16 Mart 2017 Perşembe

BEŞAR ESAD DÖNEMİ SURİYE DIŞ POLİTİKASI VE TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 1



BEŞAR ESAD DÖNEMİ SURİYE DIŞ POLİTİKASI VE TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 1 



Rapor No: 85, Kasım 2011 
Hazırlayan: 
Araş. Gör. Nuri SALIK 
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tarih Bölümü 
ODTÜ U.İ.B. Yüksek Lisans Programı 
nurisalik@gmail.com

Bu raporun içeriğinin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak 
makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. 
Bu raporda yer alan değerlendirmeler yazarına aittir; ORSAM’ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır. 


ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ STRATEJİK BİLGİ YÖNETİMİ, ÖZGÜR DÜŞÜNCE ÜRETİMİ ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 

Tarihçe 

Türkiye’de eksikliği hissedilmeye başlayan Ortadoğu araştırmaları konusunda kamuoyunun ve dış politika çevrelerinin ihtiyaçlarına yanıt verebilmek amacıyla, 
1 Ocak 2009 tarihinde Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) kurulmuştur. Kısa sürede yapılanan kurum, çalışmalarını Ortadoğu özelinde yoğunlaştırmıştır. 

Ortadoğu’ya Bakış 

Ortadoğu’nun iç içe geçmiş birçok sorunu barındırdığı bir gerçektir. Ancak, ne Ortadoğu ne de halkları, olumsuzluklarla özdeşleştirilmiş bir imaja mahkum edilmemelidir. 
Ortadoğu ülkeleri, halklarından aldıkları güçle ve iç dinamiklerini seferber ederek barışçıl bir kalkınma seferberliği başlatacak potansiyele sahiptir. Bölge halklarının bir arada yaşama iradesine, devletlerin egemenlik halklarına, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine saygı, gerek ülkeler arasında gerek 
ulusal ölçekte kalıcı barışın ve huzurun temin edilmesinin ön şartıdır. Ortadoğu’daki sorunların kavranmasında adil ve gerçekçi çözümler üzerinde durulması, uzlaşmacı inisiyatifleri cesaretlendirecektir Sözkonusu çerçevede, Türkiye, yakın çevresinde bölgesel istikrar ve refahın kök salması için yapıcı katkılarını sürdürmelidir. Cepheleşen eksenlere dâhil olmadan, taraflar 
arasında diyalogun tesisini kolaylaştırmaya devam etmesi, tutarlı ve uzlaştırıcı politikalarıyla sağladığı uluslararası desteği en etkili biçimde değerlendirebilmesi bölge devletlerinin ve halklarının ortak menfaatidir. 

Bir Düşünce Kuruluşu Olarak ORSAM’ın Çalışmaları 

ORSAM, Ortadoğu algalımasına uygun olarak, uluslararası politika konularının daha sağlıklı kavranması ve uygun pozisyonların alınabilmesi amacıyla, 
kamuoyunu ve karar alma mekanizmalarına aydınlatıcı bilgiler sunar. Farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretir. 
Etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik eder. 
ORSAM; bölgesel gelişmeleri ve trendleri titizlikle irdeleyerek ilgililere ulaştırabilen güçlü bir yayım kapasitesine sahiptir. 
ORSAM, web sitesiyle, aylık Ortadoğu Analiz ve altı aylık Ortadoğu Etütleri dergileriyle, analizleriyle, raporlarıyla ve kitaplarıyla, ulusal ve uluslararası 
ölçekte Ortadoğu literatürünün gelişimini desteklemektedir. Bölge ülkelerinden devlet adamlarının, bürokratların, akademisyenlerin, stratejistlerin, gazetecilerin, işadamlarının ve STK temsilcilerinin Türkiye’de konuk edilmesini kolaylaştırarak bilgi ve düşüncelerin gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamaktadır. 
www.orsam.org.tr 

Özet; 

SURİYE POLİTİK KÜLTÜRÜNDE TARİHSEL PRAGMATİZM, 




- Büyük Suriye toprakları ya da Bilad-ı Şam Osmanlı Devleti’nin Arap topraklarına açılan kapısı konumunda bulunduğundan imparatorluğun geçirdiği bütün değişim ve dönüşüm süreçlerinden doğrudan etkilendi. 

- 16. yüzyılın sonlarından itibaren önemli bir transformasyon süreci içerisine giren Osmanlı Devleti’nde merkezi otoritenin zayıflamasının yanı sıra, toprak sisteminde bir dizi köklü değişiklik meydana geldi. Bu iki faktör, imparatorluğun birçok yerinde olduğu gibi Suriye’de de sosyo-ekonomik yapının derin bir dönüşüme uğramasını sağladı ve etkinlikleri ancak 1963 yılında gerçekleştirilen Baas darbesinden sonra kırılacak olan kentli Sünni yönetici elitlerin sınıfsal oluşumunun ve onların bir üst otorite ile kurduğu karşılıklı çıkara dayalı 
pragmatik siyasi ilişki modelinin temellerini attı. 

- Suriye tarihi içerisinde darbeler dönemi olarak da adlandırılabilecek olan 1946-1970 arası dönemde Suriye dış politikasına tam anlamıyla hizipler ve onların pragmatik yaklaşımlarının damga vurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 

- 1946-1963 yılları arasında Suriye iç ve dış politikasına mezhep temeli olmayan hizipsel mücadeleler damgasını vurdu. Fakat 1963 yılındaki Baas darbesinden sonra kentli Sünni elitlerin politik sahneden tasfiyesiyle mezhep, bölge ve aşiret faktörü Suriye politikasını şekillendiren en önemli dinamik haline geldi. 

- 1970 yılında iktidara gelen Hafız Esad, Nusayri mezhebine dayalı rejimini güçlendirmek, bazen de meşruiyetini sağlamak için bölgesel ve küresel düzeyde birçok pragmatik ittifak kurmuş ve dış yardımlar almıştır. 
Fakat devletin çıkarlarını elde etmek ve rejimin varlığını sürdürmek için kurulan ittifaklardan gerekli görülen zamanlarda çok kolay vazgeçilmiştir. 

-Hafız Esad’ın 2000 yılında ölümüyle iktidarı devralan oğlu Beşar Esad’ın karşılaştığı uluslararası problemler karşısında babasının pragmatik dış politika vizyonunu devam ettirdiği görülmektedir. 2003’ten sonra bir taraftan İsrail, öbür taraftan İsrail’e arka çıkan ABD yönetiminin işgal ettiği Irak arasında sıkışan Beşar Esad, babası döneminde uygulanan dış politika yöntemlerine başvurma yoluna giderek Türkiye ile yakınlaşma politikası izlemeye başlamıştır. 

- Rejimin tehlikeye girdiği ve uluslararası baskıların arttığı bir dönemde Türkiye ile pragmatik bir işbirliğine giren Beşar Esad, yine uluslararası baskıların arttığı Arap Baharı’yla birlikte bu ittifaktan, elinde kullanabileceği farklı kartlar olduğu için vazgeçmiştir. 

- Esad’ın Türkiye ile ilişkilerini koparmasının ardından Rusya, Çin ve İran’la ittifaklarını korumaya ve çeşitli pragmatik ittifaklarla elindeki kartları çoğaltmaya çalışacağı açıktır. Esad, elindeki bütün bölgesel ve küresel kartları son ana kadar oynamaktan çekinmeyecektir. 

1. Suriye’de Tarihsel Pragmatizmin İnşası: Suriye Politik Kültüründe Eşraf Politikası 

Osmanlı Devleti, Suriye’yi 1516 yılında fethettiğinde bölgede Memluklardan kalan idari ve siyasi statükoyu aynen muhafaza etme yoluna gitti. Osmanlılar, Büyük Suriye1 toprakları üzerinde, daha önce halk üzerinde etkili olan yerel yöneticileri, özellikle Lübnan dağı gibi kontrolü zor bölgelerde, görevlerinde bırakmayı tercih etti. Devlete vergi vermekle yükümlü tutulan bu yerel yöneticilerin üzerinde idari olarak merkezden küçük bir ordu ile birlikte atanan Osmanlı yöneticileri olsa da, bunlar sadece büyük şehir merkezlerini ve yakın çevrelerini kontrol altında tutuyordu.2 Osmanlıların 16. yüzyılın başından itibaren devamına izin verdiği, yerel yöneticilerin özerkliğine dayanan bu adem-i merkeziyetçi idari yapılanma ilerleyen yüzyıllarda devletin içine girdiği ve merkezi otoritenin büyük oranda zayıfladığı transformasyon süreciyle birleşince daha farklı boyutlara ulaştı ve Suriye politik kültürünün ayrılmaz bir parçası 
haline geldi. 

Büyük Suriye toprakları ya da Bilad-ı Şam Osmanlı Devleti’nin Arap topraklarına açılan kapısı konumunda bulunduğundan imparatorluğun geçirdiği bütün değişim ve dönüşüm süreçlerinden doğrudan etkilendi. 16. yüzyılın sonlarından itibaren bazı iç ve dış dinamiklerden kaynaklanan önemli bir transformasyon süreci içine giren Osmanlı Devleti’nde, sultanlar, merkezi otoritelerini hem İstanbul’da 
hem de eyaletlerde büyük oranda yitirdiler. Transformasyon süreci içinde, merkezi otoritenin zayıflamasının yanı sıra, toprak sisteminde bir dizi köklü değişiklik meydana geldi. Bu iki faktör, imparatorluğun birçok yerinde olduğu gibi Suriye’de de sosyo-ekonomik yapının derin bir dönüşüme uğramasını sağladı ve etkinlikleri ancak 1963 yılında gerçekleştirilen Baas darbesinden sonra kırılacak olan kentli Sünni yönetici elitlerin sınıfsal oluşumunun ve onların bir üst otorite ile kurduğu karşılıklı çıkara dayalı pragmatik siyasi ilişki modelinin temellerini attı. 

16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren devletin toprak sisteminde yaptığı zorunlu değişiklikler Ortadoğu’yu ve Suriye’yi etkileyen çok büyük değişikliklere yol açtı. Osmanlılar, fetihten sonra, imparatorluğun diğer toprakları gibi, Büyük Suriye topraklarında da tımar sistemini uygulamıştı.3 Buna göre, fethedilen topraklar, mülkiyeti devlete ait olmak kaydıyla, çeşitli büyüklüklerde olmak üzere tımar 
sahiplerine bölüştürülüyordu. Tımar sahipleri kendilerine tahsis edilen çeşitli büyüklüklerdeki toprağın vergisini toplamaya hak kazanıyor, bunun karşılığında devlete savaş döneminde atlı asker temin ediyordu. Tımar sahiplerinin savaş döneminde Osmanlı ordusuna kattığı bu atlı askerler ordunun bel kemiği olan süvari güçlerini oluşturuyordu. 16. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa ordularında süvariler yerine piyade birlikleri ve küçük ateşli silahlar önem kazanmaya başlayınca, Osmanlılar, bu duruma bir formül üretmek zorunda kaldılar. Bulabildikleri en uygun çözüm, devletin en seçkin piyade birliği olan yeniçelerin sayısını artırmak ve paralı askerlerden oluşan bir piyade ordusu kurmak oldu. 
Fetihlerin durması, bürokrasinin genişlemesi, uzun süren savaşlar ve paralı bir orduyu besleme zorunluluğu devletin nakit paraya olan ihtiyacının dramatik bir şekilde artmasına yol açtı. Bu durum, devleti tımar sisteminden iltizam sistemine geçmeye zorladı. İltizam sisteminde herhangi bir tımar bölgesinin bir yıllık ortalama vergi geliri mültezim tarafından devlete önceden veriliyordu. Mültezimler daha sonra vergi mevsimi geldiğinde iltizamını satın aldığı bölgede vergi toplamaya tek yetkili kişi oluyordu. Fakat hazinenin sürekli artan ihtiyaçları, iltizam sisteminin daimi hale getirilmesini zorunlu kıldı ve devlet 1695 yılında iltizamları yaşam boyu vermeye başladı.4 Malikâne sistemi olarak adlandırılan bu sistem, modern Suriye politikasını etkileyecek olan bir dizi sosyo-ekonomik dönüşümün fitilini ateşleyecektir. Toprak sistemindeki dönüşüm, 17. yüzyılda İstanbul’da yeni bir yönetici grubun, vezir ve paşa hane halklarının ortaya çıkmasıyla aynı döneme denk geldi. Padişahların otoritesini 

16. yüzyılın ortasından 17. yüzyılın ortasına kadar paylaşan kendi saray halkından güç yavaş yavaş İstanbul’da devlet bürokrasisini oluşturan vezir ve paşa hane halklarına geçmeye başlamıştı. Vezir ve paşalar, sultanın ev halkı gibi kendi hane halklarını oluşturmaya, bunları bürokraside istihdam etmeye, ayrıca iltizam ve malikâne yoluyla zenginleşmeye başladı. 17. yüzyılın ortasından itibaren, vezir ve paşa hane halklarının yükselişi, diğer güç grupları olan ulema ve yeniçerilerle birleşince padişahın şahsi otoritesine dayalı merkezi otorite 
neredeyse yok oldu.5 İstanbul’da ortaya çıkan güç grupları aynı şekilde Arap topraklarında ve Suriye’de de ortaya çıktı. 17. yüzyılda Büyük Suriye topraklarında otorite büyük oranda vezir ve paşa hane halkları, yerel ulema, yerel liderler ve yeniçerilerin eline geçmişti.6 Devletin merkezde geçirdiği dönüşüm, Suriye’de zaten zayıf olan merkezi otoritenin daha da zayıflamasıyla sonuçlandı. 16. yüzyılın sonlarından itibaren Suriye’de merkezi otoritenin zayıflaması ve toprak sisteminin tımardan iltizama, iltizamdan malikâneye 
(yaşam boyu iltizam) doğru evrilerek bir hal alması, yerel güç odaklarının merkezi otoritenin aleyhine güçlenmesine yol açtı. 18. yüzyıl Suriye’sinde adem-i merkezileşme, ayan ailelerinin7 ortaya çıkmasıyla zirveye ulaştı. 17. yüzyıldan itibaren, devletin kontrolünü padişahlardan ziyade elinde bulunduran İstanbul bürokrasisi, bir diğer adıyla vezir ve paşa hane halkları, malikâne sistemini 
taşradaki kentli Sünni ayan aileleri ile karşılıklı çıkara dayanan bir ilişki kurmak için kullandı. Buna göre, devlet, bir dizi pazarlık sonucu malikâneleri yerel ayan ailelerine vererek, onların yerel toplum ile devlet arasında aracı rolünü görmesini ve savaş döneminde devlete asker vermesini bekliyordu. Bu ilişki biçimi devlete malikâne yoluyla taşrayı kısmen de olsa kontrol altında tutma yeteneği 
kazandırırken, ayan aileleri ise bir üst otorite ile kârlı bir işbirliğine girerek toprak üzerinden yerel ekonomik ve siyasal çıkarlarını gerçekleştirmiş 
oluyordu.8 Albert Hourani tarafından ‘eşraf politikası’ olarak adlandırılan ve devletle yerel elitler arasında karşılıklı çıkar ilişkisine dayanan bu sistem, yerel elitlere çıkarlarını gerçekleştirmenin en iyi yolunun bir üst otorite veya bir ‘‘patron’’a dayanarak elde edilebileceğinin pratik yolunu gösteren bir politik kültürün oluşmasına yol açtı.9 Bu ilişki biçiminin, Suriye’de 1963 yılına kadar politik alanı büyük oranda şekillendirecek olan kentli Sünni elitlerin güçlenmesinde ve onların daha sonraki politik kuşaklar tarafından miras alınacak olan pragmatik politika yapımının oluşumunda çok büyük etkileri oldu. 

Eşraf politikasının Suriye’deki en önemli örneklerinden biri el-Azm ailesidir. Şam’ın köklü Sünni ailelerinden biri olan el-Azm ailesi, fetihten sonra Osmanlıların hizmetine girmiş ve iltizam yolu ile güçlenmişti. 18. yüzyılda malikâne sistemi sayesinde devletle geliştirdikleri pragmatik ilişki sonucu sosyo-ekonomik konumunu ciddi anlamda güçlendiren el-Azm ailesinin üyeleri Suriye politik sisteminde önemli bir etkinlik kazandı.10 Bu etkinlik, el-Azm ailesi üyelerinin manda ve bağımsızlık dönemlerinde birçok idari pozisyonda 
görev almasının zeminini hazırladı. Örneğin, El-Azm ailesi üyelerinin en önemlilerinden biri olan Halid el-Azm, bağımsızlık döneminde birçok kez başbakanlık görevinde bulundu.Suriye politik kültürünün en önemli parçası haline gelen eşraf politikası, manda ve bağımsızlık dönemlerinde, sınıfsal konumuna veya ideolojisine bakılmaksızın Suriyeli politikacılar tarafından hem iç hem de dış politikada alanında uygulanacak pragmatik bir davranış modeli olarak miras alındı. 

17. yüzyıldan itibaren Suriyeli kentli elitler, toplum üzerindeki yönetimsel kabiliyetlerini bir üst otoriteye ispatlayarak toplum ile devlet arasında aracı rolünü üstlenmeyi ve kendi çıkarlarını merkezi otorite ile pragmatik bir işbirliğine dönüştürmeyi başarmıştı. Kentli Sünni elitlerin sosyo-ekonomik yaşam ve yönetim üzerinde toprak hâkimiyetinden kaynaklanan hegemonyası, 1858 Arazi Kanunnamesi ile yasal zemine oturdu. Fakat Arap Sünni elitlerin üzerinde yükseldiği feodal yapı içerisinde zenginlik kaynaklarından ve politik alandan sürekli dışlanan ve sömürülen kırsal tabanlı heterodoks inançlara sahip Arap Alevi ve Dürzî azınlıklar bu kesime karşı güçlü nefret duyguları beslemeye başladı. Kentli Sünni elitlerin sosyo-ekonomik gücü ve politik yapı üzerindeki bu hegemonyası Suriyeli Arap azınlık grupları tarafından ancak 1963 yılındaki Baas darbesinden sonra kırılabildi. Geleneksel Sünni elitlerin gücünün kırılmasına 
rağmen, onların yerel çıkarlar için bir üst otorite ile geliştirdikleri eşraf politikası Suriye dış politikasının en önemli özelliklerinden biri olan pragmatizmin temellerini attı. 

19. yüzyılın merkezileşme reformları çağında bile, devlet, Suriye’de merkezi otoriteyi yerleştirmeyi imparatorluğun birçok bölgesinin aksine başaramadı. Sekiz yıl süren Mısır hâkimiyeti döneminde İbrahim Paşa’nın Suriye’de gerçekleştirdiği merkezileşme reformları, II. Mahmut tarafından devam ettirilmedi. Merkezileşmenin altın çağı olan ve imparatorluğun çehresini değiştiren birçok reformun hayata geçirildiği Tanzimat döneminde bile, 18. yüzyılın eşraf politikası devlet için Suriye’yi yönetmek adına en pratik yol 
olarak görülüyordu. Her ne kadar 1860 olaylarından sonra Osmanlılar, geleneksel ayanın gücünü kırıp kentlerde daha alt kademelerden gelen ayan ve orta sınıf ulemayı teşvik ederek yeni bir yönetici kentli elit11 oluşturduysa da, Suriye’de merkezi otoriteyi kurmak yerine bu yeni yönetici sınıfla eşraf politikasını devam ettirme yolunu seçti. 1858 yılında hayata geçirilen ve toprak üzerinde özel mülkiyete izin veren Arazi Kanunnamesiyle, yeni kentli Sünni elitler malikâne yolu ile ellerinde bulundurdukları toprakları özel mülkiyetlerine 
aldılar, böylece Suriye aristokrasisi ve ticaret burjuvazisinin 17. yüzyıldan beri devam eden evrimi 19. yüzyılda tamamlanmış oldu. 

19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın başlarında eşraf politikası hala Suriye’yi yönetmenin en etkili yoluydu. Fakat İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC)’nin Türkleştirme ve katı merkezileşme politikaları sonucunda Suriye’deki toprak sahibi kentli Sünni aileler arasında ve aynı ailelerin yaşlı ve genç kuşak üyeleri arasında hizipleşmeler başladı.12 Bu ailelerden bazılarının yaşlı üyeleri İTC ile işbirliği içinde kârlı eşraf politikasını devam ettirip Suriye’de yönetsel pozisyonları ellerinde tutmaya devam ederken, eşraf ailelerin daha genç üyeleri aldıkları modern eğitimin de etkisiyle İTC ile işbirliğine karşı çıkıp Arap topraklarının özerkliğini savunan ilk Arap milliyetçisi gizli örgütleri kurdular. Bu gizli örgütlerden el-Fatat ve el-Ahd gibi örgütler Osmanlı’dan ayrılıp bağımsız bir Arap devleti kurmayı hedefliyordu. Bu gizli örgütlerin üyesi olan milliyetçi genç kuşak kentli Sünni elitler, Faysal’ın Suriye’de 1918-1920 yılları arasında süren yönetimi, Fransız mandası ve bağımsızlıktan sonra Suriye’de çok önemli roller üstlendi. Bu kuşak içerisinden Haşim el-Atasi, Şükrü el-Kuvvetli ve Cemil Mardam Bey gibi isimler 1946-1963 yılları arasında birçok kez başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı görevlerinde bulundu. 

20. yüzyılın başlarında, yerel ayan ailelerinin genç kuşak milliyetçi üyeleri, eski kuşağın pragmatik ‘eşraf politikasına’ karşı çıkmalarına ve bağımsız bir Arap devleti kurma arzularına rağmen, Faysal’ın kısa süren krallığında yaşadıkları hayal kırıklığından sonra, manda döneminde, Ulusal Blok’u kurarak eski kuşak ayanın eşraf politikasını ‘şerefli işbirliği’ adı altında miras aldı.13 Tıpkı eski kuşağın Osmanlı Devleti ile kurduğu pragmatik ilişki biçimi gibi, yeni kuşak ayan, yeni patrona yani Fransa’ya yönetsel kabiliyetini ispatlayarak yerel çıkarlarını elde etme politikası güttü. Bağımsızlık döneminde Suriye’nin en önemli politik aktörlerini içerisinden çıkaracak olan kentli ayan ailelerinin pragmatik politikaları bağımsızlıktan sonra da devam etti. Osmanlıların Suriye’den çekilmesinin ardından Faysal’ın 1918-1920 yılları arasında süren Suriye Arap Krallığı boyunca bu genç milliyetçi kuşak Suriye’de en önemli politik güç oldu. Eşraf ailelerin yaşlı kuşağı Osmanlıların çekilmesinden sonra bir üst otorite olarak Fransa’ya kendi yönetsel kabiliyetlerini ispatlayarak yerel çıkarlarını korumak için eşraf politikası nın devamlılığını sağlamaya çalışırken, genç milliyetçi kuşak, Suriye’nin tam bağımsızlığı için Fransa ile işbirliğine karşı çıktı. Fakat 1920 yılında Fransa’nın zayıf Arap kuvvetlerini yenmesi ve Suriye mandasının ilan edilmesi sonucu genç milliyetçiler sürgüne gitmek zorunda kaldı. Ortaya çıkan politik boşluğu, eski kuşak eşraf, Fransa ile karşılıklı çıkara dayanan ilişkiler kurarak doldurdu. Fransa’nın 1925-27 yılları arasındaki manda karşıtı büyük isyanı güçlükle bastırması, Fransızları manda yönetimini gevşetmeye ve halk arasında eski kuşak eşrafın dışında daha yaygın desteğe sahip bulunan politik gruplarla 
işbirliğine girmeye zorladı. Tam bu sırada sürgündeki genç kuşak eşraf ‘Ulusal Blok’ etrafında birleşerek Fransa’ya karşı ‘onurlu işbirliği’ adını verdiği yeni bir stratejiyi hayata geçiriyordu. Bu politika eşraf politikasının birebir aynısıydı; Ulusal Blok, halkın milliyetçi duygularına zarar vermeden ılımlı bir milliyetçi söylevle Fransa’nın gözünde eski kuşağın yerine kendilerini ispatlamak ve önce yönetime gelerek sonra Fransa ile müzakere yoluyla bağımsızlığı kazanmak istiyorlardı. Dolayısıyla yeni kuşak, eski kuşağın pragmatizmini doğrudan miras almış oldu. 



***




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder