Doç. Dr. Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doç. Dr. Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mart 2019 Cumartesi

Türkiye Nereye Gidiyor?

Türkiye Nereye Gidiyor?







Doç. Dr. Sait Yılmaz


Türkiye’nin iç ve dış politika konuları ile ilgili bir yazı yazmak son 15 yıldır gittikçe sevimsiz bir iş oldu. Bu yüzden, mümkün olduğu kadar yazmamaya çalışıyorum. Türkiye’de iç ve dış politika rasyonel mantık üzerinden yürümediğinden, söyledikleriniz havada kalıyor ve çözüm üretmenizin de bir anlamı kalmıyor. Kadrosuz, vizyonsuz ve sübjektif bir anlayış Cumhuriyet rejimini ve tüm değerlerini tasfiye etmek, başkanlık sistemi ile tek adam rejimine dönüştürmek sevdasına devam ediyor. Türkiye’de gerçek aydınların ve bilinçli halkın durumu tam anlamı ile kuzuların sessizliğine benziyor; kaçınılmaz sona giderken, kaderine razı olmak. Bu umutsuzluğun arkasında içeride ve dışarıda dibe vurmuş bir ülke yönetimi, terörün vardığı boyutlar, hukuksuzluğun yol açtığı derin huzursuzluk, muhalefetin yetersizliği ve nihayet bugüne kadarki istikrarın temeli olan ülke ekonomisinin geldiği çıkmaz var. İmkânı olanlar ülke dışına kaçmanın yolunu arıyor, diğerleri sessizce bekliyor ya da evlilik programları ve saçma sapan yarışma programları ile uyutuluyor. Oluşturulan kaos ortamında olağanüstü yetkiler edinen hükümet, toplumun her kesimini baskı altında tutuyor. Ülke içinde terörle mücadele ve ekonomi, ülke dışında Suriye, Irak, ABD, Rusya ve Avrupa Birliği ile ilişkilerde yaşanan bitmişlik; kabadayılık ve algı yönetimi ile örtülmeye çalışılıyor. Ancak, Türkiye’de işler artık bir dönüm noktasına geliyor belki de bir dönem kapanıyor, önümüzde önemli bir dönemeçler var. Bu yazıda, olup-bitenlerle hakkında çok da detaya giremeden içinde olduğumuz durum ve bizi bekleyenler ile ilgili bir özet yapmak niyetindeyim.

Suriye’de olanların arka perdesi..

Suriye’de 2011 yılında tetiklenen iç savaşta Türkiye’nin amacı ABD ile işbirliği yaparak rejimi değiştirmekti. Alevi Esat’ın yerine Sünni ‘Müslüman Kardeşler’ iktidara taşınacak, Irak’ın kuzeyinden Suriye’ye uzanan Şii İran’ın kolu kırılarak yerine Sünni eksen kurulacaktı. Ancak, Türkiye’den giden muhalif gruplar bir türlü Halep’i ele geçiremeyince hayaller suya düştü. El Nusra ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) gibi Ankara’nın vekili muhalif grupların Batı düşmanı El Kaide’den farkının olmadığı ve işe yaramadığı anlaşılınca ABD ile yollar ayrıldı. Ortaya IŞİD ve PKK uzantısı YPG çıktı. ABD, Suriye’de kendine YPG’yi müttefik seçti ve Türkiye’nin güneyinden koridor kurma işine girişti. Ekim 2015’te Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi ise tüm planları değiştirdi. ABD’nin önceliği zaten Esat değildi. Rusya’nın askeri desteği ile Esat kalıcılığını garanti aldı ve muhalif gruplar ağır darbe yedi. Rus uçağının düşürülmesi ise Türkiye’yi Suriye denkleminin dışına itti ve ABD’nin YPG/PKK planının ekmeğine yağ sürdü. Türkiye’nin acil olarak Rusya ile anlaşması gerekli idi. Rusya bunu Suriye’deki durumu istediği gibi geliştirdikten sonra ve kendi istediği koşullarda kabul etti. Türk kamuoyuna sanki Rusya ile ilişkiler hemen düzelmiş, her şey güllük gülistanlıkmış gibi bir algı yönetimi yapıldı. 24 Kasım 2016’da yani Rus uçağının düşürülmesinin yıldönümünde olanlar ise ilişkilerin gerçek yüzünü, Rusların oyunu nasıl oynadığının acı bir göstergesi oldu. O gün oraya gelen uçak özel bir misyonla, sadece Türk askerlerini vurmak için gelmişti. Ardından Putin, telefona çıkmak için Erdoğan’ı 34 saat bekletti.

Erdoğan hala ne olduğunu anlamak ve yeni talimatlar peşinde telefonlarına devam ediyor. Yetmedi Dışişleri Bakanı yıllardır kuyusunu kazdığımız İran’a alelacele ricacı olmaya gidiyor. Peki, barıştık denen Ruslarla ilişkilerde neler oldu? Bunu anlatalım.. Ruslarla Suriye üzerinde yapılan anlaşmanın ön yüzünde, Türkiye’nin Esat’ı devirme ve muhalif gruplar ile Halep’i ele geçirme sevdasından vazgeçmesi vardı. Ancak, Ankara buna yanaşmakla birlikte niyetini saklı tuttu. Türkiye, 10 Ekim’de ÖSO ve diğer İslamcı grupların Halep’i terk ettiğini deklere etti. Rusya ile anlaşmanın diğer yanında Cerablus ile Azez arasındaki 98 km cephede bulunan ara bölgenin IŞİD’tan temizlenmesi vardı. Yani Türkiye’nin ara bölgeye girmesi Rusya’nın planı idi ve bu yönlendirmeler Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’nın Moskova’ya kadar gidip talimat alma boyutuna ulaştı. Rusya’nın Türkiye’yi ara bölgeye sokmakta üç amacı vardı;

(1) ABD koalisyonunu bölmek,
(2) IŞİD’in temizlenmesinde manivela olarak kullanmak,
(3) YPG’nin Esat’a ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit teşkil etmesi.

ÖSO denilen örgüt onlarca fraksiyondan oluşuyor ve aralarında Türk Tırlarından haraç alma, silah edinme kavgaları vb. nedenlerle pek çok çekişme var. Bunlar gündüz 400 dolara ÖSO, gece ise IŞİD’ci olan kişiler. Ne yazık ki Suriye Türkmenleri de aynı koşullara zorlandı. Ara bölgenin güneyine yani El Bab’a yaklaşana kadar Ruslar duruma baktılar ve Türkiye’nin ÖSO üzerindeki kontrolünün sıfır olduğunu gördüler. Türkiye’nin bu hali hem Rusya’yı hem de Esat’ı rahatlattı. El Bab, Rakka’nın değil asıl Halep’in kapısıdır yani Halep’e giden yolları kontrol etmektedir. Ruslar, Türkiye’nin aklının hala orada olduğundan şüphelendiler. Burada bir dönüm noktası oldu ve artık ilerlememizi istemediler yani Rusların verdiği sınır bitti. Muhtemelen rejim aleyhine bir faaliyetimizi de tespit ettiler. Ruslar, Suriye’de nihai olarak şunları istiyor :

(1) Ülkenin toprak bütünlüğünü.
(2) ABD’nin başarısız olarak çekilmesini.
(3) Mümkün olduğu kadar çok İslamcının öldürülmesini; 

      Çünkü İslamcı grupların hemen hemen yarısı Kafkasya, Çeçenistan ya da Türk Cumhuriyetlerinden gelmiş radikal İslamcılar.

Esat’a yönelik üç büyük düşman vardı; ÖSO, YPG ve IŞİD. Bunları en güçlü şekilde vurmak için Türk Ordusu seçildi. Başından beri Fırat’ın doğusundaki YPG/PKK’ye vurmak yerine, ara bölgede önünü kesme propagandası yapan Ankara, şimdi çıkmazda. TSK ise şimdi ne yapacağını bilmiyor. Ruslara telefon üzerine telefon ediliyor. Ne Ruslar ne de Amerikalılar Halep-Rakka yolunu kontrol etmemizi istemiyorlar. ABD bile Halep’in düştüğünün ve Esat’ın artık gitmeyeceğinin farkında, onlar çoktan vazgeçtiler. Peki, ABD bölgede ne istiyor? Trump’ın oğlu Paris’te Suriyeli rejim muhalifi grupların siyasi kanadı ile görüşmeler yaptı. Trump’ın niyetine bakılırsa ABD, Suriye ve Irak’tan onurlu bir şekilde çekilecek. Bunun için de Rusya ile iki ülkenin toprak bütünlüğü ve Esat’ın varlığını garanti altına alacak bir anlaşma yapacak.

Irak’ı neler bekliyor?

Irak’ta yaşananları ve yaptığımız hataları bir ay önce “Irak’ta neler oldu? Neler Olacak?” başlıklı makalemizde uzun uzun anlattık. Bu hataları özetleyecek olursak;

(1) 2003 yılından başlayarak Irak’ın kuzeyindeki PKK hedeflerine askeri harekat yapma kabiliyetimizin ABD tarafından tahakküm altına alınmış olması ve verecekleri istihbarata bağlı hava harekatına indirgenmiş olması; böylece PKK’nın bu kaos bölgesini kullanmaya ve hayatta kalmaya devam etmesi.
(2) Türkiye’nin sırf Şii ağırlıklı diye Bağdat’taki resmi hükümet yerine bağımsız Kürt devleti hayali peşindeki Sünni Barzani ile ilişkiyi tercih etmesi; böylece açlıktan geberecek Barzani ve yönetim bölgesinin yaşamaya ve PKK’ya örtülü desteğe devam etmesi.
(3) Musul ve Kerkük’teki kırmızı çizgilerimizin korunmaması; buralarda Barzani’nin baskı, suikast ve demografi değişimleri ile idareyi ele alması, petrole el koyması ve kuracağı Kürt devletine ilhak etmesine karşı tedbir alınmaması.
(4) Irak’ın kuzeyindeki 2.5 milyon Türkmen’in Barzani tarafından asimile edilmesine, dağılmasına göz yumulması, başta Telafer olmak üzere diğer Türkmen şehirlerinin tasfiyesine seyirci kalınması.

Obama sonrası ABD’nin yeni Irak planı henüz ortaya çıkmadı. Obama, Musul’da Trump seçilmeden önce sonuç almak istiyordu, olması mümkün değildi. Trump’ın niyeti Irak’ın merkezi yönetimini ve toprak bütünlüğünü koruyarak Suriye’den sonra buradan da çıkmaktır. ABD, Ortadoğu defterini kapatmak istemektedir. Bölgenin istikrarı için Suriye ve Irak’ta toprak bütünlüğünü korumak önemlidir. Aksi takdirde durumdan İran istifade edecek, bu Suudi Arabistan’ı karıştıracak ve bölgedeki Amerikan çıkarlarının temeli olan ülke yıkılacaktır. ABD ve Batı etnik ve dini yapılarla oynamayı tecrübe etti. İstikrarlı bir Irak ve Suriye ile İran dengelenmiş olur ve ülkelerin kendi sorunlarını kendisinin çözmesinin önü açılır. IŞİD’in yok edilmesi zamana bırakılacaktır. ABD, bundan sonra dış politikasında Ortadoğu ve diğer bölgelerde daha az masraf gerektiren eski yöntemine dönecektir; güç dengesi. Yani kendi adamlarını seçecek ve bölgeyi yönettirecektir. Radikal İslam ile bağlantıları ve mevcut rejim anlayışı sürdükçe Türkiye’ye Ortadoğu’yu emanet etmeyecektir. Ortadoğu’da ABD’nin yeni gözdesi Mısır olacaktır. Çünkü İsrail ile ilişkileri iyidir. Suriye ve Irak ile tarihsel bağları kuvvetlidir. Suudi Arabistan için de İran karşısında bir denge vasıtasıdır. Her zamanki gibi Kürtler gene yüz üstü bırakılacak, artık birlikte yaşamayı öğreneceklerdir. Bağdat’ın, Irak’ın kuzeyinde tam kontrol sağlaması ile PKK için güvenli yer kalmayacak, Barzani’nin yerine merkezi yönetimle uyumlu yeni biri gerekecektir.

Türkiye’nin Batı ve Rusya ilişkilerinde neredeyiz?

Sadece ABD ve AB ile değil, Rusya Federasyonu ile ilişkilerimiz de tarihinin en kötü döneminden geçmektedir. ABD ve AB’den sonra, Ruslarla yalvar yakar kurduğumuz ilişkilerde bile şantaj altındayız. Barışma sonrası Ruslarla imzalanan Türk Akımı Anlaşması’nın 3. maddesi diyor ki; “Türkiye, boru hatlarının geçtiği ve ilgili tüm tesislerin bulunduğu yerlerde kamulaştırma ve millileştirme yapamaz”. Diğer maddelerde KDV, gelir vergisi ya da gazın tasarrufu gibi konularda Ruslara yönelik kesin muafiyetler var. Bu tavizler, anlaşmayı Rusların yazıp bize imzalattığını, müzakere bile edebilecek kapasitemiz olmadığını gösteriyor. İşin aslı Ruslar hala uçak düşürme olayının peşini bırakmadılar.

* ABD, Rusya ve Avrupa Birliği ile ilişkiler Erdoğan olduğu sürece düzelmeyecek.
Erdoğan ise iç politikada her zaman yaptığı gibi dış politikada da ötekileştirerek, kamuoyuna Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyeliği pompalaması yapıyor. ŞİÖ’nün ne AB ne de NATO’nun alternatifi olmadığını herkes biliyor. ŞİÖ, Çin ve Rusya’nın kendi içi ve etrafındaki İslamcı ya da Türk gruplara karşı mücadelede işbirliği ve meşruiyet sağlamak amacı ile kuruldu. Bu yapının NATO’ya alternatif olması tartışıldığında, kurucu 5 üyeden başka ülkelerin de ilgisini çekti. Rusya’nın askeri işbirliğinden ne anladığını öğrenmek isteyenler, Ortak Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün (CSTO) nasıl çalıştığına baksınlar.

ŞİÖ, hiçbir zaman Avrupa Birliği de olamaz. Öyle olsa idi Ekonomik İşbirliği Örgütü (ECO) ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) gibi yapılar canlanırdı. Bu örgütlerin ölü doğmasının nedeni zaten Rusya ile olan güvenlik sorunları ve birbirlerine petrol ve doğal gazdan başka satacak bir şeylerinin olmamasıdır. ŞİÖ içinde Çin’in bulunması ise üye ülkelere bir avantaj sağlamıyor. Çin’in ekonomik stratejisi Batı ile pazar ilişkilerinin korunmasına ve nüfusunun tüketim ekonomisine entegre edilmesine dayanıyor. Çin, üretim ekonomisinden tüketim ekonomisine geçiyor. Çin ve Rusya asla birbirinin gelişmesini istemez ve her fırsatta birbirinin kuyusunu kazar. Çinliler, yaptıkları evliliklerle Rusya’nın güneyinde Hazar’a kadar olan bölgede demografiyi değiştirmekle meşguller. Yapılan demiryolları ve boru hatları asla bu iki ülkeden bir diğerine uğramaz. Erdoğan ise içeride Kürtleri ötekileştirerek MHP tabanını, ŞİÖ ve Rusya ile ilişkileri kullanarak ulusalcıları yanına çektiğini sanıyor. Türkiye’yi Batının prangasından Rusya’nın kucağına atmak isteyenlerin çığlıkları duyuluyor.

Sonuca gelecek olursak; tıpkı dünyadaki sorunların karmaşıklığı gibi Türkiye’nin de, yaşamakta olduğu bu umutsuz sarmaldan büyük bir travma yaşamadan çıkması mümkün değil. En kötü haber Türk ekonomisi ile ilgili çünkü bu sefer para gerçekten bitti ve dışarıdan bel bağlanan para bile en fazla birkaç ay idare eder. Şu an Ankara’nın en büyük telaşı ekonomik çöküşü engellemek ve doların önlenemez yükselişi. Ekonomik krizin arifesindeyiz ve büyük devalüasyon zamanlamayı bekliyor. ABD ve AB hatta Rusya bunu yakından izliyor. Düşünün ABD’nin tüm dünyadaki dış yatırımı yani dolaşımda olan parası 1.6 trilyon dolar ve bunun sadece 45 milyar doları Türkiye’de. Yani bunun üzerini silmek ABD için çok riskli değil ve bu bile Türk ekonomisini çökertir. Bu yüzden şantaja açık,

* Kağıt üzerinde iflas etmiş ama bunu deklare etmemiş bir ülkeyiz.
Hükümetin seçenekleri ya para bulmak ya da yeni bir kaos yaratmak. Yeni kaos senaryoları içinde Suriye veya Musul’da yeni bir askeri harekat, mültecileri sokağa dökmek var. Bunlar olağan üstü yetkilerinin sürmesi için de gerekli. Halk olan biteni anlamaya çalışıyor. Parası olan ülke dışına kaçıyor, İstanbul dükalığı parasını ülke dışındaki off-shore bankalara kaçırıyor. Özetle alarm zilleri bir kez daha çalıyor.

Dostlar, Bu önemli ve kapsamlı yazıyı 3 hafta önce arşivlemiştik.

Sanırız yayımlama zamanıdır. 
Sayın Doç. Dr. Sait Yılmaz‘ın makalesi yeterince kapsamlı.
Biz birşeyler katma gereği duymadan paylaşmak istiyoruz.
AKP – RTE’nin aklını başına alması uyarılarımız bu sitede yıllardır ısrarla sürüyor.
İktidar, ülkemizde geçelim sıradan insanımızın, polisimizin ve askerimizin bile can güvenliğini sağlayabilmekten aciz.

“Circulus ciciosus” sarmalında kıvranıyor ve Ulusu-Ülkeyi de gözü kara,
giderek faşistleşerek, kıvrandırıyor!??

Korkarız ki artık çok geç ve ne akşam vakitsiz ne de kapkara bulutlar aceleci..

Sevgi, saygı ve hüzün ile.

17 Aralık 2016, Ankara

http://ahmetsaltik.net/2016/12/17/sait-yilmaz-turkiye-nereye-gidiyor/


***


6 Eylül 2018 Perşembe

ABD İSTİHBARATI SİZİ NASIL İZLİYOR?. BÖLÜM 2

ABD İSTİHBARATI  SİZİ NASIL  İZLİYOR?. BÖLÜM 2


FBI-Apple arasındaki çekişme..

San Bernardino kentindeki terör saldırısını gerçekleştiren saldırganlardan Seyid Rıdvan Faruk'a ait ait olduğu tahmin edilen cep telefonunun (FBI'ın isteğiyle) iCloud şifresi değiştirilmişti. Ancak, bu yüzden telefondaki eski bilgilere şimdi ulaşamıyorlar. FBI Direktörü James Comey, geçen hafta ABD Kongresi’ne yaptığı açıklamada, FBI’ın Faruk’a ait olduğunu düşündüğü iPhone model telefonun şifresini henüz kıramadığını ve içindeki bilgilere ulaşamadığını açıklamıştı. Bunun üzerine, ABD’nin Los Angeles şehrinde bir yargıç, Apple’ın FBI soruşturmasına teknik yardım sağlaması konusunda karar vermişti. ABD hükümeti Apple’dan aslında; 10 başarısız parola girişinden yani kanunsuz denemeden sonra bütün veriyi silen programın bilgilerini vermelerini istiyor. FBI kendi şifre kombinasyonlarını deneyecek ve Apple kendilerine vereceği bu yazılımla otomatik bir sürece geçecek. Böylece dokuz tahminle daha uğraşmayacaklar, telefona doğrudan ulaşacaklar. Apple, bir başkasının 10 kez yanlış girmesi durumunda telefonun tüm bilgileri ‘sıfırlayıp silmesini’ sağlayan şifrenin çözülmesini reddetti. Gerekçe olarak da bunun dünya genelindeki milyonlarca iPhone ve kullanıcıları için gizlilik haklarının ihlali anlamına geleceğini gösterdi. Apple CEO’su Tim Cook, FBI’ın söz konusu telefon için yeni işletim sistemi (IOS) geliştirilmesini istediğini ve bunun iPhone telefonlarının güvenlik önlemlerini ihlal eden bir ‘arka kapı’ oluşturacağını ifade etmişti. Cook, FBI’ın bu arka kapıyı sadece söz konusu telefon için kullanacağını iddia ettiğini, fakat bunun garantisi olmadığını savunarak “Bu arka kapıyla dünya üzerindeki tüm iPhone telefonların güvenlik önlemlerini aşabilirler” dedi. Apple adına komite karşısına çıkan Sewell; "FBI, meselenin sadece tek bir telefonla ilgili olduğunu söylüyor ama tüm iPhonelar aynı temel üzerinde çalışıyor; dolayısıyla bir kez güvenlik kapısını kırdığınız zaman şu an kullanımda olan tüm telefonlar için riski ortaya çıkarmış oluyorsunuz" dedi.
 
Yukarıda da açıkladığımız gibi aslında, ABD istihbaratı iletişim şirketlerine arka kapılarını açmaları için uzun zamandır para ödüyordu. Her şey Snowden olayından sonra değişti ama dönüm noktası Eylül 2014 oldu. O zamana kadar, FBI; Apple iOS 7’nin güvenliğine dair hiçbir şikâyette bulunmuyordu çünkü kendi anahtarlarına sahiplerdi yani arka kapıya sahiplerdi. Nedir bu arka kapı? Yani tüm telefonlara giriş imkânı sağlayan tek bir şifre.  Eylül 2014’te, iOS 8 geldi ve Apple, artık arka kapı yok dedi. Bir yıl önce yasal sürece göre her telefonu açabilecek bir anahtar vardı, buna geri dönülmek isteniyor. FBI soruyor; iOS 8, devletin telefonlara arama izniyle erişmesini engellemek için mi tasarlandı? Bu gizlilikle mi alakalı, pazarlama ile mi? FBI’ın iddiası şu; daha önce bu bilgileri verirken 30 Eylül – 1 Ekim arasında iOS 8’i tanıttıklarında ne değişti? Muhtemelen iyi bir işletim sistemleri var ve kasıtlı olarak telefonlarını açmamaya yönelik bir tasarım yaptılar. Ama hiçbir şirket hukuktan üstün değildir. ABD hukukuna göre; eğe bir yargıç bir suç delili olduğunu düşünürse arama yapmaya izin verilir. FBI, artık adi suçlar da dâhil davaların %95’inde suçluların kullandığı telefonlardaki verilere ulaşamadığını söylüyor. İşin aslı ABD istihbaratı telefonları suç ve terörle mücadele kisvesi altında telefonları istihbarat vasıtası olarak kullanmak istiyor ve bu tür suiistimallerden bıkmış olan en azından Apple, ben de bu kabiliyet yok diyor. Devlet ise öyle ise bu kabiliyete yani bana arka kapı açacak suiistimali yarat diyor. ABD devleti; sen ne üretirsen üret ben ulaşmalıyım diyor. Bunun için de terör ve tecavüz kartını oynuyor. Konu sadece ABD içi bir tartışma gibi pazarlanıyor ve sözde eyalet hukukunu korumak için kamuoyu önünde gösteri yapıyorlar. Ama bu ABD halkından çok bizleri yani ABD dışında yaşan tüm dünyayı vuracak, bu maskeleniyor. Çünkü bize bunları yapmaları, yıllardır uyguladıkları gibi mahkeme kararı gerektirmiyor. İşin ilginç yanı Apple telefonu bir hırsız tarafından çalındığında uzaktan kapatma kabiliyeti bile yoktu ve devlet baskısı ile bunu yapmak zorunda kalmışlardı. Şimdi ABD polisi aynı şeyi gene yapmak istiyor.
 


FBI, eğer şifre kırılmazsa başka saldırılarda Apple'ı suçlu gösterecek. Apple FBI'ın bu talebini kabul ederse, sadece Amerikalılar değil tüm dünyada iPhone kullananların kişisel verileri tehlike altında olmaya devam edecek. Apple böyle bir kırma işlemini gerçekleştirirse pazarında önemli bir kayıp yaşayacağını düşünüyor. Teknik açıdan herkes Apple’ın bunu yapabileceğini düşünüyor. Apple için öncelikle küresel olarak müşterilerinin gizliliğini korumak ve bu güvenin öncelikle sıradan insanlar için sağladığı pazarı genişletmek önemli. Diğer yandan, devletin bir arka kapı istemesi böyle bir şirket için aşağılayıcı. Apple ise bunu yapmamayı tercih ederek, bir duruş sergiliyor. FBI'ın talebi üzerine Apple'ın CEO'su Tim Cook, şirketin internet sitesinden şu açıklamayı yaptı; "Kimileri sadece tek bir telefon için arka kapı açılmasının olayı çözeceğini söyleyebilir. Ancak, böyle bir arka kapı bir kez açılırsa aynı teknik her yerde kullanılabilir. Bunu bir maymuncuk anahtarına benzetebilirsiniz: Birden fazla kapıyı açabilen, tek bir anahtar" dedi (19). Silikon Vadisinin çoğu Apple’ı destekliyor.
- Facebook'un kurucusu Mark Zuckerbeg, kullanıcıların şifreli bilgilerine erişebilmeleri için bir "arka kapı" açılmasına karşı olduğunu belirtti. Facebook CEO'su "Şifre sistemini atlamak için açılacak bir arka kapının ne güvenliği artıracağını ne de doğru bir adım olduğunu düşünüyorum (20)" dedi.
- Google CEO’su Sundar Pichai, güvenlik için teknoloji şirketlerini telefon şifrelerini kırmaya zorlamanın kullanıcıların gizliliğini ihlal edebileceğini belirtti. Pichai, Google olarak ‘geçerli yasal koşullar’ ilkesi altında bilgi paylaştıklarını belirtip, “Ancak bu durum, bir şirketten kullanıcının ürününü şifresini kırmasını istemekten tamamen farklı. Çok kötü sonuçlar doğurabilir (21)” dedi.
- Twitter'ın CEO'su Jack Dorsey, "Apple ve Tim Cook'un yanındayız (ve gösterdikleri liderlik için teşekkür ediyoruz!)" dedi.
ABD'de büyük bir tartışma konusu hâline gelen olay için New York Times'ın 18 Şubat 2016 tarihli
'Apple neden FBI'a yardım etmemekte haklı?' başlıklı başyazısında ile şu görüşlere yer verildi;  "Eğer ABD Kongresi telefonlara arka kapı açılmasının önünü açarsa büyük bir hata yapar. Suçlular ve her türlü istihbarat servisi bu fırsatı değerlendirir. Akıllı telefonların güvenliğinin kırılması kitlesel fişleme ve ulusal sırların çalınmasına kadar uzanır. Bu tür bir yasa, güvenlik güçlerinin işini kolaylaştırırken geri kalan herkesi daha az güvenli hâle getirir" deniyor.
FBI-Apple çekişmesinin perde arkasında ne var?

Bütün bu arka kapı tartışmaları Snowden olayından sonra çıktı, öncesinde her şey tıkır tıkır yürüyordu. Bu olaydan sonra Google ve Apple telefonlarını değiştirdiler ve ABD istihbarat servisleri böyle bir şey beklemiyorlardı. Samsung, bunu yapmıyor çünkü müşterisi umurunda değil. Edward Snowden sonrası dönemde Apple, Verizon ve Google gibi şirketlerin müşterileri kendilerine ihanet edildiğini düşünüyorlar ve bu kesinlikle yanlış değil. Çünkü son 10 yılda savcıdan gelen her izinin ne kadarının saf suç amacı taşıdığını, suiistimalleri biliyorlar. Asıl önemlisi küresel ölçekte hiçbir yargıç kararına dayanmayan hukuksuz uygulamaların bu şirketlerin sırtına yüklenmesi. Banka, arama ya da iPhone bilgisine erişim konusunda hükümetin gerçek amacı ile ilgili şüpheler var. ABD hükümeti Apple’a diyor ki; telefonuna yeni bir şekil ver ki istihbarat girsin, tabii bu işin meraklısı FBI ve New York Polisi olarak kamuoyunun önüne sürülüyor, ama bu ABD içi ve FBI ile sınırlı kalmayacak. Siz tek seferlik bir anahtar ve yazılım verin, biz gerisini hallederiz diyorlar. Apple bunun tek seferlik bir şey olmayacağını biliyor ve bunu yapmaya başlarlarsa iPhone’u alıp korunduğunu düşünen herkes peşlerinden geleceklerini varsayacak. İnsanlar bu telefonları alıyor çünkü güvenli olduğunu düşünüyor. Apple, bunu kabul ederse müşteri ilişkileri hiçe sayılmış olacak. Bir sefer erişim sağlanırsa her şeye erişim sağlanmış olacak. Apple bir şeye artık dur demenin zamanı geldiğini fark etmiş ki iOS 7 ve 8 şifreli telefonlar arasında çok farklı bir durum var. Apple aslında iOS8 telefondaki bilgilere de ulaşabilir. Eğer ulaşamayız diyorsa, bu bankanızın hesabınıza ulaşamıyoruz demesi gibi bir şey demektir. Apple, bunu müşterilerini korumak adı altında aslında pazarını korumak için yapıyor. Türkiye gibi sonsuz suiistimallerin olduğu bir ülkede ise Apple’a güvenebilmemiz hâla çok uzak bir ihtimal.

Bugüne kadar ABD devleti, banka veya telefon şirketi kimden ne bilgi isterse aldı. İlk defa Apple ile bu yargı sürecine giriyor çünkü FBI, Apple’dan laboratuvar yazılımlarını istiyor. FBI, bunu tüm dünyayı takip etmek için istiyor; bahanesi terörist takip etmek, CIA ise biyolojik silah yapanları takip edecekmiş. Şimdilik ABD istihbaratının Apple ile mücadelesi FBI üzerinden vakaları çözmeli, hayatları kurtarmalıyız, kendinizi hukukun üstünde göremezsiniz tiyatrosu ile devam ediyor. Şimdi karar mahkemede ve muhtemelen mahkeme de FBI’dan yana karar verecek. Bill Gates bile Apple’ın boşuna işi uzattığını düşünüyor. Belki de bu işi Kongre’ye gelecek, yeni bir yasa konusu olacak, üzerinde pek çok pazarlık yapılacak. ABD Kongresi'nin çıkaracağı yasal bir düzenleme, Apple'ı güvenlik güçleriyle işbirliğine gitmekle zorunlu kılabilir. Nitekim konu şimdiden Kongre'de tartışılıyor. Cumhuriyetçi üyeler FBI'ın, Demokratlarsa Apple'ın haklı olduğu görüşünde. Kongre'den 'Apple telefonlara arka kapı açmalı' yönünde bir karar çıksa dahi, Apple'ın konuyu Anayasa Mahkemesi'nde temyize götürme hakkı var. Günün sonunda mahkeme ile de olsa Amerikan derin devleti kazanacak. Öte yandan CALEA yasası sadece telefon iletişimi ile ilgili idi. Yani diğer aletleri takip etmek için hukuki bir gerekçeleri de yok ama engel de yok. Acaba, kaç teröristin elinde akıllı telefon var, bu bile sorgulanmıyor. Apple şifreyi versin ya da vermesin ABD istihbaratı şimdiden bu tür engellerin önüne geçmenin önlemini alıyor. NSA, 2010 yılından beri değeri 254,9 milyon dolar olan BULLRUN ve EDGEHILL programları sayesinde internet şifreleme teknolojilerini kırma çalışmalarına başlamıştı. Şimdi ABD istihbaratı, Apple’dan şifre kıramazsa bütçeden kendi şifre kırma mekanizması için 69 milyon dolarlık ilave bütçe almayı planlıyor (22). Mahkeme kararı ne olursa olsun, ABD istihbaratı bu tür aletlere doğrudan müdahil olacağı kendine özel bir sistem peşinde yani konu Apple davası olmaktan çıkacak. ABD istihbaratı çeşitli ülkelerle, bankalarla, finans kurumlarıyla ya da kayıt tutan her firma ile bu zorlama ilişkiler kurulmuş durumda. Üstelik buna “arka kapı” denmesine kızıyorlar, “ön kapı” imiş çünkü demokrasiyi korumak içinmiş ve demokratik kurallar içinde uygulanıyormuş.
NSA’nın kitlesel istihbarat toplama ile ilgili hemen her gün yeni bir (IMSI gibi) izleme programından haberdar oluyoruz. Son gelişmeler aslında sadece FBI’yı değil, tüm ABD istihbaratını harekete geçirdi ve izleme faaliyetlerinin karanlığa gideceği propagandası yapılıyor. Hepsinde aynı kurgu, suç ve terör maskesi altında bir ülkesinin güvenliğine çok bağlı (!) bir yargıç kararı ile telefonların içindeki bilgilere ulaşma hikâyesi. Ancak, işin içine bankalar, şirketler girince bu işin terörist takibinin çok ötesine geçtiğini anlamayacağınızı sanıyorlar. Tim Cook; Apple, hiçbir şekilde güvenlik güçleriyle çalışamayacak, demiyor. Tartışma arka kapıyı evrensel olarak uygulamakla alakalı. İşte burada asıl konuya geliyoruz. FBI-Apple çekişmesinin arkasında bir bütün olarak ABD istihbaratının dünya genelinde yürüttüğü kirli işlerin sekteye uğraması, Apple örneğinin emsal teşkil etme tehlikesi var. Bunlar neler sıralayalım;
(A) Snowden’in ortayda çıkardığı ilk gerçek ABD’nin terörist ve suçlu takip etmediği, ülkeler hakkında casusluk ve bu yolla özel operasyonlar yaptığı idi. Bu izlemenin içinde şirketler, devlet adamları ve seçilmiş hedefler var. Almanya başbakanı Merkel’in dinlendiğini zaten biliyorsunuz. Diğerlerini ilave edelim.
- Türkiye ise Gezi olaylarından G-20 toplantılarına, dinlemelerin alt yapısına ev sahipliği yapmaya kadar bu işin kurbanları arasındadır. Snowden’in verdiği haritaya göre ABD adına dinlemeleri yürüten ekibin Türkiye’deki ayakları İstanbul ve Ankara’daki diplomatik temsilcilik binalarıdır. Türkiye’deki Ergenekon komplosu başlamadan önce gelen 35 Amerikalı istihbarat görevlisinin Türkiye’ye gelişi ile bilgiler, böylece yerine oturuyor.
- İtalyan basınında Şubat 2016’da Wikileaks belgelerine dayanarak, 2011 yılında dönemin Silvio Berlusconi hükümetinin NSA tarafından dinlendiği iddiaları gündeme geldi (23). ABD’nin Roma Büyükelçisi John Phillips’i İtalyan dışişleri bakanlığına çağrıldı. Neden önemli çünkü Berlusconi, 2011’de bir komploya uğradı ve seçimi kaybetti.
- 2012 yılında NSA, Meksika cumhurbaşkanı Enrique Pena Nieto’nun başkan adayıyken özel e-maillerini okumayı başarmıştır.
- NSA’nın BLACKPEARL adlı gizli programının tüm dünyadaki bankalar arasında elektronik fon transferi standardı sağlayan sistem olan Swift ağının hedefleri arasında Fransa Dışişleri Bakanlığı bulunmaktaydı.
- Ayrıca GCHQ belgesine göre; İngiltere ve ABD; enerji şirketlerini, mali örgütlerini, hava yollarını ve yabancı hükümetlerin bilgisayar ağlarını düzenli olarak hedef alıyordu (24).
(B) Sadece telefon dinlememiş, özel hayatımıza girmiş, masum insanlar ya da şirketler hakkında istihbarat amaçlı bilgi toplanmış ve izlenmiştir. Google Cloud, NSA’nın yabancı ülkelerde FISA kapsamında büyük ölçekte bilgi toplamasına ve özel operasyonlar yapmasına yardım ediyor. Cep telefonlarının takibi ile günde yaklaşık 5 milyon görüşme kayıt altına alınıyor ve yüz milyona yakın aletin yeri depolanıyor. Böylece milyonlarca telefon kullanıcısının hareketleri izleniyor yani sadece görüşmeleriniz değil, nerelere gittiğiniz de takip ediliyor. Yukarıda anlattığımız siber istihbarat sistemi ile ABD o dönemde 1.2 milyon kişi izliyordu. Bugün bu rakam 2 milyonu aştı. Sizler sorgulamıyorsunuz ama her tarafımızdaki gizli ya da açık kameralar, bankalar, oteller, benzin istasyonları, kart kullandığınız tüm alış verişleriniz sürekli kayıt altına alınıyor ve şahsınıza ait bir dosyada toplanıyor. Bankaların para hareketleri ile rapor vermeleri sorumluluğu var. IBAN no.ları, biyometrik resimler vb. uygulamalar terörist ve suçlu takip ediyoruz maskesi altında ABD’nin bize dayattığı takip uygulamaları. Peki, neden bu bilgilere ihtiyaç duyuyorlar ve kendi hükümetleri de bunlara çanak tutuyorlar? ABD için bu 2008 yılından beri geliştirdiği halkların duyarlılık analizi ve sosyal radar çalışmaları ile başka ülke halklarına angaje olma çalışmasının bir parçasıdır (25). Facebook’un üç temel işlevi; başka insanları tanıma fırsatı, kendi görüşlerini anlatma ve son olarak başkalarının nasıl düşündüğünü, neye dikkat ettiğini anlama imkânı yaratmasıdır (26). Sosyal ağ bu üç işlev ile kişiden kişiye temas sağlamaktadır. Facebook’un en ilginç kullanım alanlarından birisi siyasi amaçlı sosyal eyleme geçirme özelliğidir. Kendi hükümetiniz ise halkından korktuğu, kendi halkını takip etmek için bu sistemleri kullanıyor.
(C) Üçüncü gerçek, bu iletişim ile dünya genelinde insanlar öldürüldü, bu iletişim ağının en üstünde ABD başkanı vardı, cinayetlere o karar verdi, bugün de bu devam ediyor. Yani bu istihbarat sistemi sayesinde dünya genelinde hedefler belirleniyor. Oluşturulan öldürme listesinden seçilenler, başkan Obama’nın onayı ile dört şekilde öldürülüyor; insansız hava araçları, özel kuvvetler, hava kuvvetleri, CIA timleri. Buna ABD literatüründe hedefli öldürme sistemi (targeting killing system) diyorlar. Hedefli ölümler 2007’de başladı ve 2010’da iki katına çıktı. Hemen her yıl binlerce insan bu listelerde olduğu için değil, şüpheli ile aynı yerde olmaktan dolayı ölüyor buna da tali hasar diyorlar. Örneğin son olarak Libya’da iki Sırp ölmese idi, orada ABD tarafından onlarca kişinin hava saldırısında öldüğünü duymayacaktınız. Bu yöntem, ABD’nin şu an terörle mücadele adı altında kullandığı küresel ölüm makinesidir. ABD’nin savaş alanları dışında kullandığı hedefli öldürme işlerinde %95 insansız hava aracı kullanıldı (27). Cep telefonları ve sosyal medya kanalı ile tespit edilen hedefler, bu ölüm makinesinin hedefi haline geliyor. Öyle ki artık ABD istihbaratında terfi etmenin en kolay yolu, hedef bulmak oldu. Dünyanın her köşesindeki gazetelerden, telefon görüşmelerine elde edilen bilgilerden hedef listesi genişletiliyor. Bu işten en çok zarar gören Pakistan, Afganistan, Suriye, Irak ve Yemen’in yanında Afrika ülkeleri oldu. Usame Bin Ladin’i yeri kendisine giden kuryenin her seferinde cep telefonunun bataryasını aynı yerde çıkarması ile tespit edildi. Saddam’ın yeri ise eski korumalarından birinin Facebook sayfasındaki arkadaşlarının sorgulanmasından elde edildi.



Sonuç..

21. yüzyıl, teknolojinin getirdiği imkânlar vasıtası ile gözetleme, izleme ve dinleme çağı olacaktır. İstihbaratçıların işini sokaklardan masa başlarına taşıyan daha çok bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler olmuştur. Dönem artık bilgisayarlarla casusluk dönemidir. Apple, Google, Facebook, Twitter, MSN aklınıza ne gelirsen şirketleri ABD’dedir ve uzun zamandır ABD istihbaratı ile işbirliği yapmakta, sizin hakkınızda hiçbir yasal temeli olmadan özel bilgilerinize ulaşım sağlamaktadırlar. Bunu da terör ya da çocuk pornosu ile mücadele gibi insani gözüken nedenler kisvesi altında yapmaktalar. 6.9 milyar nüfusu olan dünyada 5 milyardan fazla cep telefonu kullanılmakta, nüfusun yarısı en az bir telefon kullanmaktadır. Bilgisayar internet ağı ve e-mail haberleşmeleri gerçek anlamda hiçbir kişisel güvenlik programı olmayan Microsoft’un Windows programları sayesinde çok kolay denetlenebilmektedir. İleri teknolojik istihbarat kullanımlarının, araçları da sonuçları da yöntemleri de hâla çok açık değildir. Çoğu kez kullanılan yöntem ve araçlardan ziyade, ortaya çıkan olaylar eliyle yaratılan sansasyonlar arka odalardaki çalışmaları gizlemektedir. Öte yandan açık istihbarat kaynakları hayal edilemeyecek genişliğe ve değere ulaştı. Özellikle internet önemli bir açık kaynak istihbaratı kaynağıdır. ABD, istihbaratın %95’inden fazlası açık kaynaklardan, küçük bir parçasını gizli operasyonlarla elde edilen bilgilerden sağlıyor. En çok da en yakın müttefikleri üzerinde bile gizli bilgi toplamaya devam ediyor. Snowden ifşaatları ortaya çıkınca ABD istihbaratının en büyük üzüntüsü insanları yasal olamayan izleme yöntemlerinin ortaya çıkması değil, bu yöntemlerin öğrenilmesi nedeni ile hedef kişilerin davranışlarını değiştirmesi olmuştu. Bugün sadece biz Türkler değil tüm dünya, uluslar arası izleme ve insan avına bir dur demek için hala durum farkındalığı ve tepkimizi belirleme aşamasındayız.
Herkesin özgürlük dediği şey bugün artık mahremiyet, kişinin özel hayatının saklanması oldu. Demokrasiler değil, diktatörlükler halkından korkar ve onun hakkında bilgi toplar, işte demokrasiye en büyük tehdit de budur. Kontrol edilmeyen devlet gözetimi, demokratik özgürlüğümüze yapılan büyük bir tehdittir. NSA’nın açık olarak sadece tüm Amerikalıların değil, tüm dünyanın dijital yaşamlarına direkt erişimi olduğu açıktır. İnternetteki hareketleriniz, kullandığınız telefonlar uzun zamandır izleniyor olabilir ya da en azından istendiği zaman konuşma arşivinize girilebilir. PRISM programı sürekli genişliyor, Hotmail veya Google gibi servislerdeki hesaplarınız kontrol altında. Eğer Apple, Google veya Microsoft üzerinden izleniyorsanız, takip edilmekten kaçınmanın en iyi yolu akıllı telefonlardan kurtulmak. Akıllı telefonlarda birçok servis, bulunduğunuz yeri soruyor. Örneğin BlackBerry yabancı hükümetlerin kullanıcı bilgilerine ulaşmasına da izin verdi. Kırılması imkansız bir şifre kullanmak da çare değil, Hotmail’e girerken yanlış şifre girdi iseniz, sizi bunun eski şifreniz olduğu ile uyarabiliyor, yani şifreler zaten kayıt altına alınıyor. FBI, şimdi Apple’dan kendisinin sızabileceği yeni bir iOS yazmasını istiyor. Güvenlik olmadan özgürlük tehlikelere açıktır ama özgürlük olmadan güvenlik ise baskı rejimidir. Demokrasi, özgürlük, gizlilik ve güvenlik arasında bir dengeyi bulabilmeliyiz. Suçlular telefonlarına ulaşılabileceğini bilmeli, gizliliği abartıp suçluların aramızda çoğalmasına izin vermemeliyiz ama şahsi bilgilerimiz de sürekli bir yerde biriktirilmemeli, suçla ilgisi olmayan insanlar takip edilmemeli, korkmadan birbirilerine telefonda her şeyi konuşabilmeli, insanlar telefona giriş izni isteyen güvenlik görevlisinin de hâkimin de haklarını en iyi koruyacağına emin olmalı, bu kararlar da en doğru kişilerce denetlenebilmelidir. Bunlar olana kadar da, dünya genelinde başta bu işbirlikçi şirketlere olmak üzere, mahremiyetimizi koruyacak hukuki düzenlemeler ve güvenilir bir denetim mekanizması kurulması için tepki vermeliyiz. Demokrasinin özgürlük toleransını, halkından korkan seçilmiş diktatörler değil, halk belirlemelidir.
Doç. Dr. Sait Yılmaz
Twitter: 
@DocDrSaitYilmaz
 
Kaynakça
(1) Shawn Helton: “Privacy Crisis”: Why the FBI’s Case Against Apple is Falling Apart, 21st Century Wire, (March 04, 2016).
(2) Aydınlık: FBI ve Apple Arasındaki Şifre Krizi Büyüyor (03 Mart 2015).
(3) Matthew Frankel, A Response to Ken Lieberthal's Report on the Intelligence Community, The Brookings Institution, (October 19, 2009).
(4) Robert M. Clarck: Scientific and Technical Intelligence Analysis, Studies in Intelligence, Vol.19, (1975),
https://www.cia.gov/library/center-for-the-study-of-intelligence/kent-csi/vol19no1/pdf/v19i1a06p. pdf
(5) Steven Greenhouse: The Greening of U.S. Diplomacy: Focus on Ecology, New York Times, (October 09, 1995).
(6) Richard Kerr, Thomas Wolfe, Rebecca Donegan, Aris Pappass: A Holistic Vision for the Analytic Unit, Intelligence Analysis, CIA Publications, (April 15, 2007). https://www.cia.gov/library/center-for-the-study-of-intelligence/csi-publications/csi-studies/studies/vol50no2/html_files/Holistic_Vision_5.htm
(7) Foreign Intelligence Surveillance Act.
(8) Luke Harding: Snowden Dosyası, Pegasus Yayınları, (İstanbul, 2014), s.40-89.
(9) Paul Todd and Jonathan BlochKüresel İstihbarat, (Çev. E. Günsel), Truva Yayınları, (İstanbul, 2006), s.67.
(10)  Stephen C. Mercado: Sailing the Sea of OSINT in the Information Age, A Venerable Source in a New Era, 6, available at: https://www.cia.gov/library/center-for-thestudy-of-intelligence/csi- publications/csi-studies/studies/vol48no3/article05.html, (April 14, 2007).
(11) Sait Yılmaz: 21. Yüzyılda Güvenlik ve İstihbarat, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2006), s.433.
(12) Sait Yılmaz: ABD İstihbaratında Yaşanan Değişimler, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, (14 Şubat 2012)   http://www.21yyte.org/tr/arastirma/abd/2012/02/14/6488/abd-istihbaratinda-yasanan-degisimler
(13) Harding: a.g.e., (2014), s.123-178.
(14) Sait Yılmaz: Snowden’den Alınacak Dersler, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, (1 Kasım 2013). http://www.21yyte.org/tr/arastirma/abd/2013/11/01/7271/snowdenden-alinacak-dersler
(15) SCS: Special Collection Service.
(16) NSA: Surveillance Techniques: How Your Data Becomes Our Data, (Giriş: 08 Mart 2016), https://nsa.gov1.info/surveillance/
(17) Harding: a.g.e., (2014), s.142-143.
(18) Yılmaz: a.g.e., (1 Kasım 2013).
(19) BBC: 6 Soruda Apple - FBI Tartışması: Güvenlik mi, Gizlilik mi? (19 Şubat 2016).
(20) BBC: Apple - FBI Tartışması: Zuckerberg'den Apple'a Destek, (23 Şubat 2016).
(21) Hürriyet: Apple ile FBI Arasındaki Şifre Kırma Krizine Google Ne Dedi? (20 Şubat 2016).
(22) Loretta Lynch: Here’s Why the FBI Went After Apple when It Did, Fortune Magazine, (February 26, 2016).
(23) AA: İtalya ile ABD Arasında Dinleme Krizi, (24 Şubat 2016).
(24) Harding: ag.e., (2014), s.181-192.
(25) Bu uygulamalar için bakınız, Sait Yılmaz: Akıllı Güç, Kumsaati Yayınları, (İstanbul, 2011).
(26) Lee Hudson Teslik: New Media Tools and Public Diplomacy, CFR.org, (May 11, 2009).
(27) Michael Zenko: Reforming U.S. Drone Strike Policies, Council on Foreign  Relations Special Report No. 96, Center for Preventative Action. (January 2013), p.8.

***

ABD İSTİHBARATI SİZİ NASIL İZLİYOR?. BÖLÜM 1

ABD İSTİHBARATI  SİZİ NASIL  İZLİYOR?. BÖLÜM 1 

FBI - Apple Çekişmesinin perde arkası,







Doç. Dr. Sait Yılmaz 

12 Mart 2016, 23:01.Giriş
 
Apple, 2011’de ölen Steve Jobs’un kurduğu efsanevi teknoloji şirketi; iMac, iPod, iPhone, iPad ve Mac Air gibi ürünler tasarım ve işlevleri ile iletişim alanına yüksek teknoloji ürünleri sunuyorlar. Son birkaç aydır ABD’de iç istihbarat teşkilatı FBI ile Apple arasında, ülke mahkemelerine hatta Kongre’ye uzanan bir tartışma yaşanıyor. Bu tartışma her ne kadar bize bir iç mesele, güvenlik ve demokrasi arasında bir tercih tartışması gibi gösterilse de çok daha büyük bir arka perde bizden saklanıyor. Demek istediğim, aslında bu tartışma en çok dünyanın geri kalanını ilgilendiriyor. Konuya girmeden önce, tartışmanın nasıl başladığını hatırlayalım. 16 Şubat 2016 günü Apple’ın CEO’su Tim Cook, Aralık 2015’te San Bernardio’da meydana gelen bir terör saldırısı sonrası saldırganların iPhone’larının deşifre edilmesine yönelik mahkeme kararına rağmen, FBI’ın isteğini reddetti. Ardından New York’taki bir uyuşturucu satıcısı ile ilgili Sulh Hâkimi James Orenstein, Federal Mahkeme’nin şirketlere şifreli telefonları veya tabletlerinin açılması ile ilgili emir vermek için yasal dayanağı olmadığı kararını verdi (1). Apple 2008’den beri sadece New York’ta 70 kadar davada FBI’a yardım etmişti ama Orenstein, FBI’ın bu yolu kullanmasındaki sıkıntıların farkında idi. ABD Temsilciler Meclisi Adalet Komitesi’nde Apple adına komite karşısına çıkan Apple Başkan Yardımcısı Bruce Sewell ise “FBI, bizden müşterilerimizin güvenliğini azaltacak bazı şeyler yapmamızı istiyor. Eğer FBI’ın istediği şeyi yaparsak teröristler yine bir yolunu bulup iletişimlerini sürdürür ancak bizim milyonlarca müşterimizin kişisel bilgi güvenliği tehlikeye girer” açıklamasında bulundu (2). Şifre kırmak, şifreleri istediği gibi kullanmak, başka ülkelerinin şifrelerine mani olmak ABD istihbaratının İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en büyük merakıdır. Bu yüzden Türkiye dâhil pek çok ülkede kriptografi yani şifreciler hedef alınmıştır. Bugün yaşadıkları tartışmalar ise, ABD istihbaratının özellikle Snowden sonrasında yaşadığı büyük depremin dünya genelinde açığa çıkan ve daha çok dost dediği ülkelere yönelik casusluk zincirinin sorunsuz yürütülmesi için önemli dönemeç olacaktır. Ne demek istiyoruz; öncelikle ABD siber istihbaratı nasıl elde ettiğini, Snowden’in neleri açığa çıkardığını açıklayalım sonra da Apple-FBI kavgası bu işin neresinde ve nihayet bu gelişmeler bizleri nasıl etkileyecek onlara değinelim.
ABD siber istihbaratının kısa geçmişi..
Son 20 yılda istihbarat örgütleri ve büyük şirketler arasındaki ilişkiler nedeniyle gözetleme ve izleme işlerinin örtülü operasyonlar içerisindeki rolü çok daha büyümüş ve küresel bir hal almıştır. Yeni istihbarat görevleri ülke güvenliğinden, ekonomi, uzay, siber-uzay, medya operasyonları ve yurt dışında diplomasinin örtülü faaliyetler ile desteklenmesine kadar geniş bir yelpazede değişmektedir. İstihbarat teşkilatları gittikçe uzman merkezli hâle gelmektedir (3). Örneğin ABD’de; Lockheed Martin, Raytheon, Booz Allen Hamilton, SAIC ve diğer şirketlerin istihbaratçı profesyonelleri istihbarat servislerinin analitik bölümlerine entegre oldular. Bilimsel ve teknik istihbarat analizcisi normal olarak altı kaynaktan bilgi alırdı; fotoğraf, sinyal, insan, dış edebiyat, ülkede yapılan milli çalışmalar, temel fizik (teknik konular için). Bunlardan ilk ikisi sert, ikinci ikisi (insan ve edebiyat) ‘yumuşak istihbarat’ kaynağı olarak görülürdü (4). Son ikisi ise istihbarat kaynağı olmaktan çok, ne yapıldığı ve yapılabileceği ile ilgili analitik yardımcı olarak kullanılırdı. Daha 1990’lı yıllarda CIA, yeni bir tehdit haritası oluşturmak için yumuşak hedeflere yönelmişti (5). Eskiden beri yumuşak istihbarat daha çok yabancı halklar ile ilgili siyasi, kültürel ve sosyal istihbarat ile ilgilidir (6).

1994’te CALEA (Açılı İletişim ve Güvenlik Güçleri) Yasası ile hükümet, telefon şirketlerinden telefon ağlarına girebileceği bir giriş noktası istedi. Böylece ABD, 1990’larda özellikle ekonomik casusluk peşine düştü. Sonrasında, Avrupa’daki pek çok rüşvet olayının ortaya çıkmasında ABD’nin gizli dinlemelerinin payı böylece anlaşılmıştı. Bu işin merkezindeki NSA, yurtdışında izlemeyi hâla ABD Dış İstihbarat Gözetleme Mahkemesi (FISA) (7) tarafından verilen izinler ile yapıyor. 2001’de Bush’un imzalamasıyla başlayan 25 milyon dolarlık Stellar Wind programı ile NSA, sözde teröristlerin dış haberleşmelerini izlemeye başladı. Ardından yönetim FAA (FISA Değişiklikler Yasası) yasasını hazırlayarak bir Amerikalı ile bir yabancı (terörist olma şüphesi bulunmaksızın) arasındaki her türlü haberleşmenin izlenmesine yasal izin verdi (8). Yani artık ABD kendi vatandaşlarını da izleyebilecekti. Ardından 2007 yılında, George W Bush tarafından hiçbir mahkeme kararı olmaksızın iç takibata izin veren PRISM (Prizma) programı başlatıldı. Bu programa; Microsoft, Yahoo, Google, Facebook, PalTalk, AOL, Skype, YouTube başta olmak üzere dokuz şirket dâhil edildi. PRISM,  bugün Amerikan istihbaratının en etkin aracı olmasının yanı sıra ABD’nin örtülü operasyonlarının da önemli bir aracıdır. Diğer yandan İngilizce istihbarat servisi GCHQ ile NSA arasında siber ortaklık 2011’de başladı. Bugün, NSA ve GCHQ, birbirlerinin bilgi bankalarına sınırsız giriş yapabilmektedir. ABD ve İngiltere, dost ve müttefik ülkelerin liderlerini dinleyerek istihbarat yapmakta ama kendilerini teröristlere karşı koruma gerekçesi ile savunmaktadırlar.

PRISM’e ilk malzeme sağlayan 11 Eylül 2007 tarihiyle Microsoft olmuştur. Mart 2008 tarihiyle Yahoo, Ocak 2009 tarihiyle Google, Haziran 2009 tarihiyle Facebook, Aralık 2009 tarihiyle PalTalk, Eylül 2010 tarihiyle YouTube, Şubat 2001 tarihiyle Skype ve Mart 2011 tarihiyle AOL PRISM’e veri sağlamaya başlamıştır. Apple ise Steve Jobs’un ölümünden bir yıl sonra Ekim 2012 tarihiyle diğer şirketlerin yanına katılmıştır. Böylece ABD hükümeti mahkeme kararı olmadan istediği her canlı bilgiye, fotoğrafa, arşive, video sohbetlerine ulaşabildi. Eleştiri okları ise PRISM’in Amerikan vatandaşlarını da yöneltilmesi üzerine oldu. Snowden ifşaatı üzerine, 2015 yılında ABD Kongresi’nin çıkardığı ABD Özgürlük Kanunu ile görünüşte kendi vatandaşlarına yönelik kitlesel istihbarat programına son verdi. Edward Snowden ayrıca PRISM ile ilgili NSA çalışanlarına yönelik eğitim kitapçığını da basına sızdırmıştı. Bu kitapçığa göre analistler PRISM’i yeni izlenecek bir hedef bulması için görevlendiriyordu ve ardından seçiciler olarak bilinen arama koşulları bir gözetmen tarafından gözden geçiriliyordu. Eğer hedef üzerinde anlaşmaya varılırsa, PRISM hedef üzerinde çalışmaya başlıyordu. Daha sonra FBI eşleşen verileri seçip NSA’ye iletiyordu ve NSA de bir dizi çözümleme aracıyla gelen veriyi işliyordu. Bu çözümleme araçlarından: MARINA, internet kayıtlarının; MAINWAY, telefon kayıtlarının; PINWALE, videoların; NUCLEON, sesin elenmesini ve saklanmasını sağlıyordu. Yukarıdaki sistemler şüphesiz meşhur Echelon’un yerini almıyor. Bu sistemler daha çok cari, gerçek zamanlı ve tesadüfî bilgi toplama işleri için düşünüldü. İstihbarat analizcileri için her zaman hedefe yönelik en az iki ayrı haber vasıtası bulunmaktadır. Bu istihbarat toplama vasıtaları içinde Telcos, Özel İstihbarat Şirketlerini ya da Amazon gibi internet yapılanmalarını unutmayalım.

Şimdi sistem nasıl çalışıyor, onu anlamaya çalışalım. LAN (Yerel bölge ağları) yani kıtasal bazdaki ağlar, WAN (Geniş Bölge Ağı) olarak bilinen daha büyük ve küresel ağlara bağlanmaktadırlar. Bunların ana ağ protokolü IP olarak bilinen İnternet Protokolüdür. Her bilgisayar için tek olan IP adresleri,  orijin ve gidecekleri yerleri gösteren numaraları içeren paketler ya da datagramlar internet mesajlarını oluşturur. Her saniye milyonlarca internet paketi Büyük İnternet Merkezlerine gider ve bu merkezler de bu mesajları düzenler ve yollar. İnternet trafiğine ABD’ye giren uluslararası haberleşme bağlantılarıyla ya da büyük internet değişimi olmak üzere iki yoldan girilir (9). ABD istihbaratının % 95’ini açık kaynaklardan sağlamaktadır ve internet, oldukça önemli bir açık istihbarat kaynağıdır (10).
İnternetten istihbarat toplama sisteminin ana unsurları ABD’nin oluşturduğu internet ağ omurgasındaki dokuz ‘’Büyük İnternet Değişim Noktası” (IXP), NSA ürünü ‘’koklayıcı siteler’’, çeşitli kurumların bilgi toplamak için kullandığı ağ giriş noktalarıdır (11). Microsoft’un Windows programlarının hiçbir etkili kişisel güvenlik programı olmadığı için internet ağı ve e-mail yoluyla haberleşmenin denetlenmesi oldukça kolaydır. Facebook ve benzeri sosyal paylaşım siteleri önemli bir istihbarat kaynağıdır ve bu siteler Ortadoğu ayaklanmalarında kullanılmıştır. Son yıllarda çeşitli modellemeler ile yeni sızma yöntemleri üzerinde çalışılmaktadır. Sosyal paylaşım sistemleri ve psikolojik savaş unsurlarının ayaklanma hareketlerinde kullanımı ile ilgili çalışmaları ABD Ordusu ve DARPA (Defansif İleri Araştırma Projeleri Ajansı) yapmaktadır (12). ABD istihbaratının elektronik istihbarat faaliyetleri bununla sınırlı değil, ülke içerisinde ve dışarısında pek çok özel program özellikle özel istihbarat şirketleri ve kamu fonları ile yürütülmeye devam ediyor.
Snowden neleri sızdırdı?
Snowden, ABD istihbarat servislerine yılda 16.000 eleman yetiştiren Booz Allen Hamilton şirketinin bir ürünü idi. NSA ile sözleşmeli çalışan şirketler arasında SAIC, Northrop Grumman gibi takip ve istihbarat işleri uğraşan pek çok özel şirket bulunmaktadır. Snowden’in Booz Allen Hamilton’dan sızıntılar nedeni ile kovulmadan önce maaşı 122.000 dolar idi. Snowden bu belgeleri ABD Savunma Bakanlığı İstihbaratı’nın (DIA) ve kuvvet komutanlıkları istihbaratının kullandığı dünya genelindeki bir kablolu ağ (Joint Worldwide Intelligence Communications System) üzerinden aldı. Edward Snowden, şifrelenmiş dört dizüstü bilgisayarı aracılığıyla NSA ve GCHQ’nun belgelerini 2013 yılında Guardian gazetesi ile yayımlamaya başladı. Edward Snowden’in Guardian gazetesine yaptığı ifşaatlardan en önemlisi çok gizli olarak sınıflandırılan ve kırk bir slayttan oluşan bir Power Point sunumudur. Bu dosyanın basın tarafından ancak %10’u yayınlandı. Bu dosya ile NSA’nın YouTube, Skype, Google and Apple gibi şirketlerin server’larından doğrudan bilgi çekebildiğini öğrendik. NSA’nın; Google, Facebook, Apple, Yahoo, Microsoft ve diğer internet ve teknoloji devlerinin sistemlerine gizli bir doğrudan erişimi bulunuyordu. NSA, bu program sayesinde dünya üzerindeki herkesin email, internet ve sosyal medya ilişkilerini izlemektedir. 

ABD’ne giren her internet bağlantısı önce NSA’ya uğramaktadır. NSA öncelikle mesajlaştığımız kişilere ait adres listelerimizi toplamaktadır. Alınan bilginin çokluğuna göre sıralama yapılırsa, çoktan aza doğru sırasıyla Yahoo, Hotmail, Gmail ve Facebook şeklindedir. Her ne kadar Facebook üzerinden gelen bilgi sayısı diğerlerine nazaran az olsa da değeri en yüksek bilgiler Facebook’tan gelmektedir (13). NSA, her gün ortalama 444.373 adresi Yahoo’dan, 105.068; Hotmail’den, 82.857; Facebook’tan, 33.697, Gmail’den ve 22.881; diğer hizmet sağlayıcılardan kontrol etmektedir. 2011’de Ortadoğu’daki ayaklanmalarda kullanılan Facebook ve twitter benzeri sosyal paylaşım siteleri önemli bir istihbarat kaynağı haline geldi.
Eski CIA başkan yardımcılarından Michael Morell’ın deyimiyle Snowden’in ifşaatı ABD’nin istihbarat tarihindeki en ciddi sızıntıdır.  NSA ve CIA Başkanlığı yapan Michael Hayden ise; ABD tarihindeki Amerikan sırlarının en büyük kan kaybı demektedir. Yayınladığı şeylerin %98’i Amerika’nın dış istihbaratı nasıl topladığı ile ilgilidir. Snowden verdiği bilgilere göre; NSA, FAA 702 Operasyonları adı verilen bilgi toplama faaliyetleri içinde iki ayrı program kullanmaktadır (14);
- PRISM, NSA’nın internet şirketleri yolu ile büyük miktarlarda bilgi edinme programıdır. PRISM; Google, Microsoft, Yahoo, Facebook, PaITalk, AOL, Skype, You Tube, Apple gibi teknoloji şirketlerinden doğrudan server üzerinden bilgi toplamaktadır.
 - Xkeyscore; yukarıdakine paralel olarak kablolu şebekeler ve tesislerden gelen bilgileri toplamaktadır. Bu bilgiler Fairview, Stormbrew, Blarney ve Oakstar şeklinde kodlanan programlar üzerinden gelmekte, bunlardan bazılarının isimleri farklı kaynaklarda sansürlenerek verilmektedir.  

PRISM, ABD Sinyal İstihbaratı Tanımlama (US-984XN) Tablosu için bir alt vasıta başlığıdır. Blarney ise küresel şebeke yolu ile dış istihbarat servislerinden alınan istihbarat ve ticari işbirliklerine yönelik “metadata” istihbarat toplama programıdır. XKeyscore ise gerçek zamanlı internet izleme kabiliyetidir. Dünya genelindeki toplama noktalarından gelen bilgiler, endekslenir ve toplama sitelerinde depolanır. Bunun için dünya genelinde Linux gruplama sistemi ve 700 adet server kullanılır. Burada ağırlık merkezi anormal bilgi akışlarına verilir. Örneğin şüpheli siteleri arayanlar ya da şifre kullanarak bir şeyler yapmaya çalışanların peşine düşülür.

Daha da çarpıcı olan NSA’nın gerçek zamanlı bildirme yeteneğine sahip olmasıdır. Bunun sayesinde PRISM in hedefinin e-mail göndermesi, mesaj atması, sohbete başlaması ve hatta bilgisayar açması kuruma aynı anda bildirmesine imkân sağlıyor. Kısacası PRISM sayesinde ABD hükümeti, mahkeme kararı olmadan istediği her canlı bilgiye, fotoğrafa, arşive, video sohbetlerine ulaşabiliyor. Özetle, şu an ki istihbarat toplama içinde Prizma (Prism) Microsoft, Yahoo, Google, Facebook, PalTalk, AOL, Skype, YouTube ve Apple üzerinden sesli iletişimlerimiz, video, fotoğraf, e-postalar ele geçiriliyor. Ama bu ham istihbarat yani işlenmesi gerekiyor.

Çeşitli ülkelerdeki ABD büyükelçilikleri içindeki Özel Toplama Servisi’nin (SCS) (15) merkez ile irtibat kurması NSA’nın X-Keyscore programına bağlı server’ları aracılığıyla meydana gelmektedir. NSA bu program sayesinde herkesin e-mail, sosyal medya ilişkilerini ve internet aramalarını takip etmektedir. Son olarak, ANT Ürün Katalogu adı verilen Casus Alet Kutusu ise bulunduğunuz yeri tespit ettikten sonra içeride neler olduğunu anlamaya yönelik özel casusluk kabiliyetlerini içeriyor. Bu izleme faaliyeti için özel istihbarat uçakları ile her gün belirli rotalarda uçuşlar yapılıyor, teknik kabiliyetler güçlendiriliyor. Dünya genelinde denizaltı kabloları vasıtası ile ABD’ye ulaşan internet bilgileriniz ise OAKSTAR, STORMBREW, BLARNEY ve FAIRVIEW sistemleri ile işlemden geçiriliyor yani istihbarat hâline getiriliyor. Bunlardan her biri ayrı bir tür bilgiye göre geliştirilmiş, örneğin BLARNEY sistemi iki kişi arasındaki konuşmaları çözüyor. Yer altından kablolarla gelen bilgilerin işlenmesinde ayrıca iki yöntem var (16). Birincisinde bu amaç için dizayn edilmiş denizaltılarda bulunan teknisyenler var ve bunlar fiziksel olarak bu kablolarla temas halindeler. İkincisinde ise kabloların karaya ulaştığı yerlerde yani çeşitli ülkelerde giriş noktalarındaki alıcılar kullanılmaktadır. Edward Snowden’in gönderdiği Ekim 2012 tarihli belgeye göre, Obama yetkililere ABD’nin hedefi hiç uyarmadan ya da biraz uyararak ‘’OCEO’’ yani siber saldırılar yapabileceği yurt dışı hedefler listesi hazırlamasını emretmişti. Snowden’in belgelerine göre; Obama yönetimi NSA’yı Verizon ile telefon aramaları hakkında bilgi toplaması için görevlendirmişti. Verizon, günlük olarak tüm telefon aramalarının zamanı, yeri ve süresi ile ilgili kayıtları sağlamaktadır. Bu görevlendirme Bush zamanında çıkarılan Yurtseverlik Kanunu çerçevesinde yapılmış, Bush’ta aynı iş için AT&T, Verizon ve BellSouth’ı kullanmıştı.

Edward Snowden’in GCHQ yerel ağ hazinesinden aldığı dosyalardan biri de, bir grup casusun İngiltere’nin güney kıyılarındaki Bude denilen gizli bölgeden, SIGINT mekanizmasıyla uzun zamandır izleme yaptığı idi. GCHQ’nun Atlantik Okyanusu’ndaki 200 fiber- optik kabloya bağlanması günde 21 petabyte bilgi almasına olanak sağlıyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nin doğu kıyı şeridinden gelen Apollo North, TAT-8, TAT-14 ve Yellow/ Atlantic Crossing-2 (AC-2) gibi denizaltı haberleşme kabloları Bude’ ın yakınındaki bir noktada karaya çıkmaktadır ve bu sayede kablolara bağlanmak göreceli olarak daha ucuzdur. Elde edilen veriler yeni bir ‘’Bölgesel İşleme Merkezi’’ne gönderilmektedir (17). Bu merkezi BAE Systems’e bağlı Detica ve yazılım şirketi konsorsiyum oluşturarak yapmıştı ve bu oluşturdukları Bude projesine TEMPORA adı verilmiştir. TEMPORA’nın yönetiminden sorumlu ekiplerden birinin açıklamasına göre yeni tekniklerle e-mailler, telefon konuşmaları ve Skype sohbetleri gibi daha büyük miktarlarda veriye erişim sağlanmıştı. NSA’nın ayrıca GCHQ’nun TEMPORA projesiyle paralel yürüyen UPSTREAM adlı bir programı daha vardır. Bu program sayesinde kurum ABD içinde, dışına ve çevresine gelen internet ve telefon verilerini taşıyan fiber optik kablolara doğrudan erişim sağlamaktadır. UPSTREAM haberleşmelerin yüzde seksenini yakalayabilmektedir ve bu programın yakalayamadığı haberleşmelerin de yüzde yirmisini PRISM programı yakalamaktadır. NSA’nın ve GCHQ’nun dünyadaki haberleşmelerin önemli bir bölümünü ele geçirebilmesinin sebebi internet trafiğinin çok büyük bölümünün ABD’de hareket etmesi ve %25’inin İngiltere’den geçmesidir. Snowden’ın belgeleri 2009 yılından beri ABD’nin Honkong ve Çin bilgisayarlarına düzenli olarak siber saldırılar yaptığını açığa çıkarmaktadır. Snowden, Tempora ve PRISM’in dünyadaki hemen herkesi hedef aldığını söylemekteydi.
Snowden’in ortaya çıkardığı bilgilerin başında ABD’nin tüm dünyayı nasıl dinlediğini ifşa eden bir “telekulak haritası” var. Alman Der Spiegel dergisinde yer alan söz konusu harita NSA/CIA ajanlarının dünyanın çeşitli yerlerindeki 90 adet “Özel Toplama Servisi (SCS)” birimini kullanarak aralarında 35 ülke liderinin de bulunduğu milyonlarca kişiyi dinlediğini ortaya koyuyor (18). ABD diplomatik temsilcilikleri içindeki bu birimler binaların çatılarındaki özel alanlara yerleştirilen EINSTEIN kod adlı çok güçlü antenler kullanmaktadır. Haritadan öğrendiklerimize göre 90 tesisin 74’ünde personel bulunmakta, 14’ü uzaktan komuta edilen tesis, 2’si ise teknik destekleme merkezidir. CIA ve NSA’nın birlikte oluşturduğu bir SCS’ler, sadece izleme yapmamakta, seçilen hedeflere örtülü operasyonlar da düzenlenmektedirler. Örneğin Türkiye gibi bir ülkede sadece dinlemekle kalmayıp, bu kayıtları değiştirebilir, ya da sahte bilgileri kayıtların içine de karıştırabilirler. NSA, sadece Almanya’yı değil, Avrupa Birliği içinde Bakanlar Konseyi, Avrupa Konseyi gibi kurumları da hedef aldı. ABD, diğer ülkelere ait 38 elçilik ve misyonu hedef almıştı. Bunlar arasında içeriden bilgi almaya çalıştığı Washington’daki Fransız elçiliği ve AB elçiliği yanında Meksika, Brezilya, Yunanistan ve Türkiye de açıkça hedef ülkeler arasında yer almaktadır. 5 Nisan 2013 tarihinde PRISM’in veri tabanında 117.675 etkin izlenen hedef bulunmaktaydı ve PRISM’den elde edilen istihbarat verileri bütün istihbarat raporlarının yedide birini oluşturuyordu. Bu sayısal verilere bakıldığında rahatlıkla denilebilir ki PRISM, ABD istihbarat çalışmalarında oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Sınırsız Muhbir haritası dünya genelinde istihbarat toplama kaynaklarını yani bilinçsiz olarak ABD istihbaratına yardım eden sizleri gösteriyor. Bu haritadaki renk kodları toplanan bilginin hacmini gösteriyor. Bu haritada Sarı ve Turuncu renklerin olduğu Ortadoğu en çok bilgi toplanan yeri gösteriyor. Her bir renk farkı arasında 3 milyon istihbarat verisi var. Programa bakıldığında NSA’nın casusluk etkinliklerinin en çok görüldüğü yerler İran, Pakistan ve Ürdün’dü ve NSA 2013 yılının Mart ayında dünya bilgisayar ağlarından 97 milyar istihbarat veri noktası toplamıştı.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVM EDECEKTİR.
***