Sandık Siyaseti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sandık Siyaseti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Nisan 2020 Perşembe

Sandık Siyaseti

Sandık Siyaseti.,



Nurten AKYAZILILAR
EGİAD YARIN Genel Yayın Editörü
nurtenak@ttmail.com


Mülkiye Dergisi’nin 267. sayısında, 1960 Devrimi ve 1961 Anayasası, özenle masaya yatırılmış. İçlerinde özellikle Muammer Aksoy’un, 27 Mayıs 1976 tarihli ‘Anayasaya Düşmandırlar!’ manşetli yazısını görünce, güncelliğini halen koruyor olmasından çok etkilendim ve arka arkaya iki kere okudum. 31 Ocak 1990 günü, Ankara Bahçelievler’deki evinin önünde faili meçhul bir cinayete kurban verdiğimiz Aksoy gibi şehit edilen pek çok aydınımızın, gazetecimizin makale ve kitapları her daim güncelliklerini korumakla kalmayıp yıllar sonrasına önemli mesajlar iletmektedir.

   Ancak ne yazık ki geçmişi çok çabuk unutan halkımız için tarihin tekerrür
ediyor olması, bir şey ifade etmiyor.
‘Anayasa’ya Düşmandırlar!’ manşetli makalesinde Aksoy, 27 Mayıs Devriminin
en büyük yapıtı olarak tanımladığı 1961 Anayasası’nın gerekleri ve içeriğini
şöyle anlatıyor:

   “… 1946’dan sonra çok partili siyasal yaşamımızın da çerçevesi olma görevi
ile karşılaşan 1924 Anayasası, bunun da üstesinden gelebilirdi. Ancak, iktidarların demokrasi ve özgürlük ilkelerine içten bağlı olmaları şartıyla!.. 
Bu anayasanın, muhalefete yaşam hakkı tanımak istemeyen kötü niyetli iktidarlara karşı denetleme olanakları sağlayamadığı, 1952-1960, hele 1956-1960 arasındaki acı deneylerle çok iyi anlaşılmıştır. 

   Gerçekten 1924 Anayasası’nda, Meclis çoğunluğunu elinde bulunduracak partinin, gücünü kötüye kullanarak ‘Meclis’e dayanan bir diktatörlük’ kurmasını önleyen, ‘Çoğunluğun davranışını frenleyen ve dengeleyen kurallar ve kurumlar’ yer almamıştı. 1924 yılında böyle önlemlere gerek de duyulmazdı. Çünkü o anayasanın amacı, sultanın bütün güçlerini halkın temsilcisi olan TBMM’ne devretmekti ve Meclis’in karşısında duran (yüzyılların biriktirdiği) dağ gibi işlerin hızla görülmesini sağlamaktı”…

   Günümüzdeki bazı aydınlar! ile medya organları ve yazarlarının yaptığı bilgi
kirliliklerine ve de devlet dairelerinin yanlı kadrolaşma zararlarına vurgu
açısından Aksoy’un; 1961 Anayasası düzenleme detaylarına yer verdiği
‘İnançsızların İhaneti’ ara başlığındaki bölümden, çarpıcı bir alıntıyla devam
edelim: “İktidarın hoşuna giderek parsa toplayan ya da iktidarın hışmından
korkarak Türk toplumu için yaşamsal önem taşıyan gerçekleri dile getirmekten
kaçınan ‘cüppeleri kadar yüzkarası’ bir ‘satılık ya da suskun profesörler’ ordusu nun türemesini önlemek amacıyla üniversitenin özerkliği sağlanmıştır. Her gün birkaç kez ‘akı kara, karayı ak’ olarak sunma sayesinde, halkın şartlanmasını ve tüm toplumsal gerçeklere yabancı çağdışı kafalara robotlar yetiştirilmesini sağlayacak bir radyonun (ve hele televizyonun) Türk demokrasisine bir kanser
gibi musallat olmaması için 1961 Anayasası ‘TRT’nin özerkliği’ni öngörmüştür”…
12 Eylül’de referanduma sunulan Anayasa değişikliğinin bölünme, kadrolaşma,
hukuksuzluk ve rejim değişikliği getirebileceği endişelerinin yükseldiği bir
süreçten geçerken Aksoy’un, 1976 yılında yazdığı bu bölümün devamı, sanki bugün yazılmış gibi şöyle:

“Ama sandıktan çıkan bir iktidar, eline geçirdiği üstün olanakları, tüm ulusun
yararına değil de bir zümrenin çıkarına kullanırsa, iktidardan düşmemek için kişi
özgürlüklerini ve hukuk devleti ilkelerini muhalifler yararına işlemez hale getirirse seçim güvenliği eşitliğini bile baltalama doğrultusunda kesin adımlar atarsa ne olacaktı? O zaman sonuç, ‘Parlamentolu bir diktatörlük’ olacak ve seçime dayanan bu yönetim, özgürlüklere ve mutluluğa değil, tahakküm ve keyfiliğe kaynaklık yapacaktı”…

   “Kötü Amaca Ulaştılar” ara başlığı altında, 27 Mayıs Anayasası’na 1971 ve
1973 yıllarında açılmak istenen gediklerin iki ayrı amaçtan birinin Türkiye’yi,
ekonomik anlamda sömürmek isteyen toprak ağaları ile iç-dış sermaye temsilcileri olduğuna ayrıntılarıyla dikkat çeken Aksoy, diğer bir gediğin ise özgürlükler konusunda olduğunu, şu ifadelerle anlatıyor:

“Başta düşünce özgürlüğü olmak üzere, tüm kişisel özgürlüklerden ürken dikta
heveslileri (özgür düşüncenin her tür tahakkümü ve sömürüyü olanaksız hale getirdiğini bilen çağdışı ve çıkarcı kafalar), özgürlükler sistemini ve bunun güvencesi olan yargı bağımsızlığını ve yargı denetimini yok etmek istemişlerdi”…
Yaşadığımız son günlerde, parti liderlerinin halka seslendikleri referandum çalışmalarında soy-boy-mezhep-din konularının son derece yükseldiğini, söylemlerin tehditvari bir şekilde sertleştiğini görmekten üzüntü ve esef duyduğumu, bir vatandaş olarak geleceğe dair endişelerim olduğunu ifade etmek istiyorum. Çok uzun yıllar öncesini değil; ‘darbe anayasası’ diye eleştirilen 1980’li yıllar öncesini hatırlarsak, aynı emperyalizm oyunlarının özgürlük, demokrasi, insan hakları, kültürel kimlikler vs tanımlamalarla benzer koşulları nın hazırlanmakta olduğunu görebiliriz. 

Bütün halkımızın gerçeklerin farkına vararak, gelecek nesillere aydın ve müreffeh bir toplum bırakmak adına
referandum sandığında aklını ve yüreğini bir arada kullanarak oy vermesini bekliyorum.


***