11 Ocak 2021 Pazartesi

COVID-19 SONRASI ULUS AŞIRI AKTÖRLER VE SALGINLAR.,

COVID-19 SONRASI  ULUS AŞIRI AKTÖRLER VE SALGINLAR.,




COVID-19 SONRASI  ULUS AŞIRI AKTÖRLER VE SALGINLAR: DİASPORALAR ÖRNEĞİ VE COVID-19 HASTALIĞI 

Dr. Gallia LINDENSTRAUSS
Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü Kıdemli Araştırmacısı, İsrail 

SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

 Diyaspora, Küreselleşme, İşçi Dövizleri, Ulus Aşırı Aktörler,Salgınlar, Diasporalar,Örneği, COVID-19 Hastalığı, 

Uluslararası sistemde yeni bir olgu olmayan diasporalar gibi ulus aşırı aktörlerin önemi 21. yüzyılda artmıştır. 
Küreselleşme dünya çapında diaspora toplumlarının sayısının artmasına ve kaynak ülkelerle temaslarının her zamankinden daha kolay olmasına katkıda bulunmuştur. 
Diasporaların varlığı kaynak ülkelerdeki uzun süreli çatışmalar ve barış girişimleri gibi konularla da bağlantılıdır.1 

Birçok kaynak ülke son yıllarda kendi diaspora toplumlarıyla ilişkilerini geliştirmekte yarar görmüştür.2 
COVID-19’un küreselleşmenin bazı süreçlerini yavaşlatması ve tersine çevirecek olması muhtemelen birçok diaspora toplumunu da etkileyecektir. İlave olarak, salgının ekonomik ve siyasi yansımaları hem kaynak ülkeleri hem de birçok diaspora toplumuna ev sahipliği yapan devletleri etkileyecektir. 

COVID-19 salgını bazı diaspora toplumlarına ev sahibi ülkenin genel nüfusundaki büyüklükleriyle orantısız bir şekilde zarar vermiştir. Fransa ve New York’taki Yahudi diasporaları ile Birleşik Krallık’taki Kıbrıs Rum diasporası bunlara örnektir.3   

Etno-ulusal kimliğin korunmasına yardımcı olan diaspora kurumları bazı toplumlar için bir bulaşma yerine dönüşerek geçici bir tehlike kaynağı haline gelmiştir. Birçok diaspora üyesinin sosyal çevresinin ev sahibi ülkenin diğer vatandaşlarından daha geniş olması sosyal mesafe tedbirleri alınana kadar onları daha büyük bir tehlikeye sokmaktadır. 

Salgının ekonomik yansımalarının bir sonucu olarak diaspora toplumlarının birçok üyesi geçim kaynaklarını kaybetti ve kaynak ülkelerinde yaşayan akrabalarına döviz gönderemez hale geldiler. Bu sadece kişileri ve ailelerini ilgilendiren bir sorun değildir. Bazı zayıf devletlerin ekonomileri kısmen sözkonusu işçi dövizlerine bağımlıdır. Diasporadan gelen paralar bazı devletler için önemli bir döviz kaynağıdır. Bazı diaspora üyelerinin (özellikle yeni göçmenler) uzaktan 
gerçekleştirilemeyen yüksek riskli işlerde çalışmalarından dolayı hastalığa yakalanma riskleri daha yüksektir. COVID-19 salgını yine bazı diaspora üyelerinin kaynak ülkelerindeki akrabalarına para göndermeye devam edebilmek için çalışırken ödedikleri ve ödemeye devam ettikleri kişisel bedeli ve tehlikeyi ortaya koymaktadır. Singapur gibi ülkelerdeki yabancı işçilerin yaşadıkları yerlerde görülen COVID-19 salgınları bu tür tehlikeleri gözler önüne sermektedir.4 

Savaşlar veya doğal afetler gibi ihtiyaç zamanlarında bazı diasporalar para veya tıbbi ekipman göndererek kaynak ülkelerine yardımcı olmaya çalışmışlardır.5 

Türkiye ve İsrail gibi bazı kaynak ülkeler soydaşlarının salgın sırasında ülkelerine 
dönmelerine yardımcı olmak için çaba sarf ederken, Romanya gibi bazı devletler kaynak ülkedeki vatandaşları tehlikeye atmamaları için yurtdışında yaşayan vatandaşlarına yerlerinde kalmaları konusunda uyarmıştır.6 

Bir sonuca varmak için henüz erken olsa da, salgının diasporanın güçlü ve kaynak ülkenin zayıf olduğu durumlarda bazı diaspora toplulukları ile kaynak ülkeleri arasındaki dengeyi değiştirmiş olması mümkündür.7 

Pandemi sırasında bazı diaspora topluluklarının maruz kaldığı orantısız darbe ve ulus devletin gösterdiği direnç bu dengeyi etkilemiş olabilir. 

Diasporalar, ulus aşırı aktörler olarak kaynak ülkelerindeki akrabaları ve arkadaşlarıyla bağlantılarını sürdürmek için dijital araçları kullanmaya nispeten daha alışıktır. COVID-19 salgını dijital araçların kullanımını artırmıştır. Cenaze ve taziyelerin canlı yayınlanması gibi daha önce pek yaygın olmayan uygulamalar ve normal koşullarda bir araya gelme olasılığı düşük olan insanları dünya çapında yakınlaştıran kutlamalar muhtemelen ortadan kalkmayacaktır. 

Dijital araçların kullanımındaki artış, eğitim ve ilişki geliştirme amacıyla yurtdışına seyahat etme ihtiyacının azalmasına neden olabilir. Böylece bazı ülkelerde “beyin göçü” gibi sorunların azaltılmasına yardımcı olabilir. 

Dijital araçlar yaygın olarak kullanılmasına rağmen, kaynak ülkelere yapılan ziyaretler birçok diaspora üyesi için yaygın bir alışkanlıktır. Birçok diaspora üyesi tarafından özellikle ailevi meseleler için istedikleri zaman kaynak ülkelere 
gidip gelebilecekleri varsayılmaktaydı. COVID-19 salgınıyla getirilen seyahat kısıtlamaları bu varsayımın sorgulanmasına yol açmıştır. Buna ek olarak, havayolu seyahati devam edecek olsa bile çok daha pahalılaşacaktır. 

COVID-19 salgını kısa vadede hem kaynak ülkelerde hem de diasporada yaşayanların bulundukları yerde kalıp kalmama konusundaki kararlarını değiştirmiştir. Uzun vadede insanlar yaşam koşullarını iyileştirmek için seyahat etmekten vazgeçmeyecek olsalar da bir-iki yıllık bir süre için planlarını değiştirmiş olmaları özellikle küçük diaspora topluluklarının geleceği konusunda önemli bir etkiye sahip olabilir. Salgından diğerlerine göre daha sert etkilenecek olan ülkeler yabancıların ülkelerine göç etmelerine daha fazla kısıtlamalar getirmesi bazı diaspora topluluklarının gelişmesini etkileyecektir. COVID-19 ve ekonomik etkileri yabancı düşmanlığını artırmıştır. Bazı insanların yabancılar yönelik düşmanca fikirlerini dile getirmekten çekinmemeleri bazı diaspora toplulukları arasında endişeye neden olmaktadır. Göçü düşünen insanlar halihazırda bir diaspora mevcudiyetinin olduğu yere gitme eğilimindedir. 

Büyük şehirler barındırdıkları ekonomik olanaklar nedeniyle yeni göçmenler için caziptir. COVID-19’un birçok yerde şehirlerin gelişiminde değişikliklere neden olması ve bu açıdan da diasporaları etkilemesi beklenmektedir. 

Diasporalar karmaşık uluslararası sistemdeki aktörlerden sadece bir tanesidir. Değişik diasporalar arasında ve diasporaların kendi bünyeleri içinde de önemli farklılıklar vardır. COVID-19’un böyle bir aktör üzerindeki etkilerini takip etmek, uluslararası sistemde meydana gelen ve salgın nedeniyle devam edecek bazı değişikliklerin değerlendirilmesine yardımcı olabilir. 

Henüz göç etmişler tarafından oluşturulan yeni diasporalar kötü yaşam koşulları 
nedeniyle daha savunmasız olabilirler. Yerleşik diasporalar ise sahip olduklarını yaşlıların birçoğunun olası kaybı nedeniyle olumsuz etkilenecektir. Topluluk bilinci, günümüzde daha çok sanal bağlantılara dönüşmüş olsa da, diaspora üyeleri nin mevcut zorlukların üstesinden gelmeleri için bir direnç kaynağı olacaktır. 

DİPNOTLAR 

1. Gabriel Sheffe, Diaspora Politics: At Home Abroad, Cambridge: Cambridge 
University Press, 2003, s. 215-8. 
2. Yaşar Aydın, “The New Turkish Diaspora Policy,” SWP Research Paper, 
2014,https://www.swp-berlin.org/en/publication/the-new-turkishdiaspora-
policy/ 
3. Uriel Heilman, “From New York to Milan, how the Coronavirus is Hitting 
Jewish Communities Worldwide,” Times of Israel, 2020, https://www. 
timesofisrael.com/from-new-york-to-milan-how-coronavirus-is-hittingjewish-
communities-worldwide/; Cnaan Liphshiz, “At least 1,300 French 
Jews have Died of Covid-19,” Jerusalem Post, 2020, https://www.jpost. 
com/diaspora/at-least-1300-french-jews-have-died-of-covid-19-627430; 
Annosh Chakelian, “A Cypriot Tragedy: How Diaspora Deaths Expose 
Britain’s Failings to the World,” 2020, https://www.newstatesman.com/ 
science-tech/coronavirus/2020/05/cypriot-tragedy-how-diaspora-deathsexpose-
britain-s-failings-world 
4. Hillary Leung, “Why Singapore, Once a Model for Coronavirus Response, 
Lost Control of Its Outbreak,” Time, 2020, https://time.com/5824039/ 
singapore-outbreak-migrant-workers/ 
5. IOM, “COVID-19 Analytical Snapshot #31: Diaspora Engagement,” 2020, 
https://www.iom.int/sites/default/files/documents/covid-19_analytical_ 
snapshot_31_-_diaspora_engagement.pdf 
6. Gizem Kolbaşı Muyan, “Closer Transnational Ties During Pandemic: 
Turkey’s Diaspora Engagement Policy,” Daily Sabah, 2020, https:// 
www.dailysabah.com/opinion/op-ed/closer-transnational-ties-duringpandemic-
turkeys-diaspora-engagement-policy; Michal Raz-Chaimovich, 
“El Al is Operating Special Flights to bring Israelis Home from Miami, 
London and Paris,” Globes, 2020, https://en.globes.co.il/en/article-el-al-tooperate-
three-rescue-flights-this-week-1001326652 
7. Tracy Frydberg, “Coronavirus Flipped the Power Dynamics between Israel 
and the Diaspora,” Forward, 2020, https://forward.com/opinion/445036/ 
coronavirus-flipped-the-power-dynamics-between-israel-and-thediaspora/ 

***

COVID-19 VE RUS DIŞ POLİTİKASI.,

COVID-19 VE RUS DIŞ POLİTİKASI.,





Dr. Andrey KORTUNOV 
Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi Başkanı, Rusya 

SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

 Rusya, ABD-Çin Rekabeti, Ekonomi,Yalnızlık Politikası, Dr. Andrey KORTUNOV ,Orta Doğu, Afrika, Güney Asya, Sovyet Birliği,Virüs sonrası, Dünyada, Şiddetli İki Kutupluluk, 

Tüm büyük küresel krizler gibi Koronavirüs pandemisi de her devletin dış politikasına ek riskler, sınamalar ve tehditler getirirken yeni fırsatlar ve olasılıklar da sunmaktadır. Rusya da bundan nasibini almaktadır. Bize göre Rusya’nın kendine özgü durumu karşılaştığı tehditler stratejik ve sistemliyken fırsatların büyük ölçüde taktiksel ve durumsal olmasından kaynaklanmaktadır. Fırsatlar ve tehditler dengesi birçok değişkene bağlı olmakla birlikte, esasen Rusya’nın diğer 
devletlere ve bilhassa uluslararası rakiplerine kıyasla COVID-19 ile nasıl başa çıktığına bağlıdır. Moskova’nın Koronavirüs’le mücadelede sahip olduğu herhangi bir karşılaştırmalı avantaj - ister COVID-19 sebebiyle yaşanan kayıpların sayısı olsun, ister göreceli ekonomik kayıp ölçeği olsun - Moskova’nın Koronavirüs sonrası dünyadaki fırsatlar yelpazesini bir şekilde genişletecektir. Herhangi bir başarısızlık dış politika tehditlerini artıracak ve fırsatları azaltacaktır. Şimdi bu fırsat ve tehditlerin bir listesini derleyelim. 

 Fırsatlar, 

Rusya’nın Dünya Görüşünün Teyit Edilmesi, 

Rusya’daki yöneticiler son yıllarda ulusal devletlerin önceliğini ve egemenliğin önemini vurgulayarak, Batı dayanışmasının istikrarını ve çok taraflı Batı diplomasisinin etkinliğini sorgulayarak, ısrarla kendi “Vestfalyan” uluslararası 
ilişkiler modelini geliştirmiştir. Şu ana kadar, epidemiyolojik kriz sözkonusu Rus görüşünü teyit etmektedir. Kriz ulusal devletleri desteklemekte, uluslararası örgütlerin acizliğini ortaya koymakta ve Batı’nın kendi beyan ettiği değerlerini ve 
ilkelerini gerçekten takip edip etmediği konusunda şüpheler yaratmaktadır. 
Bu gelişme hem Rusya’nın iç ve dış propagandası için geniş fırsatlar sunmakta hem de Kremlin’in kriz sonrası dünya düzeninin baş mimarlarından biri olma arzusunun haklılığını ortaya koymaktadır. 

Batının Uluslararası Önceliklerini Düzenleme Olasılığı, 

Bilhassa önde gelen batılı devletlere ağır bir darbe vuran pandemi, bu devletlerin dış tehditler hiyerarşilerini gözden geçirmelerine ve böylelikle dış politika önceliklerini düzenlemelerine neden olabilir. Rusya’nın küresel politikadaki 
“ana sorun” ve Batı’nın çıkarlar için “ Ana Tehdit ” olduğuna dair yerleşik fikri COVID-19 hızla değiştirmektedir. Böyle bir zihinsel değişimin Moskova’nın batılı ortaklarıyla ilişkilerinde olumlu değişimlere yol açması pek olası görünmese de 
ilişkilerde “ mini bir sil baştan ” için fırsatlar yaratacağına inanmaktayız. 

En azından Batı’nın Moskova üzerindeki artan baskısının yanı sıra çatışmanın daha da tırmanmasının önlenmesini bekleyebiliriz. 

Büyüyen Küresel “İktidar Boşluğu” 

Uluslararası taahhütleri frenleme önerileri COVID-19 pandemisinden çok önce başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerde popülerdi. Ancak pandemi dış politika uygulamalarında artan bir etkiye sahip olacak bu tarz fikirler için güçlü bir katalizör etkisi yaratacaktır. Bu gelişme, özellikle küresel Güney için ikili ve çok taraflı mali ve ekonomik yardım programlarının kısıtlanması ile gelişmekte olan devletlere yönelik askeri ve siyasi taahhütlerin azaltılmasında zuhur edecektir. Orta Doğu, Afrika, Güney Asya ve Sovyet Birliği sonrası bölgede büyüyen “ İktidar Boşluğu ” Rus dış politikası için ek fırsatlar yaratabilir. 

Tehditler, 

Rusya’nın Kötüleşen Küresel Ekonomik Durumu, 

Son 2008-2009 Küresel Kriz tecrübesi, yeni bir çalkantı durumunda Rusya’nın diğer ülkelerden daha kötü etkileneceği tahmininde bulunmamıza neden olmaktadır. Küresel petrol fiyatlarında kısmi bir toparlanmanın yaşanması şüphelidir. Birikmiş mali rezervler hızla küçülecek, Rus ekonomisinin küresel ortalama büyüme oranına geri dönme süresi gözden geçirilecek ve Rusya’nın küresel ekonominin merkezinde yer alamaması tehdidi devam edecektir. Buna bağlı olarak, Rusya’nın savunma ve dış politika kaynaklarının daralması tehdidi ortaya çıkmıştır. Bu, Rusya’nın müttefikleri ve ortakları için desteğini, uluslararası örgütlere sağladığı finansmanı ve Rusya’nın Paris İklim Anlaşması’nın uygulanması gibi yoğun maliyetli çok taraflı girişimlere katılımını etkileyecektir. Ülkenin mevcut sosyo-ekonomik modelinin COVID-19 sonrası dünyada değişmemesinin Rus “ulusal markası” için önemli sonuçları olacaktır. 

Rusya’da İzolasyonizmin Yükselişi, 

Moskova’nın İtalya’dan Venezuela’ya kadar çeşitli ülkelere yardım çabalarına Rus toplumunun ilk tepkisi karışıktı. 

Pandemi şüphesiz izolasyonist duyguları artırmakta, aktif ve enerjik bir dış politika yapmak hususunda halkın desteğini azaltmaktadır. Daha önce halk Rusya’nın Orta Doğu, Afrika ve Latin Amerika’daki mevcudiyetini Rusya’nın salt pozitif olarak 
algılanan “süper gücünün” bir göstergesi olarak görmüştü. Şimdi ise bu mevcudiyet artarak azalan kaynakların amaçsız israfı olarak görülmektedir. Pandemi dikkate alındığında, “Kırım’a ilişkin fikir birliğinin” geçersiz hale geldiği ve vatandaşların gözünde Rus dış politikasını haklı göstermenin giderek zorlaştığı sonucuna ulaşılabilir. 

Virüs sonrası Dünyada Şiddetli İki Kutupluluk, 

COVID-19 pandemisi açık bir şekilde yeni ABD-Çin iki kutupluluğunu hızlandırmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde kısa süre önce başlatılan seçim kampanyası Trump ve Biden’ın Pekin’e karşı birbirleriyle yarışarak sergiledikleri acımasız tutumla kendini göstermektedir. İki dev arasındaki çatışma BM Güvenlik Konseyi, DSÖ, G20 ve diğer uluslararası örgütlerin etkinliğini baltalamaktadır. Büyüyen sert iki kutupluluk küresel ilişkilerde tüm katılımcılar için sistemsel 
riskler barındırmaktadır. Rusya ek olarak başka özel tehditlerle de karşı karşıyadır. Moskova ve Pekin arasında büyüyen zıtlık gittikçe görünür hale gelirken, Çin’in (Hindistan, Vietnam ve hatta Japonya gibi) gerçek ve olası rakipleriyle işbirliği çok daha sorunlu hale gelmektedir. 

Not 

Winston Churchill’e atfedilen “ İyi bir krizi asla boşa harcamayın ” deyişi hiçbir zaman böylesine yerinde olmamıştır. 
Ne Rusya ne diğer devletler Koronavirüs pandemisinin tetiklediği sisteme ilişkin küresel krizi boşa harcamamalıdır. 
Bir kriz kimseye geçmiş hatalarını veya geçmiş başarılarını unutması için bir gerekçe sunmamaktadır. 
Bununla birlikte, kriz eski dış politika “ Gardırobunu ” şöyle bir silkelemek için hem geçerli bir bahane hem de sağlam bir fırsat sunmaktadır. 
Yakından incelendiğinde güvelerce yenmiş ve modası geçmiş şeylerin gün yüzüne çıkacağı muhakkaktır. 

***

COVID-19 SONRASI YENİ NORMAL KÜRESEL YÖNETİŞİM

 COVID-19 SONRASI YENİ NORMAL KÜRESEL YÖNETİŞİM 



COVID-19 Sonrası, Yeni Normal Küresel Yönetişim,  Bretton Woods Oyunun kuralları Toplantısı, Dr. Ammar OMRAN KAHF,
Küresel Yönetişim, Ekonomi, Uluslararası Örgütler, Ulus Devlet, Türkiye, 


Dr. Ammar OMRAN KAHF
Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı, Suriye, 



SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

COVID-19 pandemisi küresel siyasi ve ekonomik yapılardaki fay hatlarını ortaya çıkarmıştır. Salgın sadece sağlık ve ekonomi alanlarında bir krize neden olmamış aynı zamanda çeşitli küresel yönetişim yapılarının ve mekanizmalarının sorgulanmasına yol açmıştır. 
Bu salgının hem etkisi hem de kapsamı yönünden küresel yönetişim ve ekonomide II. Dünya Savaşı’ndan beri görülmemiş bir dönüm noktası olduğu kabul edilebilir. Ekonomik anlamda 2008-09 Ekonomik Krizi’ni geçmiştir. Siyasi olarak da küreselleşme ve karşılıklı bağımlılık üzerine kurulu tedarik zincirlerini daha korumacı tedbirler lehine sorgulanır hale getirmiştir. “Yeni normalin” ne olacağı salgının ne kadar uzun ve hangi şiddette süreceğinin yanı sıra, küresel güçlerin önümüzdeki süreçte ayrışma ve rekabet veya işbirliği ve uyum içinde hareket 
etmeyi tercih etmelerine bağlı olacaktır. Küresel tedarik zincirleri, karşılıklı bağımlılık ve korumacı tedbirler gibi ekonomik sisteme yönelik kısa ve uzun vadeli değişiklikleri değerlendirmek “yeni normali” ve uluslararası kuruluşların 
azalan rollerini daha iyi anlamamız için yardımcı olacaktır. 

Mevcut salgın alevlendirdiği jeopolitik ve ekonomik koşullar nedeniyle de derin bir etki yaratacaktır. 

Küresel Yönetişimde “Yeni Normal” 

Dünya Liderleri 1944’te savaşları önleyecek ve ekonomik sistemin işleyişini düzenleyecek küresel düzen için “ Oyunun kurallarını ” belirlemek üzere Bretton Woods’ta bir araya gelmişti. 11 Eylül 2001 sonrasında ise zamanın ABD Başkanı 
George W. Bush, yeni küresel bir hal almaya başlamış olan terör şebekelerinin bir sonucu olarak “yeni dünya düzenini” ilan etmişti. Küreselleşmiş ve sınırların olmadığı bir dünyada dijital dünya ve yapay zeka önceki tasarım ve küresel çerçeveye artık uymayan karşılıklı bağımlılıkları ortaya çıkardı. Bir başka küresel istikrarsızlaşma sürecinden çıkarken, benzer şekilde yeni bir yönetişim çerçevesine ihtiyaç duyuyoruz. 
Küresel yönetişimin geleceğini tahmin etmek için henüz çok erken olabilir ancak bu aşamada çeşitli akımlar ve eğilimler tespit edilebilir. Uluslararası ve bölgesel kuruluşların erken uyarı sistemlerini harekete geçirmedeki başarısızlıkları 
ülkeleri sorunu tek başlarına ele almak zorunda bırakmıştır. Avrupa Birliği de hem ekonomik hem de teknik olarak kendi üye devletlerinin ihtiyaçlarına hızlıca yanıt vermekte yetersiz kalmıştır. İçine kapanmış olan ABD, federal hükümet ve eyaletler arasında mücadele yaşanırken hızlıca sınırlarını kapamaya yönelik popülist ve korumacı tedbirlere başvurmuştur. Dünya Sağlık Örgütü’nün bilimsel kanıtlardan ziyade hükümetlerin sağladıkları verilere dayanan çelişkili mesajlar vermesi siyasallaşmış olarak görülmesine ve ihtiyaç duyulan tavsiye ve yardımları sağlamada etkisiz bulunmasına neden olmuştur. 
Bu durum, yaklaşık 4 milyon sakinin ve yerinden edilmiş insanın yaşadığı Suriye’nin kuzeybatısına ilk aşamada 300 test kitinin göndermesiyle iyice görünür bir hal almıştır. Sınırlarını kapatan ülkelerin ve çok az miktarda malzemeye sahip olan kalabalık hastanelerin kaotik ve karışık görüntüsü, uluslararası ve bölgesel kuruluşların geçerliliklerinin ve yeterliliklerinin sorgulanmasına neden olmuş, Milliyetçilik hatta Yabancı düşmanlığının artmasına yol açmıştır. Bu da Batı tarafından ekonomik olarak terk edildikleri için mutsuzluk yaşayan ülkelerin gönlünü almak için Çin tarafından istismar edilen bir güç boşluğunu ortaya çıkarmıştır. 

    AB açısından gerçek tehdit dağılmaktan ziyade kamuoyu tarafından konu dışı ve yetersiz görülmek ve küresel düzeyde tutarlı hareket etme kabiliyetine güven duyulmamasıdır. İlave olarak, artan ABD-Çin rekabetinde AB’nin konu dışı kalması dengeyi sağlama ve bu tür rekabetlerin olumsuz etkilerini hafifletecek istikrar sağlayıcı politikalar üretme yeteneğini riske atmaktadır. Küresel yönetişimdeki sözkonusu güç boşluğu sistemde çatlaklara yol açmakta, bu da benzer düşünceye sahip ülkeler arasında daha fazla işbirliğini teşvik eden Türkiye gibi kolaylaştırıcı ülkelerin daha etkili olmasını sağlamaktadır. 
    Küresel liderlerin ve seçmenlerinin eşi benzeri görülmemiş bu krizin büyüklüğünü ve küresel yönetişim üzerindeki etkisini fark edip etmemeleri, dünyanın daha fazla izolasyon ve korumacı tedbirler almaya yönelmesini veya kolektif eyleme ve gelecekteki krizleri bütünleşik bir teknik yaklaşımla ele almaya dayanan yeni “oyun kuralları”nın ortaya çıkmasını belirlenecektir. 

Doğru hareket tarzı bir yaklaşım değişikliği ile bilimsel kurumlara ve kolektif olarak yapılacak araştırmaları destekle başlamaktadır. 

Sağlık Sektörüne yapılacak yatırım sınırlara bağlı değildir ve işbirliğini gerektirmektedir. Yatırımlar, bilimsel ve yenilikçi altyapılara kaydırılmalıdır. Bunun, gelecekteki yönetişim ve bu tür sınamalara yanıt verme hususunda 
büyük etkisi olacaktır. Küresel düzeyde ve birçok hükümet tarafından alınan siyasi kararlar güvenilir bilimsel kanıtlara dayanmamaktadır. Bunun olması hem ulus devlet düzeyinde hem de küresel düzeyde gereklidir. 

Bu kriz, asıl sorumlu aktörün ulus-devlet olduğunu gözler önüne sermiştir. Hiçbir uluslararası kuruluş veya yapı COVID-19’u önleyememiş ve salgınla mücadeleye liderlik edememiştir. Küresel bir sorun olmasına rağmen devletler meseleyle kendi imkanlarıyla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Bu da sınırlı ve bütünlükten yoksun bir müdahaleye yol açmıştır. İhtiyaç duyulan sağlık önlemleri ve ekonomik araçlar tek bir ulus devletin kapasitesinin üzerinde olup yerel ekonomiler ve ticaret üzerinde benzeri görülmemiş bir baskı yaratmıştır. COVID-19 krizi küreselleşme nin sorgulanmasına, ülkelerin daha korumacı tedbirler almasına ve tedarik zincirleri ile temel sektörlerini sınırları içinde güvence altına almalarına neden olmuştur. Bu durum, COVID-19 sonrası dönemde küresel yönetişimi, uluslararası kuruluşların rolünü ve ulus devletlerin meşruluğunun yeniden gündeme gelmesini etkileyecektir. Birçok ülke ekonomilerini ithalata bağımlılığa son vererek temel hizmet ve ürünlerini güvence altına alacak şekilde şekillendirmiştir. 

Ayrıca, ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) fon sağlamayı kesmesi ile rehberlik ve liderlik konusundaki yetersizliğine yönelik eleştiriler artmıştır. 

AB’nin de bazı üye devletlere yardım hususunda yetersiz müdahalesi varoluş nedenini sorgulatmıştır. 

Gelecekteki Ekonomi Trendleri, 

Uluslararası ekonomi ve toplumun istikrarı, küresel salgınları önlemek, yönetmek ve kontrol altına almak için gerekli bilimsel altyapı ve yönetişim mekanizmalarına bağlıdır. 
Küresel ekonominin büyüme oranlarının negatif seviyelerde kalması ve işsizlik oranlarının Avrupa’da %6-7, ABD’de %15 ile II. Dünya Savaşı’ndan beri görülme miş yüksek sayılara ulaşması beklenmektedir. Uluslararası sistem G20 ve G20+ ile görüldüğü üzere yönetişim değişikliklerine sahne olacaktır ve ekonomik düzelme birkaç yıl alacağı için önümüzdeki dönemde ekonomik sınamalar bizi beklemekte dir. Bu durum, birçok ülke uluslararası sistemin kırılganlığının ve bilhassa gıda ve sağlık sektörlerinde bağımlı olmanın risklerinin farkına vardığı için geçerlidir. Çin, çevresindeki ve Kuşak ve Yol Girişimi bölgesindeki ülkelere altyapı yatırımları yapmak suretiyle Batı’nın sahip olduğu nüfuzla rekabet etmeye çalışacaktır. “Uyum” ve işbirliğine dayalı ancak hiyerarşik ve “merkeze” yani Çin’e hizmet eden uluslararası ilişkiler sistemini öne çıkartmaktadır. 

Önümüzdeki süreçte ABD-Çin jeopolitik rekabeti ve ekonomik savaşıyla birlikte daha fazla ekonomik kötüleşmeye tanıklık edeceğiz. 
Kolektif bir küresel yaklaşım uygulanabilir olmakla birlikte bunun gerçekleşmesi yakın zamanda pek mümkün görünmemektedir. 

Her iki ülke de COVID-19 sonrası kendi küresel yönetişim modelini ve ekonomik canlanmasını ortaya koyacaktır. 

“Yeni normalin” Çin veya ABD merkezli bir küreselleşme modeline yakın olması küresel pazarlardaki ekonomik müdahalelerinin hızına ve derinliğine bağlı olacaktır. Birçok ülkeye ihtiyaç duydukları tıbbi ekipmanları ihraç edebilen ve Rusya, Avrupa ve Batı arasında benzersiz bir jeopolitik arabulucu konumuna sahip Türkiye gibi ülkeler için ilave fırsatlar mevcuttur. 


***

COVID-19. JEOPOLİTİĞİN DERİNLEŞEN FAY HATLARI.,-

 COVID-19. JEOPOLİTİĞİN DERİNLEŞEN FAY HATLARI.,-




COVID-19, Jeopolitiğin Derinleşen Fay Hatları, Avrupa Birliği, Ulus Devlet, Transatlantik İlişkiler, Küresel Liderlik, ABD-Çin Rekabeti, 
Dünya Tehlikede,

Prof. Wolfgang ISCHINGER
Hertie Enstitüsü Güvenlik Politikaları ve Diplomatik Uygulama Kıdemli Profesörü, Münih Güvenlik Konferansı Başkanı, Almanya’nın eski Londra ve Vaşington Büyükelçisi, Almanya 

SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

 
    Yeni tip Koronavirüs’ün sebep olduğu pandeminin sonuçları küresel ölçekte hissedilmektedir. 
Daha önce uluslararası güvenliği bu şiddette tehdit eden bir durumla karşılaş mamıştık. COVID-19, dünyanın dört bir yanında - milyarlarca değilse bile - milyonlarca insanın yaşamını ve geçimini hatırladığımız tüm diğer çatışma ve 
felaketlerden daha fazla etkilemektedir. Bununla birlikte, pandeminin kendisi yeni bir olgu olsa da etkileri yeni değildir. Bilakis, COVID-19, virüs ortaya çıkmadan çok önce uluslararası topluluğun karşı karşıya olduğu çok sayıda güvenlik sınamasını hızlandırmakta ve şiddetlendirmektedir. “Dünya Tehlikede” (World in Danger) adlı kitabımda da belirttiğim üzere, bu pandeminin arka planında zaten çoktan rayından çıkmış ve artan bir belirsizlikle şekillenen bir dünya yer almaktadır. Değişecek olan belirsizliğin kendisinden ziyade boyutudur. 

Pandemi ve pandemiye verilen farklı mukabeleler günümüz jeopolitiğinin durumuna dikkatleri çekmiştir. 

Kanaatimce, dünya tarihinde ileride bu ana dönüp baktığımızda muhtemelen COVID-19’un bir dönüm noktası olmaktan ziyade, Amerikan liderliğinin azalması, transatlantik ilişkilerin gerilmesi, Avrupa projesinin test edilmesi, küresel işbirliğinin azalması, milliyetçilik ve büyük güç politikalarının geri dönüşü gibi uluslararası politikanın mevcut eğilimlerini hızlandıran bir katalizör olduğunu göreceğiz. 

İlk Eğilim: Baskı Altındaki Avrupa Projesi, 

COVID-19’un Avrupa içinde ve Avrupa aracılığıyla çevreye yayılması, zaten gergin olan Avrupa içindeki uyum için başka bir sınama olmuştur. Pandemi baş gösterdiğinde ülkeler pandemiye ve ekonomik etkilerine karşı refleks olarak 
çoğunlukla ulusal karşılıklara geri dönüş yapmıştır. AB’nin temel taşı olan tek pazara karşın, hem Almanya hem de Fransa tıbbi malzemelerin diğer AB üyesi devletlere ihracatını durdurmuştur. Bu ihracat kısıtlamalarının kaldırılması 
adıgeçen iki ülkenin Avrupalı komşularının yoğun lobi çalışması ve baskısı sayesinde olmuştur. 

Fakat ülkelerin ulusal tedbirlere dönmesi - Brexit’in bilhassa ve açıkça ortaya koyduğu gibi - bu krizin patlak vermesinden çok önce kan kaybetmeye başlayan Avrupa entegrasyon sürecini yansıtmaktadır. Esas soru, ülkeler sınırlarındaki kontrolün virüsün yayılmasını yavaşlatıp yavaşlatmayacağını kendilerine sorarken ibrenin Brüksel’den başkentlere doğru ne kadar kayacağıdır. 

İkinci Eğilim: Ulus Devletin Güç Tekelini Kaybetmesi Pandemi dünyanın ne ölçüde karşılıklı bağımlı bir hal aldığını göstermektedir. Karşılıklı bağımlılık ulus devletin güç tekelini kaybetmesine bağlı olarak şekil almaktadır. Alman İmparatorluğu 1871 yılında kurulduğunda iç ve dış güvenliği ile refahını tek başına sağlayabilmiş ti. Günümüzün Avrupası’ndaki küçük ulus devletlerin bunu başarabilmesi artık kolay değildir. 

Pandeminin de açıkça gösterdiği üzere, bugün karşılaşmakta olduğumuz neredeyse tümü zor sorunların çözümü ulus devletlerin bireysel kapasitesini aşmaktadır. Sorunları çözmede yalnızca küresel yaklaşımların başarı şansı bulunmaktadır. 

Otoriter veya popülist liderler destekçilerine bunun tam tersini, yani ulusal kimliği oluşturan ulus devletin hayatta, iyi ve güçlü olduğunu söylediklerinde onları kandırmaktadırlar. 

Üçüncü Eğilim: Transatlantik İlişkilerde Derinleşen Çatlaklar 

Koronavirüs pandemisi zaten kötü durumda olan transatlantik ilişkileri daha da kötü hale getirmiştir. Ticaret meseleleri, savunmaya harcanan bütçe veya NATO’nun rolüne dair tartışmalar mevcut krize verilmesi gereken doğru yanıta 
ilişkin gerilim ve şikayetlerin temelini oluşturmaktadır. İş ciddiye binip tıbbi malzemeler yetersiz hale geldiğinde hem Avrupa hem ABD kendi içine dönmüştür. İç talebi karşılamak için Vaşington yüz maskesi üreten yerli bir şirkete yurtdışına 
sevkiyat yapmayı durdurması talimatını vermiştir. Aynı şekilde, AB de öncelikle kendi pazarındaki tüketicilerin taleplerini karşılamak için kritik önemi haiz tıbbi ekipmanın ihracatını durdurmuştur. ABD ve AB sadece yoğun kamuoyu eleştirileri 
karşısında bu kısıtlamaları gevşetmiştir. Bu sıfır toplamlı oyun, virüsün bilançosunu hem malzeme tedariki kesilen insanlar hem de ABD ve AB için daha da kötüleştirecek bir tehdittir. 
Pandemiye verilen ulusal tepkilerin sığlığı ile beraber hareket etme ve küresel gündemi belirlemedeki başarısızlık, diğer ülkeler boşluğu doldurduğunda belirgin hale gelmiştir. 
Çin ve Rusya sahnede ön planda yer alma ve bu “söylem savaşını” kazanma girişiminde bulunmuştur. Her iki ülke de Batı’nın krize verdiği mukabeleye dair yanlış bilgiler yayarak, krizi sözde “maske diplomasisi” için kullanmaktadır. 
Dördüncü Eğilim: Artan Büyük Güç Rekabeti Hem Vaşington’da hem de Pekin’de iki gücün karşı karşıya gelmesini savunanlar güç kazanmıştır. 

Salgın bu durumu daha fazla göz önüne getirmiştir. 

İkisinden biri pandemi vesilesiyle göreceli bir avantaj elde edecek midir? ABD 
de Çin de krizi kendi yöntemlerince kötü yönetmiştir ve ikisi de rol model olarak ön plana çıkamamıştır. Çin, ekonomik olarak ABD veya Avrupa’dan daha hızlı toparlanabilir ancak küresel liderliğe soyunabileceğini gösteren bir tutum sergilememiştir. 

Yumuşak ve sert güç açısından ABD hala Çin’den daha avantajlı konumdadır. Krizden sonra da durum böyle olacaktır. 

Bununla birlikte, Çin ve ABD arasındaki “kopma” eğilimi ivme kazanacaktır. 

Sağlık endüstrisinin kriz sebebiyle stratejik öneminin artmasıyla ülkeler üretimde küreselleşmeyi tersine çevirmeyi deneyeceklerdir. Ayrıca, büyük güç rekabeti 
çok taraflı sistemi giderek daha fazla sekteye uğratacaktır. Dünya Sağlık Örgütü’ndeki anlaşmazlık çok taraflı kurumların ABD ve Çin arasındaki çapraz ateşe maruz kaldıkça daha da fazla zayıflayacaklarını gözler önüne sermektedir. 

Bu eğilimlerin hızlanması, bakış açısına bağlı olarak, pandeminin ardından dünya meselelerinin alacağı duruma ilişkin iki söylemi öne çıkarmaktadır. İlk söyleme göre, COVID-19 salgını, küreselleşme ve açık sınırların ülkeleri virüs ve diğer tehditlere karşısında daha hassas hale getirdiğinin, her ülkenin ilk olarak ikmal hatlarını ve hayat kurtaran kaynaklara erişimini güvence altına alarak kendi başının çaresine bakması gerektiğinin kanıtı olarak görülmektedir. Uluslar kendi sınırlarına çekilecek ve işbirliğinden imtina edeceklerdir. 

Böylece dünyanın durumu kötüleşecektir. İkinci söyleme göre ise, dünya pandemiden farklı bir ders çıkarmıştır. Pandemi çok taraflı işbirliğine olan ihtiyacı göstermiş, tek başına hareket etme milliyetçiliğinin ve izolasyonizmin sınırlarını ortaya koymuştur. Krizle mücadele ederken bunu akılda tutacağız ve “yıkılanı daha iyi inşa edeceğiz”. Teorik olarak, uluslararası toplum öncekinden daha güçlü olacaktır. 

Bu söylemlerden hangisinin COVID-19 sonrası dünyayı şekillendireceği büyük ölçüde Avrupa ve transatlantik ortaklığına bağlıdır. 
Pandemiye karşı ortak mukabeleler geliştirilmesi jeopolitik ilişkileri açısından ciddi bir test olacaktır. 
Avrupa için bu daha da fazlası, bir ölüm kalım meselesidir. Bu aynı zamanda, AB’nin “koruyan bir Avrupa” vaadini yerine getirebileceğini sergilemek için eşsiz bir fırsattır. Bunu yapmak için AB, en ağır şekilde etkilenen üye devletlerini desteklemek üzere gereken mali araçların kullanılması ve komşularını güçlendirme ye yönelik çabalar gibi daha önce almadığı iddialı tedbirleri almalıdır. Transatlantik ortaklara gelince, zaman ABD’nin küresel liderlik potansiyelini kullanma zamanıdır. 

ABD ve Avrupalı devletler sadece Koronavirüs ile mücadele etmek için değil, ayrıca küresel bir mukabelenin temelini oluşturmak için de acilen çekişmeyi bırakmalı ve müttefik olarak birlikte çalışmalıdır. Dünyanın COVID-19 ile tekrar 
karşı karşıya kalmaması ve ülkelerin bir sonraki pandemiyle kendi başlarına mücadele etmek zorunda olmamalarının sağlanması amaçlanmalıdır. 

COVID-19, ivme kazanan küresel çalkantıların ortasında AB ve transatlantik ortaklarının daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmaları için bir katalizör işlevi görebilir. 


***

SAHİPSİZ UYGUR TÜRK’LERİ GÖZDEN ÇIKARILDI MI?

 SAHİPSİZ UYGUR TÜRK’LERİ GÖZDEN ÇIKARILDI MI? 



SAHİPSİZ UYGUR TÜRK’LERİ GÖZDEN ÇIKARILDI MI? 
* Rapor: Çin, 570 bin Uygur Türkünü pamuk tarlalarında ‘modern köle’ olarak çalıştırdı 
* Pekin, Müslümanlara yönelik cezai savaşında yeni bir cephe açtı...
 
http://nacikaptan.com/?paged=2 [http://nacikaptan.com/?paged=2]

Çin Yönetimi Uygurlara karşı Türkiye ile anlaştı.,
27.12.2020

Pekin, Ankara ile imzaladığı “suçlu iade” anlaşmasını onayladı. Sürgündeki Uygurlar tedirgin durumda. Çin devletinin zulmünden kaçarak Türkiye sığınmış Uygurlar, Ankara’nın imzaladığı bu anlaşma ile sınır dışı edilebilecek.
İkili anlaşma metni, siyasi sığınmacılarının çeşitli durumlarda iade edilmeye bileceğini içerse de Çin yönetiminin beklentisi Uygur aktivistleri ve muhalif siyasetçilerinin geri gönderilmesi.

Hong Kong halkı, bu anlaşmanın benzerine karşı ayaklanmıştı. Çin’in sömürgesi Hong Kong’da yaşayan muhaliflerin Pekin hapishanelerine atılmasına karşı nüfusun ezici çoğunluğunun katıldığı bir isyan yaşanmıştı.
Emperyalist Çin devletinin mali “desteğine” mecbur durumdaki AKP+MHP iktidarı, Uygur halkını kolayca gözden çıkarmış gözüküyor. [1]
 
Rapor: Çin, 570 bin Uygur Türkünü pamuk tarlalarında ‘modern köle’ olarak çalıştırdı

• Son Güncelleme: 15/12/2020

Çin’in Sincan bölgesindeki en az 570 bin Uygur Türkünü pamuk tarlalarında “modern köle” olarak zorla çalıştırdığı bildirildi.

Merkezi Washington’da yer Küresel Politika Merkezi (Center for Global Policy), Sincan Uygur özerk bölgesindeki pamuk tarlalarında devlet tarafından zorla çalıştırılan Uygur Türkleri ile ilgili bir rapor yayımladı. Raporda, Uygur Türkleri ve diğer azınlıkların, çalışma kampları dışında Sincan’ın batı bölgesindeki pamuk tarlalarında zorla çalıştırıldıklarına dair görüntülü ve yazılı somut kanıtlar sunuldu.
Sincan’daki üç bölgedeki pamuk tarlalarına 2018 yılında 570 bin kişinin zorla devlet tarafından gönderildiği kaydedilen raporda, polis gözetiminde zorla pamuk toplama işinde çalıştırılan Uygur Müslümanlara çok düşük ücret verildiği aktarıldı.
Yine raporda, Çin Dışişleri Bakanlığı’nın, pamuk tarlalarında insanların zorla çalıştırıldığı yolundaki şikayetleri yalanlamasına da yer verildi. Son olarak ABD yönetimi, Sincan’daki Uygur Türklerinin tarlalarda “köle” gibi çalıştırıldıkları şikayetiyle bu ülkeden yaptığı pamuk ithalatına yasak getirmişti.

Çin, Sincan’daki BM’nin de sürekli gündeme getirdiği ve yaklaşık 1 milyon kişinin bulunduğu belirtilen çalışma kamplarının, gerçekte “mesleki eğitim merkezleri” olduğunu iddia ediyor.[2]
 
Çin’e Uygur Türkü tepkisi: “Pekin, Müslümanlara yönelik cezai savaşında yeni bir cephe açtı”

• Son Güncelleme: 21/12/2020

Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yüz binlerce Uygur Türkü’nü “pamuk tarlalarında çalışmaya zorladığını” gösteren raporun yayınlanması Pekin yönetimine tepkileri artırdı.
Amerikan Washington Post gazetesi, Pekin’in bu politikasını “Uygurların geleneksel zihniyetinin ve yaşam tarzının silinme çabası” olarak değerlendirdi.
Gazetenin yayın kurulu, “Çin, Batı Çin’deki Müslümanlara yönelik cezai savaşında yeni bir cephe açtı” başlıklı bir makale yayımladı.

Makalede, geçen hafta Küresel Politika Merkezi tarafından geçen hafta yayımlanan rapor ele alınarak, “Pamuk hasadı, Çin’in, Uygurların geleneksel zihniyetini ve yaşam tarzlarını silme çabalarının bir başka penceresidir.” değerlendirmesi yapıldı.
Uygur Türklerinin, pamuk tarlalarında çalışmayı reddetmesi halinde “eğitim kampı” denilen toplama kamplarına götürülmekle tehdit edildiği kaydedilen makalede, “Çin hükümeti, Uygurların dillerini ve geleneklerini ortadan kaldırarak sosyal olarak yeniden yapılandırmak için çalışma ekiplerini kullanıyor.” ifadelerine yer verildi.

Makalede, Çin’e yönelik uygulanan pamuk ürünleri ithalatı yasağının genişletilmesi gerektiği belirtilerek, “Ayrıca Çin’e, Uygurları toplama kamplarına koyduğu ve onları zorla çalıştırmaya mahkum ettiği sürece, dünyanın en prestijli spor organizasyonu olan 2022 Kış Olimpiyatları’na ev sahipliği yapamayacağını söylemenin de zamanı geldi.” ifadeleri kaydedildi.
“Yasa dışı dini faaliyetlere bilinçli şekilde direnme eğitimleri veriliyor”
Washington’daki Komünizm Kurbanları Anma Vakfı üyesi ve Çin konularındaki çalışmalarıyla bilinen Adrian Zenz, Çin’in Uygur Türkleri ve diğer azınlıkları pamuk tarlalarında zorla çalıştırdığına dair, 14 Aralık’ta Küresel Politika Merkezi’nde rapor yayımlamıştı.
Zenz, raporunda, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yüz binlerce kişinin pamuk tarlalarında zorla çalıştırıldığını öne sürmüş, resmi belgeler ve haberlerden elde ettiği sonuçların “tarihsel ölçekte” önem taşıdığını vurgulamıştı.
Belgelerde, işçilere “yasa dışı dini faaliyetlere bilinçli şekilde direnme” eğitimlerinin verildiğine dair ifadelerin yer aldığını belirten Zenz, bunun, zorla çalıştırma politikalarının ağırlıklı olarak Uygurlar başta olmak üzere Müslüman gruplara yönelik olduğunu gösterdiğine dikkat çekmişti.
Dünyaca ünlü firmalar “zorunlu çalıştırma” nedeniyle pamuk almayı durdurmuştu
İsveç merkezli giyim firması H&M, ekimde, etnik azınlıkların “zorunlu çalıştırılması” nedeniyle Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nden pamuk tedarik etmeyeceğini duyurmuştu.
Uluslararası denetim, kontrol, belgelendirme, uygunluk değerlendirmesi, işçi haklarının sağlanması ve çevrenin bilinçli şekilde kullanılması gibi konularda hizmet veren Sümerra, Bureau Veritas SA, TUV SUD, RİNA SpA ve Dünya Çapında Sorumlu Akredite Üretim (WRAP) şirket ve firmaları da Sincan’dan pamuk tedarik etmeme kararı almıştı.
Avustralya Stratejik Politika Enstitüsünün (ASPI) mart ayında yayımladığı raporda da, Çin’in 2017-2019 yıllarında 80 binden fazla Uygur Türkü’nü fabrikalarda çalışmaları için zorla gönderdiği ortaya konulmuştu. ASPI, İsveç şirketi H&M’nin boyalı iplik üreticisi Huafu Fashion firması ile olan ilişkileri nedeniyle zorunlu iş gücü transfer programından yararlananlardan biri olduğuna işaret etmişti.

Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki tartışmalı kamplar

Çin’de son yıllarda Uygur Türklerinin kimlik ve kültürlerine yönelik ihlaller uluslararası kamuoyu tarafından eleştiriliyor.

Pekin’in “mesleki eğitim merkezleri” olarak adlandırdığı, uluslararası kamuoyunun ise “yeniden eğitim kampları” diye tanımladığı yerlerde, BM verilerine göre en az 1 milyon Uygur Türkü kendi rızası dışında tutuluyor. Pekin yönetimi, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde kaç kamp bulunduğuna, buralarda kaç kişinin olduğuna ve söz konusu kişilerden ne kadarının sosyal hayata döndüğüne ilişkin bilgi vermiyor.
BM ve diğer uluslararası örgütler, kampların incelemeye açılması çağrılarını yinelerken, Çin, şu ana kadar kendi belirlediği birkaç kampın az sayıda yabancı diplomat ve basın mensubu tarafından kısmen görülmesine izin verdi.
Çin Makamları, BM yetkililerinin doğrudan bilgi almak amacıyla bölgede serbestçe inceleme yapma talebini ise geri çeviriyor.[3]

[1] http://marksist.org/icerik/Dunya/15107/Cin-yonetimi-Uygurlara-karsi-Turkiye-ile-anlasti [http://marksist.org/icerik/Dunya/15107/Cin-yonetimi-Uygurlara-karsi-Turkiye-ile-anlasti]
[2] https://tr.euronews.com/2020/12/15/rapor-cin-570-bin-uygur-turkunu-pamuk-tarlalar-nda-modern-kole-olarak-cal-st-rd [https://tr.euronews.com/2020/12/15/rapor-cin-570-bin-uygur-turkunu-pamuk-tarlalar-nda-modern-kole-olarak-cal-st-rd]
[3] https://tr.euronews.com/2020/12/21/cin-e-uygur-turku-tepkisi-pekin-muslumanlara-yonelik-cezai-savas-nda-yeni-bir-cephe-act [https://tr.euronews.com/2020/12/21/cin-e-uygur-turku-tepkisi-pekin-muslumanlara-yonelik-cezai-savas-nda-yeni-bir-cephe-act]Facebook [http://nacikaptan.com/#facebook]

aydinlik-gelecek-hareketi@googlegroups.com


O HEP ANKARA’DA OLACAK… OLMALI…

O HEP ANKARA’DA OLACAK… OLMALI… 


Dr. Noyan UMRUK
<noyanumruk@hotmail.com>: 

Dec 25 11:14AM
O HEP ANKARA’DA OLACAK… OLMALI…
Dr. Noyan UMRUK
 
    27-Aralık tarihi, Ulusumuz ve Cumhuriyet tarihimiz açısından son derece önemli bir tarih... Bundan 101 yıl önce 27-Aralık-1919'da Ulu Önder Atatürk Samsun'dan başlayan Anadolu yolculuğunu Ankara'ya gelerek tamamladı. ,
 Kutsal ulusal kurtuluş savaşımızın Ankara’yı karargâh kılıp, merkez aldığı bugün, yıllardır, bir yandan O’nun Harbiyelilerinin tam teçhizatlı olarak Ankara caddelerinden Anıt Kabir’e, onun huzuruna yaptıkları koşu, öte yandan Seymen’lerinin, O’nu, gelişinde karşıladıkları Çankaya sırtlarında döndükleri Ankara zeybeğiyle coşku ile kutlanır… Ve de mazlum bir milletin şahlanışının, diğer mazlum milletlere örnek oluşunun tarihi ve muhteşem bir simgesi olarak kutlanmalı…
 1919 yılında Anadolu'daki manzara genel hatlarıyla şöyleydi: Orta Anadolu'daki bir avuç toprak parçası dışında Anadolu, dönemin emperyalist güçlerince paylaşılmıştı... Hükümet Merkezi İstanbul işgal altındaydı ve Yunan orduları durmadan İç Anadolu’da ilerliyordu... Ülkenin her bir yanından işgalci güçlerin yaptığı zulme ilişkin acı haberler geliyordu... Fakat bu haksızlık, bu zulüm bir büyük Ulusa yapılmaktaydı ve aynı Ulus, işgalci güçlere yem olamayacak kadar onurluydu ve şanlı bir geçmişe sahipti... Nitekim Batı Anadolu'da Efeler ve Zeybekleri, Güney'de, Güneydoğu'da ve Doğu Anadolu'da yerel milisler işgalci güçlere karşı tüm güçleriyle direniyor ve bu ağır cezanın hiçbir şekilde hazmedilemeyeceğinin işaretlerini veriyorlardı... Bağımsızlık kaçınılmazdı… Fakat bunu yerel milislerle ve yerel çarpışmalarla başarmak bir o kadar güçtü... Milli Mücadeleyi Ulusal Kurtuluş Savaşına dönüştürecek ve yerel güçleri toparlayacak bir lider, bir Önder gerekiyordu...
 
İşte bu Önder, 27 Aralık 1919'da Dikmen sırtlarında Millî Mücadelenin kutsal projesiyle bozkırın ortasında, Ankara'da bir güneş gibi belirdi...

Ankaralıların "Kızılca Gün" dediği bu tarihi günde, Ankara'nın köylerinden kasabalarından akıp gelen binlerce atlı ve yaya Seymen ile Ankara halkı Büyük Önder'i Dikmen Sırtlarında bağrına bastı... Şaşıran ve duygulanan Ulu Önder'in "Merhaba Efeler! Niye zahmet ettiniz, neden geldiniz?" sorusuna Ulu Önder'in etrafında çember olan Seğmenler hep bir ağızdan "Uğrunda Ölmeye, Millet yolunda kanımızı akıtmaya geldik Paşam!" diye cevap verdiler... Ulu Önder “Fikrinizde sabit misiniz?” diye yeniden sorduğunda Seğmenler büyük bir kararlılıkla “Ant olsun!” diyerek karşılık verdiler... Bunun üzerine gözleri yaşaran Mustafa Kemal “Varolun Yiğitler!” diyerek şükranlarını bildirdi... Peşi sıra davullar, zurnalar çalınmaya başladı... Ve uzun yıllardır semalarına kara bulutların çöktüğü, umutların tükendiği Anadolu'da, zeybekler yeniden dönülmeye başlandı.
 
 
 Silindi mi maşrapamın kalayı
 Dizildi mi Seğmenlerin Alayı
 Düşmanları öldürmenin kolayı
 Koç gibi meydanlarda dönenlerdeniz
 
 Biz Vatan Uğruna Ölenlerdeniz
 
    Ankaralılar ve Seğmenler binlerce yıllık Oğuz Türkleri geleneğinde olduğu gibi Seğmen Alayı tertip ettikleri 27 Aralık 1919’da yeni Önderini böyle seçmiştir... Atatürk’ün karşılandığı 27 Aralık’ta düzenlenen “Seğmen Alayı” basit bir karşılama töreninden öte, ülkeyi içinde bulunduğu karanlıktan kurtaracak yeni bir liderin, dağınık olarak sürdürülen Millî Mücadele hareketini şahsında toplayacak Önder’in, Ankara halkı ve Seğmenler tarafından seçilmesidir... Bu sivil oluşum ve tarihte eşine az rastlanır bu halk desteği, Millî Mücadeleyi taşıyacak olan Ulu Önder’e ve Kuvayı Milliyecilere olağanüstü bir moral güç vermiştir... Ve Ankara bundan böyle yüzyıla damgasını vuracak olan ve dünyadaki bütün ezilmiş halklara bir model oluşturacak Ulusal Kurtuluş Savaşımızın merkezi durumuna gelmiştir.
 Nitekim Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Ankara’da karşılanışını şöyle anlatır:
 “Ankara’ya ilk kabul olunduğum gün (27 Aralık 1919), sadece bir vatandaş, ulusun bir bireyi idim. Hiçbir sıfatım, salahiyetim ve unvanım yoktu. Böyle olmakla beraber Ankara ve havalisi tamamıyla çocuklarıyla, kadınlarıyla, ihtiyarlarıyla beraber Ankara şehrinden Dikmen Tepesine kadar bütün sahrayı doldurmuş ve beni karşılamıştır. İstasyondan Hükümet dairesine kadar uzayan caddenin iki tarafı eski Türk kıyafetine girmiş, bıçakları ve tabancaları ellerinde Ankara gençleriyle (Seğmenleriyle) dolmuştu. Seğmenler ve onlarla beraber bütün halk: “Vatanı ve milleti düşmandan kurtarmak için hepimiz ölmeye hazırız, emrinizi bekliyoruz” diye bağırıyorlardı... O zaman Ankara İstasyonu işgalci subay ve askerlerin işgali altında bulunuyordu. O güne kadar Ankaralıları ölü ve Ankara’yı bir harabe zanneden bu yabancılar, bu heyecan dalgası karşısında çok şaşırmış, kaygılanmışlardı…”
 
O, hep Ankara’da olacak… Olmalı…
* Bu yazıda Ankara Kulübünün “Ankara'nın Başkent Olma Nedenleri” başlıklı 2015 tarihli anonim bir makalesinden yararlanılmıştır…

***

ÖYLESİNE BİR YIL OLSUN Kİ; HAYALİ CİHAN DEĞSİN DOSTLAR…

ÖYLESİNE BİR YIL OLSUN Kİ; HAYALİ CİHAN DEĞSİN DOSTLAR… 



Dr. gNoyan UMRUK
Noyan UMRUK 
<noyanumruk@hotmail.com>: 
Dec 29 04:21PM

ÖYLESİNE BİR YIL OLSUN Kİ; HAYALİ CİHAN DEĞSİN DOSTLAR…
Dr. Noyan UMRUK
 
Öyle bir yıldı ki dostlar; dayanabilenlere aşk olsun...
 Korona ve ölümler...Ekonomik buhran ve yoksullaşma... Doğal felaket ve depremler... 
 Bir sürü aymazlıklar... Ne yılmış be yaa... 
 İnsanlığın, ülkemizin, yaşamlarımızın kayıp yılı... 
 Yeterince dersler çıkarılabildi mi? 
 Çok öğretici oldu diyenler var...Bilemiyorum...
 Ama Umut fakirin ekmeği…
 
Öyle Bir Yıl olsun ki diyor fakirler:
 
 Bu feci korona günlerinde Cumhuriyetin mirası olan sağlık çalışanlarımıza gerçekten hak ettikleri değer ve önemin verileceği, herkes için doğru dürüst çalışan, sosyal adalet duygularımıza yanıt veren, yurttaşları ticari bir meta olarak görmeyen, aşılarımızı Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi Hıfzısıhha Enstitüsünde üreteceğimiz bir sağlık sistemine kavuşabileceğimiz, 
Küresel güçlerin oyuncağı, eğlencesi olmayacağımız,
Komşularımızla küresel merkezlerin çıkarları için dalaşmak yerine, uluslar arası ilişkilerde usta bir diplomasi ile ulusal ve karşılıklı yararın esas olacağı,
 A.B. ve A.B.D.den sürekli azar işitmeyeceğimiz, Hepimizin özgür ve bağımsız bir ülkenin yurttaşı olmanın onur ve gururunu taşıyacağı,
 Kınalı kuzularımızın, yiğitlerimizin canlarına değer verileceği, alçakça tuzaklara düşürülüp, şehit edilemeyeceği, Kadınlarımızın dayakla ölüm arasına sıkıştırılmak tan kurtulup dimdik ayakta durabileceği, Gençlerimize dayak ve biber gazı yerine, hoşgörü ile yaklaşılacağı, Çocuklarımızın “kindar ya da altın nesiller yetiştirmek” gibi anlamsız projelere kurban edilmesi yerine, “özgür ve yaratıcı insan kişiliğini geliştirecek” bir eğitim sistemine kavuşabileceği,
Emekçilerimizin baskı, sarı sendika vb. tuzakları aşarak özgür ve bağımsız sendikaları aracılığı ile seslerini duyurabilecekleri, Tüm toplum kesimlerinin 
kitle örgütleri aracılığı ile demokrasiye renk ve can katacağı, Her türlü inanç ve kültürün yurttaşlık bilinci içinde özgürce yaşanabileceği, Kutsal duyguların din simsarlarınca siyasi ve ekonomik çıkarlara âlet edilemeyeceği, Adaletin kör testerelerle kesilip çöpe atılamayacağı, Halkının bağrından çıkan aydınların, emekçilerin, gençlerin aşağılanıp, tutsak edilip, hapishanelerde çürütülemeyeceği,
 İliştirilmiş medyanın iflasının süreceği, tutsak edilmiş medyanın esaretten kurtulacağı,
 Sanat, kültür ve bilimin baskı ve hakaretlerden kurtarılarak özgürleşebileceği,
 Tarihi, kültürel ve doğal zenginliklerimizin “rantsal dönüşüme” kurban edilmeyeceği,
 Köyden, mahalleden, beldeden, belediyelerden özetle yerelden yukarıya doğru ”Herkese Demokrasi”nin yurttaşların katılımı, deneyimi ve denetimiyle 
geliştirilebileceği,
 Ülkede “döviz-faiz-borsa-rant” dörtgeni içinde yaşayan 5-10 milyon kişiyi ilgilendiren ve gidişatın vahametine karşın “olumlu” olduğu ileri sürülen ekonomi 
 ve ekonomik büyüklüklerin reel üretimle barıştırılarak hakça bir bölüşümle dünyanın en adaletsiz gelir dağılım surecini yaşayan halkımıza, geniş kitlelere 
yansıtılabileceği,
 Cumhuriyetten bu yana toplumun engin özverisiyle oluşturduğumuz, “saçı bitmemiş yetimin hakkı” olan, ulusal gelirimize ve bağımsızlığımıza büyük katkı 
  sağlayan ekonomik varlıklarımızın, topraklarımızın kişisel çıkarlar ve küresel bağlantılar doğrultusunda haraç mezat satılamayacağı, en azından stratejik 
  önemi haiz olanların yeniden millileştirileceği,
 Çoğu diplomalı olmak üzere her dördünden biri işsiz olan gençlerimiz ve işsiz emekçilerimiz için özel istihdam politikalarının yaşama geçirileceği,
 Ülkenin ekonomik açıdan gerice kalmış yörelerinde, hiçbir sonuç vermeyen teşvik paketleri yerine, devletin doğrudan, yöre, coğrafya ve doğal kaynak 
 zenginliklerine uygun üretim birimleri oluşturacağı,
 Üniversitelerin özgürleşerek ve özerkleşerek bilimsel, teknolojik sürecin ve sosyolojik gelişmenin yuvaları haline getirileceği,
 Tüm bunlar için, ülkenin coğrafi, fiziki ve beşeri anlamda kaynak ve imkan envanterine sahip, bölgesel ve ulusal düzeyde sürdürülebilir bir kalkınma ve 
 sosyal gelişme sürecini eşgüdümleyerek, küresel gerçekleri de göz ardı etmeden planlayabilen özendirici ve yol gösterici ciddi bir planlama örgütü ve 
 anlayışının yeşereceği bir yeni yıl dileyelim birbirimize…
 Umutlanmak, hayal kurmak güzel ve yaratıcı şeyler, Umutları hayalleri gerçek kılmak ise daha güzel…
 Hayal gücü yaratıcılık demek, umut ise dinamizm …
 Kaldı ki; tüm bu hayaller umut edilemeyecek, gerçekleşmeyecek şeyler değil …
 Ama bunları gerçek kılacak bir paradigma değişikliğinin kökleri, hepimizin gündelik etkinliklerinde, yaşamın her alanı ve anındaki tepkilerinde ve nihayet 
 siyasi duruş ve tercihlerinde yatıyor...
 
Aydınlık yıllara…
aydinlik-gelecek-hareketi@googlegroups.com

***

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ: BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ?

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ: BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ? 




Doç. Mahjoob ZWEIRI
Katar Üniversitesi Körfez Araştırmaları Merkezi Başkanı, Katar 

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ 

Güvenlikleştirme, Çin, Terörizm, Ulus Devletler, Doç. Mahjoob ZWEIRI, COVID-19, Küresel Sistem, Geleceği, Bir Kum Kaymasımı, Deprem , 

COVID-19 pandemisine tanıklık ederken akademik dünyada da bir pandeminin yayılmaya başladığını gözlemliyoruz. Mevcut COVID-19 dönemi abartılarak küresel dönüşümlerin müsebbibi olarak değerlendiriliyor. 
COVID-19’u tarihi bir dönüm noktası olarak tasvir etmek gerçekten ziyade bir klişedir. Bunun yerine, COVID-19’un bir dizi değişimin ilk halkası olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. 

İnsanların yanı sıra özellikle siyasi düzeyde birçok unsur 
COVID-19’un potansiyel kurbanları olarak kabul edilebilir. 
COVID-19’a karşılık verirken ortaya çıkan siyasi sonuçları 
COVID-19’un “siyasi yan etkileri” olarak nitelendirebiliriz. 

Uluslararası ölçekte kurum ve kuruluşlar her geçen gün daha da geçersiz hale geldi. BM Güvenlik Konseyi’nin müdahalesi etkisiz kalırken Dünya Sağlık Örgütü alay konusu oldu. Hepsi ciddi eleştirilere maruz kaldılar. Donald Trump, 
Dünya Sağlık Örgütü’nü “Koronavirüs’ün yayılmasını ciddi şekilde yanlış yönettiği ve örtbas ettiği” için suçlarken, ABD’nin örgüte yapmış olduğu yıllık katkısını sona erdireceğine dair uyarılarını gerçeğe dönüştürdü. 

COVID-19’un bölgesel yansımalarının neler olacağını henüz kimse tahmin edemiyor. Sözkonusu süreç devletlere birbirlerine olan derin bağımlılıklarını ve karşılıklı ihtiyaçlarını hatırlatan bir tokat mı olacak? 

Yoksa bölgesel birlik ve örgütler pandemiyle mücadelede pasif kalarak utanç verici bir şekilde sorumluluklarından kaçmaları sebebiyle eleştirilere maruz kalırken, özellikle kriz sırasında öne geçen tek taraflı önlemlerle birbirinden ayrışmış çabaların güçlendirilmesi yönünde bir eğilim mi öne çıkacak? 
Bu düşünce, İtalya, İspanya, Portekiz, Fransa, Sırbistan, Çekya ve Avusturya’daki devlet yetkililerinin yanı sıra diğer pek çok devlet yetkilisinin çeşitli açıklama ve beyanlarında kendini gösterdi. 

Örneğin, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic Avrupa dayanışmasını reddederek “kağıt üzerinde bir peri masalı” olarak nitelendirdi. 
Diğer taraftan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron harap olmuş ekonomileri desteklemediği ve pandemiden kurtulmalarına yardımcı olmadığı sürece “siyasi bir proje” olarak Avrupa Birliği’nin çökeceği konusunda uyardı. Avusturya Şansölyesi Sebastian Kurz “kriz bittikten sonra AB içinde zorlu tartışmalar olması gerekecek” açıklamasında bulundu. Bugün Avrupa Birliği bölünmüş ve iyice bencilleşmiş bir vaziyette ve ne yazık ki AB ülkeleri ortak değerleri paylaştıkları komşularına yardım edemedi. Bu ülkeler pandemiyle mücadele planları hazırlamak için birikmiş bilgi ve deneyimlerini kullanmada 
başarısız oldular. 

Ortak siyasi değerleri paylaştığını iddia eden hükümetler arasında giderek artan ayrışmalar var. Eğer bu değerleri kriz zamanlarında kullanmazlarsa bunların ne önemi var? Yine aynı ülkeler COVID-19’un tehlikelerini tespit etmek için bilgi 
akışı ve alışverişinden yararlanmakta da başarısız oldular. Vergi mükelleflerinin parası onları korumaya gitmediyse nereye gitti? Gerçekten ihtiyacı olanlar değil de sadece parasını ödeyebilen kişilerin erişebildiği sağlık ve eğitim gibi hayati öneme sahip sektörlerin daha önceden özelleştirilmesinin bir sonucu olarak sağlık sektörünün başarısızlığa uğraması vergi mükelleflerinin sağlığını tehlikeye soktu. Ayrıca, “görünmez düşman” olan COVID-19 sağlık sektörü dışında devlet içindeki askeri ve güvenlik sektörlerini de tehdit etmektedir. Örneğin, AB Terörle Mücadele Komitesi Sekretaryası COVID-19 ile bağlantılı olarak biyo-terörizm riski uyarısında bulundu. Halbuki COVID-19 terörizmi atfedebileceğiniz ne bir kültür ne de bir ulustur. 

Yine de güvenlikleştirme süreci COVID-19 ile başa çıkma yöntemi oldu. Başından beri Çin’deki güvenlik yetkilileri COVID-19’u keşfeden doktora virüse dair bilgi paylaşmaması yönünde yemin ettirerek müdahalede bulundu. Bununla birlikte belirli bir zaman sonra Çin yerel bir salgının bir pandemiye dönüşmesine izin verdiği için suçlandı. COVID-19 öncesinde de Çin’i eleştirmekten hiç vazgeçmeyen Batı, Çin’in pandemi konusunda şeffaf olmasına yönelik beklentilerini artırdığı bir tutum sergiledi ve güvenilir olmamasından dolayı Çin’i kınadı. Bir taraftan Trump Çin’i suçlamak için hiçbir fırsatı kaçırmayarak COVID-19’dan devamlı “Çin virüsü” olarak bahsederken, diğer taraftan Avustralya Başbakanı Scott Morrison Çin’in virüsün yayılmasındaki rolünün araştırılması için COVID-19 konusunda bağımsız bir “küresel inceleme” çağrısında bulundu. Bununla birlikte, pandemiyle mücadele süresince COVID-19’un siyasi amaçlar için kullanımı daha belirgin olmuştur. Çin’in gerçekleri gizlemesi pandemiyi hafife alan hatta inkar eden veya toplum bağışıklığı ve sağlık sektörü kuruluşlarının korunması konusunda bilgiçlik taslayan diğer dünya liderlerinin yaptıklarından daha az değildir. Batı’daki politikacılar için Çin’i suçlamak insanların dikkatini pandemiyi yönetmedeki korkunç başarısızlıklarından ve virüsü kontrol edememelerinden başka yöne çekmek için bir yöntemdi. Çin günah keçisi oldu. İçeride vatandaşları birlik olurken ülke sınırları dışındakilerin tehdit olarak nitelendirildiği bir durumda ulus devletin güvenilirliği belki de krizi yönetmedeki hazırlık derecesine bağlıdır. COVID-19’un devletleri özerk bir şekilde yaşamaya zorladığı doğru, ancak ulusal sınırları tanımayan küresel bir kriz olmasına rağmen COVID-19’un yine de ulusal egemenliği güçlendirebileceği ve içerde hükümet düzeyinde büyük dönüşümlere neden olabileceği bir paradoks yaratmaktadır. Bu durum, özellikle virüsün kamu sektörünün ne kadar ihmal edildiğini ortaya çıkarması ve kamu hastanelerinin COVID-19 ile özel hastaneler den daha iyi mücadele ettiğinin kanıtlanmış olmasıyla teyit edildi. Farklı sektörler hükümete başvurarak COVID-19 ile mücadelede kolektif bir eylem çağrısında bulundu. Bu, ulus devletin rolünün şaşırtıcı bir şekilde yeniden uyanarak canlanmasına yol açabilir. 

Geç de olsa devletlerin aldığı önlemler etkili fakat yavaş tesirli olacak. Bununla birlikte, virüsle mücadelede devlet dışı aktörler de rol aldı. 
Meşruiyet zafiyeti olan hükümetlerin bulunduğu bazı yerlerde silahlı isyancılar,  terörist gruplar, uyuşturucu kartelleri ve çeteler gibi alternatif aktörler ekonomik yardım paketlerinin dağıtılmasında, halk sağlığı eğitiminin artırılmasında ve insanların karantina altına alınmasında önemli rol oynadılar. Buna ilişkin çeşitli örnekler var. 
Washington Post’un yakın bir zaman önce verdiği habere göre “Afganistan’da Taliban Koronavirüs ile mücadele için uzak illere sağlık ekipleri gönderdi. Meksika’da uyuşturucu kartelleri virüsün olumsuz ekonomik etkisini hissedenlere yardım paketleri sunuyor. Brezilya ve El Salvador’da çeteler virüsün yayılmasını önlemek için sokağa çıkma yasağı uyguluyor.” 

Benzer şekilde Suriye’de, “İnsanların bir araya gelmesini kısıtlayarak halka sağlık bilgilerini duyuran Heyet Tahrir el Şam, bir idari organ olma meşruiyetini artırmak amacıyla virüsü kullandı.” Washington Post, bu grupların faaliyetleri ni “halk sağlığı politikası ve stratejik mesajlaşma için paralel bir yeraltı dünyası” olarak nitelendirdi. Ayrıca, örneğin İngiltere’de, ön saflarda çalışanlara ve savunmasız kişilere yardım eli uzatan ortak yerel yardım grupları ve ilerici hareketler mahalli düzeyde bağımsız olarak kuruldular ve hükümetin hüsrana uğrattıkları kişilere yardım ettiler. 

Güvenlikleştirmeyi farklı yönlerden ele alırken dikkatli olmak gerekiyor. Örneğin, küreselleşmenin sonunu ilan ederken ihtiyatlı olunmalı. Belki de dijitalleşmeye bağlı olan yeni bir küreselleşme şekli ortaya çıkacak. Ancak, küreselleşme 
sürecinde meydana gelen bir yavaşlama bir gerileme olarak algılanmamalıdır. Her şeye rağmen, ekonomik açıdan bakıldığında, COVID-19 salgını küresel ekonomik büyüme hızını yarı yarıya düşürebilir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) küresel GSYİH büyümesinin 2020 yılında salgından önce tahmin edilen %2,9’un yarısına inerek %1,5’e kadar düşebileceğini belirtti. 

COVID-19’un yıkıcı etkilerini görmezlikten gelmeden başka neler ‘yapmadığını’ da düşünmekte fayda olabilir. 

COVID-19 zenginler ve fakirler, vatandaşlar ve göçmenler, merkez ve çevre arasındaki zaten mevcut olan gerilimleri artırmadı. Yani COVID-19’un tarihi “COVID-19 öncesi” ve “COVID-19 sonrası” şeklinde ayıran yeni bir çağ oluşturacağını söylemek için belki de henüz erken. Büyük değişimler yalnızca tek bir olay neticesinde değil, bir süreç içinde oluşurlar. Başka bir deyişle, COVID-19’u büyük bir depremden ziyade bir kum kayması olayı gibi düşünmeliyiz. COVID-19 gibi olaylar bir değişime neden olabilecek anlar olsa da, üzerinden zaman geçince bazı şeylerin farklı görünebileceğini unutmayalım. 


***

COVID-19 SONRASI AFRİKA’YA BAKIŞ

COVID-19 SONRASI AFRİKA’YA BAKIŞ 





Afrika, Ekonomi, Göç, Demokrasi, Uluslararası İşbirliği, Doç. Afyare A. ELMI, Dr. Abdi M HERSI, COVID-19 Sonrası, Afrika, Bakış, Dünya Sağlık Örgütü,

Doç. Afyare A. ELMI 
Katar Üniversitesi Körfez & Araştırmaları Programı Öğretim Üyesi, 
Dr. Abdi M HERSI 
Katar & Griffith Üniversitesi Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Merkezi Araştırmacısı, Avustralya 



Bir kıta olarak Afrika, farklı gelişim aşamalarında olan 55 ülkeden oluşmakta ve son otuz yıldır genel olarak yükselişini sürdürmektedir. 
Örneğin Ruanda, Etiyopya, Fildişi Sahili ve Senegal gibi ülkelerin hepsi etkileyici bir ekonomik büyüme gösterdi. 

Dahası, hem birçok ülke siyasi açıdan demokratikleşti, hem de devletlerarası ve devlet içi çatışmalarda önemli ölçüde bir azalma gerçekleşti. Fakat Afrika 
da dünyanın geri kalanı gibi COVID-19 pandemisinin etkilerine maruz kalacaktır. Dünya Sağlık Örgütü Afrika'da 44 milyondan fazla insanın Koronavirüs’e yakalanabileceği ve 190.000 civarı insanın hayatını kaybedebileceği konusunda uyarı yaptı. Neyse ki, bu makalenin yazıldığı dönemde, kıtadaki COVID-19’un bulaşma oranı Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika'ya kıyasla nispeten düşük seyrediyor. Afrika Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’ne göre günümüze dek (Mayıs 2020), kıtada 64.241 vakadan 2.293 kaydedilmiş ölüm gerçekleşmiştir. Afrika'nın COVID-19 sonrası görünümünü tahmin etmek için erken olmasına rağmen, pandeminin olumsuz etkilerinin ekonomi, düzensiz göç ve büyük güç rekabetini idare etmeden kaynaklanan daimi sınamalar üzerinde yoğunlaşacağını düşünüyoruz. Diğer yandan, COVID-19’un özellikle sağlık hizmetlerine öncelik verilmesi ve yaygınlaştırılması konusunda kıtadaki işbirliği ve entegrasyona olumlu etkileri olacaktır ve demokratikleşme sürecini güçlendirecektir. Olumsuz Etkileri: Ekonomi, Göç ve Büyük Güç Rekabeti Afrika'daki COVID-19 salgını nispeten sınırlı kalmış gibi görünse de kıta üzerindeki ekonomik etkisi yıkıcı olacaktır. 

Afrika Kalkınma Bankası’nın (AfDB) yayımladığı ilk tahminler 500 milyar Dolarlık bir ekonomik kayıp olduğunu ve kaybın artmaya devam ettiğini gösteriyor. Ekonomistler Afrika devletlerinin, virüsün hızla yayılacağı korkusuyla ilk olarak 
işletmeleri kapatarak ticari faaliyetleri sınırlandırmalarının önemli bir ekonomik maliyete yol açacağını savunuyorlar. 

Kıta ekonomisinin petrol ve gaz üretimi ile turizme yönelik sektörleri daha büyük risk altındadır. Amerika Birleşik Devletleri ve diğer gelişmiş ulusların aksine Afrika kıtası, ekonomisine trilyonlarca Dolar enjekte etme imkanına sahip değildir. 

AFDB Başkanı Akinwumi Adesina’ya göre, mevcut durumda kıtadaki ülkeler için 10 milyar Dolarlık bir kredi imkanı bulunmaktadır. Dünya Bankası (DB) Sahraaltı Afrika bölgesinin en sert darbeyi alacağını, 2019 yılındaki %2,4’lük büyüme oranının düşüşe geçerek 2020 yılında %-5,1’e kadar ineceğini tahmin ediyor. DB bu olumsuz tahminleri daha da ileri taşıyarak Sahraaltı Afrika bölgesinin son 25 yılın ilk durgunluğunu yaşayacağı öngörüsünde bulundu. 
İşçi dövizi transferleri Afrika kıtası için büyük bir can damarı olmanın yanı sıra önemli düzeyde yatırım ve istihdam yaratıyor. COVID-19’un dünyanın çeşitli bölgelerindeki Afrika diasporası tarafından ülkelerine transfer edilen paralara da 
olumsuz etkisi olmaktadır. Afrika diasporasından milyonlarca kişi işlerini kaybettiği için memleketlerinde yaşayan ailelerine ve sevdiklerine destek sağlama güçleri azalmış durumdadır. DB verilerine göre 2020 yılında işçi dövizi transferleri yalnızca Sahraaltı Afrika bölgesinde yaklaşık %23,1 oranında azalacak olup, bu Avrupa ve Orta Asya bölgelerinden sonraki en büyük ikinci düşüş olacaktır. İşçi dövizlerinin yokluğu milyonlarca Afrikalının yaşam şartlarını ve gıdaya erişimlerini kısıtlıyor. 

Ayrıca, bu durum Afrika'nın gıda kıtlığı yaşamasının önünü açıyor. 

Ekonomiyi bir kenara bırakırsak Afrika, dünyanın geri kalanına gerçekleşen göçün ve yer değiştirmenin önemli bir kaynağı olmanın yanı sıra, dünyadaki mültecilerin ve yerinden edilen kişilerin önemli bir bölümüne ev sahipliği yapıyor. Daha 
önce benzeri görülmemiş bu Koronavirüs pandemisi sürecinde birçok donör ülkenin, yardım bütçesini kesmesi ve kendi vatandaşlarının refahına odaklanması yönünde vatandaşlarının ilave baskısı ile karşı karşıya kalması muhtemel. Bu nedenle, zengin donör ülkelerdeki aşırı milliyetçi yaklaşımlar, mülteciler ve ülke içinde yerinden edilmiş kişiler dahil en savunmasız grupları olumsuz yönde etkileyecektir. Dünya Gıda Programı, salgını açlığın takip edeceğini ve bu sebeple birçok Afrikalı da dahil, yüz milyonlarca insanın hayatının etkileneceğini öngörüyor. 
Uluslararası Göç Örgütü (IOM) geçtiğimiz günlerde, Afrika'da sınırların kapanması ve sınır geçişlerindeki rejimin sıkılaştırılması nedeniyle düşük oranda düzensiz göç meydana geldiğini bildirdi. Özellikle, Afrika Boynuzu'ndan Orta Doğu'ya doğru uzanan dünyanın en yoğun göç rotasındaki rakamlar son üç ayda daha düşük seyretti. 

Bununla birlikte politikacılar ve politika yapıcılar, düzensiz göçün geçici olarak düşük olduğu mevcut dönemin getirdiği rahatlığın rehavetine kapılmamalıdırlar. Zira kısıtlamaların olmayacağı ve sınır geçişlerinin kolaylaşacağı COVID-19 sonrası dönemde sınırlarda ortaya çıkacak sayılar şimdiki dönemde bildirilen düşük sayılardan oldukça farklı olacaktır. Politikacılar ve politika yapıcılar ayrıca COVID-19 sonrası dönemde kıtadaki gençlerin yaşayacağı olası zorlukları ele almaya odaklanmalıdır. 

Pandemiden kaynaklanan yukarıda belirttiğimiz ekonomik krizin Afrika kıtası için geniş kapsamlı sosyal sorunlara neden olabileceğine inanıyoruz. Pandemi, Orta Doğu gibi hedeflere yönelik başta işgücü göçü olmak üzere düzenli göç hareketlerini de azaltma potansiyelini taşımaktadır. İşgücü ithal eden ülkelerin sanayileri COVID-19'un ekonomik etkilerine karşı benzer bir mücadele içinde olduklarından eskiden olduğu kadar çok insanı istihdam edemiyorlar. 

Son olarak, COVID-19 yenilenen büyük güç rekabeti içinde Afrika devletleri için yeni bir belirsizlik ortamı yarattı. 

Çin, Afrika’da Amerika Birleşik Devletleri'nin yaptığından çok daha büyük yatırımlar gerçekleştirerek Afrika'ya yerleşti. 

Birçok Afrikalı lidere göre, Çin somut gelişme ve altyapı sağlarken, Batı, eski kafalı yardımlar ve yüksek faizli kredilerde takılıp kaldı. Öte yandan, Afrika ile uzun süredir devam eden siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerinden yararlanan ABD 
öncülüğündeki Batılı demokrasiler son yıllarda daha agresif hale geldiler. Örneğin, Afrika boynuzu büyük güçler için bir yarış alanına dönüştü. Birçok Afrika ülkesinin bu rekabeti idare etmede zorlanacağını ve bu nedenle bazı ülkelerde sınırlı 
bir istikrarsızlığın ortaya çıkacağını düşünüyoruz. 

Olumlu Etkileri: İşbirliğinin Artışı, Demokratikleşmenin Devamı ve Sağlığa Öncelik Verilmesi Dünyanın diğer bölgelerinde ortaya çıkması öngörülen korumacılık ve milliyetçiliğin aksine, COVID-19 sayesinde Afrika’daki işbirliği ve entegrasyon süreci güçlenecektir. Bu eğilime iki unsur katkıda bulunacaktır. İlk olarak, sömürge yönetimlerinin getirmiş olduğu yapay sınırlara rağmen, birçok etnik grup ulus aşırı yayılma göstermektedir. İkinci olarak, ekonomik büyümedeki yavaşlama nın ve pandeminin sınırları aşan tehlikesi kıtadaki devletler arası işbirliğini  hızlandıracaktır. 
Esasen, çok az sayıda Afrika ülkesi sınırlarını kontrol edebilmektedir. 

Buna ek olarak, Afrika’nın “silahları susturma” sloganını benimsemesi, devlet içi ve devletler arası çatışmaların sona ereceğine işaret etmektedir. COVID-19’un kıtanın devletleri ve farklı bölgeleri üzerindeki etkileri kesinlikle çeşitli olacaktır. Bazı otokratik yöneticiler COVID-19'u daha uzun süre iktidarda kalmak için bir bahane olarak kullanmaya çalışsalar da Afrika'nın girişken sivil toplumunun kıtadaki demokratikleşme sürecini devam ettirerek geliştireceğine inanıyoruz. 2020’de yapılması planlanan bir düzine seçime ilişkin olarak yalnızca Etiyopya seçimleri resmi olarak yaklaşık altı ay erteledi. Tanzanya ve Burundi gibi diğer ülkeler, seçimleri zamanında gerçekleştirmekte kararlılar. Bazı kırılgan devletlerde gecikmeler olsa bile, Afrika'nın demokrasiye doğru ilerleyişinin geri döndürülemez olduğu fikrindeyiz. Afrika'nın yakın geçmişinde yaşanan çok sayıdaki siyasi çatışma nedeniyle sivil toplum ve genç nüfus ortaya çıkabilecek herhangi bir 
fırsatçı diktatörü yenilgiye uğratacaktır. 

Afrika, birçok sağlık krizi yaşamış (HIV-AIDS, tüberküloz ve sıtma) ve Ebola salgınını da başarıyla kontrol altına almıştır. Bu hastalıklara maruz kalmış olan insanlar Koronavirüs’e karşı daha savunmasız olsalar da, krizler birçok Afrika devletinin direncini güçlendirdi. Bariz kurumsal zayıflıklara rağmen, bu krizler esnasında kazanılmış eşsiz beceri ve deneyimler kesinlikle kıtaya yardımcı olacaktır. Ayrıca, Afrika devletlerinin sağlık ve eğitim hizmetlerine öncelik vererek bütçelerini önemli ölçüde artıracağını düşünüyoruz. 

Kısacası, devam etmekte olan Koronavirüs salgınına ilişkin öngörüde bulunmanın zorluklarının farkındayız. 

Yine de COVID-19 sonrası dönemin Afrika için sancılı olabileceğini düşünmekle birlikte, kıtanın gelecekteki görünümünün umut ve iyimserlik dolu olduğu fikrindeyiz. 

***