Balyoz davaları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Balyoz davaları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2018 Cumartesi

Ergenekon Davalarını Engelleme Girişimleri., BÖLÜM 12

Ergenekon Davalarını Engelleme Girişimleri., BÖLÜM 12




27.03.2012: DELİLLER SAHTE TARTIŞMASI İLE DAVALAR KARALANMAK İSTENİYOR:

 Ergenekon ve Balyoz davalarında sanıklar savcılığın getirdiği delillerden bazılarının sahte olduğunu, polis tarafından üretildiğini iddia ediyorlar. Kritik delillerin hiçbirisini kabul etmiyorlar. Örneğin bir sanıktan elde edilen cd'lerden bazılarını kabul ederken içerisinde kritik bilgiler olduğunu iddia ettikleri bazılarını ise kabul etmiyorlar. Bu konuda oldukça komik gerekçeler de ileri sürülebiliyor. Örneğin Ergenekon sanığı Levent Bektaş'ın, "Aramaya gelen polislere çay söylemek için bürodan çıktığımda onlar tarafından yerleştirilmiş" demesi gibi. Diğer bir Ergenekon sanığı Mustafa Dönmez, evinden çıkan silahları arama esnasında polislerin yerleştirdiğini iddia etti. Aramaya katılan askeri yetkililer ise böyle bir şey olmadığını belirttiler. Ergenekon sanığı Dursun Çiçek'in hazırladığı ıslak imzalı belgenin fotokopisi için "Kağıt parçası bu, hukuki değeri yok. Aslını bulun yoksa dünyayı başınıza yıkarız" denildi. Aslı çıkınca da bu kez "ıslak imza sahte" denildi. "Üzerinde parmak izi var mı bakılsın. Kağıt o dönem genelkurmayda kullanılan kağıtlardan mı bakılsın. Mürekkep de aynı şekilde kontrol edilsin. Herşey uygun olsa bile, imza ıslak imza makinesi ile atılmış olmalı. Ayrıca yazışma formatı resmi bir belgeye uymuyor.." gibi sürekli yeni bahaneler ileri sürüldü. Ergenekon davalarında olduğu gibi Balyoz davasında da sanıklar delillerin sahte olduğunu iddia ediyorlar. Sanıklar ve avukatları, "Balyoz'da delil cd'leri sahte. 2003'teki balyoz planına ait olduğu ileri sürülen cd'lerinde sonraki yıllara ait bilgiler var. Bu da o cd'lerin sahteliğini ispatlıyor" diyorlar. Tartışma konusu olan deliller ile bu delillere karşı ileri sürülen itirazlar http://www.kontrgerilla.com/yazilar/delil_tartismalari.asp adresinde bir araya toplanmış. Sanıkları delillere itiraz ettikçe o deliller tartışılıyor, araştırılıyor. Neticede sahte değil sağlam oldukları, aslında iddiaların kasıtlı ve kafa karıştırmaya yönelik olduğu görülüyor. Kamuoyu bu tartışmalar sayesinde davaya müdahil oluyor. 

 05.04.2012: Balyoz sanıklarından şaşkın yanıltma girişimi:

Balyoz davasının Hasdal Cezaevi'nde bulunan muvazzaf sanıklarından 46'sı, ortak bir mektup hazırlayarak basın mensuplarına gönderdi. Delillerin sahte olduğunu iddia eden sanıklar mektupta iddialarını sıralıyor ve hukuksuz şekilde içeride tutulduklarını savunuyor. Ancak iddialar incelendiğinde sanık ve avukatların kamuoyunu yanıltma çabasından vazgeçmedikleri görülüyor. Çarşaf planında yer alan sokak ve cadde isimlerinin sonradan verildiğini dolayısıyla sahte olduğunu iddia eden sanıklar bilmiyorlar mı ki Çetin Doğan'ın kızı ve damadı dahi bu iddianın çürüklüğünün farkına varmış.

06.04.2012: İstanbul Barosu Balyoz davasını bastı:

Balyoz davasında 90. duruşma sürerken İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal'ın da aralarında bulunduğu baro yönetiminden 11 avukat duruşma salonuna girerek, avukatların bulunduğu bölüme oturdu. Ardından mahkeme başkanı ile aralarında başlayan diyalogda baro avukatları mahkemenin yargılama şeklini eleştirdiler. Ardından da görevimiz bitti diyerek salonu terkettiler. Savcı, Kocasakal'ın açıklamalarının davanın esasına yönelik olduğunu belirterek, 'Baro taraf olduğunu açıkça ortaya koymuştur' dedi. Geçtimiz yıl 163 tutuklamanın yaşandığı duruşmaya katılan Kocasakal'ın tutuklama kararı üzerine üzüntüden titrediği görülmüştü.

 10.04.2012: Gelin-Damat'tan manipülasyon:

Taraf yazarı Mehmet Baransu, yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Çetin Doğan'ın damat ve kızının http://balyozdavasivegercekler.com/ adresindeki web sitelerinde Balyoz davası delillerini şüpheli göstermek için kamuoyunu nasıl yanılttıklarını örneklerle açıklıyor.

 17.04.2012: Bir darbe hazırlığı da Baro'dan:

İstanbul Barosu Balyoz davasını engellemek için şok bir girişim hazırlığında.. Baro, Balyoz davasına avukat atamayarak yargılamayı durdurmaya hazırlanıyor. Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde gösterdiği tavırlarla kamuoyunda 'darbeci baro' adını alan İstanbul Barosu'nun, bu davaların sanıklarına sempatinin ötesine geçerek davaları fiilen engellemeye hazırlanması, hukuka darbe girişimi ve yargılanan örgütlere açık bir destek olarak nitelendiriliyor. Aslında Baro'nun bu planı geçtiğimiz yıl deşifre olmuştu. Baro Başkanı Ümit Kocasakal, 1.07.2011 tarihinde yaptığı açıklamada, zamanı gelince Ergenekon ve Balyoz gibi davalara avukat atamamayı düşündüklerini açıklamıştı. Ve Baro'nun planı uygulamaya geçirildi. Balyoz davasının 19.04.2012'deki 89. duruşmasına, 'Deliller değerlendirilmeden, savcının esas hakkındaki görüşünü açıkladığı ve tanık dinleme taleplerinin kabul edilmediği' gerekçesiyle mahkemeyi protesto eden sanık avukatları katılmadı. Duruşmada sanıklardan bazılarının mahkeme heyetinin uyarılarına rağmen inanılmaz küstah tavırlarını sürdürmeleri de dikkat çekti. Sanık ve avukatların tavırlarının, yargılamayı her yönden sabote etmeye ve engellemeye yönelik olduğu değerlendiriliyor.

 19.04.2012: Ilıcak: 28 Şubat operasyonları medya ve siyasete uzanmasın!:

 Bazı gazeteciler 28 Şubat soruşturmasını eleştiriyor, gözaltıların genişletilmeyerek birkaç komutanla sınırlı kalmasını istiyor ve cadı avı yapılmasın diyorlar. Sabah yazarı Nazlı Ilıcak da bunlardan birisi. Ilıcak, savcılara talimat niteliğinde bir açıklama yaparak şaşırttı. 28 Şubat operasyonunun askerlerle sınırlı tutulması, medya ve siyasete ulaşmaması gerektiğini savunan Ilıcak, bu yönde ilerleyecek operasyonun güvenirliğini kaybedeceği düşüncesinde. Tecrübeli bir gazeteciye yakışmayacak şekilde soruşturmaların belli kesimlere dokunmaması gerektiğini ileri sürebilen Ilıcak, savcıların somut delillere ulaşmış olabileceği ihtimalini ise dile bile getirmiyor. Bu görüşlerini ilk dalga operasyonların yapıldığı son bir haftadır medyada her vesileyle ve ısrarla dile getiriyor. Medya ve siyaset mensuplarının gözaltına alınıp alınmayacağı, alınacaksa da hangilerinin hangi gerekçeyle gözaltına alınacağı henüz belli değil. Buna karşın tecrübeli gazeteci Ilıcak'ın savcılara talimat verircesine ve bazı kişilere dokunulamaz mantığıyla açıklamalarda bulunması şaşırtıcı bulunuyor. Benzer bir kampanya Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'ün Odatv soruşturması kapsamında bazı gazetecileri gözaltına alması esnasında da yaşanmıştı. Birçok medya mensubu, iddianamenin içeriğini bile görmeden 'Ben o gazetecileri tanıyorum, iyi çocuklardır, böyle şeyler yapmazlar' mantığıyla gözaltına alınan gazetecilere sahip çıkmış, Savcı Öz'ü yerden yere vurmuştu. Bu baskıların etkisinde kalan hükümet de HSYK eliyle şaşırtıcı bir müdahaleyle Savcı Zekeriya Öz'ü görevden aldırmıştı.

28.04.2012: Ergenekon kışkırtıcılarına darbe:

Ergenekon Terör Örgütü'nün İzmir ayağına yönelik operasyonda çarpıcı bilgilere ulaşıldı. Gözaltıların yaşandığı geçen haftaki operasyonlarda, Türk İntikam Birliği (TİT) örgütünün, Ergenekon adına halkı hükümete ve Ergenekon davasına karşı kışkırttığı, şehit cenazelerini provoke ettiği belirlendi. Çete liderinin telefon görüşmesine de yansıyan provokasyon merakı dudak uçuklattı: 'Halk anlamıyor. Tepeden inme yöneteceğiz. Silahlanmamız lazım. Bu Kürtler çok iyi yapıyor her gün beş on kişiyi öldürsünler. Fırsat varken ortalığı karıştıralım. Şer...z medya, hemen provokasyona.. Provokasyona gel ki ülke elden gitmesin.'

 02.05.2012: Ergenekon tiyatrosu rahatsız:

Devlet tiyatroları tartışması giderek büyürken, tiyatroda da Ergenekon benzeri bir örgütlenme var olduğu iddia ediliyor. Tiyatrocu Ahmet Yenilmez, tiyatrolarda var olan örgütsel yapılaşmanın tiyatroya istediği kişileri alabilmek için sınavları gece yarısı yaptığını ileri sürdü. Askeriyede ve siyasette olduğu gibi süregelen bir statükonun artık yıkılmak üzere olduğunu söyleyen Yenilmez, gösterilerde ön plana çıkan tiyatrocuların Cumhuriyet mitinglerinde önde olan insanlarla aynı olduğunu söyledi. Gerçekten de Tarık Akan, Müjde Ar, Müjdat Gezen, Bedri Baykam, Rutkay Aziz ve Levent Kırca gibi sanatçılara bakıldığında sadece Cumhuriyet mitingleri ve benzer gösterilerde ön planda yer almakla kalmadıkları, Ergenekon davaları aleyhindeki her girişimde sanatçılar adına birlikte hareket ettikleri, açık bir tutum takındıkları görülebilir.

 09.05.2012: Akşener'e 28 Şubat kurşunu:

28 Şubat darbesine yönelik soruşturmayı yürüten savcıyı 'bilgilendirmesinden' iki gün önce Meral Akşener'in aracına uyarı mermisi sıkıldığı ortaya çıktı. Olayın duyulmasını istemeyen Akşener, konuyu sadece çevresine anlattı, ertesi gün de Ankara'ya gidip 28 Şubat ile ilgili olarak savcıya ifadesini verdi. Akşener'in otomobilinin kurşunlandığı, dün bazı bakanların TBMM Genel Kurulu'nda yanına gidip üzüntülerini iletmeleri üzerine ortaya çıktı.

15.05.2012: Başbakan'a Peker tehdidi:

Ergenekon davasının gizli tanığı Poyraz ile sanık Bedirhan Şinal'in ifadelerini değiştirmeleri için tehdit edildikleri gerekçesiyle yürütülen soruşturma kapsamında, Ergenekon davasının tutuklu sanığı Sedat Peker şüpheli sıfatıyla ifade verdi. Tutuklanma talebiyle mahkemeye sevkedilen Peker'le bağlantılı bir başka gelişme de aynı saatlerde yaşandı. Kadıköy'de, çalışır halde terk edilen şüpheli aracın içinden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a tehdit notu çıktı.

25.05.2012: Barodan direniş açıklaması:

Balyoz davasında avukat görevlendirmediği gerekçesiyle haklarında soruşturma başlatılan İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal ve 10 yönetici, soruşturmayı kanuna aykırı diye nitelendirdi ve ifade vermeye gitmeyeceklerini açıkladı.

26.05.2012: Ergenekon tanığına tehdit:

Ergenekon hakkında çarpıcı bilgiler veren Semih Köken’in, sanıklar tarafından tehdit edildiği ortaya çıktı. Osman Gürbüz’ün adamlarının, kolon kanseri olan Köken’e hastaneden ulaştığı ve konuşmaması konusunda baskıda bulunduğu öğrenildi.

 01.06.2012: Erdoğan'a suikast davası (Atabeyler) kapatılıyor:

Kamuoyunda 'Atabeyler Davası' olarak bilinen Başbakan Erdoğan'a yönelik 2006 yılındaki suikast hazırlığına yönelik dava, önemli iddialar aydınlatılamadan kapanmak üzere. 'Atabeyler suikast davası'nda 'suikast' tabiri ortadan kaldırıldı, suçlama sadece 'patlayıcı madde bulundurmak'la sınırlı kaldı. Eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer bu olay için 'Başbakana dört dörtlük suikasttı' açıklaması yapmıştı. Ankara'da görülen davanın Ankara'da görülen Danıştay davası gibi kapatılacağı ileri sürülüyor.

 28.06.2012: Özel Yetkili Mahkemeleri kısıtlama hazırlığı endişeye neden oluyor:

 MİT krizi üzerinden hükümete yönelik sivil darbe girişimini gören Başbakan ısrarından vazgeçmiyor. Cemaat komplosu denilen MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden Başbakan'ı hedef alma girişimi, özel yetkili mahkemelerin kaldırılması ya da kısıtlanması sonucunu getirmek üzere. Haftalardır konuşulan yasa değişikliği tasarısının hazırlanmakta olduğu ve tüm partilerin katılımıyla bir kaç gün içinde Meclis'ten geçirileceği konuşuluyor. Bu girişim hukukçuların tepkisini çekerken kamuoyunda da endişeye neden oldu. Darbe tehlikesi henüz geçmiş değil diyen kamuoyu, bir tehlikeden kaçarken diğerine yakalanmak istemiyor. Hazırlığı yapılan özel yetki kısıtlaması ya da özel yetki iptalinin Ergenekon ve Balyoz gibi kritik önemde davaları olumsuz etkilemesinden korkuluyor.

 03.07.2012: Ses kaydı haberlerine hapis cezası geldi:

Meclis'te kabul edilen yasa ile ses kayıtlarını haberleştirmeye 5 yıl hapis cezası getirildi. Kamu yararının olup olmamasına bakılmaksızın çıkarılan bu yasanın, şaşkın ve kabul edilemez bu girişimin haberciliği kısıtlamayı ve darbecileri rahatlatmayı beraberinde getireceği de açık. Kamuoyuna yönelik bir darbe tehlikesinin ortaya çıkarılması için gizli darbe hazırlığı ve girişimlerine ait ortaya çıkan ses kayıtlarının haberleştirilmesinden daha doğal bir şey olamaz. Bu gibi haberler tüm Batı dünyasında değerli bir habercilik olarak kabul edilirken ülkemizde tuhaf bir tavır değişikliği yaşanmaya başlandı. Kamuoyu diğer haberler yanında ses kayıtları haberleriyle de darbecilerin girişimlerinden haberdar oldu. Gidilen seçimlerde, özellikle de referandumda karanlık girişimlerden haberdar olmanın sonuçları sandıklara yansıdı. Eğer medya ve kamuoyu bu olayları bu kadar yakından takip etmeseydi, haber yapmasaydı, Ergenekon soruşturma sürecinin bu kadar başarıya ulaşması mümkün olmazdı. Ses kayıtları hükümeti devirmeye yani onu seçen halka yönelik tehditleri deşifre ediyor.

 12.07.2012: Ergenekon'u sağcılara yakıştırdı!:

Ergenekon davasında tanık olarak ifade veren gazeteci Can Dündar, Ergenekon yapılanmasını sadece sağcılara yakıştırdı!. İki duruşmadır ifade veren Dündar, Ergenekon isimli bir gladyo yapılanmasının varlığına ilişkin daha önce de duyumları olduğunu belirtti. Ancak Ergenekon soruşturmasında solcuların gözaltına alındığını, oysa bildiği gladyo yapılanmasında ise sağcıların yer aldığını ima eden Dündar, bu gerekçeyle de bildiği Ergenekon yapılanmasının şu an yargılanan yapılanmadan farklı bir yapılanma olduğunu savundu. Solcu görüşleriyle tanınan Can Dündar'ın, özellikle 1996 yılında patlayan Susurluk skandalında Abdullah Çatlı gibi ülkücülerin teşkil ettiği kontrgerillanın sağ kesimdeki uzantısının üzerine hararetle gittiği biliniyor. Ancak Dündar, 2007'de başlatılan Ergenekon soruşturmasında örgütün sol kesimdeki uzantısının da üzerine gidilmesine ise soğuk bakmaya başladı. Dündar'ın ortaya çıkan somut delillere, belge ve silahlara rağmen davada sadece sağcılar değil çok sayıda solcu da yargılandığı gerekçesiyle Ergenekon davasına soğuk baktığı açık. Dündar, Ergenekon soruşturmasında İbrahim Şahin gibi sağ görüşlü sanıklar tutuklandıkça heyecanlanan ve yazılar yazan, sol görüşlüler tutuklandığında ise morali bozulan, çok tarafsız(!) bir gazeteci. Oysa kontrgerillanın sağ ve sol kesimde uzantılarının bulunduğu bizzat Ecevit tarafından da dile getirilmişti. Ayrıca İtalya'daki gladio skandalında da bu durum ortaya çıkmıştı. Aslında 70'li yıllardan beri süren kontrgerilla tartışmalarında da örgütün sağ ve sol içinde uzantılarının olduğu hep dile getirildi. Ancak ne zaman ki sol uzantıya dokunuldu işte o zaman birileri buna soğuk bakmaya başladı.

13.07.2012: Sanıklara Ergenepol koruması:

Ergenekon davasının 4 firari sanığı hakkında Interpol bir türlü harekete geçmiyor. Ergenekon'un uluslararası bağlantıları olduğu iddiası çeşitli delillerle kanıtlandı. Firari sanık Bedrettin Dalan'a Alman istihbarat teşkilatınca sahte pasaport verildiği ortaya çıktı. Almanya'dan Ergenekon sanıklarına yapılan para yardımları kanıtlandı. Ardından Alman vakıflarının Türkiye'deki derin faaliyetleri bizzat Başbakan Erdoğan tarafından gündeme getirildi. Interpol'de Alman polisi ciddi lobi gücüne sahip. Muhtemelen bu nedenle firari sanıklar için tüm resmi başvuruların yapılmasına karşın Interpol harekete geçmiyor. Konu hakkında değerlendirmelerde bulunan Emekli Askeri Hakim Faik Tarımcıoğlu, “Derin bir koruma ile karşı karşıyayız. Interpol, olaya siyasi yaklaşarak Ergenekonculara koruma zırhı oluyor. Ergenekon’un gizli istihbaratlar ile ilişkisi de gündem de… Bir başka zırh da derin istihbarat örgütleri tarafından giydiriliyor. Interpol’de bundan etkileniyor. Batı, Ergenekon dosyasının derinleşmesini dolaylı yollarla engelliyor. Batı Türkiye’nin tam anlamıyla demokratikleşmesinden de korkuyor” diye konuştu.

 18.07.2012: Atabeyler'de skandal beraat:

Başbakan Erdoğan'a yönelik 2006 yılındaki suikast hazırlığını yapan Atabeyler çetesi üyeleri şok bir kararla beraat etti. Dava, önemli iddialar aydınlatılamadan kapatıldı. Yargılamada yaşanan bulgular, skandal kararın çıkacağını aylar öncesinden belli etmişti. 2006 yılındaki Danıştay'a saldırısı davasını dinci kalkışma diyerek örtbas eden de aynı mahkeme, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi idi. O dönem Ergenekon soruşturmasına bakan Savcı Zekeriya Öz, saldırının Ergenekon örgütüyle bağlantısına dair 9 adet delili içeren bir mektubu mahkemeye göndermiş ancak heyet bunu dikkate almayarak aceleyle davayı bitirmişti. İşte bu şekilde Danıştay davasında acele eden mahkeme, benzer bir acelecilik ve soruşturmayı derinleştirmeme durumunu Atabeyler davasında da gösterdi. Sonuçta Başbakan'a yönelik dört dörtlük suikast hazırlığı da örtbas edilmiş oldu. Çete üyelerinin Özel Harp Dairesi mensupları olduğu ortaya çıkmıştı. Beraat kararı, Özel Harp talimnamelerinde, mensupları için ileri sürülen 'kanunlardan korundukları ve kollandıkları' iddialarını da güçlendirdi. 'Atabeyler suikast davası'nda 'suikast' tabiri ortadan kaldırıldı, suçlama sadece 'patlayıcı madde bulundurmak'la sınırlı kaldı. İstanbul Emniyet eski Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer, verdiği bir demeçte Atabeyler “çetesinin” hedefinin Başbakan Erdoğan olduğunu ileri sürmüştü. Yılmazer, “Atabeyler operasyonu var ya, o olay Başbakan’a yönelik dört dörtlük bir suikast girişimi. Öyle ordudan dışarıya silah çıkarma, bunları gizleme, saklama işi falan değil. Ele geçirdiğimiz mühimmat ve planlar, Başbakan’a nerede nasıl saldırılacağını gösteriyordu. Çok netti. Bunun dört dörtlük bir suikast girişimi olduğunu Başbakan’a dahi anlatamadılar” demişti.

 20.07.2012: İsmailağa dosyaları kayıp:

Ergenekon örgütünce öldürüldüğü ileri sürülen Fatih İsmailağa Cami imamı Bayram Ali Öztürk cinayeti dosyasından iki klasör kayboldu. Aydınlatılması için adeta hiçbir gayretin gösterilmediği soruşturmada 3 savcı değişmiş, cinayeti işleyen katilin telefon kayıtları ile civardaki güvenlik kamera kayıtları incelenmemiş, katilini eşinin ifadesi dahi alınmamıştı. Cinayet ile ilgili soruşturmayı yürüten savcılığa teknik takip kayıtlarının ve belgelerin de eksik iletildiği ortaya çıkmıştı.

20.07.2012: TSK, Balyoz'a delil bulamamış:

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi bir buçuk yıldır devam eden ve 250 askerin tutuklu yargılandığı Balyoz davasındaki 'SUGA' ile 'ORAJ' planları için kuvvet komutanlıklarına herhangi bir hukuka işlem yapılıp yapılmadığını sormuştu. Gelen cevabi yazıda 'askeri savcılığın delil bulamadığı' karşılığının verildiği öğrenildi.B alyoz darbe planına dair Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın kovuşturmaya gerek görmediği, Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın ise hiç soruşturma yapmadığı ortaya çıktı. Balyoz darbe planının orjinal belge ve ses kayıtları ismi belirlenemeyen bir kişi tarafından Taraf muhabiri Mehmet Baransu'ya oradan da savcılığa ulaşmıştı. Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, geçtiğimiz yıl internete düşen ses kaydında belgelerin bu şekilde mahkemenin eline geçmesine tepki göstermekte, 'Ne var ne yok çaldırmışız, namerdin eline malzeme vermişiz' diyerek Balyoz planından haberdar olduklarını en üst makam olarak itiraf etmekteydi.

 01.08.2012: El yazısı ve kroki Dönmez'in:

Adli Tıp Kurumu, Sapanca ve Ankara Zir Vadisi'nde bulunan silahlara ait krokilerin Mustafa Dönmez'in bizzat kendi el yazısıyla hazırlandığını bildirdi. Bu sonuç daha önce Emniyet ve Jandarma Kriminal tarafından da tespit edilmişti. Yarbay Mustafa Dönmez, Ergenekon davasının en önemli sanıklarından birisi. Ajandasındaki krokilerden yola çıkılarak yapılan kazılarda Ankara'daki evinin yanındaki Zir Vadisi'nde büyük bir cephanelik ortaya çıkarılmıştı. Dönmez, el yazısı ve krokinin kendisine ait olmadığını, silahların polislerce yerleştirildiğini iddiasını sürekli dile getirdi. Ele geçen cephaneden dolayı yargılandığı askeri mahkemede suçu sabit görülerek 4 yıl ceza aldı ve TSK'dan çıkarıldı. Askeri mahkemedeki duruşmalarda sürekli kendisinin suçsuz olduğunu, delillerin polis tarafından yerleştirildiğini iddia eden Dönmez'in talepleri üzerine gömülü silahlar, ajandasındaki kroki ve notlar gibi suç delilleri için defalarca bilirkişi incelemesi yaptırıldı. Sonuçta suç delillerinin polis tarafından yerleştirilmediği iyice anlaşıldı. Hatta polis aramalarına katılan çok sayıdaki askeri görevliler de mahkemede bu konuda polisi savundular. Aramalara katılan askeri personelin de aleyhine şahitlik etmesi üzerine Yarbay Dönmez ilerleyen duruşmalarda askerleri de polisle işbirliği içinde komploya katılmakla suçlamaya başladı. Dönmez duruşmalarda sürekli Atatürk'ten bahsetmekte, kendisinin Mustafa Kemal'in askeri olduğunu iddia etmekte ve polisin silahları yerleştirerek suçu kendi üzerine attığını iddia etmekteydi. Hatta bu konuda ileri giderek Atatürk'e suikast düzenleyen kişinin bir polis olduğunu, askerlerin böyle şeyler yapmayacak kadar şerefli olduğunu söyleyebilmişti.

 03.08.2012: Yavuz hırsız durumu:

Fuhuş, şantaj ve askeri casusluk davası dün sonuçlandı. 56 sanık, şikayetçi bulunmaması gerekçesiyle 'fuhuş' ve 'askeri casusluk' suçlamalarından beraat etti. Mahkeme TSK belgelerini gizlice elde eden bir örgütün varlığını ise kabul etti ve cezalar verdi. Ancak işin bu kısmını göstermeyen bazı medya organlarının olayı sanıklar sanki beraat etmiş gibi vermesi, üstelik de, 'iki yıl içeride boşu boşuna yatmışlar' diyerek olayı tamamen çarpıtarak vermesi, Ergenekon ve Balyoz gibi davalardaki sanıkların da benzer durumda olduğunu iddia etmesi dikkati çekti.

 04.08.2012: Kılıçdaroğlu yine ters merdivene bindi:

Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün Ergenekon davasında iki gündür verdiği ve komutanların hükümete muhtıra verme isteğini doğrulayan ifadeleri gündem oldu. Ancak CHP lideri Kılıçdaroğlu, bu ifadelerle davanın çöktüğünü ileri sürdü. Bu şaşırtıcı iddia, Ergenekon davası aleyhine yayın yapan medyada dahi alay konusu oldu. Kılıçdaroğlu'na tepki gösteren Radikal yazarı Eyüp Can'a göre, Özkök'ün ifadesinden sonra Ergenekon davası bırakın çökmeyi, Çetin Doğan'dan Şener Eruygur'a birçok sanık aleyhine daha da güçlendi.


31.08.2012: Odatv virüs tahliyesi istedi:

 Odatv davasında Soner Yalçın, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan, TÜBİTAK'ın hazırladığı rapordaki; 'bilgisayarlarda virüs var' kısmını gerekçe göstererek tahliye talebinde bulundular. Oysa raporun diğer kısımlarındaki ifadeler sanıkların gerekçesini tamamen çürütüyor. Sanıkların raporun sadece bir kısmını göstererek tahliye talep etmeleri, Bektaşilerin 'namaza yaklaşmayın, sarhoşken' ayetini çarpıtarak, 'namaza yaklaşmayın deniliyor, onun için namaz kılmıyoruz' savunmalarını hatırlattı. 

Raporun sanıkları tarafından görülmeyen kısımlarında ilginç ayrıntılar yer alıyor. TÜBİTAK tarafından hazırlanan raporda belgelerin 2010 yılında oluşturulduğu, virüslerin ise 2011 tarihli olduğu belirtildi. Raporda sanıkların mahkemeye sunduğu diğer raporlar da eleştirildi. Örneğin, sanık avukatları tarafından mahkemeye sunulan Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) kaynaklı rapordaki yanlışlıklara da dikkat çekilerek, YTÜ'nün 'bulamadık' dediği belgelerin silinmiş olsa da, hard disklerden çıkarıldığı kaydedildi. Sanıkların 'polis aramaları esnasında bilgisayarlara delil konuldu' iddiaları ise bu aramalardaki imaj alma işlemlerinin uluslararası geçerliliğe sahip teknik donanımla, usulüne uygun gerçekleştirildiği tespitiyle çürütüldü. Suçlamalara sebep olan delillerin birer birer ayrıntılı şekilde incelendiği raporda, hiçbir dosyanın zararlı bir yazılım tarafından gönderildiğine veya değiştirildiğine dair bir bulguya rastlanmadığı vurgulandı. Bilirkişi raporunda, Oda TV'den, Barış Pehlivan'dan ve Müyesser Uğur Yıldız'dan ele geçirilen bilgisayarlarda çok sayıda 'trojan' türü, 'truva atı' olarak tabir edilen ve her bilgisayarda bulunabilecek virüslerin bulunduğu, bunların uzaktan dosya gönderme özelliğine sahip olmadığı bilgisi verildi.

İddianamede yer alan dosyaların 2010 tarihinde oluşturulduğu verisinin yer aldığı bilirkişi raporunda, bilgisayarlara bulaşan ve etkin olamayan zararlı yazılımların ise 31 Ocak 2011 - 5 Şubat 2011 arasındaki tarihlerde hard disklere girdiği belirtildi.

 Raporda sanıklardan sadece birinin (Müyesser Uğur) bilgisayarında, özel hedefli sosyal mühendislik saldırıları ile gönderilen, uzaktan dosya atma özelliği bulunan zararlı yazılımların çalışmış olduğu tespit edildiği, dosyalar üzerinde ilgili bilgisayar kullanıcıları tarafından bir işlem gerçekleştirildiğine dair tatmin edici izlere rastlanmadığı belirtiliyordu. Sanıklardan sadece birinin savunmasını güçlendiren bu bulgu ise, o kritik belgelerin diğer sanıkların bilgisayarlarında bulunmasıyla zaten çürümüş oluyor.

 Araştırılan bilgisayarda virüslerin varlığının belirlenmesi belgeleri onların getirdiğini göstermez. Çünkü virüs bulunmayan hiçbir bilgisayar yoktur. Onlarca virüsten binlercesine kadar her bilgisayarda mutlaka virüs bulunur. Eğer bunların varlığı tek başına dışarıdan dosya getirmeye dayanak olursa hiçbir dijital veri mahkemelerde delil olarak kabul edilemez. Çünkü her bilgisayarda mutlaka virüsler bulunur. Bu tartışılmaz bir bilgisayar gerçeğidir. Bu rapora aslında gerek yoktu. Sanıkların dikkatleri dağıtmak için ileri sürdükleri bu gerekçe daha baştan sağlam gerekçelerle eleştirilmişti. Ancak hukuksal prosedür gereği bu raporun alınması gerekli olmuştu.

 Ayrıca bu TÜBİTAK raporu olmasa bile, olayın başından beri çok önemli bir gerekçe, virüs iddiasını zaten inandırıcı olmaktan çıkarıyordu. 'Ulusal Medya 2010' belgesinde talimatı verilen örgütsel faaliyetler, Odatv'nin zaten sürekli yapmakta olduğu bir iş idi. O dokümanda geçen, Ergenekon ve benzer davaların hakimlerini itibarsızlaştırma faaliyetleri aslında Odatv'nin sürekli yaptığı iş. Özellikle 2009 yılı ramazan iftarına katılan hakim ve savcılarla ilgili haberi, bunlar arasında en fazla ses getireni oldu. Odatv'nin yayınları incelendiğinde o belgelerdeki talimatların nasıl uygulandığı, Odatv'nin Ergenekon savcı ve hakimlerini karalama amaçlı 'iftarı yemeği' haberinde çok iyi görüldü. Dolayısıyla odatv'nin zaten sürekli yapmakta olduğu faaliyetlere dair bilgisayarda bulunan bir belgenin virüs yoluyla başkaları tarafından komplo amacıyla yerleştirildiği savunmasının inandırıcılığı olmamıştı. Ayrıca, belgenin bir değil bir çok sanığın bilgisayarlarında da ele geçirilmiş olduğu tekrar hatırlanmalı. Odatv davasının en önemli delilleri arasında yer alan 'Ulusal Medya 2010' belgesinin sadece Oda TV'de değil, davanın sanıklarından Müyesser Uğur ve Barış Pehlivan'a ait 3 farklı bilgisayarda, 6 ayrı dosyada bulunduğu tespit edilmişti.

 11.09.2012 Komutan eşlerine yol kesme davası:

Balyoz davasının tutuklu sanıkları emekli Org. Çetin Doğan ile emekli Tümamiral Ali Deniz Kutluk'un eşlerine dava açıldı. İddianameye konu olan 5 Mayıs 2011 günü Nilgün Doğan ve İrem Kutluk'un da aralarında bulunduğu bazı Balyoz davası sanık eşleri, yargılamanın yapıldığı duruşma salonunun önünden geçen yolu araç trafiğine kapatmışlar ve eylem düzenlemişlerdi. Bu eylem sırasında Nilgün Doğan'ın jandarma görevlilerine "Burada su içiyorsanız eşlerimizin sayesinde içiyorsunuz. Sizler burada rahat yaşayabilesiniz diye onlar orada mücadele ediyor." şeklinde sarf ettiği sözleri, özellikle jandarma personeli arasında tepkiye neden olmuştu.

 15.09.2012: Gizli Tanık: Devlet korumuyor:

 Birinci Ergenekon davasının gizli tanığı X, 'Tehdit ediliyorum. Tanık Koruma Kurulu taleplerimi umursamıyor' diyerek gizli tanıklık müessesindeki sıkıntıları anlattı. Adeta 'ölüme terkedildiğini' söyleyen Gizli Tanık, " Hastaneye bile gidemiyorum. Sanki tanıklık yapmamam için yıldırmaya çalışıyorlar" dedi. "Beni ölüme ve çaresizliğe terk ettiler" derken Ergenekon'dan tehditler aldığını savundu. Başka bir ülkeye gönderilme talebinin 11 kişilik Tanık Koruma Kurulu tarafından reddedildiğini aktaran tanık, "Bakmak zorunda olduğum bir ailem yok, en önemli delilleri de ben verdim. Ama beni koruyamıyorlar" ifadesini kullandı. Kendi güvenliğini sağlamak için 'gizli tanık evi'nde cephanelik kurduğunu anlattı. Bu durum, tanığın kasten korunmayarak ölüme terk edilmiş olabileceği şüphesine yol açtı.

22.09.2012: Bazı medyada Balyoz hapis cezalarına tepki

 Balyoz davasının darbe girişiminin sabit görülerek sanıkların cezalandırılmalarıyla sonuçlanması bazı medya organlarını şok etti. Taraflı yayın yaparak darbecileri masum melekler gibi göstermeye çalışan bu medya organları kamuoyu önünde ne kadar deşifre olduklarının farkında olmadan taraflı yayınlarını günlerce sürdürdü. Yargılan konunun bir askeri darbe olmasına rağmen işin bu yönüyle hiç ilgilenilmeyen haberlerde sanıklar masum gösterilmeye çalışıldı, aksi ihtimale hiç yer verilmedi. Bu yönüyle de bu haberleri yapan medya organları ve gazetecilerin, Balyoz darbesi gerçekleştiğinde 'kendisinden yararlanılacak gazeteciler' olarak adları darbe planlarında açıkça geçen gazeteciler olup olmadığı tartışması başladı.

09.10.2012: Ergenekon sanığından sanık avukatlarına tepki:

 Ergenekon davasında tutuksuz olarak yargılanmakta olan Mahir Akkar, yargılamayı engellemeye çalışan sanıklar ile avukatlarına tepki gösterdi. "Avukatlar, sanıkları mağdur etti.. Avukatlar tribüne oynadı, sanıklar haftalarca hayat hikayelerini de anlatarak savunma yaptı.. CHP ve İstanbul Barosu, Silivri'yi adeta siyaset arenasına çevirdi" diyen ve CHP ile İstanbul Barosu'na da eleştirilerde bulunan sanık Akar, sanık avukatlarını eleştirdi.

 Abdullah Harun

  (12.09.2008), son güncel.: (09.10.2012) 

http://www.kontrgerilla.com/yazilar/ergedavaengelleme.asp


***