8 Ocak 2021 Cuma

Soykırım Propagandası ve karşı Strateji.,

Soykırım Propagandası ve karşı Strateji.,






Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
26 Aralık 2011

 


   Fransa’nın Ermenileri memnun eden  “ Soykırımı reddedenlere ceza verilmesi” ile ilgili yasa tasarısı aslında hiç yeni bir olay değil. 
Ermeni iddialarını gündeme getirmek hatta geliştirmek konusunda Fransa hep baş rolde olmuştur. 
Şaşırtıcı olan Fransa’nın yaptıkları değil, bizim bu güne kadar hep savunma pozisyonunda kalıp,  gerçekleri dünya kamuoyuna anlatma ve Fransa’yı ölçülü olmaya zorlama yolunda kayda değer bir adım atmamış olmamızdır.Cumhuriyet Türkiye’si, Ermeni Dosyası’nın yeniden açılması ve yapay bir “Ermeni Sorunu” yaratılma çabaları ile 1973-1984 arası dönemde ilk kez karşılaşmış ve o dönem boyunca siyasî/diplomatik planda ağır baskı ve hakaretlere maruz kalmasının yanında, Batı ülkelerinde gerçekleştirilen Ermeni terör eylemlerinden ötürü kırkın üzerinde diplomat ve görevlisini şehit vermiştir.Bu terör eylemleri her türlü siyasî ve maddî desteğini Batılı ülkelerden sağlamıştır. 

     Sonuçta Fransa’da Orly Katliamı’nda olduğu gibi Türklerin yanı sıra Fransızların da hayatına mal olmuştur. 

Ancak bu tehlikeli gelişme üzerine, facia sonrası Fransa ciddî bir soruşturma yürütmüş ve failleri yakalayıp adalete teslim etmiştir. 

Sadece Türklerin can verdiği eylemlerin failleri ise bugüne kadar yakalanmamış tır. 21. Yüzyılın eşiğinde birtakım devletlerin tarihten düşmanlık çıkarmaya kalkışmaları, eski defterleri açmaya ve siyasal bir suçlamayla yargıç rolüne sıvanmaları “Ermeni Davası” bağlamında buz dağının sadece bir ucudur, ama anahtar parçasıdır. Bunun ardından Türkiye’nin isterse Osmanlı İmparatorluğunun kimliğinde olsun, Uluslararası mahkemede yargılanması, tazminata mahkûm edilmesi, Ermenilerin Türkiye’ye geri kabulünün dayatılması, toprak istenmesi gibi bir dizi talep gelecektir.

     Bu taleplerin anlamsızlığı veya talep edenler açısından gerçekleşme şansının çok zayıf olması hiç önemli değildir. Çünkü olay, belirtilen hedeflerin gerçekleşmesinden ziyade, Türkiye’nin böyle bir yıpratılma savaşına tutulması, sürekli bir siyasi, psikolojik baskı altında bulundurulmasıdır.“Sorunu tarihçilere bırakalım” önerisi sâfiyâne bir dilektir. Olay, akademik bir tarih tartışması değil, düpedüz stratejik bir siyasî çatışmanın güya meşruiyet zemininin döşenmesidir. Başka halklara gözdağı verilmesidir. Türkiye’nin buna benzer başka sorunlarla, 
Haçlı Savaşı’nın başka cepheleriyle sürekli baskı altında tutulması, yıpratılmasıdır. Hükümetlerinin tavrı ne olursa olsun Avrupa’daki devletlerin vatandaşları bugün hâlâ 19. yüzyılın zihniyetiyle çatışmalar çıkartılmasına, tarihten husumet üretilmesine, makyaj değiştirme de olsa ırkçılığa, kültür ayrımcılığına karşı olup bunun kendilerine de zarar vereceğinin bilincindedirler.

    Ancak ne yazık ki özellikle Batı Avrupa’da siyasete egemen olan zihniyet hâlâ ve yine o eski kafadır. 

Kısacası, Türkiye’nin konuyu sadece “Ermeni Soykırımı Dosyası” çerçevesi içinde görmesi çok büyük yanlış olur. 

Olayı tarihî ve stratejik perspektifine oturtması gerekir. Bu “modern haçlıları” ancak içlerinden bölerek, dışlarından kuşatarak ve güya yüce davalar adına ama özünde “Kültürler Çatışması” , temelinde yeni bir düşmanlık stratejisi geliştirdiklerini açığa vurup, maskelerini düşürerek yenebiliriz. Fransa’nın Türkiye’ye yönelik tutumu ile ilgili olarak Orta Doğu bölgesindeki emelleri, iç politik gelişmeleri ve daha başka hedefleri ile ilgili kapsamlı değerlendirmeler yapılabilir. Ancak Türkiye’yi yıpratmaya çalışan, hasmane amaçları olan ne tek ne de son ülke Fransa değildir. 

Bunu gayet iyi biliyoruz.Gerek Fransa’nın bu son girişimi,  gerekse stratejik müttefikimiz (!) ABD başta olmak üzere diğer ülkelerden yediğimiz darbeler şunu göstermektedir: Türkiye toparlanmaya ve yalan tezlerle kendisini mahkûm etmek isteyenlerin üstüne gitmeye mecburdur. 

Sahte dostluklara metelik vermemeli, tavşan gibi çalı dibine sığınan siyaset üslubunu terk edip kaplan gibi gürlemeli dir. 
Strateji iki ana noktada odaklanmalı dır. Bu noktaların biri, Ermeni iddialarının yanlışlığını ve bunların doğrularını iç ve dış kamuoyuna anlatmak şeklinde olmalı; 
ikincisi ise Türk milletinin gerçek mağdur olduğunun belgelerle dünyaya anlatılması ve bu konuda siyaset kurumunun âdeta “davacı” olmasının sağlanmasıdır. 

Kaynak Yeniçağ: Soykırım propagandası ve karşı strateji - 
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/soykirim-propagandasi-ve-karsi-strateji-21037yy.htm

***

Tasavvuf düşüncesi ve Devlet idaresi.,

Tasavvuf düşüncesi ve Devlet idaresi.,





Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com 
9 Aralık 2011

Tasavvuf, insanoğlunun evrendeki yerini sorgulaması ve kendi gerçeğini arama, idrâk etme gayretidir. 
Bu gayretin öncüleri Velilerdir. 
17 Aralık gecesi hatimler, fatihâlar, ilahiler ve semâ ile Hakka yürüme gününü yad ettiğimiz, Hz. Mevlânâ bu yolun öncülerinden, müstesna 
bir şahsiyettir. Yaşayışı, eserleri, dergâhı ve O’nu takip edenlerin örnek üsluplarıyla dünyaya, özellikle vatan coğrafyamızın güzel insanlarına; 
Benlik vehminin  felâket olduğunu öğretmeye gayret etmiştir.“Benlik Vehmi” kavramını biraz açalım. 
Koca Gönüllü Yunus Emre’miz,
  “Bir ben vardır. Benden içeru” diyor. 
    Asıl olan birinci Ben’i Yaradan’ın sırrı olan ikinci Ben’e terk etmektir. 
Yine Hak âşığının: “Ben Ben’i terk eyledim. 
Gördüm ki ağyâr kalmamış” deyişinde birliğin, tevhidin sırlı söylenişi vardır.Hz. Mevlâna bu yolda yalnız değildir. 
    Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, diğer Hak erenlerle 13. Yüzyılın siyasi ve sosyal çalkantıları içinde boğulan Anadolu’ya kurtuluş rahmeti olmuştur.  
Nefsin eğitimi Tasavvuf’ta, daha doğrusu gerçek anlamda “insan” olmada ağırlıklı olan aşamadır. Nefsin eğitiminde önce âdem olarak bu 
dünyaya gelen varlığımızın insan olarak dönmesini sağlayacak eğitim verilir. İnsan bu dünyadaki zaaflarını aşabildiği ölçüde insan olur. 
Kendi kendisiyle hesaplaşmaya giren ve ilahi ölçüde Yaradan’a teslim olan insan artık kendini aşmanın güzelliğini, saadetini yaşamaya 
başlamıştır.Kendisini aşan insan kendi vücud-u memleketinde hükümdardır. Her türlü zayıflığın üstündedir.Tarihimiz, tasavvufun insan olma 
üslûbunun saygı gördüğü devirlerde kendini aşan insanlar yetiştirdiğimizi gösteriyor. Bunların yokluğu, bu eğitimin ihmali bizi neredeyse  
kendine tapan insanların eline bırakıyor. Devletimiz güç kaybediyor. İnsanımız kahroluyor.Kendini aşan insan kavgaların, ihtilâfların adamı değildir. 
    O ayıp gören gözlerini, ayıp duyan kulaklarını kapatmıştır. Bu yolda gelişirken, “gıybet etmemek, kimsenin ayıbını görüp söylememek ve 
hakikatle mağlup olmayı zevk bilmek” temel esaslar olarak yerleşir.İslamdan önceki hayatımıza yön veren dini değerlerimizin, coğrafyanın 
enginliği içinde milletimize verdiği güzellikler, Oğuz Han’da en kemalli örneğini vermiştir. Çin hazırlıksız yakaladığı Oğuzlara saldırmak için bahane 
arıyordu. Hakanın sevgili atını istediler, verdi. Arkadan hatununu istediler, gönderdi. Hatun yolda zehir içerek intihar etti. Bu defa kıraç, çorak bir 
araziyi istediler. Oğuz Han  “hayır” dedi. Ve savaş düzeni aldı. “At benimdi, hatun benimdi verdim. Ama toprak benim değil, devletimindir. 
Gerekirse ölürüm ama vatan toprağını vermem” dedi. İşte bu olayla kendini aşmış adamın muhteşem örneği Oğuz Han’dır. Geçmişimize her 
türlü peşin hükmü bir tarafa bırakarak bakarsak; sorumluluk mevkiindeki bütün insanlarda ehliyetten sonra aranması gereken meziyet kendisini 
aşmış olgunlukta olup olmadığıdır.1683 II. Viyana Muhasarası tenkide tahammülü olmayan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa yüzünden felâketle 
sonuçlanmıştır. Koca İbrahim Paşa’nın Harp Meclisi’nde söylediklerine; “Sen atehlemişsin” diye hakaretle karşı çıkacağına, anlayıp uygulasaydı, 
tarih başka türlü yazılacaktı.Dâhi bir asker olan Sultan Yıldırım Bayazıd, Hakan Timur’a küfreden mektuplar göndereceğine siyasi ve askeri 
manevralarla oyalayıp yorsaydı, Çin seferine geç kalan Timur, Anadolu’dan çekilip gidecekti.1402 Çubuk Savaşı, Osmanlı Devleti’ne çok ağır 
kayıplar verdirtti. Tarihçilerimize göre İstanbul’un fethi bu yüzden 75 yıl gecikti.İttihat Terakki üçlüsü Talat, Enver, Cemal beylerin Sadrazam 
Sait Halim Paşa’nın konağında I. Cihan Harbi’ne girme kararı almaları, parti meclisine bile haber vermeden 5,5 milyon kilometre kare vatanı 
ateşe atmaları anlaşılır iş midir?Tıpkı Mithat Paşa’nın, 93 Harbi’ne devleti sokmasındaki idrak ve izan noksanlığını açıklamada zorlandığımız gibi.  
Harbiye Nazırı Başkomutan Enver Paşa Erzurum Köprüköy’e III. Ordu karargâhına geldi. III. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan İzzet Paşa’ydı. 
Enver Beyin de hocasıydı. Enver Paşa masanın üstüne Sarıkamış Planını açtı. Tasarladığı taarruz planını anlattı. 
Hasan İzzet Paşa  “Planınız kâğıt üstünde mükemmel, ancak iklim şartları düşünülmemiş. 
Askerin yarısı çarık giyiyor, yarısı da takunya. 
Geceleri burada hava (-50) dereceye kadar düşebiliyor” diyerek açıklamasını sürdürürken, Enver Paşa kükredi; “Sen bunamışsın. 
Azlediyorum. 
Ordu komutanlığını da uhdeme alıyorum”  diyerek hocası olan komutanı üstelik aşağılayarak görevden aldı.  
O gece taarruza geçildi. 80 bin vatan evladı Allah-u Ekber dağlarında donarak öldü. Duygularımızı bir kenara bırakarak aklımızla düşünelim. 
Viyana’da ve Sarıkamış’ta yetki; kendini aşmış, tenkide açık yöneticilerde olsaydı bu kadar tükenir, bu kadar acı çeker miydik?  
    Şeb-i Arus’un yıldönümü ile ayrı bir anlam kazanan bu günlerde hep birlikte önce kendimiz, sonra ülkeyi yönetenler için dua edelim: 
“Yaradan hepimize kendimizi aşmayı nasip etsin.” 

Kaynak Yeniçağ: Tasavvuf düşüncesi ve devlet idaresi - Agah Oktay GÜNER 

Mevlana Haftası.,

Mevlana Haftası.,




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
12 Aralık 2011

 

   Hz. Mevlânâ’nın türbesini yılda iki milyona yakın insan ziyaret ediyor. ABD’de, Avrupa ülkelerinde Mevlânâ Enstitüleri açılıyor. Bunların sayısı 24’ü geçmiş. ABD’de Semâ öğreten 17 okul açılmış. Maddede boğulan insanlar ruhlarına yol arıyorlar. Yemek, içmek, zevk almak, sahip olmak, daha, daha çok isteyerek insanoğlu kendi nefsine tapar oldu. Aklı bu gidişe, “Tüketim toplumu”na “hayır!” dese de dinleyen yok! Ruhu, nefsin ve aklın ördüğü duvarların arkasında çaresiz bekliyor. Bu bekleyiş bizde güzel bir sesten dinlediğimiz musiki ile sevince dönüyor. Himmetleri var olsun evliya türbelerini ziyaret içimizi ısıtıyor. Gönlümüzü saadet ışıklarıyla yıkıyor. Bu gönül sultanları vatan toprağımızın dört temel direği; Hacı Bektaş Veli, Hz. Mevlânâ, Hacı Bayram Veli, Hacı Şaban Veli’nın himmetleriyle bizi güçlü, huzurlu, sorumlu insanlar kılıyor. Ve daha nicesi... İstanbul’dan, Edirne’den Erzurum’a, Diyrbakır’a, İskenderun’a, Kayseri’ye, Trabzon’a uzanan her köşe bir evliyanın şahsiyetiyle verdiği Nurla aydınlanıyor. Yunus Emre seher yeli gibi her dem ılgıt ılgıt sevgi taşıyor.“Sevelim, sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz” deyişiyle gönüllere ümit taşıyor, muhabbet ekiyor. Bu ümidin, muhabbet ve hoşgörü dolu gönülün abidesi “Gel, gel yine gel, bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir...” diye seslenen Mevlânâ Hazretlerini bu hafta saygı, sevgi, dua dolu gönüllerle yad ediyoruz. Allah’ın düzeninde ümitsizlik yoktur. Af, merhamet, ebedî diriliş ve bitmeyen rahmet O’nundur. Hz. Mevlânâ bu yolda abide eserler bırakmıştır. Mesnevi 26 bin beyitle bir şaheserdir. Pek çok dile tercüme edilmiştir. Divân-ı Kebir, Fihi Mâfih, Mecâlis-i Seb’a, Mektubât milli ve islâmi kültür dünyamızın iftiharlarıdır.O, kendisini keşfedip tanıyıp kendisinde bulunan cevheri hissettikten sonra; Hak sevgisini insan sevgisi ile birleştirdi. Mevlânâ’da insan sevgisi sonsuzdur. Eski Yunan ve Lâtin şairlerinden, batının klâsik şairlerine kadar hiç birisinde O’nun çapında insan sevgisi görülmemiştir.Hz. Mevlânâ’ya göre insan kendi cevherini idrâk edince, o cevhere layık bir varlık olmaya çalışacaktır. İnsanlığını bulacaktır. Böylece Allah’a duyacağımız sevgi, bizdeki bütün kötü huyları yok edecek, bizi manen arındırıp yüceltecektir. Nereden geldiğimizi, aslımızın ne olduğunu idrâk etmemiz bizi kötülüklerden kurtaracaktır.  

Nerede olursak olalım Allah’ın bizimle beraber bulunduğunu hissetmek, yaşadığımız her an O’nunla birlikte olduğumuzun idrâki içinde olmak bir mümin için en büyük mutluluktur.“Sonunda biz bildik ve anladık ki, biz şu görünen tenden ibaret değiliz. Biz bu tenin ötesinde Allah’la beraber yaşıyoruz.” (Mesnevi cilt V, beyit 3340)Mevlânâ eserlerinin özünde aşkı ifade eder. O’nun bahsettiği aşk; Hakk’a karşı duyulan ilahi aşktır. Allah’a duyulan sevgidir. Mesnevi (cilt II, beyit 971) de şöyle buyuruyor; “Aşk kimseye niyâzı ve ihtiyacı olmayan Allahın sıfatlarındandır. O’ndan başkasına âşık olmak mecâzidir. Gelip geçici bir hevestir.”İnsanlar nefs, akıl, ruh ve gönül dengesiyle huzur bulur. Hem kendisine, hem çevresine saadet taşır. Toplumumuz ne yazık ki huzursuz, öfkeli ve kavgacı bir yapıdadır. Hak erenlerin bizlere anlattığı, öğrettiği yaşayış bu değil... 
   TBMM Genel Kurulu’ndan yansıyan kavga ve şiddet görüntüleri utandırıyor. Son yıllarda dehşet verici biçimde artan kadınlarımıza, çocuklarımıza yönelik şiddeti dile getirecek kelime bulamıyorum. 
    Ya Hayvanlara yapılanlar tek kelimeyle vahşet! Oysa Allah’ı sevmek önce O’nun yarattığı her şeyi sevmek ve saygı duymaktır. 
Bunu asla unutmamamız gerekir. Mademki yerdeki karınca, daldaki çiçek, diken, ormandaki kurt... hepsi Allah’ın eseriyse onlara vahşice davranmak, katletmek bizim ne haddimize! Hz. Mevlânâ göçtükten sonra bir ikinci ölüm sevenleri ve aileyi gözyaşlarına boğdu. 
   Kedisi Hz. Mevlânâ’nın vefatından sonra bir şey yemedi, içmedi. 
Ancak yedi gün yaşayabildi. 
Kızı Melike Hatun o vefalı kediyi kefenledi, ağlaya ağlaya türbe civarına gömdü. Helva pişirip Mevlânâ’yı sevenlere dağıttı. 
Eflaki’nin yazdığına göre; Hz.Mevlânâ’nın vefatından kısa süre önce bu kedi, Hazretin önüne gelip hazin bir şekilde miyavlamış.   
Hz. Pir gülümseyerek: “Bu zavallı kedi ne dedi biliyor musunuz? 
Bugünlerde siz selametle yükseklere, vatanınıza gideceksiniz. Ben zavallı ne yapacağım, dedi” buyurmuş. İnsanları, hayvanları tüm doğayı kucaklayalım. 
  Varlığı taş, toprak, bitki, hayvan ve insan ayırımı yapmadan kucaklayalım. Suçları kesinleşmemiş insanları yıllarca hapishane duvarlarının arkasında çürütmeyelim. İnsanları daha hızlı işleyen bir adalet sistemiyle daha kısa sürede hakim karşısına çıkaralım. Tabii hakimlerimize de hızlı çalışmalarını mümkün kılacak imkanları sağlayalım.  Evet, sade bir hafta değil, her dem O’nun ve O’nların ahlakıyla ahlaklanalım. 
   Konya sokaklarını dev binalar işgal ederken biz idrakimizi Allah sevgisiyle dolduralım.Şemsler, Mevlânâlar göçer ama eserleri, düşünceleri, beyanları hep bâkîdir. 

Kaynak Yeniçağ: Mevlana haftası - Agah Oktay GÜNER 

Çadırda Yananlar.,

Çadırda Yananlar.,





Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
05 Aralık 2011




   Van’da artçı ve yeni depremler devam ediyor. 
   Kırk yıl önce şarkın Paris’i denilen bu güzel ilimiz şimdi yaralıdır, hicranlıdır, hüzünlüdür. Ama yarınlarda daha da güzel olacaktır. 
Bu millet acıyı, elemi koşarak bölüşür. Van depreminde de böyle oldu. 
Memleket sel gibi Van’a yardım olarak aktı. Önce kurtarma ekipleri, sonra yiyecek, giyecek ve diğer malzemeler.  
   Ancak, ihmallerimiz yüzünden devamlı yıkıldık. Aslında yıkılan hükümetin yönetim zihniyetiydi. 
Ne yazık ki yöneticilerin hatalarını, zafiyetlerini milletçe çok pahalı ödüyoruz. 
Hükümet devlet idaresinin kural ve kaidelerini çok küçük görüyor. Merkezi hükümet teşkilatının taşrada temsilcisi olan valiler aynı zamanda devleti temsil eder. Vali kamu görevlisidir ve devletin gücünün de temsilcisidir. Kamu görevlerinde işbirliğini (koordinasyonu) sağlayan otorite valilik makamı idi.AKP Hükümetleri valilerin yetkilerinin büyük bölümünü aldı. Bir kısmını belediyelere, bir kısmını özel idarelere devretti. Valiler Nasrettin Hoca’nın leyleğine döndü. Hikayeyi biliyorsunuz; “ Sevgili Hocamız leyleği yakalamış ve elindeki makasla önce gagasını, sonra ayaklarını kesmiş, arkadan kuyruğunu da kısaltmış ve iki adım gerileyip leyleğe - Bak şimdi kuşa döndün - demiş.” 
   Onun gibi sevgi dolu, Veli meşrep bir şahsiyet leyleği kuş yapacağım diye keser doğrar mı?   
   Elbette hayır! Hocamız muhtemelen leyleği şöyle kesersem ne güzel kuş olur demiştir. Bu espri zamanla makasla düzenlemeye dönmüştür.
Valilerimizin ve merkezi hükümetin diğer taşra teşkilatının yetkileri budanarak getirildikleri güçsüz hali Van’da acı bir biçimde yaşadık yaşıyoruz. 
Hükümetin açtığı diğer bir kanayan yara; sadakatin ehliyetin önüne alınmasının yarattığı problemler, gecikmeler, ihmallerdir.

  Rahatsızlığı sebebiyle Sayın Başbakan’a acil şifalar diliyorum. Temennim, şu  “Van Depremi Tablosu” nu önüne koyup bir muhasebe yapmasıdır. 
“Acaba biz nerde yanlış yaptık?” derse kurtuluşun ışıklarını görecektir.Türkiye’nin diğer ülkelerin uğradıkları felaketlerde duyarlılık göstermesi, çadır göndermesi güzeldir. Ancak yurdumuzdaki fay hatları ortada. Deprem olması beklenen yerler biliniyor. Bu ihtimal her zaman var. 
Öyleyse insan önce kendi insanının muhtemel çadır ihtiyacını düşünüp ona göre tedbir almaz mı? Ayrıca, yanmayan, kolay kolay devrilmeyen sağlam çadırlar üretildiğini tv’lerde gördük. Bu çadırlar varken neden hâlâ yanan, sağlam olmayan çadırlar stoklanıyor?Yardım malzemelerinin bulunduğu depolar neden, nasıl yanar? PKK’nın alev sıkan kini niçin unutulur? Hepsini ve daha nicesinin hatalarını bir kenara koyun, yangın çıkan çadırlarda yanarak ölen çoğu çocuk vatandaşlarımızın vebâlini nasıl ödeyeceğiz? Sayın Başbakan “Başlangıçta yardımları kabul etmedik, 
kendi gücümüzü test edelim” dedik diyen  sayın bakanlara, tayin ettiği vali, müsteşar ve diğer devlet memurlarına, listesine koyup mebus yaptıklarına şu hasta günlerinde bir baksın. Sadece partisinin oyunu arttırmak siyasi başarı değildir. Asıl başarı yönetim kadrolarındaki akılsız ve ehliyetsizleri temizlemektir.  

    Hele “İstiklâl Harbi olmamıştır. Şehitler yalandır” diyen üstün zekâlıları, Türk’e, Türk Tarihi’ne düşmanlıkla şahsiyet olmaya çalışan akıl fukaralarını görmenin zamanıdır diyorum. Unutmayalım, “Allah yok etmek istediği insanın önce aklını alır!” 

Kaynak Yeniçağ: Çadırda yananlar - Agah Oktay GÜNER 


***

DAĞLIK KARABAĞ UYUŞMAZLIĞINDA SELF-DETERMİNASYON TEZLERİNİN GÖRECELİĞİ BÖLÜM 4

DAĞLIK KARABAĞ UYUŞMAZLIĞINDA SELF-DETERMİNASYON TEZLERİNİN GÖRECELİĞİ BÖLÜM 4



Dağlık Karabağ Uyuşmazlığı, Self-Determinasyon, Tezlerinin Göreceliği, Av. Dr. Deniz AKÇAY, Hocalı Katliamı, Birleşmiş Milletler Üyeliği, Güvenlik Konseyi Kararları, Minsk Grubu,


Ermenistan’ın Dağlık Karabağ Üzerindeki Siyasal Nüfuzu 

Bu başlık altında AİHM, özellikle, Dağlık Karabağ kökenli Ermenistan devlet başkanlarını sıralamakta, ayrıca, başvuranların da Dağlık Karabağ’da 
Ermenistan hukukunun uygulandığına ilişkin ifadelerine de dikkat çekmektedir.53 
Ermenistan’ın Dağlık Karabağ Üzerindeki Ekonomik Nüfuzu AİHM kararındaki verilerden Dağlık Karabağ’ın iktisadi bakımdan tamamen Ermenistan ve ayrıca, üçüncü ülkeler ve bu ülkelerde yaşayan Ermenilerden gelen yardımlar ve özellikle ABD kaynaklı fonlardan sağlanan yardımlarla “varlığını” sürdürebildiği anlaşılmaktadır.54 
AİHM, sonuçta, başvuranların mülkiyet haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Ancak, Chiragovkararının önemi, başvuranların mülkiyet haklarının ihlal edildiğinin saptanmış olmasının çok ötesindedir: Karar, Ermenistan’ın Azerbaycan’a ait bir bölgede, devletler hukuku açısından “müdahale” niteliğini taşıyan siyasi, ekonomik ve özellikle, geniş çapta askerî faaliyetlerde bulunduğunu ortaya koymaktadır.55 

Self-determinasyon Tezleri Açısından Chiragov Kararının Önemi Chiragovkararı, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki askerî, siyasi ve ekonomik faaliyetleri nin bu bölgenin self-determinasyon, diğer bir deyişle, “kendi kaderini tayin etmek” durumunda olmadığını ortaya koymaktadır. Yabancı bir devletin, bölgenin, özellikle askerî bakımdan, kamusal alanının tamamını kapsayan müdahaleleri karşısında, self-determinasyon tezlerinin inandırıcı olamayacağı açıktır. 
Ermenistan’ın bölgedeki çok yönlü müdahale ve faaliyetleri, Dağlık Karabağ’ın “gerçek” bir self-determinasyonu üstlenecek ve yürütecek bir durumda olmadığını kanıtlamaktadır. Diğer bir deyişle “bölge”, bir selfdeterminasyon süjesi olmasını sağlayacak güçlü ve özgün bir iradeden yoksundur. 
Öte yandan, AİHM’nin Portekizli üyesi Pinto de Albuquerque, selfdeterminasyon tezini desteklemek amacıyla Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’da insan haklarını yaygın biçimde ihlal ettiği ve bu bölgede, onarımcı (remedial) self-determinasyon tanınması gerektiği yolundaki “görüşlerinin” de AİHM kararında herhangi bir yansıması olmamıştır.56 

Chiragov kararı, Minsk Grubu’nun uzun yıllardan beri savunduğu self determinasyon ilkesinin, bölgede hâkim olan Ermenistan’ın askerî, siyasal ve 
ekonomik nüfuzu altında olması nedeniyle, organize edilip yürütülmesinin, hukuksal aykırılığının ötesinde, maddî açıdan da mümkün olmadığını ortaya 
koymaktadır. 
Chiragovkararının diğer önemli hukuksal katkısı da AİHM’nin, Portekizli yargıcın Dağlık Karabağ ile bağlantılı yaygın insan hakları ihlalleri işlendiğine ilişkin görüşlerine itibar etmemiş olmasıdır. 
Bu şekilde, Chiragov kararının, Dağlık Karabağ’la bağlantılı olabilecek yaygın insan hakları ihlallerine ilişkin iddiaların AİHM tarafından “paylaşılmamış” olması, bu bölgenin gelecekte BM Genel Kurulu’nun 2625(XV) sayılı Bildirisi’nin uygulama alanına girmesini ve bu çerçevede self-determinasyon iddialarının ortaya çıkmasını da önlemiş olduğu söylenebilir. 

SONUÇ 

2010’da, ilk bakışta, “optimist” bir araştırmacı, Dağlık Karabağ uyuşmazlığının çözüme kavuşturulmasına adım adım yaklaşıldığı başlıklı bir makale yayınlamış tı.57  Ancak makalenin içinde, Ermenistan’ın, Dağlık Karabağ’ın statüsü açıklığa kavuşmadığı sürece bölgeden çekilmeyeceğine dikkat çekmişti.58 

Öte yandan, Minsk Grubu, 1998’den itibaren, Dağlık Karabağ uyuşmazlığının self-determinasyon temelinde çözümlenmesi formülü üzerinde durmaktadır. 

Ancak, bu formül dört bakımdan Dağlık Karabağ uyuşmazlığı açısından savunulabilir sayılamaz. 

Birincisi ve en önemlisi, söz konusu uyuşmazlığın temelinde olan Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğunu, kademeli olarak onaylamış olan, 
SSCB’nin dağılmasına ilişkin Alma Ata Deklarasyonu, Azerbaycan’ın Birleşmiş Milletler’e üye olması aşamasında ve daha sonra BM Güvenlik Konseyi’nin 1993’te kabul ettiği ve uyuşmazlığın Azerbaycan’ın ülke bütünlüğü ve sınırlarının dokunulmazlığı temelinde çözümlenmesi gerektiğine ilişkin dört kararı ve aynı ilkeleri tekrarlayan ve doğrulayan BM Genel Kurulu’nun 2008 yılında aldığı karar, bölgenin, devletler hukuku açısından Azerbaycan’ın egemenliği ve ülke bütünlüğü alanında yer aldığını kesinlikle doğrulamaktadır. 

İkincisi, Dağlık Karabağ, sömürge kategorisinde bir ülke olmadığına göre, BM Genel Kurulu’nun bu tür “ülkelere” uygulanmak üzere kabul etmiş olduğu 
1514 (XVI) sayılı Bildiri açısından self-determinasyona tabi tutulması gereken bir ülke konumunda değildir. 

Üçüncüsü, Dağlık Karabağ’da yaygın insan hakları ihlalleri işlendiği “gerekçesiyle” BM Genel Kurulu’nun Dostane İlişkiler konusundaki 2625(XXV) sayılı Bildirisi’ndeki anlamında self-determinasyona tabi olmasına ilişkin iddiaların da gerek BM kararlarında, gerek AİHM’in Chiragov kararında yankı bulamamış olduğu açıktır. Bu nedenle bu bölge için herhangi bir “onarımcı” (remedial) self-determinasyonun uygulanması söz konusu olamaz. 

Dördüncüsü,  AİHM’nin Chiragov kararı, Dağlık Karabağ’ın fiiliyatta da self determinasyonu “bağımsız” bir süje olarak” talep edip gerçekleştirmesi nin mümkün olmadığını ayrıntılı biçimde ortaya koymuştur.
 
KAYNAKÇA 

Arangio Ruiz, Gaetano. “The United Nations Declaration on Friendly Relations and the System of the sources of International Law.” Sijtoff and Noordhoff, 
1979: 71
http://www.gaetanoarangioruiz.it/wp-content/uploads/2017/04/The_Concept_of_International_Law_and_the.pdf. 
Carley, Patricia. “Nagorno-Karabakh: Searching for a Solution.” A United States Institute of Peace, Roundtable Report No. 34. 1998: s.27. 
Crawford, James. The Creation of States in International Law. Oxford University Press: 2007. 
Crepet-Daigremont, Claire. “Conformité au droit international de la ddéclaration unilatérale d’indépendence relative au Kosovo.”CIJ, vol. 56. 
22 Haziran 2010: s.241. 
Van Dijk, Pieter. “The Implementation of the Final Act of Helsinki: The Creation of New Structures in the Involvement of the Existing Ones.” 
Michigan Journal of International Law, vol 10, 1989. 
Gassimov, Dilaver D. “Le conflıt arméno-azerbaidjanais: L’impuissance ou l’indifférence de la communauté internationale?.”Guerres Mondiales et 
Conflits Contemporainsno. 24,2014. 
Gürel, Şükrü S. “Karabağ Sorunu Üzerinde bir Not.”AÜSBF Dergisi,1992. 
Krüger, Heiko. Nagorno-Karabakh in Self-Determination and Secession in International Law, Edt. Christian Walter ve Kaavus Abushov. Oxford 
University Press, 2014. 
Lemaire, Félicien. “La libre détermination des peuples, la vision du constitutionnaliste.”Civitas Europa2014/No.32. 
Oeter, Stephan. “Secesion and the Role of the Security Coucil.”The ICJ,2012. 
Paust, Jordan. “Legal Aspects of the Final Act of Helsinki.” Law and contemporary Problems45 No:1. 
https://scholarship.law.duke.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=3646&context=lcp. 
Petithomme, Mathieu. “Etatisation et nationalisation du territoire contesté du Haut-Karabagh.”Vivre et évoluer sans reconnaissance internationaleRevue 
d’Etudes Comparatives Est-Ouest14, No.42. 2011: s. 23. 
Potier, Tim. “Nagorno-Karabakh: Ever Closer to Settlement: Step by Step.” OSCE Yearbook 2009. Baden :2010 
Prevost, Jean-François. “Observations sur la nature juridique de l’Acte Final d’Helsinki.”Annuaire Français de Droit International,1975. 
RICH, Roland. “The Collapse of Yugoslavia and Soviet Union.”EJIL vol 4 No. 1. 1993. 
Tuncel, Turgut Kerem. “Hukuki Açıdan Dağlık Karabağ Sorunu: Chiragov ve 
diğerleri v.Armenia.”Avrasya İncelemeleri Merkezi.2015. 
https://avim.org.tr/tr/Analiz/HUKUKI-ACIDAN-DAGLIK-KARABAGSORUNU-CHIRAGOV-VE-DIGERLERI-V-ERMENISTAN-DAVASI. 
Tuncel, Turgut Kerem. “Karabağ’da Yaşanan 4 Gün Savaşı’nın Kısa bir Değerlendirmesi.”Avrasya İncelemeleri Merkezi. 14 Nisan 2016. 
https://avim.org.tr/tr/Yorum/KARABAG-DA-YASANAN-4-GUNSAVASI-NIN-KISA-BIR-DEGERLENDIRMESI. 
Weller, Marc. “Settling Self-determination Conflicts, Recent Developments.” EJIL20, No 1, 2009. Uluslararası Yargı Kararları: 
Legal Consequences of the Separation from Mauritius in 1965, ICJ, Advisory Opinion of 21 Şubat 2019. 
Legal Consequences for States of the Continued Presence of South Africa in Namibia Notwithstanding Security Council Resolution (276), ICJ, 21 Haziran 1971. 
Western Sahara, Advisory Opinion ICJ Reports, 1975. 
Accordance with Internatial Law of the Unilateral Decleration of Independence in Respect of Kosovo,Advisony Opinion, ICJ Reports, 2010.. 
Chiragov v.Armenia, (GC) Application no.13216, 16 Haziran 2016. 


DİPNOTLAR;

1 “The Alma Ata-Declaration,” 21 Aralık 1991, ROP, 
 http://www.operationspaix.net/DATA/DOCUMENT/3825~v~Declaration_d_Alma-Ata.pdf. 
2 “..recognizing and respecting each other’s territorial integrity and the inviolability of the existing borders..”(The Alma Ata-Declaration,”ROP.) 
3 Uti possidetis kuralı geçmişte özellikle sömürgeler açısından uygulanmıştır. Son zamanlarda eski  Yugoslavya’nın dağılması sonucunda, ortaya 
   çıkan yeni devletler açısından Badinter Komisyonu tarafından uygulanmıştır. (“Commission Badinter”, Avis no.3Revue Générale de Droit International 
   Public, 1992: 268-269.) 
4 Bkz. Azerbaycan açısından 14 Şubat 1992 tarihli 742 sayılı karar (BM Genel Kurulu, “S/RES/742(1992),”United Nation Digital Library, 14 Şubat 1992, 
https://digitallibrary.un.org/record/137563.); Ermenistan açısından da ise 29 Ocak 1992 tarihli 735 sayılı karar (BM Genel Kurulu, “S/RES/735(1992),”United Nation Digital Library, 29 Ocak 1992, 
https://digitallibrary.un.org/record/136238.). 
5 Bkz. Azerbaycan açısından 2 Mart 1992 tarihli ve 46/230 sayılı BM Genel Kurul kararı; Ermenistan açısından ise 2 Mart 1992 tarihli ve 46/227 sayılı BM Genel Kurul kararı (BM Genel Kurulu,“Fortysix Session,”, 2 Mart 1992 
https://www.securitycouncilreport.org/atf/cf/%7B65BFCF9B-6D27-4E9C-8CD3-CF6E4FF96FF9 
%7D/UNMembers%20ARES%2046%20230.pdf. ) Bu kararlarda da görüldüğü gibi, BM Genel Kurulu, bu arada devam eden savaş ve Hocalı katliamından bir ay gibi çok kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen Ermenistan’ın üyeliğini tamamen teknik, usulen bir kararla kabul etmiştir. 
6 Soykırım olarak nitelemiş olan devletler: Azerbaycan, Meksika, Pakistan Kolombiya, Çek Cumhuriyeti, Bosna Hersek, Peru, Honduras, Sudan. Ayrıca ABD’nin Massachusetts, Texas, New Jersey, Arkansas, Oklahoma, Tennessee, Pennsylvania, Batı Virginia, Connecticut, Florida, Arizona, Utah Eyaletleri de Hocalı olaylarını katliam olarak nitelemiştir. (Kaynak: Wikipedia.) 
7 BM Güvenlik Konseyi, S/RES/822 (1993), 30 Nisan 1993,  http://unscr.com/en/resolutions/822. 
8 30 Nisan 1993 tarihli, 822 sayılı karar, 29 Temmuz 1993 tarihli 853 sayılı karar, 14 Ekim 1993 tarihli 877 sayılı karar, 12 Kasım 1993 tarihli ve 884 sayılı karar. 
9 “..the inviolability of international borders and the inadmissibility of the use of force for acquisition of territory..”  (BM Güvenlik Konseyi, S/RES/822 (1993), 12 Kasım 1993, 
    http://unscr.com/en/resolutions/884. ) 
10 Roland Rich, “Recognition of States: The Collapse of Yugoslavia and the Soviet Union,” EJIL4 No. 1, (1993): s. 63. 
11 “..legal status of Nagorno-Karabakh defined in an agreement based on self-determination which confers on Nagorno-Karabakh the highest degree 
    of self-rule within Azerbaijan..” AGİT Lizbon Belgesi, 1996, Annex 1, s. 15. 
12 AGİT Minsk Grubu, Madrid Belgesi, 2007. 
13 Peter van Dijk, “The implementation of the Final Act of Helsinki, The Creation of New Structures in the Involvement of Existing Ones.” Michigan Journal of International Law 10, 1989: s. 114. Bu değerlendirmesinde yazar, yeni normlardan değil, yeni yapılanmalardan söz etmektedir. 
14 AGİT Minsk Grubu, “Press Statement by the Co-Chairs of the OSCE Minsk Group on the Upcoming Meeting of President Aliyev and Prime Minister 
 Pashinyan,” AGİT Resmi Sayfası, 9 Mart 2019, 
    https://www.osce.org/minsk-group/413813. 
15 Pieter van Dijk, “The Implementation of the Final Act of Helsinki: The Creation of New Structures in the Involvement of Existing Ones,”Michigan Journal of International Law10, 1989: s.114. 
16 Jean-François Prevost, « Observations sur la Nature Juridique de l’Acte Final d’Helsinki, »AFDI, 1975. Özellikle bkz. s.139 ve150. 
17 Resmi olmayan çeviri için bkz.:“Minsk Group Proposal (Common State Deal)”, Kasım 1998,Nagorno-Karabakh: Documents, Resolutions and Agreements, 2014,
    https://www.legal-tools.org/doc/f2c2f3/pdf/. 
18 Kurulması önerilen yeni birim “a state territorial formation in the form of a Republic” olarak tanımlanmıştır. 
19 Orijinal metinde “This matter of territorial integrity must be brought together with national selfdetermination and self-government” şeklinde ifade 
    edilmektedir.(Patricia Carley, “Nagorno-Karabakh: Searching for a Solution,”A United States Institute of Peace, Roundtable Report, No. 34, 1998: s.27.) 
20 BM Genel Kurulu, “A/RES/62/243,” Birleşmiş Milletler Resmi İnternet Sitesi, 14 Mart 2008, 
     https://undocs.org/en/A/RES/62/243. 
21 AGİT Minsk Grubu, “Press Statement by the Co-Chairs of the OSCE Minsk Group on the Upcoming Meeting of President Aliyev and Prime Minister 
 Pashinyan,” AGİT Resmi Sayfası, 9 Mart 2019, 
     https://www.osce.org/minsk-group/413813. 
22 “…future determination of the legal status of Nagorno-Karabakh through a legally binding expression of will..” (AGİT Minsk Grubu, “Press Statement by the Co-Chairs of the OSCE Minsk Group on the Upcoming Meeting of President Aliyev and Prime Minister Pashinyan,” AGİT Resmi Sayfası, 9 Mart 2019,
     https://www.osce.org/minsk-group/413813.) 
23 Jean-François Prévost, Observations sur la Nature Juridique de la Conférence sur la Sécurit´et la Coopération en Europe, AFDI 1975, p,152. Yazara göre, Senet, siyasi iradelerin testi olarak yorumlanmalıdır. Jordan Paust, Legal Aspects of the Final Act of Helsinki s.56 
     https://scholarship.law.duke.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=3646&context=lcp; Peter Van Dıjk, “The Final Act of Helsinki – Basis for a Pan-European  system?,” Netherlands Yearbok of International Law, 7 Temmuz 2009, s. 53-70. 
24 Bu konuda bkz. Turgut Kerem Tuncel, “Karabağ’da Yaşanan 4 Gün Savaşı’nın Kısa bir Değerlendirmesi,”Avrasya İncelemeleri Merkezi, 14 Nisan 2016, 
     https://avim.org.tr/tr/Yorum/KARABAG-DA-YASANAN-4-GUN-SAVASI-NIN-KISA-BIRDEGERLENDIRMESI. 
25 “..The Ministers reaffirmed their commitment to a peaceful resolution of the Nagorno-Karabakh conflict..”(“Press Statement by the Co-Chairs of the OSCE Minsk Group,”AGİT Resmi İnternet Sitesi, 3 Haziran 2016,
    https://www.osce.org/mg/244441. ) 
26 “Legal Consequences of the separation of the Chagos Archipelago From Mauritius in 1965,” ICJ, 21 Şubat 2019,
     https://www.icj-cij.org/en/case/169. 
27 İbid. par. 182 “…In response to Question b) of the General Assembly, relating to the consequences under international law that arise from the continued administration by the United kingdom of the Chagos Archipelago , the Court concludes tha the United Kingdom , has an obligation to bring to an end its administration of the Chagos Archipelago as rapidly as possible, and that Mauritius State must co-operate with the United Nations to complete the decolonization..” 
28 İbid. par.177. 
29 Genel Kurul’un bu kararı 116 lehte ve 6 çekimser oy ile kabul edilmiştir. Çekimser oy kullanmış olan devletler: ABD, Avustralya, İsrail, Macaristan, 
Maldiv Adaları ve İngiltere. (“A/RES/73/295,” “Demands that the the United Kingdom .... withdraw its colonial administration from the Chagos Archipelago unconditionally within a period of no more than six months from the adoption of this resolution, thereby enabling Mauritius to complete  the decolonization of its territory asrapidly as possible.” BM Genel Kurulu, 17 Mayıs 2019.) 
30 “SAHARA OCCIDENTALAdvisory Opinion,” ICJ Reports, 16 Ekim 1975, s.12, 
     https://www.icj-cij.org/files/case-related/61/061-19751016-ADV-01-00-EN.pdf. 
31 “Thus the Court has not found legal ties of such a nature as might affect the application of resolution 1514(XV) in the decolonization of Western Sahara and, in particular, of the principle of selfdetermination through the free and genuine expression of the will of the people of the Territory Western Sahara, ibid para. 162.” 
32 Legal Consequences for States of the Continued Presence of South Africa in Namibia Notwithstanding the Security Council (276)1970, par. 173. 
33 Gaetano Arangıo Ruiz, “The United Nations Declaration on Friendly Relations and the System of the sources of International Law,” Sijtoff and Noordhoff, 1979, s. 71,   http://www.gaetanoarangioruiz.it/wpcontent/uploads/2017/04/The_Concept_of_International_Law_and_the.pdf. 
34 « Halk » lardan farklı olarak etnik azınlıklarnı n self-determinasyon hakkına sahip olmadıkları konusunda bkz Dilaver Gassimov, “Le conflıt arméno-azerbaidjanais: L’impuissance ou l’indifférence de la communauté internationale?”Guerres Mondiales et Conflits Contemporains2014/no. 24, s. 12; Félicien Lemaıre, “La libre détermination des peuples, la vision du constitutionnaliste,”Civitas Europa 2014/1 No. 32, s.113-138. 
35 James Crawford,The Creation of States in International Law, Oxford University Press: 2007, s. 119; Heiko Krüger, “Nagorno –Karabakh,  in Self-Determination and Secession in International Law,” Edited by Christian Walter, Antje von Ungern-Stenberg ve Kaavus Abushov,  Oxford University Press 2014, s.422. 
36 Krüger, Nagorno –Karabakh, in Self-Determination and Secession in International Law. s.223. 
37 Marc Weller, “Settling Self-Determination Conflicts: Recent Developments,” EJILVol. 20 No.1, 2009, s.163. 
38 “Accordance with International Law of the Unilateral Declaration of Independence in Respect of Kosovo. Advisory Opinion.”ICJ Reports,2010, s.403. 
39 “…the Court considers that general internatinal law contains no applicable prohibition of declaration on of independence in Respect of declaration of independence” ibid. par. 84.. 
40 “..the Court considers that general international law contains no applicale prohibition of declaration of independence”. Ibid 84 
41 “S/RES/1244” BM Güvenlik Konseyi, 10 Haziran 1999,
     https://undocs.org/S/RES/1244(1999). 
42 Ibid.. 
43 Stefan Oeter, “Secesion and the Role of the Security Coucil,”The ICJ,2012, s.124. 
44 Claire Crepet-Daigremont, “Conformité au droit international de la ddéclaration unilatérale d’indépendence relative au Kosovo,”CIJ, vol. 56, 22 Haziran 2010, s.241. 
45 Accordance with international law, ibid., s. 80. 
46 Nitekim AB Komisyonu, UAD kararından iki ay sonra 26 Ekim 2010’da Sırbistan’ın üyelik başvurusunu incelemeye başlamış, 12 Ekim 2011’de de Sırbistan’ın AB üyeliğini resmen tanımıştır. AB Konseyi de, Fransa, İtalya ve Avusturya tarafından hazırlanan bir raporu dikkate alarak 1 Mart 2012’de Sırbistan’ın adaylığını resmen tanımıştır. Oysa UAD 2625(XXV) Bildirisi’ni gerekçe olarak göstermiş olsaydı, Sırbistan’ın 90’lı yıllardaki insan hakları ihlallerini bağımsızlık ilanın gerekçesi olarak göstermesi gerekecekti. 
47 Chiragov vs. Armenia, (GC) Application no.13216, 16 Haziran 2015. Kararın ayrıntılı incelemesi için ayrıca bkz. Turgut Kerem Tuncel, “Hukuki Açıdan Dağlık Karabağ Sorunu: Chiragov ve diğerleri v. Armenia,” Avrasya İncelemeleri Merkezi, 2015, 
    https://avim.org.tr/tr/Analiz/HUKUKI-ACIDANDAGLIK-KARABAG-SORUNU-CHIRAGOV-VE-DIGERLERI-V-ERMENISTAN-DAVASI. 
48 Chiragov, ibid par. 172 
49 Chiragov, ibid par 173. 
50 Chiragov, ibid. para. 74. 
51 Chiragov, ibid par74-78. 
52 Mathieu Petithomme, “Etatisation et nationalisation du territoire contesté du Haut-Karabagh“ Vivre et évoluer sans reconnaissance 
     internationaleRevue d’Etudes Comparatives Est-Ouest14, No.42, 2011, s. 23. 
53 Chiragov, ibid. para. 78-79. 
54 Chiragov, ibid. Para. 80-86. 
55 “Illegal Economic and Other Activities in the Occupied Territories of Azerbaijan,” Report by the Ministry of Foreign Affairs of the Republic 
     of Azerbaijan, 2016. 
56 Chiragov, “Dissenting Opinion of Judge Pinto de Albuquerque.” Özellikle 39. ve 59. Paragraflar dikkat çekicidir. 
57 Tim Potier, “Nagorno-Karabakh: Ever Closer to Settlement: Step by Step,” OSCE Yearbook, 2009, Baden :2010 
58 “..The armenian side would never agree to withdraw without the status question being resolved.” (Potier, “Nagorno-Karabakh: 
     Ever Closer to Settlement: Step by Step,” s.206. 

***
AVİM Kitapları 

ANASTAS MIKOYAN 
Confessions of an Armenian Bolshevik 
Yazar: Gaffar Çakmaklı Mehdiyev 
Yayın Tarihi:Haziran 2020 
Dil:İngilizce 
ISBN:978-605-69199-4-7 
(Karton kapaklı, 80 sayfa) 
Sovyet Sonrası Ukrayna'da 
Devlet, Toplum ve Siyaset Değişen Dinamikler, Dönüşen Kimlikler, 
Editörler:Ayşegül Aydıngün, 
İsmail Aydıngün 
Yayın Tarihi: Mart 2020 
Dil:Türkçe 
ISBN:978-605-69199-3-0 
(Karton kapaklı, 456 sayfa) 
Türk-Ermeni Uyuşmazlığı Üzerine 
Ömer Engin Lütem 
Konferansları 2019 
Editör:Alev Kılıç 
Yayın Tarihi: Mart 2020 
Dil:Türkçe 
ISBN:978-605-69199-2-3 
(Karton kapaklı, 192 sayfa) 
Türk-Ermeni Uyuşmazlığı Üzerine 
Ömer Engin Lütem 
Konferansları 2018 
Editör:Alev Kılıç 
Yayın Tarihi: Mart 2019 
Dil:Türkçe 
ISBN:978-605-82518-9-2 
(Karton kapaklı, 254 sayfa) 
“Ermeni Sorunuyla İlgili İngiliz 
Belgeleri (1912-1923) 
British Documents on Armenian 
Question (1912-1923) 
Yazar: Tolga Başak 
Editör:Prof. Dr. Yavuz Aslan 
Yayın Tarihi:Mayıs 2018 
Dil:Türkçe 
ISBN:978-605-82518-8-5 
(Karton kapaklı, 424 sayfa) 
Ermeni Konferansları 2017 
Derleyen:Ömer Engin Lütem 
Yayın Tarihi: Mart 2018 
Dil:Türkçe/İngilizce 
ISBN:978-605-82518-7-8 
(Karton kapaklı, 266 sayfa) 
Ermeni Propagandasının 
Amerika Boyutu Üzerine 
Yazar: Dr. Bilâl N. Şimşir 
Yayın Tarihi: Ocak 2018 
Dil:Türkçe 
ISBN:978-605-82518-6-1 
(Karton kapaklı, 75 sayfa) 
Ermeni Konferansları 2016 
Derleyen:Ömer Engin Lütem 
Yayın Tarihi: 2017 
Dil:Türkçe-İngilizce 
ISBN:ISBN 978-605-82518-2-3-0-5 
(Karton kapaklı, 162 sayfa) 
AVİM Kitapları 
Gürcistan'daki Müslüman 
Topluluklar: Azınlık Hakları, 
Kimlik, Siyaset 
Editörler:Ayşegül Aydıngün, Ali Asker, 
Aslan Yavuz Şir 
Yayın Tarihi: Haziran 2016 
Dil:Türkçe 
ISBN:97605601974 
(Karton kapaklı, 428 sayfa) 
Turkish-Russian Academics: 
A Historical Study on the Caucasus 
Editör:AVİM 
Yayın Tarihi: Nisan 2016 
Yayınevi: Terazi Yayınları 
Dil:İngilizce 
ISBN:9786056061967 
(Karton kapaklı, 248 sayfa) 
Armenian Diaspora: 
Diaspora, State and the Imagination 
of the Republic of Armenia 
Yazar:Turgut Kerem Tuncel 
Yayın Tarihi:İlk baskı Aralık 2014; 
ikinci baskı Ağustos 2015 
Dil:Türkçe 
ISBN:9786056061950 
(Karton kapaklı, 342 sayfa) 
Balkan Savaşlarında Rumeli 
Türkleri Kırımlar - Kıyımlar - Göçler 
(1821-1913) 
Yazar: Bilâl N. Şimşir 
Yayın Tarihi: Eylül 2014 
Dil:Türkçe 
ISBN:978-605-60619-4-3 
(Karton kapaklı, 312 sayfa) 
‘Aza Beast’ 
Savaşın Köklerine İnmek 
- Bir Bosna Savaşı Günlüğü Yazar: 
Colum Murphy 
Çeviri:M. Sina Baydur 
Yayın Tarihi: 2013 
Dil:Türkçe 
ISBN:978-605-60619-3-6 
(Karton kapaklı, 368 sayfa) 
Ermeni Sorunu 
Temel Bilgi ve Belgeler 
Yazar: Ömer Engin Lütem 
Yayın Tarihi: 2009 
Dil:Türkçe 
ISBN:ISBN 978-605-60619-1-2 
(Karton kapaklı, 520 sayfa) 
The Armenian Question 
Basic Knowledge and Documentation 
Yazar: Ömer Engin Lütem 
Yayın Tarihi: 2009 
Dil:İngilizce 
ISBN:ISBN 978-605-60619-0-5 
(Karton kapaklı, 470 sayfa) 


AVİM Konferans Kitapları 

-The Centennial of the Independence of the Three South Caucasus States: Historical Background, Contemporary Developments and Prospects of 
  Peace and Prosperity. Sayı: 24, Ankara Ekim 2019. 
-Eurasia from the Perspective of Turkey and Mongolia.Sayı: 23, Ankara Mayıs 2019. 
-25 Years of Turkey-Ukraine Diplomatic Relations: Regional Developments and Prospects for Enhanced Cooperation.Sayı: 22, Ankara Temmuz 2018. 
-Security, Stability and Cooperation in the Wider Black Sea Region.Sayı: 21, Ankara Ekim 2018. 
-Türkiye ve Kore: Gelişen Avrasya’da İki Köprübaşı.Sayı: 20, Ankara Şubat 2018. 
-“11. Asya - Avrupa Zirvesi Öncesi Moğolistan’daki Güncel Durum, Moğolistan’ın Bölgesel Potansiyeli ve Türk-Moğol İlişkileri”.Sayı: 19, Ankara Nisan 2016. 
-Projections for the Future of Turkish-Armenian Relations.Sayı: 18, Ankara Mart 2016. 
-Security and Stability Concerns in the South Caucasus.Sayı: 17, Ankara Mayıs 2015. 
-Policy of Mass Killings in the Early 20thCentury in Colonial Africa: The Case of Genocide in Namibia and the Lessons Learned. Sayı: 16, Ankara Aralık 2015. 
-Prospects forTurkish-Armenian Relations. Sayı: 15, Ankara Nisan 2015. 
-Turkic Council and Cooperation in Eurasia in the Light of Developments Across the Region.Sayı: 14, Ankara Şubat 2015. 
-28 Ocak AİHM Perinçek-İsviçre Duruşmasının Işığında Türk-Ermeni Sorunu. Sayı: 13, Ankara Şubat 2015. 
-The ‘Sociological Turn’ of Taiwan-China Relations.Sayı: 12, Ankara Aralık 2014. 
-Regional Cooperation Possibilities and Prospects for the Future in the Caucasus. Sayı: 11, Ankara Aralık 2014. 
-The Armenian-Azerbaijani Nagorno-Karabakh Conflict: AThreat to Regional Peace, Security and Neighborly Relations.Sayı: 10, Ankara Kasım 2014. 
-Turkey-Iran: Regional Cooperation in an Evolving Eurasian Geography with a Focus on the Caucasus and Central Asia.Sayı: 9, Ankara Mayıs 2014. 
-Turkey’s and Taiwan’s Outlook on Eurasia-Pacific.Sayı: 8, Ankara Mayıs 2014. 
-Turkish-Armenian Dialogue. Sayı: 7, Ankara Nisan 2014. 
-South East Europe, The Balkans: Prospects for the Region. Sayı: 6, Ankara Mart 2014. (İngilizce) 
-Caucasus and Azerbaijan.Sayı: 5, İstanbul Mart 2014. 
-Avrasya Perspektifleri: Kazakistan ve Türkiye’den Bakış. Sayı: 4, Ankara Şubat 2014. 
-Turkey in the Troika of G-20, Preparing to Assume the Chair in 2015.Sayı: 3, Ankara Kasım 2013. 
-A General Look at Asia and Turkey’s Priorities: Prospects and Priorities of Turkey in Asia.Sayı: 2, Ankara Haziran 2013. 
-Regional Integrated Transport Corridors Project. Sayı: 1, Ankara, Mayıs 2013. 

AVİM Raporları

-The Montreux Convention: A Regional And Global Safety Valve.Teoman Ertuğrul Tulun, No: 17, March 2020. 
-Osmanlı Devleti’ndeki Hukuki Düzenlemeler Çerçevesinde Ermeniler ve Geride Bıraktıkları Mallar (Emvâl-i Metruke).Prof. Dr. Gül Akyılmaz, No: 16, Temmuz 2017. 
-Belgelerin Işığında Pontus Meselesi.Prof. Dr. Mesut Çapa, No: 15, Haziran 2017. 
-The Pontus Narrative and Hate Speech.Teoman Ertuğrul Tulun, No: 14, Mayıs 2017. 
-Türkiye Cumhuriyeti/Osmanlı Devleti ve Ardıllık/Devamlılık Sorunsalının Görelileşmesi.Dr. Deniz AKÇAY,No: 13, Mayıs 2017. 
-81. Yılında Montrö Sözleşmesi’nin Karşılaştığı Güvenlik Sorunları ve Sözleşmenin Feshi ve Tadili İçin GirişimlerVukuunda Karşılaşılacak 
Senaryoların Analizi.E. Büyükelçi Dr. Şükrü M. Elekdağ, No: 12, Nisan 2017. 
-Tarihsel Arka Planıyla Pontus Meselesi.Yrd. Doç. Dr. Yüksel Küçüker -Prof. Dr. Hikmet Öksüz, No: 11, Nisan 2017. 
-Uluslararası Hukukta Zarar Giderimi ve Ermeni Talepleri.Ertan Kiraz, No: 10, Aralık 2016. 
-“Cyprus V.Turkey” Kararı: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Uluslararası Hukuk ve Uluslararası Uyuşmazlık Sınavı.Deniz Akçay. No: 9, Şubat 2016. 
-The Armenian Terrorism and the Turkish Press (1973 - 1984). Hazel Çağan, No: 8, Ekim 2014. 
-Regional Security Complex Theory and the South Caucasus: Security Perceptions and Their Reflections on Regional Level.Özge Nur Öğütcü, No: 7, Ağustos 2014. 
-Kör İnanç Olarak İntikamcılık ve Taşnak-ASALA Suikastleri. Hikmet Özdemir, No: 6, Mart 2014. 
-Dünya Kiliseler Konseyi Nedir?Mehmet Oğuzhan Tulun, No: 5, Mart 2014. 
-Ermeni Apostolik Kilisesi'nde Yaşanan Anlaşmazlıklar. Mehmet Oğuzhan Tulun, No: 4, Şubat 2014. 
-1915 Olayları ve Türk-Ermeni Uyuşmazlığı. No: 3 Şubat 2014 
-Avrasya’da Bölgesel Bir İşbirliği Mekanizması: Türk Konseyi.Ali Çiviler, No: 2 Şubat 2014. 
-Armenians and Syria 1915 and 2013. Jeremy Salt, No: 1, Şubat 2014. 

***

DAĞLIK KARABAĞ UYUŞMAZLIĞINDA SELF-DETERMİNASYON TEZLERİNİN GÖRECELİĞİ BÖLÜM 3

DAĞLIK KARABAĞ UYUŞMAZLIĞINDA SELF-DETERMİNASYON TEZLERİNİN GÖRECELİĞİ BÖLÜM 3




Dağlık Karabağ Uyuşmazlığı, Self-Determinasyon, Tezlerinin Göreceliği, Av. Dr. Deniz AKÇAY, Hocalı Katliamı, Birleşmiş Milletler Üyeliği, 
Güvenlik Konseyi Kararları, Minsk Grubu,


1.2. Self-determinasyon ve BM Genel Kurulu’nun 2625(XXV) sayılı Bildirisi 

Self-determinasyon ilkesinin uygulanabilirliği konusundaki ikinci önemli metin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 24 Ekim 1970 tarihinde kabul etmiş olduğu 2625(XXV) sayılı “Birleşmiş Milletler Doğrultusunda Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Konusunda Bildiri”dir. 
Bildiri ile eski sömürgelerin bağımsız devletlere dönüştürüldüğü dönemde, tüm BM üyesi devletler arasında uyulması gereken ilkelerin ayrıntılı biçimde belirlenmesi amaçlanmıştır. 
Söz konusu Bildiri’de uluslararası alanda devletlerce uyulması gereken ilkelerin “ilerici biçimde gelişmesi ve yasa haline getirilmesi, ülke bütünlüğü ve devletlerin bağımsızlığına karşı güç kullanılmaması, uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözümlenmesi, devletlerin BM Şartı doğrultusunda işbirliğinde bulunmaları, halkların eşit hakları ve kendi geleceğini tayin etmesi, devletlerin mutlak eşitliği, devletlerin Şart doğrultusunda üstlenmiş oldukları yükümlülükleri iyiniyetle yerine getirmeleri yolunda çağrıda bulunulmaktadır. 

2625(XXV) sayılı Bildiri, klasik anlamda bir antlaşma olmamakla birlikte, egemen devletler arasındaki ilişkilerde uygulanması ve uyulması gereken ilkeler olarak kabul edilmektedir. Bir yazara göre, söz konusu ilkeler bağlayıcı olmamakla birlikte uyulması konusunda “teşvik edici” (hortatory) nitelikte sayılmalıdır.33 

Bildiri’nin en uzun maddelerinden biri olan “Halkların eşit haklarına ve kendi geleceğini tayin etmesine ilişkin ilke”başlığı ile düzenlenmiş olan bu maddenin 
“dramatik” söylemine rağmen, içeriği incelendiğinde, çok daha dar kapsamlı olduğu söylenebilir. 

Her şeyden önce 2625(XXV) sayılı Bildiri de, “halkların kendi geleceğini tayin etme” hakkı iki ön koşulla sınırlandırılmaktadır: 

a) Devletler arasında dostça ilişkileri ve işbirliğini ilerletmek, 
b) Sömürgeciliğe hızla son vermek amacı ile söz konusu halkların özgürce ifade edilmiş iradelerine saygı göstererek. 

Bildiri’de yer alan bu ifadelerden, self-determinasyon hakkının temel “ideolojisinin” dostça ilişkilere ve işbirliğine dayandırıldığı anlaşılmaktadır. 
Öte yandan, Bildiri’ye göre, self-determinasyon hakkının temel “tarihsel” süjesi sömürge halklarıdır. Dolayısıyla bildiri Metinde, başka bir halk 
kategorisinin kişileştirilmemiş olması, sömürge olarak nitelendirilemeyecek “halkların” self-determinasyon haklarını ancak belirli istisnai durumlarda 
gündeme gelebileceğini ortaya koymaktadır. 

Diğer bir deyişle, Bildiri’deki içerik ve anlamıyla, self-determinasyon ilkesinin muhatabı aslında herhangi bir halk değil, bazı istisnai koşulların ortaya çıkması 
halinde, bir halkın belirli bir devlete karşı dermeyan edebileceği bir hak olarak algılanmalıdır.34 

Öte yandan, self-determinasyon hakkının kullanılmasının uygun olabileceği durumlarda dahi Bildiri’de ayrıntılı ve kesin sınırlamalar getirilmiştir. 
Şöyle ki: 
“Yukarıda yer alan paragraflardaki hiçbir şey, yukarıda tanımlanmış bulunan halkların eşit hakları ve kendi geleceğini tayin etmesi ilkesine uygun olarak kendilerini yöneten ve böylece ırk, inanç ya da renk ayrımı yapmadan ülkede yaşayan bütün halkı temsil eden bir yönetimi bulunan egemen ve bağımsız Devletlerin toprak bütünlüğü ya da siyasi birliğini tamamen ya da bir kısmı ile parçalayacak ya da bozacak olan herhangi bir harekete izin veriyormuş ya da teşvik ediyormuş gibi yorumlanamaz. 
Her Devlet, herhangi bir Devlet ya da ülkenin ulusal birliği ve ülke bütünlüğünü kısmen ya da tamamen bozma amacını güden her hareketten kaçınacaktır”. 
Görüldüğü gibi Bildiri, self-determinasyon iddiaları hakkında iki bakımdan olumsuz bir ifade ile sınırlama getirmektedir: Bir yandan, self-determinasyon iddiasında bulunan bir “hareket”in bağımsız bir devleti parçalanmasına izin veriyormuş gibi yorumlanmaması, öte yandan da, devletlerin selfdeterminasyon iddialarını birbirlerine karşı ülke bütünlüklerini bozacak şekilde kullanmamaları gerektiği vurgulanarak, devletlere bu konuda iki yükümlülük getirmektedir. 

Bildiri’deki bu ayrıntılı koşul ve kayıtlar eski sömürgecilikle bağlantılı ve 1514(XV) sayılı Bildiri çerçevesindeki uyuşmazlıklar dışındaki selfdeterminasyon iddialarının, ancak ağır ve yaygın insan hakları ihlalleri durumlarında ve özellikle, bir devletin ülke bütünlüğünü bozmak amacıyla ileri sürülmemişolması kaydıyla dikkate alınabileceğini ortaya koymaktadır. 

Doktrinde de, ancak olağanüstü baskıların (in extreme cases of oppression) söz konusu olduğu durumlarda uygulanabilecek self-determinasyon “onarımcı” 
(remedial self-determination) olarak nitelendirilmektedir.35 

Heidy Krüger, Dağlık Karabağ hakkındaki bir makalesinde, onarımcı self determinasyon kavramının “dermeyan” edilebilmesi için hukuka aykırılık ve 
baskıların ağır, yoğun ve sistematik (severe, massive and systematic) olması gerektiğine dikkat çekmektedir.36 

Öte yandan, Marc Weller, eski sömürgelerle bağlantılı uyuşmazlıklar dışındaki ayrılıkçı uyuşmazlıklarda neredeyse sistematik olarak self determinasyon 
uygulanmasını önermektedir.37 Weller’in bu görüşü ancak 2625(XXV) sayılı Bildiri’nin “halkların kendi kaderini tayin etme hakkına ilişkin bölümünün, yukarıda belirtilen 7. paragrafındaki koşullar çerçevesinde değerlendirilebilir. 

1.3. UAD’nin 22 Temmuz 2010 tarihli Kosova Kararı 

Kosova Geçici Özyönetimi’nin (Provisional Institutionof Self-Government of Kosovo) 17 Şubat 2008 tarihinde, Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan 
etmesi konusundaki UAD’nin istişari nitelikteki kararı, gerek yargısal metodoloji, gerek vardığı sonuç açısından self-determinasyon tartışması kapsamında “ilginç” sayılabilir.38 

Kosova’nın “tek taraflı” olarak, Sırbistan’dan ayrılıp bağımsızlığını ilan etmesine ilişkin UAD’nin istişari nitelikteki(Advisory Opinion) 22 Temmuz 2010 tarihli kararının, bir yandan, UAD’nin izlemiş olduğu yorum yöntemi açısından, diğer yandan da, BM Genel Kurulu’nun 2625(XXV) sayılı Bildirisi’ndeki self-determinasyon kavramının uygulanması açısından tereddüt uyandırabilecek nitelikte olduğu kabul edilebilir.39 

BM Genel Kurulu, Kosova’nın “bağımsızlık” ilanının devletler hukukuna “uygun olup olmadığını” sormuş olduğu halde UAD, bağımsızlık ilanının devletler hukukuna uygun olup olmadığını ortaya koyacak somut fiil ve hukuksal gerekçeler sıralamak yerine, bu konuda yasaklayıcı bir kuralın bulunmadığını belirtmekle yetinerek, Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasının hukuka aykırı olmadığı sonucuna varmıştır.40 

Oysa UAD, en azından, Kosova’nın içinde bulunduğu son derece güç, kritik sorunları sıralamış olan BM Güvenlik Konseyi’nin 10 Haziran 1999 tarihli 
1244 (1999) sayılı kararını inceleyip değerlendirerek değişik bir sonuca varabilirdi.41 

Öte yandan, bu denli kritik ve ayrıca, gelecekte “emsal” olarak algılanabilecek bir bağımsızlık ilanı karşısında, UAD’nin, BM Genel Kurulu’nun, özellikle, 2625(XXV) sayılı Bildirisi’ndeki ayrılıkçı hareketlere ilişkin önemli ve ayrıntılı düzenlemelerini de değerlendirmesi gerekirdi. 

Güvenlik Konseyi’nin 1244(1999) sayılı kararında Kosova’da ciddi bir insani durumun oluştuğu (grave humanitarian situation), Kosova halkı aleyhine şiddet eylemleri işlendiği (acts of violence against the Kosovo population) , BM Genel Sekreteri’nin 9 Nisan 1999’da Kosova’da bir insanî trajedi (humanitarian tragedy) yaşandığını belirtmiş olduğu vurgulanmıştır.42 

1244(1999) sayılı kararın giriş bölümünde olduğu gibi, işlem paragraflarında da “self-determinasyon”, “bağımsızlık” gibi terimlere rastlanmamakta, metindeki “political solution” çağrıştıracak ifadeler ise “self governing” ve “self-administation düzeyinde kalmaktadır. Bu terimlerden her birinin farklı içeriği ve uygulanma koşulları olduğu, ancak bağımsızlık ilanını kapsamadığı, aksine, açıkça zikretmiş olduğu çözüm alternatifleri ile yapılabilecek “tercihleri” sınırlandırmış olduğu ve bağımsızlık şıkkını “dışlamış” olduğu kabul edilmelidir. Diğer bir deyişle, UAD kararında, Kosova’nın geleceği açısından kritik önemi bulunan 1244(1999) sayılı karar aşamasında, hiçbir zaman, bağımsızlık ilanı şeklinde bir self-determinasyon formülünün gündeme gelmemiş olduğu kesinlikle değerlendirilmemiştir. 

Stefan Oeter, daha ileri giderek, Kosova’nın bağımsızlığını ilan ettiği tarihte, BM Güvenlik Konseyi’nin Yugoslavya’nın Kosova üzerindeki egemenliğinin devam ettiğini saptayan 1244(1999) sayılı kararının “yürürlükte” olduğunu vurgulamakta, Güvenlik Konseyi’nin söz konusu kararının artık hükümsüz (obsolete) olduğunu açıkça ya da yorum yoluyla ilan etmesi gerektiğine dikkat çekmektedir.43 
Oysa böyle bir açıklamanın yokluğunda, UAD’nin, Kosova’nın bağımsızlık ilanın bir “ayrılma” (secession) niteliğini taşıyacağını dikkate alarak, bu niteliğiyle 2625(XXV) sayılı BM Genel Kurulu’nun Bildirisi’nde yer alan koşullara uygun olup olmadığının incelemesi gerekirdi. 

Buna karşılık, UAD, 1244(1999) sayılı karardaki kıstaslardan da ayrılarak ve özellikle, Kosova’daki siyasal ve sosyal durumun bir analizini yapmaksızın, 
tek taraflı bağımsızlık ilanının devletler hukukuna uygunluğunu tescil etmiştir. 
UAD’nin bu yüzeysel, mekanik yaklaşımını eleştiren Crépet-Daigremont’a göre, UAD, bağımsızlık ilanına ilişkin “tasarrufun” devletler hukuku açısından 
statüsünün niteliğini araştırmalıydı.44 

Öte yandan, UAD kararının, bir başka yönden yukarıda bahsedilen 2625(XXV) sayılı Bildiri’yi de tamamen dışlamadığı söylenebilir. Şöyle ki, UAD kararına 
göre, Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesiyle, devletlerin ülke bütünlüğüne halel getirilemeyeceği kabul edilmekte, Helsinki Nihai Senedi’ne atıfta bulunarak, bu ilkenin devletler arasındaki ilişkiler düzeyinde kaldığına işaret etmektedir (is confined).45 

Bu tür bir argümanın, devletleri ülkeleri içindeki ayrılıkçı hareketlere karşı savunmasız bıraktığı açıktır. Oysa 2625(XXV) sayılı Bildiri’nin self
determinasyonla ilgili bölümünün yedinci paragrafında kesinlikle böyle bir sınırlama yer almamaktadır. İki paragraftan oluşan bu bölümün birinci 
paragrafı, ülke bütünlüğünü ve siyasi birliğini tehdit edebilecek “herhangi bir hareket”ten söz edilmekte,ancak ikinci paragrafındadevletlerin aralarındaki 
ilişkilerde birbirlerinin ülke bütünlüğü ve siyasi birliğini tehdit edecek her hareketten kaçınmaları gerektiği belirtilmiştir. Bu yazım da, Bildiri’nin, 
devletin ülke bütünlüğünün birbirinden tamamen farklı iki durumda tehdit edilebileceğini ortaya koymaktadır. 

UAD’nin bu yaklaşımı, özellikle, self-determinasyon hakkının “kullanılması” durumlarında devletin, Bildiri’nin self-determinasyonla ilgili 7. Paragrafındaki 
“yasak” tan yararlanamayacağı, izlenimini uyandırmaktadır. Diğer bir deyişle, bu tür bir durumda, ülke bütünlüğü ilkesi “mağdur” devlet tarafından ayrılıkçı 
harekete karşı değil, ancak onu destekleyen bir devlete karşı ileri sürülebilecektir. Bu tür bir yaklaşım Bildiri’nin de ötesinde, Birleşmiş Milletler Şartı’nın devletlerin ülke bütünlüğünü korunmasını öngören 2. maddesine de aykırıdır. 

Sonuçta, UAD, bağımsızlık ilanı gibi, son derece ciddi sonuçlar doğurabilecek bir konuyu ayrıntılarıyla inceleyeceğine, “aksine kural yoksa uygundur” gibi, 
minimalist bir yaklaşım izlemiş, 2625(XXV) sayılı Bildiri’nin konuya ilişkin self-determinasyon ilkesi hakkındaki maddelerini yeterince incelememiştir. 

Öte yandan, UAD’nin, eski Yugoslavya’da 90’lı yıllarda yaşanmış olan trajik olayları yeniden yargısal bir kararla gündeme getirmemek kaygısıyla da 2625(XXV) sayılı Bildiri’nin uygulanmasında siyasal isabet görmemiş olabileceği de akla gelmekte dir. UAD, 2003’ten beri Avrupa Konseyi üyesi olan, AB üyeliği sürecini de başlatmış olan Sırbistan’ın geçmişte, etnik temizlik ve yine başka bir UAD kararıyla belirlendiği üzere Srebrenitsa’da soykırım işlemiş olduğunun yeniden gündeme getirilmemesi kaygısıyla, basit, mekanik bir yorumla yetinmeyi tercih etmiş olabileceği de akla gelmektedir.46 

2. Dağlık Karabağ Açısından Self-determinasyon Tezlerinin Geçerliliği 

2.1.Self-Determinasyona İlişkin Koşullar 

Minsk Grubu’nun 1996’daki Lizbon toplantısından itibaren dönemsel açıklamalarında (statemens) Dağlık Karabağ sorununun çözümünde self
determinasyon ilkesi temel çözüm olarak önerilmektedir. Her ne kadar, bu açıklamalarda başka önerilere de yer veriliyorsa da, bu öneriler, kesinlikle, 
self-determinasyonun alternatifi olmayıp, self-determinasyonu tamamlayıcı ve destekleyici yan koşullar düzeyinde kalmaktadır. 

Ayrıca söz konusu açıklamalarda, Azerbaycan’ın ülke bütünlüğünü ve sınırlarının dokunulmazlığını temel çözüm parametreleri olarak belirlemiş olan Güvenlik Konseyi’nin 1993’te kabul etmiş olduğu dört kararın da dikkate alınmış olduğunu gösteren atıf ya da değerlendirmelere de rastlanmamaktadır. 

Oysa BM organları düzeyinde 1993 kararları çizgisinden vazgeçildiğini gösterecek bir sapma ya da gerileme de kaydedilmemiştir. 

Tam aksine, BM Genel Kurulu’nun yukarda zikredilen 14 Mart 2008 tarihli ve A/RES/62/243 sayılı kararı, Güvenlik Konseyi’nin kararlarındaki ilkelerden 
vazgeçilmediğini ortaya koymaktadır. Ayrıca, Genel Kurul, ilkesel yaklaşımının yanı sıra, yukarıda da belirtilmiş olduğu üzere, BM üyesi devletlerden Dağlık Karabağ’ın işgalini tanımamalarını ve Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’daki askerlerini geri çekmesini istemiştir. 
Ancak Minsk Grubu’nun BM kararlarından etkilendiğini ya da, en azından kaydettiğini gösteren bir açıklamaya(statement) rastlanmamaktadır. 
Oysa self-determinasyon gibi radikal bir çözümün dermeyan edilebilir bir hedef/çözüm oluşturabilmesi için, özellikle, üç koşulun varlık ya da yokluğunun saptanması gerekir: 
Birinci Koşul: Dağlık Karabağ, BM Şartı’nın özerk olmayan ülkelerle ilgi 73. maddesinin kapsamına girebilecek bir bölge değildir, geçmişte de böyle bir 
statüsü olmamıştır. Dolayısıyla, sömürgelerle ilgili BM Genel Kurulu’nun 1514(XV) sayılı Bildiri’nin uygulama alanına girmemektedir. 

Yukarıda değinilen UAD’nin Chagos Adaları ve Batı Sahra ile ilgili istişari nitelikteki kararları da Dağlık Karabağ’a uygulanamaz. 

İkinci Koşul: Dağlık Karabağ’ın 2625(XXV) sayılı BM Genel Bildirisi’nin uygulanma alanına da girdiği iddia edilemez. Azerbaycan’ın bu bölgede ağır ve yaygın insan hakları ihlalleri işlemiş olduğu konusunda herhangi bir iddiaya rastlanmamaktadır. Aynı şekilde Minsk Grubu’nun açıklamalarında da, bu konuda herhangi bir saptama ya da iddia yer almamaktadır. Bu bakımdan, yukarıda da değinilmiş olan “onarımcı” bir ayrılıkçılık (remedial secession) iddiası da gündeme getirilemez. 
Ayrıca, BM organları düzeyinde de benzer bir iddiaya rastlanmamaktadır. 

Üçüncü Koşul:Self-determinasyon talep ya da iddialarının devletler hukukuna ve özellikle 2625(XXV) BM Bildirisi ile belirlenmiş kurallara uygun olabilmesi için ilgili ülke ya da bölge halkının gerçek, özgün, bağımsız iradesine dayanması gerekir. Dağlık Karabağ açısından bu koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlemek açısından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Büyük Daire düzeyinde 2015’te verdiği Chiragov kararının incelenmesinde yarar görülmektedir.47 

2.2. Chiragov Kararı Işığında Dağlık Karabağ Hakkındaki Self Determinasyon Tezlerinin “Gerçekliği” 

Minsk Grubu’nun, Dağlık Karabağ sorununun çözümlenmesi konusunda, 1996’dan beri üzerinde durduğu self-determinasyon formülü, AİHM Büyük Dairesi’nin Chiragov kararının ışığında değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır. 
Bireysel bir başvuru niteliğinde olan Chiragovbaşvurusu, 1988 ile 1994 yılları arasında Ermeni askeri harekâtı sırasında,Human Rights Watch’a göre bölgeyi 
terk etmek zorunda kalan 750.000 ile 800.000 arasında Azeri arasında yer alan başvuranların, terk etmek zorunda kaldıkları taşınmazlarına ulaşamamak ve 
ayrıca, bu konuda maruz kaldıkları zararın giderilmesini sağlayacak etkin bir başvuru yolunun bulunmaması konularındaki şikâyetleri ile ilgilidir. 

AİHM, başvurunun esasına girmeden önce, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ bölgesine topyekûn savaşın (full scale war) başlamasından önce ve özellikle, 
Aralık 1989’da Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüce Sovyet’inin (Supreme Soviet) Dağlık Karabağ ile “yeniden birleşmiş” olduğunu ilan 
etmesiyle başlamış olduğuna dikkat çekmiştir.48 

Kararda ayrıca, BM Güvenlik Konseyi’nin 1993’te kabul etmiş olduğu kararlarda, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’daki askerî harekâtını istilâ (invasion)ve işgal (occupation) olarak nitelendirmiş olduğunu belirtmiştir.49 

AİHM, başvurunun esasıyla ilgili olarak, her şeyden önce, Ermenistan sınırları dışında bulunan bir bölgede meydana geldiği iddia olunan olaylar ve ihlallerle 
bağlantılı iddialar açısından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 1. maddesi anlamında yer itibarıyla (ratione loci) yetkili olup olmadığını titizlikle 
incelemiştir. 

Bu çerçevede, AİHM, Ermenistan ile Dağlık Karabağ arasındaki ilişkileri, askeri, siyasi ve ekonomik açıdan değerlendirmiştir. 

Ermenistan’ın Dağlık Karabağ Üzerindeki Askerî Nüfuzu Chiragov kararında, 2 Eylül 1991’de “bağımsızlığını” ilan etmiş olan Dağlık Karabağ’ın askerî alanda Ermenistan’ın güdümünde olduğunu ortaya koyan ayrıntılı izahata yer verilmektedir. Bu bölüme üç sayfa ayırmış olan AİHM, söz konusu “askerî işbirliği”nin 5 Haziran 1994’te “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti” ile Ermenistan arasında akdolunan “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti ve Ermenistan Hükümeti Arasında Askeri İşbirliği Anlaşması” (Agreement on Military Cooperation between the Government of the Republic of Armenia and the Republic of Nagorno-Karabakh) adlı anlaşmaya dayandığına işaret etmektedir.50 

Söz konusu “anlaşmanın” AİHM kararında alıntılanan giriş bölümünde, iki “tarafın” askerî alanda işbirliğini geliştirmek konusunda karşılıklı çıkarları (mutual interest) olduğu belirtilmektedir. Bu “işbirliği” çerçevesinde “Anlaşma” da ordunun (army) kuruluşu, askerîmevzuat, silahlı kuvvetlerin lojistik sorunları, Ermenistan’ın askerî personelinin Dağlık Karabağ “ordusu”nda görevlendirilmesi gibi konularda ve bu çerçevede, başka alanlarda da askerî işbirliği yapılabilmesi öngörülmekte dir. 51 AİHM’nin Chiragov kararında üzerinde ayrıntılı şekilde durduğu bu “işbirliği”, aslında, başvuranların iddialarının Ermenistan aleyhine yöneltilip  yöneltilemeyeceği ni belirlemek gibi usulî bir amacı olmakla birlikte, söz konusu askerî “yakınlaşmanın” doktrininin de mahkemenin dikkatini çekmiş 
olduğu kaydedilmelidir. 

Örneğin, Mathieu Petithomme, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ bölgesinde bir “devlet” ve bir “ulus” görüntüsü vermeye çalıştığını vurgulamakta ancak bu 
“takdimin” aslında “kayırmacı” (clientéliste) eğilim çerçevesinde, uluslararası camiada bir meşruiyet güvencesi sağlamaya yönelik olduğuna işaret etmektedir.52
 

DAĞLIK KARABAĞ UYUŞMAZLIĞINDA SELF-DETERMİNASYON TEZLERİNİN GÖRECELİĞİ BÖLÜM 2

DAĞLIK KARABAĞ UYUŞMAZLIĞINDA SELF-DETERMİNASYON TEZLERİNİN GÖRECELİĞİ BÖLÜM 2




Dağlık Karabağ Uyuşmazlığı, Self-Determinasyon, Tezlerinin Göreceliği, Av. Dr. Deniz AKÇAY, Hocalı Katliamı, Birleşmiş Milletler Üyeliği, Güvenlik Konseyi Kararları, Minsk Grubu,

2) Minsk Grubu’nun Çözüm Arayışı: “Ortak Devlet” Formülü ve Devam Eden Görecelilik 

Self-determinasyon formülünü gündeme getiren 1996’daki AGİT Lizbon  Zirvesinden iki yıl sonra, Minsk Grubu, Dağlık Karabağ sorununun, bir “Ortak Devlet” (Common State) formülü çerçevesinde çözümlenmesini önermiştir.17 
“Ortak Devlet” önerisinin, aslında, Lizbon Belgesi ile Minsk Grubu’nun gündemine yerleşmiş olan self-determinasyon formülünün bir varyasyonu olarak algılanması gerektiği düşünülmektedir. 
Beş sayfalık “Ortak Devlet” formülünde yer alan ilke ve düzenlemelerden, kanaatimizce, aşağıdakiler önem taşımaktadır: 
-“Devlete” dönüştürülecek olan Dağlık Karabağ bölgesi Azerbaycan sınırları içinde yer alacaktır.18 
-Azerbaycan ile Ermenistan aralarında imzalayacakları bir anlaşma ile Azerbaycan ile Dağlık Karabağ’ın sorumluluk alanlarını ve bu çerçevedeki gerekli yetki devirlerini belirleyeceklerdir. 
-Dağlık Karabağ, ticaret, kültür, bilim, spor ve insancıl konular alanlarında üçüncü devletler ve uluslararası örgütlerle doğrudan (direct) ilişki kurmak ve bunların nezdinde temsilci bulundurmak hakkına sahip olacaktır. Ayrıca, Dağlık Karabağ’ daki siyasi partiler ve sosyal kuruluşlar da yabancı ülkelerdeki benzer kuruluşlarla ilişki kurabileceklerdir. 
-Dağlık Karabağ, Azerbaycan’ın yabancı devletlerdeki büyükelçilik ve konsolosluklarında temsilci bulundurmak hakkına sahip olacaktır. 
Gerçek bir “Ortak Devlet”ten çok, devlet içinde devlet kurulmasına yönelik bu “öneride”, ileride Dağlık Karabağ “yönetiminin” doğrudan ya da başka vesilelerle, dolaylı olarak, düzenleyeceği bir referandumla Ermenistan’a bağlanmayacağı konusunda herhangi bir güvence de öngörülmemektedir. 
Belirli bir devletler hukuku ilkesine dayanmadığı gibi, ulusal, uluslararası ya da bölgesel bir “iradenin destekleyici girişimlerinin” yokluğunun bu tür bir “ülkesel montajın” sürdürülebilir olamayacağının bilincine varılmış olacak ki, Minsk Grubu’nun sonraki açıklamalarında, bir yerde, devlet içinde devlet kurulmasını öngören bu “öneriye” artık atıfta bulunulmamaktadır. 
Buna karşılık, üzerinde ısrarla durulan ve bazı yan ilkelerle de çerçevelenen self-determinasyon ilkesi, Minsk Grubu’nun vazgeçilmeyen çözüm parametresi olarak kalmaktadır. Nitekim ABD’deki United States Institute of Peace’in 1998 yılı raporunda, çeşitli yan ilkelerle de desteklenmiş olan selfdeterminasyon kavramı uyuşmazlığın çözümünde sabit bir araç ve hedef olarak takdim edilmektedir: 
“Bu toprak bütünlüğü meselesi ulusal self-determinasyon ile özerkliği bir araya getirmelidir.19” 

Diğer bir deyişle, bu öneriye göre Azerbaycan’ın ülke bütünlüğünün güvence altına alınabilmesi, ancak Dağlık Karabağ’ın ulusal self-determinasyonu ile birlikte değerlendirildiği takdirde mümkün olacaktır. Doğal olarak, bu tür bir yaklaşımın sadece BM Güvenlik Konseyi’nin 1993 kararlarını değil, devletler hukukunun temel ilkelerini de izafileştirdiği söylenebilir. 
Ayrıca, bu yaklaşımın dayandığı “ulusal self-determinasyon” kavramı, Dağlık Karabağ nüfusunu ayrı bir “ulus” olarak değerlendirmeyi gerektirmektedir. Ancak, bu tür bir yaklaşımın tarihsel, siyasal ve hukuksal gerçekler açısından da yanlış bir tanımlama olacağı açıktır. Esasen gerek BM organları, gerek ilgili devletler ya da Minsk Grubu bu tür bir “tanımlamayı” ileri sürmemiştir. 

3) BM Genel Kurulu’nun Dağlık Karabağ Sorununun Çözümüne İlişkin  Çizdiği Çerçeve: 14 Mart 2008 tarihli ve 62/243 sayılı Karar 

    Dağlık Karabağ uyuşmazlığına çözüm arayışı sürecinde kaydedilen bu olumsuz gelişmeleri değerlendiren BM Genel Kurulu 2008’de gayet kapsamlı bir karar kabul ederek uyulması gereken ilkeleri sıralamış, önemli ölçüde de Güvenlik Konseyi’nin 1993’te kabul etmiş olduğu kararlarda yer alan ilkeleri tekrarlamıştır. 
Ancak Genel Kurul, bununla yetinmeyerek, ortaya çıkan olumsuz gelişmelere dikkat çekmiş, ayrıca, bazı önlemlerin acilen alınmasını da istemiştir. 

Bu çerçevede, özellikle, aşağıdaki hususları vurgulamıştır:20 
-Kararın ikinci işlem paragrafındaGenel Kurul, Ermenistan’ın işgal etmiş olduğu Azerbaycan topraklarındaki askerlerini derhal (immediate), tamamen (complete) ve koşulsuz (unconditional) olarakgeri çekmesini istemektedir (demands). 
-Kararın beşinci işlem paragrafında,Azerbaycan topraklarının işgalini hiçbir devletin tanımaması gerektiğine (shall not recognize) dikkat çekmektedir. 
-Kararın altıncı işlem paragrafında, Minsk Grubu’nun uluslararası arabuluculuğunu desteklediğini belirtmekle birlikte, Grubun önereceği çözümün devletler hukukunun norm ve ilkelerine uygun olması (in compliance with the provisions stipulated above) gerektiğini vurgulamaktadır. 

Minsk Grubu’nun 1996 yılından itibaren, uyuşmazlığın self-determinasyon ilkesinin uygulanmasıyla çözümlenmesine yönelmiş olmasına karşılık, BM Genel Kurul kararında self-determinasyon ilkesine atıfta bulunulmaması belirleyici önem taşımaktadır. 

Ayrıca, Genel Kurul’un Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’daki askerlerini geri çekmesini istemiş olması da somut ve acil bir önlem talimatı sayılmalıdır. 
Öte yandan, Genel Kurul’un işgalin hiçbir devlet tarafından tanınmamasını talep etmesi de sadece ilgili devletler açısından değil, tüm BM üyesi devletlere 
yönelik bir talimat olarak kabul edilmelidir. 
BM Genel Kurulu’nun bu kararı, self-determinasyon ilkesinin Dağlık Karabağ uyuşmazlığında uygulanmasını haklı gösterecek hiçbir koşulun bulunmadığını 
ortaya koymaktadır. 
Bu husus, self-determinasyon hakkının kullanılabilmesi konusunda aşağıda değinilecek olan BM organları ile Uluslararası Adalet Divanı (UAD) 
çerçevesinde geliştirilmiş olan koşullar açısından belirleyici önlem taşımaktadır. 
Öte yandan, Minsk Grubu’nun, BM Genel Kurulu’nun Dağlık Karabağ uyuşmazlığının çözüm çerçevesini belirleyen 14 Mart 2008 tarih ve 62/243 
sayılı kararıyla ilgili resmi bir açıklama ya da değerlendirmesi bulunmamaktadır. 
4) Minsk Grubu’nun Çözüme Yönelik Mevcut Eğilimi: 9 Mart 2019 tarihli Açıklama 
Minsk Grubu’nun Eş Başkanları’nın 9 Mart 2019 tarihli açıklamasında, ülke bütünlüğü (territorial integrity,) zikredilmekle birlikte, söz konusu ilkenin ne 
şekilde, hangi süreç çerçevesinde uygulanacağı konusunda tereddüt uyandıracak ifadeler yer almaktadır.21 
Grup açıklamasındaki ifadelerden, metinde zikredilen ülke bütünlüğü ilkesinin aslında “kısmen” uygulanmasının söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu 
metinde Azerbaycan’a geri verilmesi söz konusu olan Dağlık Karabağ değil, bu bölgenin etrafındaki topraklardır. 
Ayrıca söz konusu “geri verilme” eylemi, ülke bütünlüğü ilkesine uyulması anlamında değil, daha çok “geçici” bir sınır revizyonundan ibaret olduğu 
izlenimini uyandırmaktadır. 
Metnin devamında ise, nihai çözüme ulaşıncaya kadar, Dağlık Karabağ için güvenliği ve ayrıca, özyönetimi (self-governance) sağlayacak bir ara statü 
(interim status) öngörülmektedir. 
Minsk Grubu’nun açıklamasındaki “ara statü” projesinde özyönetim öngörülmekle birlikte, nihai çözümün, ne Güvenlik Konseyi’nin kararları ışığında Azerbaycan’a geri verilmesi, ne de içeriği belirsiz bir selfdeterminasyon statüsü anlamını taşımaktadır. 
Zira aynı paragrafın devamından, “ öz yönetimin” de nihai çözümü oluşturamayacağı, Dağlık Karabağ’ın nihai statüsünün bir referandumla 
belirleneceği anlaşılmaktadır.22Diğer bir deyişle, gerek Güvenlik Konseyi’nin 1993 tarihli kararları, gerek BM Genel Kurulu’nun 2008’de aldığı ve işgal edilen toprakların geri verilmesini ve ayrıca, Dağlık Karabağ’da meydana gelen ülkesel değişikliklerin tanınmamasını isteyen BM Genel Kurulu kararının bir kere daha göz ardı edildiği anlaşılmaktadır. 

Üç büyük devletin Eş Başkanları’nın konuya ilişkin açıklamalarında, Minsk Grubu’nun, kısa sürede çatışmaların önlenmesine yönelik yatıştırıcı bir söylem 
geliştirmeye çalıştığı, daha uzun sürede ise, Dağlık Karabağ’da selfdeterminasyon ilkesine dayalı bir çözüme yönelmiş olduğu sonucu çıkarılabilir. 

Öte yandan, açıklamada yeniden Helsinki Nihai Senedi’ndeki ilkelere de yer verilmesi ilginçtir. Söz konusu Senedin, Doğu-Batı “antagonizminin” keskin 
olduğu yetmişli yılların ortalarında siyasal önem ve değerinin yüksek olduğu kabul edilmekle birlikte, yukarıda da belirtildiği üzere söz konusu belgenin hiçbir zaman bağlayıcı bir “antlaşma” niteliğini taşımamış olduğu da açıktır.23 

Self-determinasyon ilkesi konusunda gerek BM organlarının kararları ve özellikle, gayet kapsamlı, ayrıntılı bildirileri, gerek, ayrıca, UAD’nin içtihatları ışığında tartışılamayacak bir hukuksal açıklık ve uygulanabilirlik anlayışına ulaşılmışken, Helsinki Nihai Senedi’ndeki daha çok “katalog” düzeyinde kalan “ilkelerin”, basit bir referansla uygulanabilir olabileceğini kabul etmek, devletler hukuku normları ve yorum kuralları açısından mümkün değildir. 

Yirmi yılı aşkın bir süreden beri, konuya dair temel BM ilkelerinden uzaklaşarak self-determinasyon tezi üzerinde odaklanmış bulunan Minsk Grubu’nun barışçı çözüm arayışlarına rağmen, bölgedeki barışı kesinlikle sağlamış olduğu da söylenemez. Nitekim Grup, Ermenistan’ın 2-5 Nisan 2016 tarihlerinde “Dört Gün Savaşı” olarak tanımlanan bir silahlı çatışma başlatmasını da önleyememiştir.24 
Minsk Grubu’nun çatışmadan iki ay sonraki açıklamasında ise, uyuşmazlığın barışçı yollarla çözümlenmesi konusundaki taahhütlerini yinelemekle yetinilmiştir.25 

B) Self-Determinasyon İlkesinin Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Uygulanabilirliği 
Gerek BM organlarının kararları, gerek UAD’nin belirli davalar çerçevesinde yapmış olduğu inceleme ve analizler, önceleri siyasal bir mesaj ya da propaganda amaçlı bir kavram olarak algılanabilmiş olan self-determinasyon ilkesini, belirli ve özellikle, sınırlı siyasal ve hukuksal durumlarda uygulanabilecek bir kavrama dönüştürülmüştür. 
Dağlık Karabağ’ın bu çerçevede, self-determinasyona tabi olup olamayacağının değerlendirilmesinde iki kademeli bir incelemeye gidilmelidir: 

1) Dağlık Karabağ uyuşmazlığının özelliklerini taşıyan bir çerçevede selfdeterminasyon ilkesinin uygulanması devletler hukuku açısından 
empoze edilebilir mi? 
2) Dağlık Karabağ’ın kendi içindeki askeri, siyasal ve ekonomik koşullar bakımından, bu bölgeye tanınabilecek self-determinasyonu sürdürebilecek 
bağımsız ve özgün bir iradeye sahip olduğu savunulabilir mi? 
Birinci sorunun yanıtlanabilmesi için devletler hukuku alanında selfdeterminasyon ilkesinin uygulanması konusunda geliştirilmiş olan ilkelerin incelenmesi, ikinci soru ise, söz konusu koşulların Dağlık Karabağ uyuşmazlığına uygulanabilirliğini araştırmak gerektirecektir. 

1. Self-determinasyon İlkesinin Devletler Hukuku’nda Uygulanma Koşulları Self-determinasyon ilkesinin uygulanabilmesinin koşullarının ortaya konulabilmesi için, bir yandan, BM organlarının konuya ilişkin bildirilerinin, diğer yandan da, UAD’nin konu hakkındaki kararlarının incelenmesi gerekmektedir.

1.1. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1514 (XV) sayılı Bildirisinin Uygulanma Koşulları ve Sınırları 

Sömürge sistemini, devletler hukuku uygulamasında sona erdirmeye yönelik olarak 8 Aralık 1960 tarihli ve 1514(XV) sayılı BM Bildirisi, kabul edilmesinden bu yana altmış yıla yakın bir sürenin geçmiş olmasına rağmen, günümüzde de uygulanabilirliğini sürdürmektedir. 
Nitekim UAD’nin 25 Şubat 2019 tarihli istişari nitelikteki kararı (Advisory Opinion) BM Şartı’nın özerk olmayan ülkelerle ilgili 73. maddesinin ve dolayısıyla, BM Genel Kurulu’nun 1514(XV) sayılı Bildirisi’nin günümüzde de uygulanma “alanları” olabileceğini ortaya koymaktadır.26 

UAD, bu kararında İngiltere’nin, Hint Okyanusu’ndaki Chagos Adaları üzerindeki sömürge rejimini mümkün olduğu kadar kısa sürede (rapidly as possible) tamamen sona erdirmesi gerektiğini belirtmiştir.27 
UAD daha da ileri giderek, sömürge rejimlerinin sona erdirilmesine ilişkin BM Şartı ve BM Genel Kurulu’nun 1514(XV) Bildirisi’ne rağmen İngiltere’nin Chagos Adalarındaki yönetimini sürdürmüş olmasını bir haksız fiil (wrongful act) olarak nitelendirmiştir.28 
Ayrıca, UAD kararından üç ay sonra, BM Genel Kurulu’nda 22 Mayıs 2019 tarihinde kabul ettiği kararla, İngiltere’nin Chagos Adaları’ndaki sömürge yönetimini 6 ay içinde kayıtsız şartsız (unconditionally) sona erdirmesini istemiştir.29 

UAD’nin sömürgecilik dönemi ile bağlantılı Chagos Adaları kararının, hiçbir zaman “sömürge” statüsünde olmamış Dağlık Karabağ açısından BM Genel Kurulu’nun 1514(XV) sayılı kararın çerçevesinde self-determinasyon kuralının uygulanması yönünde emsal teşkil etmesi söz konusu olamaz. 

1514(XV) sayılı Bildiri’nin 6. paragrafı, ayrıca sömürge rejimlerinin sona erdirilmesi çerçevesinde girişilecek eylemlerin başka amaçlarla istismar 
edilmemesine yönelik açık bir “yasak” getirmiş olduğu da göz ardı edilmemelidir. Bu paragrafa göre: 

“Bir ülkenin milli birliğinin ve ülke bütünlüğünün kısmen veya tamamen bozulmasını amaçlayan herhangi bir teşebbüs Birleşmiş Milletler Şartı’nın amaç ve ilkeleri ile bağdaşamaz”. 

Ayrıca, bu madde ile yetinilmeyerek, Bildirinin 7. ve son paragrafında bir sınırlama / yasak daha getirmektedir: 
“Bütün Devletler, Birleşmiş Milletler Şartı’na, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne, bütün Devletlerin eşitliğine ve iç işlerine karışmama ve bütün halkların egemen haklarına ve ülke bütünlüğüne saygı esasına göre sadakatle harfiyen riayet edeceklerdir”. 

Sonuçta, UAD’nin istişari kararında, herhangi bir genel self-determinasyon kuralını değil, doğrudan BM Şartı’nın 73. maddesini ve BM’in 1514(XV) kararını uygulamış olması da önem taşımaktadır. 

UAD, benzer bir yaklaşımı daha önce, Batı Sahra bölgesi ile bağlantılı Fas Krallığı ile Moritanya arasındaki uyuşmazlık hakkında, BM Genel Kurulu’nun talebi üzerine verdiği 18 Ekim 1975 tarihli istişari nitelikteki kararında (Advisory Opinion) da sergilemiştir.30 

UAD, her iki devletin Batı Sahra bölgesi ile bazı bağlantı ve ilişkileri olduğunu kabul etmiş, ancak ne Fas’ın ne de Moritanya’nın bölge ile ülkesel nitelikteki 
bir egemenlik bağlantısının (territorial sovereignity) bulunmadığı sonucuna varmıştır. Bu durumda, UAD’ye göre, Batı Sahra bölgesinin sömürge 
statüsünün self-determinasyonun uygulanmasını etkilemeyeceği sonucuna varmıştır.31 

Bu iki UAD kararındaki ilkeler, daha önce de Güney Afrika’nın, Namibya üzerindeki mandasının BM Genel Kurulu’nun 1966’da aldığı 2145 sayılı kararla iptal edilmiş olmasına rağmen, Güney Afrika’nın Namibya’yı terk etmemiş olmasıyla ilgili olarak 1970’te aldığı kararda da vurgulanmıştır. UAD, bu istişari nitelikteki kararında Güney Afrika’nın Namibya’yı terk etmesi gerektiği sonucuna varmıştı.32 

Bu çerçevede, Güvenlik Konseyi kararının uygulanması gerektiğini esas olarak almış olan UAD’nin Namibya kararının da belirleyici önem taşıyabileceği 
düşünülmektedir.