışmaları kontrol altına almaya yardımcı olacak mı? Muhtemelen hayır. Halen şiddetli çatışmaların yaşandığı ve yüksek oranda savunmasız nüfus gruplarına sahip ülkeler de pandemiden sert bir şekilde etkilenecek. En kötüsü, fazlasıyla parçalanmış devletlerdeki iç çatışma hatları daha da derinleşecektir. BM Genel Sekreteri’nin “silahlı çatışmayı durdurma” ve bunun yerine COVID-19 ile savaşmaya odaklanma çağrısı, sadece Filipinler’de olumlu sonuç verdi. Bu çağrı, Libya, Yemen ve Suriye’nin yanı sıra DAEŞ veya Boko Haram’dan yanıt bulamadı. Kuzey Kore de füze testlerine devam ediyor. 
Pandeminin bölgesel güç çatışmaları üzerindeki etkisinin benzer şekilde zayıf kalma ihtimali oldukça yüksek. 
Buna rağmen, sorumluluk duygusu olan hükümetler mevcut durumu güven artırıcı önlemleri artırmak için kullanabilirler. 
Nitekim, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt, İran’a yardım sevkiyatı yaptılar. Üst düzey bir Emirlik yetkilisi bana bunun bir defaya mahsus bir durum olmadığını ifade ederken “acil durumlarda İran’a daha önce de yardımcı olduk ve İran kesinlikle bizim için aynısını yapardı. Ancak bu tür eylemleri siyasi uzlaşmaya çevirmeyi başaramadık” dedi. Genel olarak uluslararası toplum, kriz diplomasisine veya çatışmaların çözümü için çaba göstermeye daha az zaman ve özen gösterecektir. Pandeminin en acil konu olduğu günümüzde açıkça görülen bu durum hükümetlerin kriz ve durgunluğun sonuçlarıyla başa çıkmaya çalışacakları ileriki zamanlarda da büyük bir olasılıkla devam edecektir. Bununla birlikte, 
halihazırda birçok fakir ve zayıf devletin sağlık ile ilgili sorunlarını kontrol altına alamadan ekonomik krize girme ihtimalleri yüksektir. Daha zengin devletler fakir devletlerin borçlarını hafifletmeye karar verebilirler. Ancak muhtemelen insani acil durumlar ve istikrar önlemleri için yardım tedariki hususunda, mültecilere yardım için BMMYK’ye destekte bulunmada veya BM misyonları için para ve insan gücü sağlamada daha az istekli olacaklarını göreceğiz. 
Peki ya Avrupa? Ne Vaşington ne de Pekin küresel sorunlara ortak çözümler bulmak konusunda çok fazla enerji harcamayacaktır. Burada, ilk adımı AB, Kanada, Kore, Endonezya, Meksika ve diğer benzer düşünceye sahip çok taraflılığı destekleyen ülkeler atacaklardır. Çin, ABD veya Rusya, diğer ülkelerin, örneğin küresel sağlık politikalarına ilişkin, uygulanabilir tekliflerde bulunmaları halinde işbirliği yapabilirler fakat kapsayıcı çok taraflı çabalara öncülük etmeleri pek olası değildir. 
Krizin, AB ve üye ülkeler arasındaki uyumu güçlendirmesi mümkün ancak kesin değildir. Neticede biraz gecikmeli de olsa AB, ciddi şekilde etkilenen üye devletler için hızlı bir şekilde destek tedbirleri aldı. AB Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in söylediği gibi, uluslararası konumundan dolayı AB, gücün dilini yeniden öğrenmek zorunda kalacak. 

Avrupa’nın gücünün ve çekiciliğinin dayanışma üzerine kurulu olduğunu özellikle bu gibi zamanlarda unutmamak gerekir. 


***


COVID-19 SONRASI, AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR

 COVID-19 SONRASI,  AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR

   


COVID-19 SONRASI,  AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR., ANCAK KÜRESEL DÜZENİ DEĞİŞTİRMEYECEKTİR* 


* Bu makale Nye’ın 16 Nisan 2020 tarihinde Foreign Policy’de (https://foreignpolicy.com/2020/04/16/coronavirus-
pandemic-china-united-states-power-competition/) ve 26 Nisan 2020 tarihinde EastAsiaForum’da 

(https://www.eastasiaforum.org/2020/04/26/how-covid-19-is-testing-american-leadership/) yayımlanan iki makalesinden uyarlanmıştır. 

Prof. Joseph S. NYE Jr. 
Harvard Üniversitesi Üstün Hizmet ve Emeritus Profesörü, 
Kennedy Siyasal Bilgiler Fakültesi Eski Dekanı, ABD 

 
Küresel Yönetişim, Uluslararası İşbirliği, Yumuşak Güç, ABD-Çin Rekabeti, Jeopolitik, COVID-19 Amerikan Liderliği, Küresel Düzen, Değiştirmeyecektir, 

COVID-19’un ABD liderliği pahasına Çin’in yükselişe 
geçmesine neden olacağı şeklindeki iddiaları kolayca 
kabul etmemeliyiz. Koronavirüs sonrası dönemde 
jeopolitik koşullar aynı kalmayacak. Bir değişiklik meydana 
geleceği doğru, ancak bu ne ölçüde gerçekleşecek? Büyük 
hadiselerin her zaman büyük etkilerinin olmayabildiğini 
tarihten biliyoruz. Örneğin 1918’deki İspanyol gribi, özellikle 
sebebiyet verdiği ölümler bakımından yıkıcı etkilere sahipti. 
Bununla birlikte, sonraki yıllardaki olayların gidişatını 
belirleyen salgın değil Birinci Dünya Savaşı oldu. Peki, 
Koronavirüs Çin’in ABD’nin yerini alarak dünya lideri olacağı 
yeni bir dönemin habercisi mi? Bence değil. 
Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler 
küreselleşmenin yolunu açtı. Kaydedilen ilerlemeler virüs 
karşısında ortadan kalkmayacak. Öte yandan, pandeminin 
ekonomik küreselleşmeyi gerçekten altüst edeceği ortada. 
Uluslararası ticaret yavaşlayacak, ancak finansal etkileşimler 
önemli bir kesinti olmadan sürecektir. Ekonomik küreselleşme 
bizim düzenlemelerimize tabi olsa da, küreselleşmenin pandemi 
veya iklim değişikliği gibi bazı yönlerini kontrol edebilecek 
durumda değiliz. Geleneksel savunma sistemlerimiz küresel 
doğal felaketlerle mücadelede bir anlam ifade etmiyor. Derin 
ve sürekli ekonomik durgunluk ise bu mücadelede elimizi 
zayıflatıyor. 
Küresel çevre ve sağlık sorunlarının herkesi etkilediği 
kesin. Hiçbir ülke bu tür sorunlarla yalnız başa çıkamaz. Bu 
nedenle, tüm ülkeler ortak tehdit ve zorlukların üstesinden 
gelmek amacıyla birlikte çalışmalı, kurallar koymalı ve 
uluslararası örgütlenmeye gitmelidir. Çevreye ilişkin 
küreselleşme derinleşiyor ve COVID-19’un bizlere gösterdiği 
gibi, bunun neticesinde ülkelerin birbirlerine karşılıklı 
bağımlılığı da artıyor. Zaman ABD’nin dünyaya liderlik etmesi 
ve özellikle Avrupa, Çin, Japonya ve Avustralya başta olmak 
üzere diğer ülkelerle daha fazla işbirliği yapması zamanıdır. 
21. yüzyılın ilk yirmi yılında üç krizle karşı karşıya 
kaldık: 11 Eylül terörist saldırıları, 2008 mali krizi ve COVID-19 
pandemisi. 11 Eylül terörist saldırılarında yaşamını yitirenlerin 
sayısı nispeten düşüktü, ancak saldırıların yarattığı travma 
ABD’li idarecilerin Afganistan ve Irak’ı istila etmek gibi panik 
içinde aceleci kararlar almalarına yol açtı. 2008 mali krizi ise 
Büyük Durgunluk ile sonuçlandı, Batı’da popülizmi artırdı ve 
dünyanın farklı bölgelerinde otokrasileri teşvik etti. Çin’in 2008 
krizinde Batı’ya kıyasla daha iyi bir performans sergilemesi 
birçok insanın Çin’in dünyanın yeni ekonomik lideri haline 
gelmekte olduğunu düşünmesine neden oldu. 
Koronavirüs’ün neden olduğu üçüncü krize ise Çin ve 
ABD liderleri ilk aşamada inkar ederek, yanlış bilgilendirerek, 
geç kalarak, şaşkınlık içinde ve uluslararası işbirliğine 
yanaşmadan karşılık verdiler. Ayrıca, Xi Jinping ve Trump 
zaman kaybetmeden karşı tarafı sorumlu tutmaya yönelik 
bir suçlama oyunu başlattılar. Bu esnada, AB ise birlik içinde 
hareket ederek kararlı adımlar atmakta zorlanıyordu. 
ABD krizi yönetmekteki başarısızlığı nedeniyle güven 
kaybına uğrarken, Çin kendine yönelik olumsuz söylemi 
lehine değiştirmeye odaklandı. İnsani yardımlar göndererek, 
gerçekleri gizleyerek ve geniş kapsamlı bir propaganda 
yürüterek dikkatleri ilk hatalarından uzaklaştırmayı, kendisini 
uluslararası toplumun yapıcı bir üyesi olarak sunmayı ve 
yumuşak gücünü onarmayı amaçlıyor. Ancak, buna kimse 
kanmayacaktır. Zira yumuşak güç çekicilik üzerine kurulu 
olup, en iyi propaganda “propaganda” yapmamaktır. 
Çin yumuşak gücünü artırmaya yönelik uzun 
yıllardır sarf ettiği çabalarına rağmen bu alanda pek mesafe 
kaydedemedi. Dolayısıyla, demokratik ülkelerin üst sıralarda 
yer aldığı Yumuşak Güç 30 sıralamasında Çin’i en altlarda 
görüyoruz. Komşularıyla süregelen bölgesel anlaşmazlıkları 
ve Çin Komünist Partisi’nin katı iç politikaları göz önüne 
alındığında, Çin’in yumuşak gücü açısından şu an bulunduğu 
uluslararası konum hiç de şaşırtıcı değil. 
Koronavirüs sonrası dönemde sert güç dengesinde 
ABD aleyhine bir değişiklik olmayacak. Pandemi, ABD ve Çin 
ekonomilerine eşit ölçüde zarar veriyor. ABD ekonomisinin 
üçte ikisi büyüklüğünde olan Çin ekonomisi, COVID-19 
öncesinde büyüme oranlarının ve ihracatının azalmasından 
zaten muzdaripti. Askeri güç bakımından ise Çin ABD ile 
arasındaki mesafeyi kapatmaktan zaten uzaktı. Şimdi ise salgın 
döneminin mali yükü Çin’in askeri harcamalarını azaltmasına 
yol açabilir. Çin şimdi bütçesinin önemli bir bölümünü verimsiz 
sağlık sisteminin iyileştirilmesi için kullanmak zorunda. 
Bir başka husus, pandeminin ABD’nin Çin’e karşı görece 
jeopolitik üstünlüklerini ortadan kaldırmayacak olmasıdır. 
Birincisi, iki okyanus ile iki dost ülke tarafından çevrelenen 
ABD, Çin’e kıyasla daha iyi bir coğrafyada yer alıyor. İkincisi, 
ABD bir enerji ihracatçısı iken, Çin ithal enerji kaynaklarına 
büyük gereksinim duymakta. Üçüncü üstünlük demografiyle 
ilişkilidir. Stanford Üniversitesi’nden Adele Hayutin’in yaptığı 
bir araştırmaya göre, önümüzdeki on beş yıl içinde ABD 
işgücünün %5 oranında artması bekleniyor. Çin işgücü ise 
bunun aksine, muhtemelen %9 oranında azalacak. Son olarak, 
seçkin üniversiteleri ve firmaları sayesinde ABD teknolojik 
ilerlemeye liderlik etmeyi de sürdürecek. 
Tüm bunlar dikkate alındığında, COVID-19 pandemisinin jeopolitik bir dönüm noktası oluşturması fazla 
olası görünmüyor. Bununla birlikte, ABD müttefiklerini yabancılaştırmak, uluslararası örgütleri güçsüzleştirmek ve 
ülkesine göçü engellemek gibi yanlış politikalar uygulamayı sürdürürse, sahip olduğu üstünlüklerden tam olarak 
yararlanamayabilir. Bilgi devrimi ve küreselleşme ile şekillenen dünya siyaseti, en güçlü ülkenin bile tüm uluslararası 
hedeflerine tek başına ulaşmasına izin vermiyor. Bunu kavramış gibi görünmeyen Trump yönetimi, özellikle Çin ile 
büyük güç rekabetine dayanan bir ulusal güvenlik stratejisini izlemeyi sürdürüyor. 
Singapur eski Başbakanı Lee Kuan Yew, Çin’in küresel 
liderliğinin, en azından yakın gelecekte gerçekleşmesini 
öngörmediğini bir sohbetimizde bana söylemişti. Lee 
tahminini haklı çıkarmak için ABD ve Çin’i çekicilik açısından 
COVID-19 Amerikan Liderliğini Sınamaktadır ancak Küresel Düzeni Değiştirmeyecektir 
kıyaslamıştı. ABD dünyanın dört bir yanından seçkin insanları 
kendine çekebilmekte ve onlara bilginin sınırlarını her alanda 
genişletme fırsatı sunabilmekte. Çin, bunun aksine, kendi 
sınırlamaları nedeniyle böyle bir çekicilik yaratma imkanına 
sahip değil. Bununla birlikte, COVID-19’la karşı karşıya kalan 
ABD popülist politikalar izleyebilir, saydamlığı terk edebilir 
ve dostlarını dışlayabilir. Bunları yapmak suretiyle de Lee’nin 
değerlendirmesinin yanlış olduğunu kanıtlayabilir. 
Bunun yerine yeni bir ABD yönetimi, “Ahlak Kuralları 
Önem Taşımakta Mıdır? Franklin Delano Roosevelt’ten Trump’a 
Başkanlar ve Dış Politika” (“Do Morals Matter? Presidents 
and Foreign Policy from FDR to Trump”) başlıklı kitabımda 
izah ettiğim üzere, 1945 sonrası dönemdeki Başkanların 
başarılarından ilham alabilir ve Marshall Planı’na benzer 
muazzam bir COVID-19 yardım programı başlatabilir. ABD 
Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger haklı olarak liderlerin 
işbirliği yapmaları ve uluslararası toplumu güçlendirmeleri 
gerektiğini savunuyor. İktidar pozitif toplamlı bir oyun olarak 
ele alınmalı ve ülkeler ortak hedeflere ulaşmak için “diğerlerine 
karşı güç” yerine “diğerleriyle birlikte güç”e öncelik vermeli. 
Diğer ülkeler güçlendiklerinde ve yükü etkili bir şekilde 
paylaştıklarında, ABD kendi hedeflerine daha rahat ulaşabilir. 
Günümüz dünyasında bağlantılılık göreceli gücü artırıyor. 
Ancak, Trump, ABD’nin çıkarlarını sürekli olarak dar bir 
şekilde tanımlamakta, “diğerleriyle birlikte güç” ve “diğerlerine 
karşı güç” ayırımını göz ardı etmekte, uluslararası ilişkileri kısa 
vadeli, sıfır toplamlı bir oyun gibi addetmekte, uluslararası 
örgütleri görmezlikten gelmekte ve bunun neticesinde de 
ABD’yi uzun vadeli, aydınlanmış kişisel çıkar geleneğinden 
uzaklaştırmaktadır. 

COVID-19’un gelişmekte olan ülkeler üzerinde önemli yansımaları olabileceği gelişmiş ülkeler tarafından kabul edilmelidir. Bu ülkelerde oluşacak yeni salgın dalgaları gelişmiş ülkeleri tekrar vurabilir. İspanyol gribinin ikinci dalgasının 
1918’deki ilk dalgasından daha fazla insanı öldürdüğünü akılda tutmamızda fayda var. Bu nedenle, ABD’nin liderliğindeki G-20 ülkeleri sadece kendi çıkarlarına hizmet etmek için değil, aynı zamanda ihtiyacı olan ülkelere yardım elini uzatmak için yeni bir COVID-19 fonuna cömertçe katkıda bulunmalılar. 

ABD Başkanı işbirliğine ve yumuşak güce dayalı politikalar izlediği takdirde, pandemiden olumlu sonuçlar elde edilebilir. Aksi takdirde, mevcut politikalar yalnızca milliyetçi popülizmi ve otoriterliği destekleyecektir. 

     Öte yandan, ABD ve Çin arasındaki güç ilişkisini temelden değiştirecek jeopolitik bir dönüm noktasını öngörmek için vakit henüz çok erken. 

***

11 Ocak 2021 Pazartesi

COVID-19 SONRASI, REKABETÇİ ÇOK TARAFLILIĞA DOĞRU

COVID-19 SONRASI,  REKABETÇİ ÇOK TARAFLILIĞA DOĞRU 




Prof. C. Raja MOHAN 
Singapur Ulusal Üniversitesi Güney Asya Çalışmaları Enstitüsü Başkanı, 
Singapur 

 
Çok Taraflılık, Uluslararası Örgütler, Rusya, Çin, Prof.C.Raja MOHAN 

Çok taraflı kurumlarda derinleşen kriz konusunda, dünyanın onlara tam da en çok ihtiyaç duyduğu anda, endişelenmek için birkaç neden bulunmaktadır. 

Nihayetinde, iklim değişikliği gibi sınamalar veya COVID-19 benzeri pandemiler birlikte hareket etmemizi gerektirmektedir. 

Ancak egemen devletlerin oluşturduğu bir dünyada kolektif bir eylemde bulunmak hiçbir zaman kolay olmamıştır. Hatta büyük güçlerin rekabeti dünyayı sardığında bu durum daha da zorlaşmaktadır. 
ABD ve Çin küresel düzenin hakimiyeti için mücadele ederken, diğer uluslar birçok çok taraflı kurumun dağıtılması ve yeniden inşasına hazırlanmalıdır. Rekabetçi çok taraflılık, uluslararası sistemin yeni bir özelliği değildir. Çok taraflılığın sonu da henüz gelmemiştir. 
Birinci Dünya Savaşı, 1919 yılında Milletler Cemiyeti’nin kurulmasına yol açmıştır. Bununla birlikte, ana akım siyaset bilimi, aynı yıl kurulan başka bir kurumun - Komintern veya Komünist Enternasyonal -varlığını unutmuştur. 

Milletler Cemiyeti’ne girmeyi reddeden Komünist Rusya, dünya komünizmini ve küresel işbirliğini geliştirmek için Komintern’i çok farklı bir politik temel üzerine kurmuştur. 
Hem Milletler Cemiyeti hem de Komintern, dünya halkları arasındaki işbirliğine yönelik ortaya çıkan kurumlar ve hareketler üzerine inşa edilmiştir. 
Her ikisi de devlet sistemini - biri liberal enternasyonalizm, diğeri sosyalist dayanışma yoluyla - aşmaya çalışmıştır. Her ikisinin de çökmesi uzun 
sürmemiştir. 
İkinci Dünya Savaşı’nın küllerinden doğan Birleşmiş Milletler, Milletler Cemiyeti ’nden ders almış ve kolektif güvenlik yanılsamalarından kurtulmuştur. 
Başka bir tanıdık kavram üzerine - saldırıya uğrayanlar için göğüs gerecek ve yerleşik kuralları ihlal edenleri cezalandıracak büyük güçlerin “ittifakı” üzerine - tasarlanmıştır. 
Bir ittifak, tanımı gereği, fikir birliği ile yürütülür. Bu aynı zamanda herhangi bir ittifakın önemli bir zayıflığıdır. İkinci Dünya Savaşı’nı kazanan ittifak hemen ardından dağılınca BM Güvenlik Konseyi’ni bir ittifak olarak sürdürmek zorlaşmıştır. Müttefikler rakiplere dönüşmüştür. 
Vaşington ve Moskova, Soğuk Savaş sırasında BMGK’da herhangi bir konu hakkında nadiren mutabık kalmıştır. Rekabetçi çok taraflılık yaklaşımları bu 
iki gücün kurduğu rakip kurumlara da yansımıştır. 

Rekabetçi Çok Taraflılığa Doğru 

Avrupa iki yıkıcı savaştan sonra işbirliğine dayalı bir güvenlik düzeni beklentisi içinde olduysa da ABD liderliğindeki Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü ve Sovyet destekli Varşova Paktı anlaşmazlığa girdiği için elde ettiği tek şey bölgenin 
yeniden askerileştirilmesi olmuştur. 

Rekabet sadece güvenlik kurumlarıyla sınırlı kalmamıştır. Ekonomik cepheye doğru genişlemiştir. 
ABD, Bretton Woods kurumlarını ve Ticaret ve Tarifeler Genel Anlaşması’nı oluşturmuştur. Sovyetler ise sosyalist milletler için Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi’ni kurmuştur. ABD-Sovyet rekabeti kurumların ötesinde, insan toplumlarının mümkün olan en iyi düzenine ilişkin çok farklı felsefi varsayımlara dayanmaktadır. 

BM rekabetçi çok taraflılığın ortasında birbirine karşı siyasi puanlar kazanılan bir alan haline gelmiştir. BM yalnızca iki bloktan biri yıkıldığında kurucularının vaadini 
yerine getirmek için hazır görünmüştür. Batı ile entegrasyon konusunda hevesli olan Rusya işbirliğine açık hale gelmiştir. Yıkıcı iç çatışmalardan çıkan Çin, Birleşmiş Milletler’de dikkat çekmeme eğiliminde olmuştur. 

Zafer kazanmış olan Batı 1990’larda BM sistemi için kökten yeni bir gündem geliştirmeyi gözetmiştir. Atlantik’teki liberal enternasyonalistler BM’yi büyük güçler ittifakından sözde başarısız devletlerin içişleri de dahil olmak üzere herhangi bir yerdeki herhangi bir sorunu çözecek uluslar üstü bir organizasyona dönüştürmek istemiştir. 

Ekonomik cephede, Rusya ve Çin’deki kapitalizme kayış Batı’nın kalkınma modeline daha fazla meydan okuma olmadığı anlamına gelmekteydi. Amerika ve Avrupa, Çin ve Rusya pazarlarına genişlemeye ve bunları Batılı ekonomik 
düzene entegre etmeye odaklanmıştı. Dijital alandaki yeni teknolojik gelişmeler, özgürlüklerin sınırsızca yaşandığı ve sınırların olmadığı bir dünyaya ve yeni koşullara uyum sağlamaktan başka seçeneği olmayan devletlerin rolünün 
istikrarlı bir şekilde azalmasına yönelik umutları artırmıştır. 

Bununla birlikte, uluslar üstü bir dünyaya ilişkin hayaller 20. yüzyılda son bulmuştur. ABD, 21. yüzyılın ilk on yılında takip ettiği tek taraflılık ile öne geçerken, özellikle Rusya ve Çin olmak üzere diğer güçler ve yeri geldiğinde Avrupa kıvranmaya başlamıştır. Rusya Batı ile entegrasyon umutlarını azalttığı, Çin ise iç siyasi düzenini ABD’nin dış müdahalelerinden korumak konusunda her zamankinden daha kararlı hale geldiği için büyük güçler arasındaki fay hatları yeniden ortaya çıkmaya başlamıştır. Her ikisi de dünyadaki öz kaynaklarını ABD’ye bırakmakta isteksiz olmuştur ve mevcut çok taraflı kurumlarda 
el ele vermiş ve kendi kurumlarını kurmuşlardır. ABD, Rusya ve Çin arasındaki farklılıklar 2010’larda tam anlamıyla gerginliklere dönüşmüş, BMGK’nın bir ittifak ya da kolektif bir güvenlik sistemi olarak hareket etmesi zorlaşmıştır. 

Çin’in ticari alanda yükselişi ve ABD ile artan ticaret fazlası ABD’de ters bir siyasi etki yaratmıştır. Çin’in küresel ticaret sistemiyle kendi lehine oynadığı iddiası ABD’de güç kazanmıştır. Bu algı, Pekin’in Asya’daki Amerikan ittifaklarını 
baltaladığına ve ABD’nin küresel önceliğini tehdit ettiğine yönelik Vaşington’da ortaya çıkan korkularla birleşmiştir. 
1990’larda ortaya çıkan işbirliğine dayalı çok taraflılığın koşulları uzun zaman önce değişmiştir. Bunun yerine, rekabetçi çok taraflılığa çanak tutacak güçlü şartlar ortaya çıkmıştır. Rusya ve Çin, BRICS forumunu Amerika’nın tek kutuplu cazibesini köreltmek için desteklemiştir. Ayrıca, Amerikan hegemonyasının Avrasya üzerinde yayılmasını önlemek amacıyla Şanghay İşbirliği Örgütü’nü de ortaklaşa desteklemişlerdir. Rusya, eski Sovyet Cumhuriyetlerini tek bir çatıda toplamak için kendi Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nü kurmuştur. 

Rekabetçi Çok Taraflılığa Doğru 

ABD ise, dört büyük Asya demokrasisini (ABD, Hindistan, Japonya ve Avustralya) bir araya getiren “Dörtlü Güvenlik Diyaloğu” (Quad) gibi yeni mekanizmalar 
geliştirmektedir. Trump NATO müttefikleriyle askeri ittifakın eşit paylaşılmayan yükü üzerine tartışırken, Avrupalılar “stratejik özerklik”ten bahsetmekte ve AB şemsiyesi altında güvenlik işbirliğini artırmaya çalışmaktadır. 

Çin, yeni çok taraflı mekanizmalar inşa etme konusunda daha başarılı olmuştur. Ruslar siyasete odaklanırken, Çinliler bugün Pekin’e önemli bir stratejik fayda sağlayan ekonomi üzerinde yoğunlaşmıştır. BRICS’in Yeni Kalkınma Bankası 
Şangay’da bulunmaktadır. Asya Altyapı Kalkınma Bankası ise Pekin’dedir. Çin’in devasa Kuşak ve Yol Girişimi muhtemelen Bretton Woods Kurumları ve BM sistemi dışındaki tek büyük ekonomik yapıdır. 

Tek taraflılık ve çok taraflılık arasındaki denge hakkında kendi içinde çatışan ABD egemen çevreleri, şimdi Çin’in mevcut uluslararası kurumlardaki konumunu hızla 
güçlendirdiğini ve bunların dışında yeni mekanizmalar inşa ettiğini fark etmiştir. Vaşington’da bazıları DSÖ’ye bir alternatif oluşturmaktan bahsederken, Pekin adıgeçen BM Ajansı’ndaki artan etkisini gözler önüne sermekte ve yeni bir girişim olan 

“Küresel Sağlık İpek Yolu”nu geliştirmektedir. 

Vaşington geriye çekilirken, DTÖ, DSÖ, NAFTA ve NATO gibi eski kurumların kurallarını yeniden düzenleme gücüne hala sahip olduğuna inanmaktadır. Ancak bunun garantisi yoktur. Çünkü Çin kaynaklı güvenlik tehditleri ve Pekin ile ekonomik ayrışmanın faydaları konusunda ABD siyasi sistemi içinde derin bölünmeler mevcuttur. 

Bununla birlikte, dünya çok taraflı kurumları şekillendirmek için yoğun bir rekabet dönemine girmektedir. 

Ancak ABD, Çin’i Sovyetler Birliği’nden çok daha çetin bir sınama olarak görecektir. Pekin, dünyanın ikinci büyük ekonomisini yönetmektedir. Batı’daki bölünmelerden faydalanma konusunda Sovyet Rusya’dan daha etkili olmuş, 
Batı dışındaki dünyanın büyük bölümünde nüfuz elde etmekte başarılı olmuştur. Artan Çin-ABD rekabeti, diğer milletler üzerinde kesinlikle bir baskı oluşturmakta, ancak aynı zamanda orta güçteki ülkelerin çok taraflı kurumlardaki kararları etkileyebilmeleri nin önünü açma kapasitesine de sahip görünmektedir. 


***