16 Mart 2017 Perşembe

BEŞAR ESAD DÖNEMİ SURİYE DIŞ POLİTİKASI VE TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 3


BEŞAR ESAD DÖNEMİ SURİYE DIŞ 
POLİTİKASI VE TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİ , BÖLÜM 3


3. Hafız Esad Dönemi Suriye Dış Politikasında ‘ Mezhep-Devlet ’ Pragmatizmi: 1970-2000 


Hafız Esad, Kasım 1970’te Baas Partisi’nin askeri kanadı içerisindeki eski yol arkadaşı Salah Cedit’e karşı gerçekleştirdiği kansız darbeyle Suriye’de 1946 yılından beri devam eden askeri darbeler dönemini kapattı. 1946-1970 yılları arasındaki siyasi hizipleşmelerin, toplumsal çalkalanmaların ve askeri darbelerin yol açtığı politik istikrarsızlığın önüne geçerek istikrarlı bir devlet kurmak isteyen Esad, bunu otoriter-totaliter bir rejim inşa ederek başardı. Esad, gerçekleştirdiği kansız darbe ile iktidarı ele geçirdikten sonra her türlü toplumsal farklılığı ortadan kaldıracak köklü bir reform hareketine girişti ve ülkenin siyasal, ekonomik, güvenlik ve yasama işlerinde devlet başkanının mutlak otoritesine dayanan bir sistem kurdu. 20 Darbeden sonra Suriye devlet başkanı ve Baas Partisi genel sekreteri olarak seçilen Hafız Esad, ilk iş olarak Baas içindeki ve dışındaki muhalif hareketleri tasfiye etti. Suriye’de Halk Meclisi adı altında 250 sandalyeli bir meclis ve Baas Partisi dâhil beş solcu partinin birleşmesiyle Ulusal İlerici Cephe adında politik bir mekanizma oluşturulsa da her iki yapının üzerinde Baas Partisi’nin, dolayısıyla Hafız Esad’ın mutlak kontrolü bulunmaktaydı. 

Hafız Esad, kendi liderliğine dayanan tek partili totaliter bir sistem kurarken, Suriye’de çok partili siyasal sistemin hâkim olduğu 19461949 ve 1954-1958 yıllarındaki gibi politik istikrarsızlık dönemlerinin önüne geçerek rejimi güçlendirmeyi ve muhalif hareketlerin ortaya çıkmasını engellemeyi hedefle miştir. Esad, Baas diktatörlüğünü inşa ederken kendisinin de mensubu olduğu ve Suriye nüfusunun %10-12’lik kısmını oluşturan Arap Alevi (Nusayri) mezhebinden olan kendi aile üyelerine dayanmayı tercih etmiştir. Osmanlı’dan 
beri Suriye’de hâkim sınıf olan büyük toprak sahibi Sünni elitler tarafından iktidardan ve ekonomik kaynaklardan yüzyıllardır dışlanan kırsal tabanlı Alevilerin bağımsızlık sonrası ordu ve Baas Partisi yolu ile dikey mobilizasyonu Hafız Esad’ın iktidarı ele geçirmesiyle zirveye ulaşmıştır. Her ne kadar Esad, farklı toplumsal grupları izlediği kısıtlı liberal ekonomik politikalar ile sisteme dâhil etmeye çalışsa da, 1970 sonrası dönemde Nusayrilerin ordu, istihbarat servisleri ve bürokraside birçok kilit pozisyona yerleştirilmesi devlet ve mezhep çıkarlarını iç içe geçirmiş ve Suriye’de hizipsel pragmatizm dönemi kapanıp ‘mezhep-devlet’ pragmatizmi diye adlandırabileceğimiz bir dönem başlamıştır. 

1970 sonrası dönemde bu iç içe geçmişlik, Nusayri azınlığın Esad rejiminin devamını kendi yaşamsal mücadelesi olarak görmesine neden olmuştur. Nitekim Suriye’de Nusayri mezhebini temel alan Esad rejimini tehdit eden her hareket şiddet yolu ile bastırılmıştır. 
1963 Baas darbesi sonrasında Nusayri Baasçıların Sünni elitleri tasfiye ederek sosyo-ekonomik yaşam ve politik sistem üzerinde elde ettikleri etkinlik, Hafız Esad’ın totaliter rejiminin yükselişi ve kilit pozisyonlardaki aile çevresinin yolsuzluklarıyla birleşince, geniş orta sınıf Sünni kesimler Müslüman Kardeşler örgütü etrafında birleşerek rejime karşı muhalefete başlamıştır. Sünni Müslümanların yüzyıllardır “sapkın” olarak gördükleri Alevilerin ve Esad’ın elindeki iktidarın 1973 yılında anayasadan “devletin dini İslam’dır” maddesini 
çıkarmaya çalışması ülke içinde rejime karşı güvensizliği pekiştirmiştir. Esad’ın rejimin güvenliği için Nusayri güvenlik birimlerine dayanması ve toprak reformu yolu ile Sünni toprak sahiplerinin topraklarını Nusayri köylülere dağıtması rejim ile Sünni Müslümanlar arasındaki gerilimi daha da artırmış ve orta sınıf Müslümanlar ile geleneksel toprak sahibi sınıfların ittifakına yol açmıştır. 

Suriye’deki gergin durum rejimin pragmatik dış politika tercihleriyle daha da ağırlaşmış ve 1970’lerin ikinci yarısından itibaren Müslüman Kardeşler ile rejim arasındaki gerilim Sünni-Nusayri çatışmasına dönüşmüştür. Esad rejimini tehdit etmeye başlayan mezhep çatışması 1982 yılında Hama’da binlerce Sünni’nin katledilmesi ve Müslüman Kardeşlerin gücünün kırılması ile sonuçlanmıştır.21 Esad rejimi, kendi aile ve aşiret bağları üzerine yükselen Nusayri mezhebinin bekasına yönelik her tehdidi devletin bekası ile ayrılmaz bir bütün olarak gördüğünü bu olay ile kanıtlamıştır. 

Hafız Esad dönemi dış politikasına baktığımızda karşımıza çıkan en önemli unsur devlet inşa sürecinin dış politika yapımı üzerindeki etkisidir. Hafız Esad, 1946-1970 yılları arasında çeşitli hizipler arasındaki iktidar mücadelelerine son verip gücü tekeline alarak ülkede politik istikrarı sağlamıştır. Esad’ın hiçbir güç odağına bağlı kalmadan merkezi otoriteyi kendi elinde toplaması Suriye’de “monarşik başkanlık” olarak adlandırılabilecek bir dönemi başlatmıştır.22 Devletin güçlenmesi, petrol gelirlerindeki patlama ve dış yardımlarla birleşince 
Suriye ekonomisi ciddi anlamda güçlenmiş, artan zenginlik, rejimin güçlü bir ordu ve iç güvenlik aygıtı kurmasını kolaylaştırmıştır. 

Ekonomik gelişme ve ordunun büyümesi, eğitim ve sağlık sistemindeki düzenlemelerle birleşince ülkedeki politik istikrarsızlık son bularak devletin etkinliği artmıştır.23 

Esad’ın gerçekleştirdiği bu devlet inşa süreci sayesinde Suriye, Mısır ve Irak gibi bölgesel devletlerin iktidar mücadelesine bağımlılıktan kurtulmuş ve Ortadoğu’da realist politikalar izleyen önemli bir güç haline gelmiştir.24 Esad, Suriye’yi yerel iktidar için bölgesel patron arayan bir konumdan, bağımsız hareket eden bölgesel bir patrona dönüştürmüştür. 

Bu bağlamda Esad, Türkiye ve Irak gibi bölgesel aktörleri zayıflatmak için muhalif Kürt hareketlerini, İsrail’e ve ABD’ye caydırıcılığını ispatlamak ve bölgesel pozisyonunu güçlendirmek için Lübnanlı Şii Hizbullah örgütünü desteklemiştir. Esad’ın Suriye’de başarılı bir devlet inşa sürecini hayata geçirmesi ve gücü tekeline alması, devletin kısmen de olsa kamuoyu baskısından bağımsız dış politika izlemesine yol açmıştır. Esad, mezhebe dayalı rejimini güçlendirmek, bazen de meşruiyetini sağlamak için bölgesel ve küresel düzeyde birçok pragmatik ittifak kurmuş ve dış yardımlar almıştır. Fakat devletin çıkarlarını elde etmek ve rejimin varlığını sürdürmek için kurulan ittifaklardan gerekli görülen zamanlarda çok kolay vazgeçilmiştir. 

Esad, Suriye’yi bölgesel bir aktör haline getirirken önemsediği en önemli faktör İsrail tehdidiydi. 1966 yılındaki neo-Baas darbesinden sonra Salah Cedit grubunun radikal sol politikaları Suriye’yi Arap dünyası içerisinde yalnızlaştırmış, 1967 yılındaki Altı Gün Savaşları’nda İsrail karşısında alınan küçük düşürücü mağlubiyet ve Golan Tepelerinin kaybı ile sonuçlanmıştı. 1967 yenilgisi, Esad’ı 
İsrail karşısında realist bir politika izlemeye zorlamış, Filistin’in kurtuluşu idealiyerini Suriye’nin güvenliği için stratejik konumda bulunan Golan Tepelerinin kurtarılmasına bırakmıştır. Bu bağlamda Esad, Suriye’nin bölgesel yalnızlığına son verip İsrail’e karşı ortak bir Arap cephesi kurulması fikrini savunmuştur. Pragmatik bir aktör olarak Esad, daha önce Cedit’e karşı güç mücadelesinde 
Arap milliyetçiliği ekseninde Irak’taki Baas rejimiyle işbirliğini savunurken, iktidarı ele geçirdikten sonra, tıpkı Cedit gibi, Saddam Hüseyin’in Baas rejimini kendine rakip olarak görmeye başlamıştır. Esad’ın geleneksel Baas liderlerinin bulunduğu komşu Irak’a yönelik politikalarında Cedit’le aynı noktaya gelmesi, onu Suriyelilerin gözünde pan-Arap kimliğini ispatlayarak meşruiyet kazanmaya zorlamıştır. Bu sebeple, 17 Nisan 1971’de Suriye, Mısır ve Libya arasında Arap Cumhuriyetleri Federasyonu kurulmuş, böylece Esad hem İsrail’e karşı Suriye’nin bölgesel yalnızlığını sonlandırmış hem de halkının gözünde meşruiyet ini artırmayı başarmıştır.25 

Bölgesel yalnızlığını kısmen gideren Esad rejimi, İsrail’e karşı gerekli ekonomik, askeri ve lojistik desteği almak adına Sovyetler Birliği, askeri harcamalarına kaynak bulabilmek içinse petrol zengini Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’la iyi ilişkiler geliştirmiştir. Aynı zamanda Arap dünyasının en büyük askeri gücüne sahip olan Mısır’la işbirliği yapan Esad, İsrail’e karşı kısa vadeli hedeflerini gerçekleştirmek ve Filistin meselesinde söz sahibi olabilmek için 1973 yılında Enver Sedat’la birlikte İsrail’e karşı ortak bir saldırı düzenlemiştir. 

Mısır ve Suriye birliklerinin savaş sırasındaki göreli başarısı Esad’ın Arap dünyasındaki prestijini artırırken, Golan Tepeleri geri alınamamış fakat Şam yönetimi hem İsrail’e hem de Batılı ülkelere gücünü göstererek Ortadoğu denklemlerinde Suriye’nin de var olduğunu 
ispatlamıştır.26 

Esad, 1975 yılında Filistinliler ve Hıristiyan Falanjistler arasında patlak veren Lübnan İç Savaşına yaklaşık 20.000 askerini göndererek müdahil olmuştur. İlk başlarda Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’nü destekleyen Esad, Filistinlilerin iç savaşı kazanma ihtimalinin İsrail’in Lübnan’ı işgali ve bir Suriye-İsrail savaşına yol açabileceğinden endişe ederek, Filistinlilere karşı Hıristiyanları silahlandırmıştır. 

Esad’ın bu müdahalesi ile FKÖ’nün Lübnan’ı ele geçirmesi engellenmiş ve Lübnan üzerinde Suriye söz sahibi olmaya başlamıştır.27 

Esad’ın pragmatik bir biçimde Suriye’nin politik çıkarları ve İsrail’i Lübnan’da dengeleme amacı uğruna Filistin davasını savunan Araplara karşı takındığı bu tavır yukarıda söz edilen İslami muhalefetin rejime karşı güçlenmesinde önemli köşe taşlarından biri olmuştur. Esad’ın Büyük Suriye rüyası adına Suriye askerlerini Lübnan’a göndermesi bu ülkede 2005 yılına kadar sürecek olan Suriye hegemonyasının temellerini atmıştır. Ayrıca İsrail’e karşı Hizbullah gibi örgütlere destek sağlayan Esad, Ortadoğu’da oynayabileceği çok önemli kartlar kazanmıştır. 

Esad, uluslararası arenada politikalarını sürdürebilmek için gerekli olan ekonomik ve askeri kaynakları elde etmek uğruna ideolojiye bakmaksızın Sovyetler Birliği, İran, Mısır, Irak, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle birçok kez çeşitli pragmatik ittifaklar kurmuştur.28 Bu ittifaklardaki temel ölçü ise Baas rejimini tehdit etmeyen ülkelerle kurulması ve ihtiyaç duyulduğu anda kolayca değiştirilmesidir. İktidara geldiği andan itibaren Irak’taki rakip Baas rejimine karşı düşmanca politikalar izleyen Esad, 1978-1979 yıllarında Mısır lideri Sedat’ın ABD desteğini alabilmek için İsrail’le Camp David’te barış anlaşması imzalamasıyla Irak’la yakınlaşma politikası izlemeye başlamış, hatta iki ülkenin birleşmesi meselesini bile gündeme getirmiştir.29 Esad, her ne kadar Irak’la yakınlaşma politikası izlese de Irak’ın Suriye Müslüman Kardeşler örgütüne verdiği destek ve Suriye’ye rakip bir bölgesel güç olması sebebiyle, İran-Irak savaşında Arap olmayan İran’a destek vermiştir.30 

1975 yılında Irak-İran arasında ihtilafların çözülmesi noktasında varılan anlaşmayı Irak’ın Arap milliyetçiliğine olan ihaneti olarak değerlendiren 
Esad, sadece beş yıl sonra aynı İran’ı Arap devleti Irak’a karşı destekleyerek ne derece pragmatik bir lider olduğunu göstermiştir. 

ABD ve İsrail karşıtlığını temel alan devrim sonrası İran yönetimi ile kurulan ittifak, Suriye’ye Ortadoğu’da bu iki ülkeye ve Batı yanlısı Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün yönetimlerine karşı oynayabileceği yeni bir kart daha kazandırmıştır. Devrim sonrasında İran’ın Ortadoğu politikasında Hizbullah ve Hamas üzerinden artan etkisi Suriye’ye kilit bir rol kazandırmış ve İran-Suriye ilişkileri 
stratejik ittifak düzeyine çıkmıştır. İran’ın yanı sıra, Sovyetler Birliği’nin Mısır’ı kaybetmesi Ortadoğu’da güçler dengesini ciddi anlamda değiştirmiş ve Suriye’nin Sovyetler Birliği nezdinde öneminin artmasına yol açarak iki ülke arasında ekonomik ve siyasi ilişkiler daha da güçlenmiştir. 

Hafız Esad, her ne kadar Filistin meselesinin Araplar tarafından topluca çözülmesi gerektiğine vurgu yaparak pan-Arabizm’i savunuyor görünse de, asıl olan Suriye’nin ve dolayısıyla Esad rejiminin çıkarlarıydı. Esad’ın çıkara dayalı pragmatik dış politika yapımının en önemli kanıtlarından biri 1991 yılındaki Körfez Savaşı’dır. Esad, Saddam’ın Kuveyt’i işgalinden sonra ortaya çıkan uluslararası krizi başarılı bir şekilde manipüle ederek uzun yıllar dostluk kurduğu Sovyetler Birliği’nin çöküş içerisinde olmasından dolayı uluslararası arena daki yalnızlığını gidermeyi öngörmekteydi. Esad yönetimi, Körfez Krizi’ni fırsata çevirerek, İran-Irak Savaşı sırasında takındığı tutum nedeniyle arasının açıldığı bölgesel Arap devletleri ile yakınlaşmak ve İsrail’e karşı uygulamaya geçirmek istediği politikalar için ihtiyaç duyduğu ekonomik yardımları elde etmeyi hedeflemiştir. Esad’ın Körfez Savaşı sırasında ABD öncülüğündeki Batılı 
koalisyona katılmasının en önemli nedeni ise eski patron Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ve artık muhtemel bir İsrail ve Batı tehdidine karşı Suriye’yi koruyamayacak olmasıydı. Bu durum, dünyanın tek süper gücü olan ABD ile ilişkilerin geliştirmesini gerektiriyordu. 

Bu bağlamda Esad, pan-Arabizm’i ilke edinen komşu Irak’a karşı kurulan koalisyona Suriye askerlerini dâhil ederken yenidünya düzeninin tek süper gücü olan ABD ile ilişkilerini yumuşatmayı, Ortadoğu’da Suriye’nin kilit rolünü hatırlatmayı ve İsrail’e karşı Suriye’nin çıkarlarının korunmasını sağlamayı hedeflemekteydi.31 Esad’ın bu stratejisi başarılı olmuş ve Suriye’nin ABD saflarında yer alması, Lübnan’daki askeri varlığının tanınması ve İsrail ile barış görüşmeleri için masaya oturması gibi sonuçlar doğurmuştur. 

 4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder